23 Eylül 2018 Pazar

İlişkileri, Ruhu, Evreni ve Tanrıyı Anlamak İçin....Herşeyin Kısa Bir Açıklaması







İlişkileri, ruhu, ruhları, evreni ve Tanrı'yı kısacası her şeyi anlamak için ilk olarak evrenin nasıl oluştuğunu anlamamız gerekir. İlk bakışta bu kavramların arasında ne gibi bir bağlantı olduğunu anlamayabilirsiz.

Ancak, evrende var olmuş, var olan ve var olacak olan herşeyin sadece elektrik dalgalarından (enerji) ibaret olduğunu hatırlattığımda kafanızda bir şeyler canlanmaya başlayabilir.

İçinde bulunduğunuz evren, büyük patlama sonucunda oluştu. Yani maddenin yaratılışı büyük patlama sonucu meydana geldi, elimizde şu ana kadar bilimsel olarak sadece bu veri var.

Evrenin yaratılışı ifadesi yerine bundan böyle bu yazıda "maddenin yaratılışı" tabirini kullanacağım çünkü hayatınızda birtakım şeylerin "oluşmasını" ve hayat alanınızda tezahür etmesini istiyorsanız, maddenin nasıl yaratıldığını çok iyi anlamanız gerekir, bu da bizi "Büyük Patlama" olayına kadar götürmektedir, çünkü bilgimiz dahilinde maddenin ilk yaratılış öyküsü Büyük Patlama ile başlamaktadır. 

Bilim insanlarının evrenin oluşumuna dair bitmek bilmeyen bilgi açlığı, arayışı ve araştırmalarının altında yatan temel sorular "Biz nasıl var olduk? Biz Kimiz? Biz Neyiz? Nereden geldik ve nereye gideceğiz?" soruları olup, bu sorular doğuşlarını felsefeye borçludur, bilim ise felsefenin sorduğu sorulara net bir yanıt arama arzusundadır. Bu soruların cevaplarının arasında insanın varoluş öyküsü ile birlikte evrenin de varoluş öyküsü şekillenmektedir. Buradaki toplumsal tehlike, insan var olduğundan beri insanı kontrol etme amacıyla kullanılmakta olan dinlerin (ki dinlerin amacı bu değildir, ancak bu şekilde kullanılmaktadır), öğretilerin ve grupların ilkelerini dayandırdıkları temellerin çökmesi riskidir. 

Bu temel, Tanrı kavramı ve Tanrı'yı bize öğrettikleri şekilde algılayış biçimimizle çok yakından ilgilidir. Zira, bize öğretilen, "maddeyi yaratanın" Tanrı olduğudur. Hal böyle olunca, hayatınızda var olan her türlü "maddenin" yaratımından henüz ne veya kim olduğunu anlayamadığımız Tanrı sorumludur, daha da önemlisi, hayatımızda var "OLMAYAN" herşey için de Tanrı sorumludur, tüm olmuş olanlardan ve olacak olanlardan da Tanrı sorumludur.

Açıkçası yukarıda olan biten ve olmayan her şeyden dolayı sorumlu tutulan Tanrı fikrine katılıyorum. Ancak, Bilimin ve Mistiklerin katılmadığı konu, Tanrı'nın bize öğretildiği haliyle yapılan "tanımıdır".

Bilim insanlarının ve mistiklerin büyük bir çoğunluğu sandığınız gibi ne ateisttir ne de deisttir, her ne kadar içlerinden bazıları aksini iddia etse de:

Gelin ateist ve deist nedir, kimdir önce onu anlayalım:

"Ateist:

Ateizm, tüm tanrılara ve ruhsal varlıklara olan metafizik inançları ve dinleri reddeden; 
doğruluğuna inanılan gerçekliği inanç yoluyla açıklamayı kabul etmeyen bir felsefi düşünce akımıdır.

Deist:

Deizm veya yaradancılık, Tanrı'nın var olduğunu ve nihai olarak evrenin yaratılmasından sorumlu olduğunu, ancak yaratılan dünyaya doğrudan müdahale etmediğini iddia eden felsefi bir inançtır. Vikipedi"

Bilim insanları isteseler dahi ateist olamazlar, bilimin henüz açıklayamadığı olgular "metafizik" (fizik ötesi - doğaüstü) olarak nitelendirilirken, bilimin açıklayabildiği konular da, bilimin çeşitli dalları altında "doğal (doğa üstü olmayan) /bilimsel olgular" olarak nitelendirilmekte ve irdelenmektedir. Başka bir ifade ile, bilim tarafından açıklanamayan unsurların bazılarına doğa üstü olay denir, bilim bir gün bu unsurları açıklayabildiğinde-ki bu daima olmuştur- bu olaylar artık doğa-üstü değil, doğal ve bilimsel olarak nitelendirilecektir. Dolayısıyla, ateist, esasında açıklayamadığı kavramı reddeden kişiye denir, ancak bilim insanın doğası kanıtlayamadığını reddetmek yönünde değildir, en azından ideal bilim insanı için kanıtlayamadığı "yok" olarak nitelendirilmez "bilinmeyen" (inconclusive) olarak nitelendirilir. Bilim insanının, "anlamak" yönündeki arzusu daimidir, bu nedenle de, iyi ve işinin ehli bir bilim insanı için henüz kanıtlanmamış veya açıklanmamış olgular, halen araştırılmayı hakedecek konulardır ki, bu da ateizmin doğasına aykırıdır, ateizm "karar vermiş" olanların seçtiği bir düşünce akımıdır. Bilim insanı için karar vermek, gelişimin ve keşfin sonudur. Dolayısıyla, bir bilim insanı Tanrı'nın "yok" olduğuna karar vermiş ise, evrenin yaratım ve yaratılış sürecini tamamiyle reddetmiş olmaktadır.

Oysa, bilim insanının reddettiği, Tanrı'nın geleneksel insanlaştırılmış tanımıdır, Tanrı'nın varlığı veya yokluğu değildir. Tanrı = yaratıcıdır, evren de "yaratılmış" veya "oluşmuştur", bu oluşumdan sorumlu olan "ŞEY" in mutlaka Yaratıcı bir güç veya “mekanizma” ile ilişiği olmalıdır. Aksi takdirde evrende "yaratım" mümkün olmazdı.

Başka bir ifade ile, bizlerin ilahi bir insan figürü olarak tahayyül ettiğimiz figür "yoktur", ancak yaratıcı bir güç, bir mekanizma, evrenin içinde var olabildiğimize göre "vardır". Bunun adına "Ayşe" de diyebilirsiniz, "Tanrı" da diyebilirsiniz, "Bilim" de diyebilirsiniz hatta “simülasyon” bile diyebilirsiniz, ama bunun var olduğunu inkar etmek maalesef göz göre göre yanlış bir kararın peşinden gitmektir. 

Ve maalesef, çok çok ünlü dahilerin bir kısmı dahi, bu kavram kargaşasına kapılmış ve kitaplarının isimlerini dahi Tanrı'nın Olmadığı Yönünde yaptıkları beyanlarla süslemişlerdir. 

Ve, bana göre, bu tarz açıklamalar talihsizdir =)

Mistikler de aynı şekilde, iddia etseler dahi, ateist olamazlar, çünkü bizler yaratım gücü ile çalışan, sıradan gözün göremediği güçleri tanıyan bilen ve yönlendiren insanlarız. Kimi mistikler, evrendeki enerjinin sınırları olmadığını ve her birimizin enerji ağları ile birbirine bağlı olduğunu bu çerçevede de, canlı cansız herkes ve her şeyin esasında "bir" ve "aynı" olduğunu ve bu enerji ağlarının bir araya gelmesinden oluşan yoğunluğun ("kaynak") ise bu yaratımdan sorumlu olduğunu evrenimizin ise, bu enerjinin bir yansıması olduğunu düşünürler. 

Dolayısıyla bu kişiler de, bilim insanlarında olduğu gibi ateist olamazlar, ateist düşünce akımına "uymazlar", aksine bu kişilerin haşır neşir olduğu her şey kaynakla doğrudan ilintilidir. Bu kişiler,sanılanın aksine, dindar birçok kişiden çok daha kuvvetli bir inanç sistemine sahiptir. Bu kişiler yaratıcı gücün dışarıda değil, içeride, her yerde ve hiçbir yerde olduğunu bilirler.

Bilim insanlarının arasında deist olduğunu söyleyen kimseler de vardır, ancak Kuantum Fiziğinin ortaya çıkması ile birlikte deizm de çökme yoluna girmiştir. Kuantum Fiziği, tüm evrenin "gözlemci etkisi" neticesinde oluştuğu yönünde güçlü karinelere sahiptir. Bu durumda Tanrı'nın bir parçası olmadığı hiçbir şey vuku bulamaz! 

Başka bir ifade ile, gözleyen, gözlemlediği beklentinin maddeye dönüştüğünü tespit etmiştir. E durum bu ise, evreni yaratanın da evreni gözlemlemiş olması gerekmez mi? Tanrı veya yaratıcı gücün bir parçası olmayan hiçbir olay gerçekleşemez, o tohumun yeşermesi için bir etkiye ihtiyacı vardır, o da gözlemdir. Peki gözlemleyen herkesin bir Tanrı olduğunu söyleyebilir miyiz?

Bu soru mistiklerin kafasını meşgul etmeye devam etmektedir.

Görebileceğiniz üzere, sözün özü, durum şudur: Yaratıcı bir güç vardır, ancak bu etki veya gücün kim/kimler, ne veya nasıl bir mekanizma/ süreç olduğu henüz net olarak bilinmemektedir ve genel kapasitemiz doğrultusunda henüz tam olarak idrak edilememekte ve anlaşılamamaktadır.

Bu kısmın benim açımdan anlaşılması önemli, neden diyecek olursanız, eğer hayatınızda bir şeylerin var olmasını veya var olmamasını istiyorsanız, yaratım mekanizmasını elinizden geldiğince bilimsel, tinsel ve sezgisel olarak kavramanız gerekir, kavramadığınız hiçbir aracı doğru düzgün kullanamazsınız. 

Bilebildiğimiz kadarıyla, Büyük Patlama esnasında oluşan, "çekim yasası" kurallarına uygun olarak eş seviyelerde titreşen enerji / fotonun birbirlerinin çekim kuvveti neticesinde bir araya gelerek, "genişlemesi" ve maddeleri (gezegen, yıldız vb.) oluşturmuş olduğudur, bizlerin "boş" zannettiği alan ise, boş değil, süptil enerji dalgaları yani "yaratıcı tohum" (muhtemelen bilim buna ileride tanrı parçacığı adını vermeye karar verecek) ile dolu bir ana rahmi gibidir. 

Şimdi, eğer hepimiz aynı sayfadaysak, yani yaratıcı bir güç/mekanizma ile çalışmakta olduğumuzu kabul ediyorsak gelelim, insanın en önem verdiği konulardan birine:

Varoluş Amacımız Ne?

İlk maddenin nasıl oluştuğunu son derece kaba bir şekilde yukarıda anlattım. Bizler bilim sayesinde bu yaratıcı tohumdan "oluştuğumuzu" biliyoruz. Bu tohumlar bizden bir "insan bedeni" yarattı - et ve kemiğin bir arada tuttuğu bir beden / araç yarattı. 

Amaç sizce neydi?

Evrenin hızla genişlemesine bakılacak olursa, enerjinin "genişlemek" ve "yayılmak" gibi bir huyu olduğunu varsayabiliriz. Peki bunu nasıl yapmış? Çekim alanına "kapıldığı" diğer parçalar ile bir araya gelerek!

Evrendeki her şeyin yapıtaşının enerji olduğunu artık biliyoruz. Peki bu durumda insanlar için "genişlemek" ne ifade etmeli? Bu sorunun cevabı önemli çünkü DNA’nızda genişlemeye yönelik bir hareket var ve daima da olacak!

Zihninizin ne zaman "genişlediğini" hissediyorsunuz? "Yeni" bir şeyler öğrendiğinizde veya düşündüğünüzde....

Peki ya kalbinizin ne zaman genişlediğini hissediyorsunuz? Sevgi ve acı deneyimlerinde..

Buna göre insanoğlunun en temel amaçlarını (dolayısıyla da güdülerini - her ne kadar inkar etse de) aşağıdaki şekilde sıralayabiliriz:

1. Sevmek

2. Sevilmek

3. Ait hissetmek

4. Düşünmek

5. Sormak

6. Sorgulamak

7. Yenilik peşinde koşmak 

8. Öğrenmek


Bu listeyi tek bir başlık altında toplamamız gerekseydi; o başlık da şu olurdu:

"Deneyim"

Neden mi buradayız? Elbette her birimizin şahsına münhasır ruh amaçları mutlaka vardır, ancak her birimizin burada olmasının ortak tek bir sebebi vardır, bu sebep / amaç, insan onu ne kadar reddederse reddetsin, ötelerse ötelesin, iterse itsin, bir güdü olarak her birimizin içinde mevcuttur; o da DENEYİMDİR. 

(Çok önemli ipucu: Yukarıda yazdığım 8 maddeye aykırı bir yaşam dünya üzerinde hiçbir kimseyi mutlu etmeyecektir. Dolayısıyla herhangi bir eyleminizin veya hayatınızda var olan bir unsurun yukarıdaki 8 madde ile uyumlu olduğundan emin olun!)

Deneyimi "bilmemizi" sağlayan araç ise ruh, beden ve zihin duyularıdır.

İnsanın genişlemesini sağlayan, deneyimleridir. 

Budistler Ne Yapmaya Çalışıyor?


Peki insanı deneyim arayışına sürükleyen duygu nedir?


ARZU!

Bir şeyi isteyip, istemediğimizi farketmemizi sağlayan, bizi meraklandıran, sorduran, sorgulatan ilk duygu ARZUDUR.

Budistler, tüm acının kaynağının arzu olduğunu, acıyı dindirmek istiyorsak arzularımızdan kurtulmamız gerektiğini savunurlar.

Kesinlikle ama kesinlikle doğru bir düşünce.

Peki biraz önce size tüm evrenin oluşumunu anlattım, bu çerçevede bir insanın "arzu" duygusundan kurtulması sizce herhangi bir şekilde mümkün müdür?

Arzudan kurtulmanın kendisi bile bir arzuyken, bu mümkün olabilir mi? Enerjinin, yapıtaşının arzusu ve hareketi genişlemeye yönelikken, sizce bu genişlemeyi durdurmak mümkün olabilir mi?

Peki oluyorsa bu nasıl mümkün olabilir?

Bugüne dek arzu sahibi olmayan çok az insanla karşılaştım, şu an yaşamıyorlar.. çünkü onların da son "arzusu" buradan gitmekti.

Tüm arzulardan arınmak demek arkadaşlar, egonun, yani insan bedeninin ölmesidir! 

Sizin için en son dileyeceğim şey arzularınızdan kurtulmanızdır.

Çünkü arzunun yok olması, hayat enerjisinin yok olması ve sönmesi anlamına gelir!

Enerjiyi genişleten ve hareket ettiren arzulardır.

Arzuları bu denklemden çekmeye çalışmak, enerjinin akışını durdurmaya çalışmaktır, bu da bedenin hastalanması veya ölmesi ile sonuçlanır. 

Budistler size arzularınızdan kurtulmanızı söylerken, ben ve (çok çok) az sayıdaki eğitmen, arzularınızı takip etmenizi tavsiye eder. Nitekim budist rahiplerin dünyevi düzlemde “yaşadıklarını” söylemek sizce mümkün mü? Bedenleri bir kabuk gibi dünyevi düzlemde var olurken, onlar ruhsal, duygusal ve mental olarak başka evrenlerde var olmaya devam etmektedirler ki, bu da dünyaya geliş amacımıza tamamen aykırıdır. Ancak, onların en derin arzusu da, arzularından özgürleşmektir ve bu arzunun peşinden gitmektedirler, bu da onların hayat yoludur, ve ben oturduğum yerden onlara “boş işler peşinde koşuyorsunuz” desem de, esasında bu benim egomun yaptığı bir yargıdır, onların hayat yolunu yargılamaktır, ama tekrarlıyorum, sizin için aynı yolu ben şahsen dilemem, dileyemem =) Oysaki, arzudan kurtulmak “çalışarak” olabilecek bir şey değildir, bir oluş halidir, belki de rahipler bu durumu “deneyimlemeye” çalışıyor, kim bilir?

Arzu, enerjinin akmak istediği yönü size gösteren pusuladır!

Arzunuza uyduğunuzda herhangi bir zorlukla karşılaşmazsınız, çünkü akışa girersiniz ve arzunuz size, siz de arzunuza doğru akarsınız. Arzunuzu reddettiğinizde veya arzunuza direnç gösterdiğinizde- ki çoğumuzun yaptığı tam olarak budur, acı ve zorluklarla karşılaşırsınız çünkü akışa karşı yüzmeye çalışırsınız. 

Peki, arzularımıza uyarsak acı verici olayları bertaraf edebilir miyiz?

Hem evet, hem de hayır. Ancak arzularınızı takip etmezseniz daima acı ve yoksunluk çekeceğinizi size garanti edebilirim.

Haz ve mutluluk deneyimini en derin şekilde yaşayabilmeniz için, zıttını da deneyimlemeyi biz seçtik, öğrenmeyi, genişlemeyi biz seçtik ve maalesef acı verici deneyimler büyük öğretiler içermektedir. Enerjinin dilinde “acı” veya “haz” yoktur, sadece farklı frekanslar vardır. Öğretiye en uygun frekans, kendini dünyevi düzlemde gerçek kılar, tüm olan biten budur. 

Öğrenmeyi ve deneyimlemeyi istediğiniz olayları, “acı”dan başka bir yol ile öğrenmek mümkün değil midir?

Mümkündür. 

Öncelikle sizin için acı kavramı hangi olayları kapsıyor bilemiyorum, ancak anlayışı ve farkındalığı gelişmiş bir insan açısından acının yerini “anlayış, kabulleniş ve teslimiyet” alır. Mistik ve kişisel gelişimcilerin “acı çekmiyor” olduklarını ifade etmeleri bundan kaynaklıdır.

Ancak evrendeki hiçbir mekanizma, örneğin, sevdiğinizin kaybı karşısında acı çekmenizi engelleyemez. İnsanız, duygulardan var oluyoruz, ve neye inanırsanız inanın, o canlıyı uzun bir süre bir daha göremeyecek olmanız, özlem duygunuz..bunları yaşayacağız. 

Diğer yandan, örneğin, iflas ve hastalık gibi durumlar karşısında “acı” çekmek zorunda değiliz, bu gibi olaylar bizim “anlayışımızı” geliştirmek üzere vuku bulurlar. Dolayısıyla, bilgeler, acının olaylar nedeniyle değil, oylara verdiğimiz tepkiler nedeniyle olduğunu ifade ederler. 

İlişkiler en büyük gelişimi sağlayan çok değerli öğretmenlerdir!

Peki ilişkiler nasıl meydana geliyor?

Tekrar başa dönelim, enerji kendi benzeri ile birleşerek genişler dedik. Cümleyi şu şekillerde değiştirelim:

İnsan, kendi kimlik parçalarından ifade etmek istediklerini - ama genellikle ifade edemediklerini - gördüğü kişilere çekilir.

Birey, daima tamamlanma arzusundadır. Bu arzu esasında içsel tamamlanışa/bütünlenişe yönelik bir arzudur. Ancak biz bu arzuyu, yani tamamlanma arzusunu dışta arayarak, dışa yansıtarak, bize bu duyguyu yaşatacak kişilere çekiliriz.

Örneğin, kendimize güvenimiz eksik ise, ruhumuz, kendisine güveni oldukça yüksek hatta merkezi “ben” olan kişilere kendini çekilirken bulacaktır, çünkü esasında en derin arzusu, sevmek ve sevilmek ve kendini takdir edebilecek noktaya gelmektir. Bu arzunun dıştaki yansıması ise, kendi merkezinde olan, kimi zaman bencil veya narsist olarak tanımladığımız kişilere duyulan karşı konulamaz çekimdir. Esasında, duyulan bu çekim, kişinin kendi varlığını bütünlemeye yönelik duyduğu çekimdir. Çekim çokça kez “kişiye” yönelik değildir (üzgünüm =).

Başka bir ifade ile kişinin kendi ile ilgili en derin arzusunun dış yansıması, çekildiği partnerinde gözlemlenebilir. 

Bu nedenle hep deriz ki, en derin ve en saf sevgi ilişkisi, kişinin kendi bütünlüğünü mümkün olduğu ölçüde sağladığı koşulda meydana gelebilir, çünkü böyle bir durumda, kişinin dış yansıma olarak deneyimleyeceği tek şey saf sevgidir, ihtiyaçlarının tamamlanması değil. 

Peki bizler ego sahibi insanlar olarak bu bütünleşme ve tamamlanmayı kendi kendimize yapabilir miyiz, yapamadığımız bu durumda yaşadığımız her ilişki ihtiyaç temelli mi? (Bu kulağa kötü geliyor değil mi?)

Doğru veya yanlış yoktur. İyi hissetmek veya kötü hissetmek vardır

Dolayısıyla, ihtiyacın ne olduğuna göre, bir ilişkinin sizin için sağlıklı olup olmadığına karar verebilirsiniz.

İhtiyacınız kendi prensip ve sınırlarınızı belirlemek ise, bu sınırları ezme eğiliminde olan bir kişiyi hayatınıza çekeceksiniz - ve bu sizi bir noktadan sonra iyi hissetirmeyecek. Bu ilişkinin sizin için sağlıklı olduğunu söylemek mümkün değildir. Böyle bir noktada bu ilişki sizin için görece olarak “yanlıştır” - ama esasında çok da “doğrudur” çünkü sizin için büyük öğretiler taşımaktadır- umarım anlatabilmişimdir. 

Ancak, hayat tarzı olarak, evcimen, stabil bir partner ve ilişkiye niyet etmekte herhangi bir sıkıntı yoktur, deneyimlemek istediğiniz stabilite ise, elbette bunu size sağlayacak kişilere yönlenmeniz akıllıcadır- bakın bu ihtiyacın giderilmesinde hiçbir sıkıntı yoktur, çünkü sizi “iyi hissettirir”. E partneriniz de zaten bunu sunmak isteyen biri olduğu için, herkes memnundur-herşey yolunda! Dolayısıyla bazı ihtiyaçlarımızı temellendirmemizde, partnerimiz aracılığıyla karşılamamızda hiçbir sorun yoktur.

Aksine, kendimizle bir sevgi ilişkisi kuramamış isek ve bu sevgiyi bir partner aracılığı ile gidermeye çalışıyorsak, bu ihtiyacın etrafında şekillenmiş bir ilişkinin bir süre sonra sizi iyi hissettirmeyecek bir forma kavuşacağını söyleyebilirim. Umarım ihtiyaçlar arası farkı anlatabilmişimdir. 

Duygularınız size, hangi ilişkinin sizin için “doğru” veya hangi ilişkinin sizin için “yanlış” olduğunu söyleyecektir, bu konuda genel yargılarda bulunmamak ve ilişki kuralları koymamak gerekir. Kadın dergilerinde sıklıkla, ilişkilere dair genel geçer kurallardan bahsedildiğini görürüz, bu gibi yayınlar tehlikelidir, ilişkileri genel kurallar çerçevesine sokmak mümkün değildir! Bu gibi kurallar, iyi hissetmenize rağmen, geleneksel çerçeveye uymaması nedeniyle ilişkinizi boşu boşuna sorgulamanıza yol açar. Lütfen hiç kimsenin “ilişkilerin genel kuralları” çerçeveli yasaları ile kafanızı meşgul etmeyin. Duygularınız size neyin doğru neyin yanlış olduğunu anlatacaktır. 

Peki, bir partner diğerine neredeyse “eziyet” edecek derecede kötü davranıyorsa, bunun anlamı ne olabilir? Bir kişinin en derin arzusunun “eziyet” olması çılgınca görünüyor, öyle değil mi?

Oysa ki, kişinin en derin arzusu kendisine eziyet edilmesi değildir. Kişinin en derin arzusu, kendisine saygı duyulması ve kişisel sınırlarını belirleyebilmektir, ve bunu farkedebilmesi için de en uygun adaya çekilmiştir.

(Çok önemli ipucu: Bekarsanız, ve ileride partnerinizin kim olacağını merak ediyorsanız, en derin arzularınıza bakın! Çünkü eşiniz bunu size öğretecek olan kişi olacaktır!)


Bu sebeple de, benim yaptığım çalışmalar daima kişi eksenli olmaktadır. Kişinin “en derin arzularını” farketmesi, realitesini bilinçli bir şekilde yaratabilmesi ve yönlendirebilmesi için elzemdir, şarttır, hayatsaldır! En derin arzu, kişinin kendisi ile ilgili “bilmek” ve “deneyimlemek” istediği her şeydir!

Örneğin, evren, hayat ve kendinize dair daha “inançlı-güven dolu” bir kişi olmak istiyorsanız (ancak bu arzunuzun farkında değilseniz), şüphesiz ki, sizi daima tetikte tutacak, bir sonraki adımını asla tahmin edemediğiniz, belirsizliklerin havada uçuştuğu bir ilişki ve bir partneri hayatınıza çekeceksiniz. 

Bu sistemin başka bir şekilde işlemesi imkansızdır, neden mi?

Size satırlarca anlattığım konu nedeniyle.. Siz enerjiden oluşuyorsunuz, bu bilimsel bir gerçektir, enerjinin hareketi, benzerine çekilmek ve enerjetik olarak “yapışmak” yönündedir, bu da bilimsel bir gerçektir. En derin arzular, en baskın titreşimlere sahiptir, bu nedenle de bu baskın titreşimler, bir benzerini mutlaka bulacaktır. Gördüğünüz gibi bu mekanizmayı bypass etmenin bilimsel herhangi bir olanağı da yoktur. Yapılması gereken de ne arzulardan kurtulmak ne de arzuları reddetmektir - ki bu da daha önce anlattığım şekilde insanın evrimine aykırıdır.

Yapılacak tek bir şey vardır, en derin arzularınızı keşfetmek, kabullenmek ve onları gerçekleştirmek… Çünkü enerjinin “akışı” bu yöndedir. Enerjiyi “akıtan” arzudur. 

Dünyayı değiştirmek istiyorsanız, kendinizi değiştirin sözünün altında yatan bilimsel gerçeklik de yine biraz önce anlattığım enerjinin hareketi nedeniyledir, bu söz boş lafzi bir söz değildir. Gerçeğin ta kendisidir. 

Bu nedenledir ki, birçok spiritüel öğretmen, hayatlarını kendilerini keşfetmeye adamışlardır. 

Bu kadar acılı deneyimin yaşanmasının sebebi, en derin arzunuza dair bir farkındalık sahibi olmamanız nedeniyle, bu arzuyu görebilmek, deneyimleyebilmek için, sizi “uyandıracak” partnerleri hayatınıza çekmenizdir.

Uyanmış bir kişi açısından, acı dolu veya beklenmedik bir ilişki deneyimi söz konusu olmaz. Kişi arzularının farkındadır, ve bu arzularının bir kısmını kendi tamamlayabilirken (örneğin özgüven, öz-sevgi gibi konular), bir kısım ihtiyaçlarını da bilinçli olarak partneri aracılığıyla deneyimler (örneğin heyecan dolu bir hayat veya stabil bir hayat gibi).

Hemen örnek verelim:

Diyelim ki benim en derin arzum stabil bir hayat sürmek, ama bunun farkında değilim, tek dileğim mutlu bir ilişki yaşamak.

Böyle bir durumda, beni mutlu edecek ilişkiyi tanımlayabilmek adına, beni “uyandıracak” partnerlere çekim duyacağım.

Bu kişiler, “stabil” tanımının tam tersi olacak, bu şekilde ben gerçekten esasında “stabilite” istediğimi anlayacağım ve farkında olacağım.

Bir dahaki sefere, stabil olmadığını gördüğüm bir kişi gördüğümde artık ona “çekim” duymayacağım, ve bilinçli olarak “stabilite” sağlayacak partnerleri hayat alanıma davet edeceğim.

Eğer birinci partnerim beni isteklerime dair uyandıramazsa, evren daima ikinci, üçüncü ve otuzuncu aynı karakterdeki partneri benim hayatıma sokacaktır (sanırım şimdi o tekrarlayan döngülerin nedenini iyice anlıyorsunuz)

Dolayısıyla buradaki acı deneyimi, “gereksizdir” bertaraf edilebilir!

Başka bir ifade ile, bazı acı deneyimleri bir noktadan sonra “gereğini” yitirirken, ölüm ve ayrılık gibi durumlar karşısında acı duymamak insanlık halinin dışıdır =)

Hal böyle olunca, en derin arzularımı ben nasıl keşfedeceğim şimdi? diye sorabilirsiniz.

Bu hem çok basit hem de zor bir oyundur.

Bugüne dek yaşamış olduğunuz hayatınızı bir film gibi ele alın, bu hayat sanki sizin başınıza gelmemiş de, sizin seyretmekte olduğunuz bir film olsun. Başrol sizsiniz, başrolün kendi ile ilgili deneyimlemek istediği arzuları neymiş bir bakın bakalım.. Özellikle de tekrar eden tema ve döngülere dikkat edin, eşlerinizi inceleyin! Bunlar sizin kendinizle ilgili bilmek istediğiniz ama halen bir farkındalık geliştiremediğiniz alanlardır. 

Bu noktada da, iyi de son 72=) partnerimin hiçbiri bana bağlanmadı ve ben artık bana bağlanacak huzurlu bir partner arayışındayım, bu isteğimin farkındayım, peki neden hala ilişkilerim birkaç aydan sonra bozuluyor ve terk ediliyorum, nerede farkındalığım yok? diye bir soru sorabilirsiniz.

Bu noktada şu kavram devreye giriyor:

GÖLGE KİMLİKLER!

Gölge kimlikleri anlayabilmeniz için yine enerjiyi çok iyi anlamanız gerekir, her ne kadar egolarımız bizlere birbirimizden ayrı olduğumuzu söylese de, ve etten kemikten oluşan ayrı bedenler bu fikri kanıtlasa da, enerjetik seviyede canlı ve cansız nesnelerin arasında herhangi bir ayrım veya sınır yoktur, bunu enerjiyi görebilen, sezebilen herkes teyit edecektir=) Dolayısıyla bir kişinin genel olarak bir “mizacı” olsa da, her kişi içinde dünyada var olmuş ve olacak herşeyin kod bilgisini içerisinde taşır. İçinizde Hz. Muhammed’ten, İsa’dan, Buddha’dan ve kendi enerjinizle yarattığınız Şeytandan yani her şeyden bir parça taşıyorsunuz, bunların BİLGİSİNİ içinizde taşıyorsunuz. Bu nedenle herkes her şeydir! Bu nedenle herkes, herkes olabilir ve her şey de olabilir! Kişiler oluş ve benlik hallerini değiştirebilirler. Genel olarak biz bu durumları zihinsel hastalık olarak niteliyoruz. Ne büyük gaflet! Enerjiye son derece hassas hatta psişik kişilerin zihinsel hasta olarak nitelendirilmesinin sebebi budur- çoklu kişilik bozukluğu, şizofreni ve bipolar- kişinin enerjiye olan hassasiyetini kontrol edemeyip, bu durumun “kontrolden çıkarak” kişinin hayatını idame ettirememesine neden olan durumlardır. Korkum şudur ki, yeni nesil, enerjiye açık bir şekilde dünyaya geliyor, bu çocuklarımız umarım, gereksiz yere ilaç alımına maruz bırakılmazlar!


Gölge kimlik ne midir? Hani içinizde “hem istiyorum, hem de istemiyorum” diyen çılgın=) sesler var ya, hani içinizde kimi zaman azılı bir katile dönüşen kimlik ile kimi zaman İsa’ya dönüşen merhametli o kimlik var ya - hani sizin bir kısım sesleri beğenmeyip ittiğiniz o sesler var ya, her biri sizsiniz! Sorun bu seslerin bir kısmını yok sayıp, diğer kısımlarla, yani sadece birkaç kimlikle kendini özdeşleştirmeniz, oysa ki içinizde kendini var etmeye çalışan onlarca kimlik var! Siz bu diğer kimliklerinizi bastırıp yok etmeye çalıştıkça, bu kimlikler size kendini kanıtlamaya çalışır, farkettirmeye çalışır- çekim yasası devreye girer ve partnerleriniz aracılığıyla bu kimliklere “uyanmanız” sağlanır. Ama siz içinizdeki bu kimliklerden haz duymadığınız için partneriniz aracılığıyla bu kimlikleri “deneyimlediğinizde” herşey çok acı verici bir hal alabilir! Ve genellikle de gördüğümüzü reddetme eğilimine gireriz. Oysa ki bu deneyimi yaşamanızın sebebi en başta gölge kısımlarınızı reddetmenizdi! Bu bir ceza sistemi değil, bastırılan veya reddedilen enerjinin yoğun titreşimlere sahip olması sadece...

İşte, "açık ve seçik olarak ne istediğimi biliyorum ama hala elde edemiyorum" diyenleriniz varsa, uyanın, içinizde ne istediğini bilen biri var doğru, ama diğer bir kimliğiniz bir sebepten istediğinizi zannettiğiniz şeyi İSTEMİYOR!!!

Hemen bir örnekle açıklayalım:

Diyelim ki, ben gerçekten de hayatım boyunca tek bir partnerle bu hayat yolunda yürümek istiyorum, eminim, ama halen bana bağlanmayan partnerleri hayatıma çekiyorum. 

Size cevabım bir soru ile olacaktır:

İçinizdeki hangi kimlik, neden tek bir kişiye bağlanmak istemiyor?

Genellikle, bizim farketmediğimiz bu kimliklerimiz çocukluk evresinde oluşurlar, örneğin anne-baba ilişkisinde, çocuk babanın anneye bağlı olmadığını ve annenin bu durumdan gizli bir acı çektiğini sezer ise, ileride bağlanmanın iyi bir fikir olmadığına dair bir kod geliştirebilir. Buyrun size, bağlanmak istemeyen gizli saklı kalmış kimliğiniz! =) Dolayısıyla, bağlanmak isteyen kimliğiniz (titreşim) ile, bağlanmak istemeyen kimliğiniz (titreşim) birbiriyle çatışır.

Yapılması gereken, kimlikler arası bir arabulucu gibi hareket edip, tüm kimliklerinizin aynı fikirde olmasını sağlamak, ortak bir çözüme ulaşmaktır. Bir kimliğin kazandığı, diğer kimliğin kaybettiği hiçbir karar ve eylem sizi mutlu etmeyecektir. 


Bu konu ile ilgili örnekli yazımı blogumda bulabilirsiniz =)

Ancak yine de kendi kendinize işin içinden çıkamıyorsanız, kendinize yatırım yapın ve bu alanda çalışan bir eğitmenden yardım alın, yapacağınız bu yatırımdan daha değerli bir yatırım olmadığını da hatırlayın. Zira içinde yaşanılır, huzurlu bir dünya istiyorsanız, mutlu bir ilişki istiyorsanız, içinize uzanan bu yolculuğu yapmak zorundasınız. Geri kalan veya başka türlü bir yol öneren tüm çalışmalar, ağrı kesici görevi görür, köklü çözümler sunmaz. 

Herşey benim içimdeyse İrem, onca insan cinlerden, perilerden, şeytandan, canavardan, büyülerden ve diğer dış etkenlerden bahsederken, bunların hangisini dikkate almalıyız, bunları da mı biz yarattık, yoksa bu durumları iddia edenler zihinsel bir hastalık mı yaşıyor?

Bu sorunun cevabı benim için ÇOK ÇOK ama ÇOK önemli. Neden diyecek olursanız, kendisine enerjetik olarak dış müdahalelerin yapıldığını iddia eden kişilerin sayısının ne kadar fazla olduğuna inanamazsınız. Bu insanların eğitim seviyeleri, sosyokültürel seviyeleri, zekaları, son derece yerinde insanlar..Bu insanlar hasta mı? Yoksa bilmediğimiz bir şeylerden mi bahsediyorlar?

Öncelikle, enerjinin ne olduğunu, nasıl hareket ettiğini anlamayan bir kişi bakımından bu dünya bir “cehennem” haline gelebilir! Kendisine musallat olunduğunu söyleyenler mi dersiniz, kendisine büyü yapıldığını iddia edenler mi dersiniz, gaipten sesler duyduğunu iddia edenler mi dersiniz, kısmetinin kapatılmış olduğunu zannedenler mi dersiniz…

Bu gibi olaylar, bu olayları anlatan kişiler bakımından son derece gerçektir hatta fiziksel kanıt bile sunulabilecek kadar gerçektir. Ben bu kişilere zihinsel hasta damgası yapıştırmam, bu kişiler benim için olsa olsa, enerjilerini, kendilerini tanımayan, farkındalık seviyesi henüz açılım yaşamakta olan, bilgiye ve kendini kontrol etme yeteneğine ihtiyacı olan, ehliyetsiz sürücülerdir =)

Esas sorun, kişinin kendi baskın duyguları - titreşimleri ile yarattığı veya alanına çektiği enerjetik entity’i (enerjetik varlık-form) tanımaması, anlamaması ve dışarıdan gelen bir saldırgan zannetmesidir.

Entity nedir?

Entity İngilizce bir kelime olup, bu kelimenin Türkçe karşılığı olarak enerji formu ifadesini kullanmak uygundur. 

Esasında her birimiz, yoğun titreşimsel akımlar ile her an her dakika bir enerji formu yaratmaktayız, bu enerji formları sizin duygularınızdır, öfke, nefret, sevgi, aşk, empati vb.. Eğer manyetik alanınızda bir aşk formu yaratacak kadar sevgi dolu bir birey haline gelirseniz, yarattığınız form etten kemikten bir partner suretiyle temsil edilecektir. Ancak yarattığımız form “eterik” bir form olunca korkudan altımıza kaçırabiliyoruz=) Oysa, olan biten herşey çekim yasası ile ilgilidir!

Eğer bu titreşimler yoğunlaşırsa; yaratılan enerji formunun kendine ait bir frekansı yani bilinci oluşur. Bu kavramdan haberdar olmamanız normal çünkü, bizim ikincil inanç sistemimiz olan Müslümanlık’ta, bir enerji formunun nasıl yaratıldığına dair herhangi bir bilgiye rastlamak mümkün değil (Musevi dininin alt kollarında bu durum açıklanır), ilk inanç sistemimiz olan Şamanizm’de ise, bilinçli bir şekilde sıfırdan enerji formları yaratılabildiği gibi, ilgili amaca en uygun enerji formları da işbirliği amacıyla kişinin hayat alanına çağrılabilir (Paganizm'de ve Kabala' da da bu öğreti bulunur.) Ancak bu konulara girmenizi hiç tavsiye etmem, zira bu okült çalışmalar, en ustaların bile zorlandığı alanların başında gelir ve bana göre kullanımı gerekli de değildir. 

Biz bu enerji formlarını en kaba tabirle “3 harfliler”, “melekler” olarak niteleyip işin içinden çıkıyoruz =)

Şimdi esas soruya gelelim, bu enerji formları bize “musallat” olabilir mi? Veya bize “yardımcı” olabilir mi?

Dediğim gibi, açıkça konuşulmayan ancak en azından 3 kişiden 1’nden duyduğum bu durum artık benim açımdan konuşulması gereken konuların başında yer alıyor. 

Arkadaşlar, kimse size musallat olamaz - sizin isteğiniz ve çağrınız dışında!

Ekstrem öfke, korku, kaygı, depresyon hallerinde (buradaki ekstremin gerçekten ama gerçekten ekstrem olduğunu vurgulamalıyım o kadar ki kişi hayatını idame ettiremez, hayatı bu duyguların etrafında şekillenmiştir) kişinin yoğun negatif titreşimleri birleşerek kişinin manyetik alanında bir öfke / korku formu oluşturabilir. Esasında hepimizin manyetik alanlarında günlük çerçevede bu gibi formlar oluşur ve dağılır - zira çoğumuzun öfkesi gelir ve geçer- dolayısıyla bu formların beslenerek büyümesi söz konusu olmaz - bazılarımız ise çok uzun yıllar boyu bu formu öfke ve korkuları ile beslerler, o kadar ki bu beslenen büyüyen form artık bir öfke bilincine sahip olur ve bu form dış dünyada kendini var etme (dış dünyaya yansıma) olanağı bulunur - bunun sebebi de yine enerjinin hareketi ve çekim yasasıdır. 

Dolayısıyla kişinin gördüğünü iddia ettiği veya kendisini yönlendirdiğini (manipüle) ettiğini iddia ettiği formlar kişinin kendi yaratımıdır veya kişinin kendi alanına çektiği formlardır. Bu formlar kimi zaman bedende rahatsızlık olarak yansırlar ve biz buna hastalık adını veriririz - kısacası hepimiz belirli suretlerde enerji formu yaratmaktayız, sadece farkında değiliz, enerjiye çok hassas olanlar ise bu formları çeşitli “suretlerde” görürler ve korkarlar =)

Bizlerin “hayalet” dediği formlar da - adı üstünde- sadece bir “iz” bir “enerji kalıntısı” ve “formudur”. Özellikle çok yoğun, korku, travmanın yaşandığı durumlarda ve mekanlarda, enerji bir form, bir izdüşüm halini alır ve dış dünyada da kimi zaman yansıma imkanı bulur -enerjinin yoğunluğuna göre-. Dolayısıyla esasında bu formların her biri yoğun titreşimlerin bir izdüşümüdür, yansımasıdır. 

Peki korkmalı mıyız? Peki ne yapmalıyız?

Eğer kendi enerjinizden korkmayı tercih ediyorsanız, tabi buyrun korkun =)

Bunu danışanlarıma sayısız kez anlatmama rağmen, hala yaşadıklarını kendi dışlarında gerçekleşen talihsiz olaylar gibi anlatmaları beni gerçekten üzüyor!

Arkadaşlar, eğer manyetik alanınızda derin ekstrem olumsuz duygular barındırmıyorsanız öncelikle bu gibi olaylarla karşılaşmanız teknik olarak imkansızdır! Çünkü böyle bir negatif yaratımı yapabilecek yoğunlukta enerjiyi-titreşimi siz enerji alanınızda barındırmıyorsunuz!

Barındıran ender kişilerdenseniz, bu durumdan kurtulmanın tek bir yolu var!

Hacı hocaya gitmek falan değil bu işin çözümü!

Kişi, bu gibi kişilerin kendisine yardım edebileceğine inandığı için bir süreliğine olumlu sonuç elbette alacaktır ama kökten bir çözüm dileğinde olan kişi bakımından (ki maalesef çoğu kişi kurban bilincinde kalmayı tercih eder) yapılması gereken tek şey, bu derin olumsuz duyguların üzerinde çalışarak bu formları dağıtmaktır. Bu blokajları tespit edip, çözmekle aynı şeydir. Bu anlamda her ne kadar ben bu kişileri zihinsel hasta olarak nitelendirmesem de, bu kişiler öyle negatif duygular içerisinde boğulmaktadırlar ki, spiritüel bir eğitmen ile birlikte çoğu zaman Psikiyatrist, Psikolog desteği de gerekmektedir! Tekrar ediyorum, bu o kişilerin zihinsel olarak “hasta” olmalarından kaynaklanmaz, bu bir hastalık değildir, kişinin duyguları ile başa çıkamaması halidir, utanacak hiçbir şey yoktur. Zira hepimiz belirli seviyelerde ve belirli dönemlerde bu zorlu Dünya sistemi içerisinde duygularımızla baş edemediğimiz durumlara gelebiliyoruz, bazılarımız ise o kadar hassas ki, artık iş kontrolden çıkıyor!

Devam edelim…

Bu bahsettiğimiz düşük titreşimli formların beslendiği tek şey sizin negatif enerjinizdir, zaten orada olmalarının tek sebebi de budur! Bu formların ebeveyni de sizsiniz =) Bu formların farkındaysanız ve sizin iradeniz dışında orada olduklarını düşünüyorsanız, hayati bir yanılgı içerisindesiniz. (Tıpkı hastalıkların da sizin dışınızda gelişmediği gerçeği karşısında geliştiğini zannettiğimiz gibi!)

Ancak kişilere bu durumun gerçek yüzünü anlattığımda ilk tepkileri, sanki onlara hakaret etmişim gibi olmaktadır.

Çünkü onlara, esasında kurban olmadıklarını, tüm bu olanların kendi kontrolsüz ve düşük titreşimleri nedeniyle olduğunu anlattığımda, kişi “kurban” kimliğinden çıkmak istemez, kurban kimliğinden çıkmak demek, sorumluluğu ele almak ve güçlenmek demektir ki, kişinin en derin arzusu güçlenmek değil “kurtarılmaktır”. Kurtarılma yolu ile sevgi, ilgi ve şefkat gibi duyguları temin edebileceklerini düşünürler. İşte bu en büyük yanılgıdır, dışarıda sizi kurtaracak kimse yok, kurtarılacak bir kişi de yok! Ve bu kişilere, psikiyatrik desteğin de gerekli olduğunu söylediğimde, kendilerine “deli” muamalesi yapıldığını zannederler, bu doğru değildir, ben bu kişilerin başına gelen olayların başlarına gerçekten “geldiğine” inanıyorum, bir psikiyatrist buna inanmayacaktır, ancak bir psikiyatrist, benimle şu konuda aynı fikirde olacaktır: Bu kişinin düşük titreşimli duyguları ile baş etmesi için desteğe ihtiyacı vardır! Dünyada var olan (gerçekten varlar) kendini gelişime adamış bazı psikiyatristler, birtakım seslerle konuştuğunu iddia eden kişilere, o seslerin “yok” olduğunu söylemezler, aksine o seslerle iletişim kurmalarını öğütlerler, çünkü bilirler ki, bu sesler, kişinin kimliğinin çözülmesi gereken bir parçası, oysa bizim bazı geleneksel doktorlarımız, bu seslerin “olmadığına” yönelik kişileri yönlendirmeye çalışırlar ki, bu, kişinin kimyasının daha da bozulmasına, ve durumundan utanmasına, suçluluk duymasına, ve kendinden daha da fazla nefret etmesine yol açar...kısacası işe yaramaz. 

Bir danışanım, evinde durupdururken yangınlar çıktığını anlatmıştı, anlattıklarına inanıyorum. Ama o yangının nasıl çıktığı konusunda kendisiyle hiçbir zaman hemfikir olmadım. Bahsi geçen fenomen dünyada da kabul görmüş “pyromania” rahatsızlığının bir versiyonudur. Kişi- ki genellikle bu bir dişidir- besleyip büyüttüğü öfke duygusu nedeniyle istemsizce “ateş” elementini yönlendirir ve bir takım eşyaların yanmasına sebebiyet verebilir. Bunu kendisi yapmaktadır, ancak bunun “bilinmeyen bir gücün” yaptığına inanmak çok daha kolaydır! Böyle bir kişi, bu yangınlarla, negatif enerjisinden kurtulmak için bir haykırış çağrısı yapmaktadır adeta aslında...

Arkadaşlar, bu nedenle, dışarıda sizi yemeyi bekleyen hiçbir canavarın olmadığı konusunda sizi temin ediyorum… Tek eksiğiniz, bilgisizlik ve size bugüne dek öğretilmiş yanlış bilgiler.

Peki, melekler bu çerçevede nasıl değerlendirilmeli?

Arkadaşlar, melekler de çok yüksek frekansa sahip (sevgi frekansı) enerji formlarıdır, ve bu formlarla iletişim kurabilmek için, sizlerin de bu frekansla “uyumlu” bir halde olmanız gerekir, aksi takdirde böyle bir formla iletişim kurmanız teknik olarak imkansızdır =)


Artık bu bilgilere sahip kişiler olarak, birçok şeyin sağlamasını zihninizde yapabileceğinize inanıyorum. 

Peki İrem, senin anlattıklarına göre bizim dışımızda “kendi kimliğine sahip” (insan gibi) bizden ayrı formlar olamaz mı?

Olabilir, var da.. Bunlar insan formuna sahip olmayan ancak, egoya (benlik veya grup bilinci algısı) sahip olan varlıklardır ve farklı düzlemlerde yaşam deneyimlerini gerçekleştirmektedirler .“Channeling” denilen, ve bu varlık ve formlara kanal olmayı ifade eden teknikler ile egosu olan ancak farkındalığı bizlerden daha yüksek olan varlıklardan elde edilen bilgilere dayalı olarak birçok kitap yazılmıştır (Tanrılar Okulu - Dreamer, Ramtha, Ra, Kryon kitapları, Abraham vb.). Ancak dünya düzleminde bu varlıklarla aynı yüksek titreşimsel hizaya girmek enderdir ve yoğun ruhsal çalışma gerektirir.

Büyük çerçevede ise, sizin dışınızda olan biten hiçbir şey yoktur ve bu farklı düzlemlerde deneyimlerini sürdüren varlıklar dahi, eğer bir şekilde sizinle iletişim kurmuşlar ise (“channeling”) bu sizin moleküllerinizin o varlıkla ortak bir deneyim içerisinde olmasından kaynaklıdır - O, sizin kendisini başka bir ego (veya grup bilinci) yolu ile ifade etmeyi seçmiş olan bir parçanızdır!.

Kısaca durumu şu şekilde özetleyebiliriz:

Sizin hayat alanınızda vuku bulmuş herşey ama herşey sizin benliğinizin dışarı yansımakta olan bir parçasıdır, O’nu anlamak için enerjiyi ve titreşiminizi anlamalı ve tercüme etmelisiniz.

Tesla’nın da dediği gibi, evreni anlamak istiyorsanız, enerji, frekans ve titreşimi anlamanız ve her şeyi ama her şeyi bu çerçeveden düşünmeniz ve yorumlamanız gerekir. 

Sevgili Humanart ekibimin, bana “Enerji ve Frekans Bakanı” demelerinin komik sebebi de budur =) Her şeyi, her olan biteni enerji dilinden yorumladığınızda hakikate varırsınız (hakikate varıp varmadığımı iddia etmiyorum, ancak kendi adıma yolun bu olduğunu düşünüyorum).

Sizlere çok ama çok genel çerçevede evrende tüm olan biteni özetlemeye çalıştım, binlerce kitap ve kadim bilgeliğin tamamını elbette on sayfada özetlemek imkansız ama en azından, hayatınızda var olan ve olmayan herşeyi “enerjinin dilinden” yorumlamaya başlayabilmek için güzel bir başlangıç noktası olacağını umuyorum bu yazının…

Ah bu arada, dünyada olan biten korkunç olayların sebebini hala anlayamadınız mı?

Bu noktada da sevgili Jung’un ortaya attığı teorinin doğru olduğunu söylemekle yetineceğim. Bireysel bilinçaltı olduğu gibi, daha önce de bahsettiğim şekilde hepimiz ego ile ayrılmış bireyler de olsak enerji olarak bu dünyanın hatta toplumların ortak kollektif bilinçaltları söz konusudur ve bu kollektif bilinçaltı içlerinde barındırdıkları güç arzusu, öfke, nefret, ve benzeri negatif enerji titreşimleri ile Hitler, açlık, zulüm, terör gibi insan ve olayları “manifest” etmiş yani gerçekleştirmişlerdir (birlikte oluşturduğumuz enerji formlarının etten kemikten hali- bana göre cinler ve perilerden daha ürkütücü=)))).

Belki de budistler boş işler peşinde koşmuyorlardır, belki de, dünyanın titreşimini yükseltmek için, 24 saat meditasyon yapmalarının sebebi de bu fedakarlıklarıdır, kimbilir?

İrem, iyi yazdın, güzel anlattın da, senin dediklerinin doğru olduğunu nereden bileceğiz diye sorabilirsiniz. Ve lütfen sorun, herkes için sorun, her bilgi için sorun!

Çünkü bu bilgilerin tamamı, benim egom tarafından filtrelenerek size sunulmaktadır, yani benim perspektifimden sizlere sunulmaktadır. Her ne kadar bu bilgiler, benim süptil enerjiyi okuma ve görme çalışmalarım neticesinde size sunulmuş olsa da, amacım sizi ikna etmek değil, kendi çıkarımlarınızı yapmanız ve en önemlisi de “ DÜŞÜNMENİZ “ ve kendi fikirlerinizi üretebilmeniz için sunduğum bir teşvik....zira bu yolun bana kesin olarak öğrettiği bir şey varsa, o da bildiğimi zannettiğimi, bilmiyor veya eksik anlıyor olduğumdur=)

Sevgilerimle

İrem






Not: Bireysel danışmanlık veya eğitim talepleriniz için bana fitsoulfitmind@gmail.com adresinden ulaşabilirsiniz.






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Geleceği Bilmenin Sırrı

Geleceği bilmek istiyorsan, Kendini bil.  Geleceği mi bilmek istiyorsun, Dışarı çıkma, *Kendine gel!*,  Geleceği ...