25 Ağustos 2016 Perşembe

Rezonans Kanunu Çerçevesinden İlişkiler ve Ayrılık




Rezonans kanunu; en basit anlatımıyla, birbirine benzeyen frekansların birbirine uyumlanması ve birbirini çekmesi olarak tanımlanabilir.

Rezonans kanunu, bir fizik kanunudur:  Birbirine benzeyen iki sistemin frekansı zamanla birbirlerine uyumlanır.

Örneğin, 3-4 adet metronomu farklı ritmlerde çalışmak üzere ayarlayın, bir süre sonra tüm metronomların aynı hızda ve ritmde birbirlerine uyumlanmış yani rezone olmuş bir şekilde çalışmaya başladıklarına şahit olursunuz, veya bir piyanonun belirli bir tuşuna bastığınızda, ortamda bulunan gitarın, piyanonun tuşuna tekabül eden telinin de titreştiğini tespit edebilirsiniz. Bu durum nesneler arası enerji/frekansın hava yolu ile birbirlerine transfer olması nedeniyledir. Rezonans kanunu sadece elektronik aletler veya cansız nesneler arasında gerçekleşmez frekans yayan herşey, rezonans kanuna tabidir.

Frekans yayan herşey dedik, bu durumda artık hepimizin bildiği üzere, evrende frekans yaymayan hiç bir canlı veya cansız nesne yoktur ve buna insanlar ve hayvanlar da dahildir. Ağustos böceklerinin aynı anda, aynı hızda ve aynı tonda ses çıkarmaları, ateş böceklerinin aynı anda yanıp sönmeleri, aynı ortamda uzun süre birarada olan kadınların adet döngülerinin aynı veya yakın zamanlara denk gelmesi, hayvanların sahiplerine benzemesi gibi durumlar hep, rezonans kanununun sonucudur.

Peki, rezonans kanununun bizim hayatımızdaki etkileri nedir? Çekim yasası, rezonans kanunun bir sonucudur; birbirine benzeyen frekanslar birbirlerini çekerler ve bir arada var olurlar. Bu nedenle hep diyoruz ya, sizinle eş frekansa sahip olmayan hiç bir kimsenin hayatınızda yer alması mümkün olmaz, siz eşlerinizi, arkadaşlarınızı, patronlarınızı, eski sevgililerinizi ne kadar da suçlamak isterseniz isteyin, eş frekansta yer almıyor olsaydınız bu kişilerin hayatınızda tutunması mümkün olmazdı, tekrarlıyorum, bu kader-kısmet değil, fizik kanunudur.

Hayatınızda tutunmak dedik, frekanslar birbirine eninde sonunda uyumlanır dedik... Bu, şu demektir, siz, rezonans kanunu uyarınca, size benzer ve yakın frekansları hayatınıza çekersiniz, -tekrarlıyorum- bu bir fizik kuralıdır ve ilişkilerin temelini oluşturur.  Zaman içerisinde, eşlerden birinin öz frekansının değişmesi ve diğerinin bu frekansa uyumlanamaması, ayrılık ile sonuçlanır. Gerçekten de, bir çok kişi ilişkinin başında oldukça uyumlu ve huzurluyken, ilerleyen zamanlarda, taraflar, eşlerinin “çok değiştiğini”, onları “tanıyamadıklarını” ifade ederler. İşte tam olarak olan, eşlerden birinin öz frekansının düşmesi veya yükselmesi, kısacası başlangıç noktasına oranla farklılaşması, bir diğerinin ise bu yeni frekansa uyumlanamaması ve dolayısıyla birbirlerinden ruhsal ve fiziksel olarak uzaklaşmak durumunda kalmalarıdır.

Bu nedenle, daima ve daima, bir ilişkiye başlamadan önce, sizin kendi merkezinizi bulmanız, istikrarlı bir ruh hali içerisinde olmanız, kendi başınıza bir bütün olduğunuzu bilmeniz, ve mutluluğunuzun başka bir insana tabi olmaması önerilmektedir.

Bu seviyeye ulaşmış kişinin öz frekansı (nispeten) stabildir ve sağlıklıdır, böyle bir kişinin hayatına çekeceği kişinin de doğal olarak öz frekansı aynı şekilde stabil ve sağlıklı olacaktır, her iki kişi de gelişmeye ve genişlemeye açık olacaklarından dolayı, frekansları yükseldiğinde veya düştüğünde bir diğeri, eşinin yüksek frekansına ya kolaylıkla uyumlanacak, eğer bu kişinin öz frekansı düştüyse de, çabucak kendini toparlayabilecek niteliğe ve farkındalığa sahip olacaktır, uzun ve sağlıklı ilişkinin, “ruh eşini” bulmanın sırrı sadece budur.

İlişkiye “tutunamama” durumu, kader, kısmet ile değil ilişkiye hangi frekans seviyesinde başladığınız ile doğrudan ilgilidir.  Örneğin, mutsuz bir ilişkiden çıkıp, doğrudan yeni bir ilişkiye başladığınız durumlarda, mevcut ruh haliniz, halen biraz kırgın ise, gelecek ilişkileriniz ile ilgili kaygı ve korku duygularınız mevcut ise, öz frekansınız potansiyeline oranla oldukça düşük olacaktır, haliyle böyle bir frekansın kendine çekeceği frekans da, o kişinin “ideal” frekansı olmayacaktır.

 İlişkinin herhangi bir döneminde, kişi “ideal” frekansına ulaştığı noktada, diğer kişi bakımından bu kişi “değişmiş” olarak nitelendirilebilecek, daha da önemlisi, bir zamanlar “ideal” olan eş, artık her iki taraf için de “ideal” olmaktan çıkacaktır. İşte böyle durumlarda ilişkide “yetersizlik” duyguları ortaya çıkar, kişi anlamlandıramadığı durumları, karşı taraftan gördüğü sevginin “yetmemesi”, artık “heyecanın” kalmaması gibi ifadelerle yorumlar, benzer şekilde ruh halinizin potansiyelinize oranla düşük olduğu her durumda başlayacağınız ilişki de, geleceği bakımından “riskli” ilişkiler kategorisinde değerlendirilebilecektir.

Bazı durumlarda ise, “ideal” frekansınızda başlamadığınız ilişkilerde, eşleştiğiniz kişinin frekansının sizi mevcut durumunuzdan daha da aşağı çekme olasılığı doğar. İdeal frekansında olmayan kişi, dış etkenlerden etkilenmeye açık, daha kırılgan bir enerji alanında sahip olacaktır, böyle bir durumda kişinin diğer enerjiler tarafından manipüle edilmesi çok daha kolaydır ve olasıdır, dolayısıyla, eşlerden birinin frekansının daha da düşük bir hale gelmesi karşısında diğer taraf, bu enerjilere maruz kalır ve kendini başladığı noktadan çok daha olumsuz bir durumda bulabilir.

Benzer sebeplerle, çok genç yaşta evlilikler de önerilmemektedir; çünkü kişinin erişkinlik fazına gelene kadar enerjisinin stabil bir hale gelmesi çok olasılıklı değildir, kişinin yaklaşık 25, kimi zaman 30’lu yaşlara kadar, enerjisi de olgunlaşma sürecinde olabilmekte, ve sık sık değişkenlik gösterebilmektedir, bu nedenle “evlenme çağı” esasen yirmili yaşlar değildir.

Tüm bunların sebebi esasen, sizin merkezinizi bulamadığınız, tam bir denge haline ulaşamadığınız, iç huzurunuzun, öz güveninizin ve öz değerinizin düşük olduğu, ve mutluluğu dışarıda aradığınız bir frekans seviyesinde yani potansiyelinizi henüz keşfetmemiş olmanızdan ileri gelir.

Burada anlattıklarımın elbette istisnası olabilir, eşlerin birlikte büyüdüğü, olgunlaştığı ve gelişebildiği bir çok ilişki mevcuttur. Ancak bu ilişkilerde, sınırsız bir karşılıklı iyi niyet, beraber kalma isteği, empati, çaba ve emek yatar ve bu niyet KARŞILIKLIDIR.

Şunu unutmayın; bir ilişki sizin hislerinize göre artık sizin KİM OLDUĞUNUZU veya KİM OLMAK İSTEDİĞİNİZİ yansıtmıyor ise, burada değişim için bir çağrı söz konusudur, bu değişimi gerçekleştiren kişiler için, kişinin özünü temsil eden yepyeni deneyimler, kişiler ve olaylar vuku bulmaya başlar. Bu değişime ve çağrıya direnen kişiler için ise, hayat ve ilişkiler “cehenneme” döner.

Bu tamamen bir seçim meselesidir, kader-kısmet meselesi değildir. Bu nedenle, herhangi bir ilişkiye başlamadan önce (ki bahsettiğimiz sadece özel ilişkiler değildir) kim olmak istediğinizi tespit edip, o kişi olmanız gerekmektedir, siz kim olmak istediğinize karar verdiğiniz noktada, o kişi olursunuz, ve o kişinin hayatına çekeceği kişiler ve olaylar ise, o kişiyi temsil eden olay ve kişiler olacaktır.

Bu ne demek? Hayatınızda memnun olmadığınız kişiler, ve ortamlar mevcut ise, bu sadece sizin kim olmak istediğinize dair aldığınız bir önceki kararın eseridir. Bir ilişki yolunda gitmiyor ise, karşınızdakini suçlamayın, bilin ki, bu sizin daha önce kendi hakkınızdaki düşüncelerinize uygun olarak vuku bulmuş bir olaydan ibarettir. O ilişkinin, sizi temsil etmediğine, sizin kim olduğunuzu yansıtmadığına inanıyorsanız, değişin, değişsin.

Bizler esasen, her an, her saniye, kim olmak istediğimize dair veya karakterimizi, varlığımızı temsil eden hareketlerde bulunuyor ve seçimler yapıyoruz.  Bu nedenle, başlangıçta yolunda giden bir ilişkinin daha sonra bozulması, tarafların artık o ilişki tarafından “temsil edilmediği” yönünde aldığı ruhsal karardan dolayıdır.  Şimdi diyebilirsiniz ki, “bu durum çok riskli, o zaman benim her girdiğim ilişki, karşı tarafın kendi hakkında aldığı kararlara bağlı ve her an terkedilebilirim”.

 Önceki satırlarda söylediğimi hatırlayın, siz sadece kendi duygu durumunuza ve frekansınıza uygun eşleri hayatınıza çekersiniz, bu nedenle, kendini çok şiddetli bir biçimde arayan, kendi özü hakkında nispeten stabil bir seviyeye ulaşmamış her kişi bakımından, aynı ruhsal seviyedeki kişiyi çekmesi kaçınılmazdır, ve evet bu bir risktir ancak, yine dediğim gibi niyetlerin KARŞILIKLI buluşması sonucunda, kişiler birlikte hayat yolunda evrilebilirler, ancak bu durumun oluşabilmesi için en azından kişinin “gelişmeye açık” bir ruhsal seviyeye ulaşmış olması gerekmektedir, bu da sizin özünüzün değişimlere, evrilmeye, yepyeni keşiflere, yargılarınızı yıkmaya, doğrularınızın yanlış, yanlışlarınızın doğru olabileceğini kabul edebileceğiniz bir ruhsal seviyede olmanızı gerektirir, bu farkındalığa erişen kişinin yine aynı şekilde evrilmeye açık bir ruhu hayatına çekececeği şüphesizdir, bu da ruhların birarada evrilebilmesine olanak tanır.

Dolayısıyla, stabil, dingin, uzun soluklu, huzurlu ve sevgi dolu bir ilişkiyi hayatınıza çekmenin ve bir ilişkiyi devam ettirebilmenin sırrı, bu saydığım özellikleri “ruhsal” olarak SİZİN taşımaya başlamanız, ve evrilmeye, gelişmeye, yargılarınızı yıkmaya hazır olduğunuz bir seviyede mümkün olur, çünkü siz neyseniz ve kimseniz, sadece hayatınıza O’nu çekebilirsiniz, fazlası ve azı mümkün olmaz.

Siz değişime dirençli bir karakterseniz, KARŞINIZDAKİNİN DEĞİŞMESİNİ BEKLEMEYEZSİNİZ, hele hele sadece sizin için değişmesini hiç bekleyemezsiniz, siz kendi özünüzü tanımıyor iseniz, karşınızdakinin SİZİ tanımasını, hatta KENDİNİ tanımasını dahi bekleyemezsiniz, siz bağlanmaktan, incinmekten korkuyor iseniz, karşınızdakinin size karşı incinmek hususundaki savunma mekanizmalarını (yalan, ihanet, bağlanmama, duygularını açıklamama vb.) yargılayamazsınız.

Hiç bir ayrılık, özünde, bir diğerinin suçu değildir. Her ayrılık, tarafların o ilişki tarafından artık özünün temsil edilmediğine dair aldığı karardan dolayı ileri gelir, ve bu karar asla “tek tarafça” alınmaz, karşı taraf sizin aynanızdır, sizin özünüzde olmayan hiç bir seçim, eylem, karar, sizin hayatınızda vuku bulamaz. Karşınazdakini değiştirebilmenin tek yolu, kendinizin değişmesidir.

Anlattıklarım, ilk bakışta biraz karışık gelebilir, bu yazıyı birden fazla kere okuyun, düşünün, iç sesiniz ne diyor, dinleyin ve bu yazıdan kendinize nasıl bir pay çıkarabileceğinize SİZ karar verin.

İlişki terapisi için bana daima özel mesaj veya fitsoulfitmind@gmail.com adresinden ulaşabilirsiniz.

Sevgilerimle


17 Ağustos 2016 Çarşamba

Çocuk Yapsak mı Yapmasak mı? Yaş da Kemale Geldi Hani...



28’li yaşlardan sonra özellikle evli kadınların en büyük ikilemidir bu.. Bir de “biyolojik saat” diye bir kavram var biliyorsunuz. Daha çiftler “çocuk istiyor muyuz” sorusunun cevabını kendi içlerinde bile bulamadan, kadının ilerleyen yaşı bu kararı almakta, hatta bu kararın en acele şekilde alınmasında en ön sırada yer alan kriter haline geliyor.

 Bir adım daha ilerlersek, henüz evlenmemiş 28+ kadınlar, çocuk yapma telaşesi ile, ilk karşılaştıkları adayla evlenme eğilimine girebiliyorlar, çocuk yapmak kadar, yine hayati bir önem taşıyan, hayatı paylaşacakları kişiyi dahi “ilerleyen yaş ve çocuk isteği” üzerine kuran bu kişilerin mutsuz bir ilişki yaşamaları malesef hiç ama hiç şaşırtıcı değil. Evlilik ve çocuk kararını yaş kriteri üzerine belirleyen kadınlarımızın sayısı ise fikrimce artık tehlikeli bir hal almış durumda. 3-5 ayda tanışıp, hemen evlenme kararı alan mı istersiniz, evliliğinin nasıl gittiğini analiz edemeden derhal çocuk yapan mı istersiniz.. Ondan sonra neden boşanma oranları bu kadar yüksek diye şaşırmamak gerek.

Belirtmekte fayda duyuyorum, her 3-5 ayda tanışıp evlenen ve çocuk yapan kişinin ilişkisi mutsuz olacak diye bir kaide kesinlikle yok! Annelerimiz, ananelerimize bakın, ilişkileri 50 senedir mutlu mesut devam eden çiftlere bakın, ancak geçmiş nesillerin ilişki dengelerini dikkate alarak, yeni nesil ilişkilerde de aynı beklentiye girmemek gerek, zira şartlar değişiyor, insan doğası değişiyor, beklentiler yükseliyor, artık insanlar daha bağımsız, daha ben merkezci bir duruş sergiliyor, bu nedenle siz siz olun, evlilik ve özellikle başka bir bireyin hayata getirmeden önce bu söyleyeceklerime bir kulak verin derim =)

Öncelikle şu soruyu sormak gerek:

Neden çocuk istiyorsunuz?

Çocuk yapma kararınızı belirleyen kriterler arasında;

1) ilerleyen yaşınız
2) ailelerin beklentisi
3) eşlerden sadece birinin bu yönde çok istekli olması
4) ilişkiyi canlandırmak, renk katmak, kurtarmak, partneri ilişkiye/eve bağlamak
5) ilerleyen yaşlarda, yaşlılığınızda yalnız kalmamak, bakılmak

Gibi maddeler en önde yer alıyor ise, siz, çocuk yapmak konusunda esasen bedenen hazır olsanız dahi ruhen hazır değilsiniz demektir, zira yeni bir ruhu hayata getirmek, yukarıdaki sebeplerden sadece birine dayanıyor olsa bile, çocuk; sizin kendinize ait mevcut ve doğabilecek ihtiyaçlarınızı, özünüzde yer alan eksiklik ve yetersizlik duygunuzu, kimi zaman ise yalnızlık ve mutsuzluk duygunuzu, çoğu zaman ise toplum tarafından konulan gelenek, görenek, ve teamüllere uygun hareket ederek “başarılı bir eş” olma ve toplum tarafından “kabullenilme” duygunuzu tatmin etmek üzere yarattığınız bir “araçtan” öteye gitmemektedir, ve bu “araç” hiç bir şekilde yukarıda saydığım duygu durumlarını kalıcı olarak düzeltemeyecek veya tamamlayamayacaktır.

Zira özümüzde yer alan duygu durumlarını istediğimiz duruma getirebilecek tek araç sadece bizleriz, malesef kendimize ait herhangi bir eksikliği tamamlamak üzere hayatımıza soktuğumuz her bir kişi eninde sonunda bizi hayal kırıklığına uğratacaktır, çünkü henüz bebek dahi olsa her ruhun bir özgür iradesi ve kendine ait bir hayat yolu vardır ve bu birey sizin çocuğunuz olsa dahi sizden bağımsızdır, ve bu hayata sizin tarafınızdan getirildiği için, size karşı herhangi bir borcu, ödevi veya sorumluluğu bulunmamaktadır.

Bunu kabul etmek her ne kadar zor da olsa, çoğu ebeveynin çocuklarına dair yaşadığı hayal kırıklıkları, çocuklarını “vefasız” olarak nitelendirmeleri, hep çocuğa dair sayılan bu beklentilerden kaynaklanmaktadır. Biz ebeveynler, çocuklarımızın kendi hayatları, kendi seçimleri, her ne kadar BİZİM hoşumuza gitmese dahi kendi hayat yolları olduğunu kabullenmekte zorlanıyor ve çocukların kendi hayallerini yaşamalarından ziyade çoğu zaman BİZİM onlar için kurduğumuz hayallerimizi veya BİZİM gerçekleştiremediğimiz hayallerimizi ONLARIN gerçekleştirmesi hususunda yüksek beklentilere giriyor, kimi zaman ise bu bireyler üzerinde maddi ve manevi baskı kuruyoruz.

Çocuğunuzun size arkadaş olması, daima sizin yanınızda olması, annelik ve torun sahibi olma duygusu elbette bunlar çok güzel, eşsiz, benzersiz duygular, ama SİZ bu duyguları yaşayacaksınız diye, gerisi teferruat diyerek, bir ruhu hayata getirmek malesef bencillikten öteye gidememektedir.

Çocuk, çocuk için hayata getirilmeli, yapabileceğiniz en iyi şekilde özgür, bağımsız bir birey olarak yetiştirilmeli ve ardından hayata salınmalıdır.

Bu ne demek şimdi diye sorabilirsiniz; çocuk, şahsınıza, topluma, eşinize ait beklentileri karşılamak üzere hayata getirilmemelidir. Çocuk, her türlü beklentiden ari ve arınmış olarak, sadece sizden olan bir varlığın hayata getirilerek, hayatının ilk fazında sizin öğretmen/rehber olarak yer alacağınız bağımsız bir birey olmak üzere hayata getirilmelidir. Kadınlar içgüdüsel olarak, annelik vasıflarına sahiptir, ancak her birey iyi bir ruhsal öğretmen olamaz, olmak zorunda da değildir, kimsenin bir başkasına rehber veya öğretmen olması gibi bir zorunluluğu yoktur, bu bir kusur veya eksiklik değildir, sadece birçok yetiden herhangi birisidir. Kabilelerin ve halen bu şekilde hayat süren ruhsallığını ön planda tutan grupların, kabilede doğan çocuğu derhal yetiştirmek üzere olgun ve yaşlı bir rehber ruha teslim ettiğini biliyor muydunuz?

Sizden ufak bir bireye iyi bir yol gösterici olabileceğinize dair kendinize güveniniz var ise, çocuğun bağımsız bir birey olduğunu ve size hiç bir borcu olmadığını kabullenecek olgunluğa sahipseniz; bir de üzerine “ebeveyn” olmak konusunda istekliyseniz, o zaman çocuk kararınızı değerlendirmek için hazırsınız demektir.
 Unutmayın, çocuğunuzun size hiç bir borcu yoktur, ancak sizin ona koşulsuz maddi ve manevi destek olmak ve yol göstermek konusunda en azından çocuğun hayatının ilk fazlarında vazgeçemeyeceğiniz bir göreviniz ve sorumluluğunuz bulunmaktadır, bu sorumluluk çok ciddi bir şekilde egonuzu kontrol etmenizi, ve çocuğun hayatının ilk yıllarında fedakarlık göstermenizi ancak zamanı geldiğinde de çocuğu kendi kanatları ile uçması için hayata teslim etmenizi gerektirir, ve bu manevi olarak kolay bir iş değildir.

Böyle bir ruhsal görevi üstlenmek herkesin harcı değildir, olmadığına da hepimiz şahit oluyoruz, bu görevi üstlenmek veya üstlenmemek sadece bir seçimdir, ve bu görevi üstlenmemek yönündeki karar son derece saygıyı haketmektedir; zira kişinin kendini bilmesi kadar büyük bir erdem yoktur.

Çocuksuz bir aile, aile değildir, eksiktir gibi bir düşünce son derece yanlıştır!
 Yukarıda da değindiğim gibi, çocuk yapmak ve yetiştirmek, “vakti gelen” herkesin yerine getirmesi gereken bir görev değildir. Her nasıl ki, birimiz avukat, birimiz ev hanımı, birimiz ise doktorluk gibi görevleri icra etmekteyiz, çocuk yetiştirmek de belli nitelikleri gerektiren, kiminin yapısının, karakterinin, hayat görüşünün, hayatı yaşama tarzı ve isteğinin uygun olduğu, kiminin ise uygun olmadığı bir durumdan ibarettir.

Her nasıl ki bugün bir doktordan, hukuki görüş isteyemezseniz, isteseniz bile yapamaz, işte herkesten de çocuk yapmasını ve yetiştirmesini bekleyemeyiz. Bu hayatta hepimizin doktor olma olasılığı mevcuttur, ancak sadece bu işe yatkın olan, ve yapabilecek olan kişiler bu mesleği seçmekte ve ilerletebilmektedirler, başka bir ifade ile birçok kadının çocuk yapma niteliği olması demek, çocuk yapması ve yetiştirmesine yönelik isteği ve niteliğinin de otomatik olarak mevcut olması demek değildir. Bu da herşey gibi bir seçimdir. Bugün kimseye “neden doktor olmadın da hayat kurtarmıyorsun” diye nasıl ki yüklenmiyorsak, aynı şekilde kimseye “neden çocuk yapmıyorsun, yapman lazım” şeklinde telkinlerde bulunmak da son derece yanlıştır. Bu seçim tek kişinin değil, sadece ebeveynlerin ORTAK kararıdır, ve yukarıda bahsedilen kriterlerden ari olarak karar verilmesi gereken bir durumdur.

Her birey ister, evli olsun, ister bekar, ister çocuklu, ister çocuksuz tamdır ve bütündür ve bunu korumak, buna ulaşmak hususunda sonsuz kapasiteye sahiptir.

Gereken tek araç kendinizsiniz!
Sevgilerimle

Geleceği Bilmenin Sırrı

Geleceği bilmek istiyorsan, Kendini bil.  Geleceği mi bilmek istiyorsun, Dışarı çıkma, *Kendine gel!*,  Geleceği ...