Herşeyin çözümü sevgide…
Sevgi herşeyi fetheder..
Sevgi içimizde..
Bu sözler, kişisel gelişim
denince ilk akla gelen belki de artık iyice klişeleşmiş söz öbekleridir. Tüm
kitaplarda, seminerlerde bahsi geçen ve kişisel gelişim guruları ve
öğrencilerinin dilinden düşmeyen “sevgi” sözcüğü o kadar sık kullanılır ki,
artık bu sözcük çoğumuz için içi boşaltılmış ve özünden uzaklamış ruhsuz bir
sözcük haline gelmiştir.
-
Kredi
kartı borçlarımı sevgiyle mi ödeyeceğim?
-
Sevgi
bana aradığım işi ve kariyeri sağlayacak mı?
- Başıma
gelen onca şeyden sonra herhangi bir şeye/ bir kişiye karşı nasıl sevgiyle
yaklaşabilirim?
-
Sevdim
de ne oldu, sevilmedim.
Belki de hepimiz, sorunlarımızın “sevgi” ile çözümlenebileceğine yönelik
olan önermeler karşısında, ister istemez bu gibi soruları sormaya başlıyoruz ve
aslında sevginin tüm dertlerin çözümü olduğuna inanmıyoruz. İşte bu nedenle de, bir çözüm olarak “sevgi
enerjisini” kabullenmiyoruz ve kullanmıyoruz.
Bunun yerine çok daha etkili olduğunu düşündüğümüz başka akılcı ve
enerjetik yöntemlere başvuruyoruz.
Örneğin bekarsınız ve bir
ilişki arayışı içindesiniz, bu arayışın dayandığı enerji/duygu durumunuz nedir,
hiç düşündünüz mü?
Çoğunlukla sevmek ve sevilmekten çok öte, yalnızlığı ve hayatın yükünü
paylaşmak, yaşlılığınızı düşünerek bir partnerin ve çocukların ileride sizin
bakımınıza yardımcı olabileceğini düşünmek,
toplumun nezdinde “hiç evlen-e-memiş” ve “başarısız” olarak
damgalanmaktan kurtulmak, çalışmaktan bıkmış olmak, düzenli ev-yemek-seks
hayatı (ihtiyaçların karşılanması), gibi isteklerimiz sevmek ve sevilmenin
önünde bir sırada hayat arkadaşı bulmak için bir motivasyon kaynağı oluyor.
Kısacası, birçoğumuz, partnerlerimizin bizi “sorunlarımızdan” kurtaracağına
inanıyor ve onları anlık ve gelecek “ihtiyaçlarımızı” karşılayacak bir kaynak
olarak görüyoruz. İşte tam da bu nedenle, insanoğlunun en büyük arayışı “para”
ile birlikte “sevgi” sureti altında, çaresizce partner aramak yönünde olmuştur.
Kaçımız, ilişki problemlerimize dair bir ümit yakalayabilmek adına
falcılara gitmedik ki? Para ve sevgi arayışı en temel arayışlarındandır ve bu
obsesif istek insanı hiç ummayacağı seviyelere düşürebilir ve çaresizce
“anlamsız” olduğunu bildiği yöntemlere dahi başvurdurtabilir (hacı hocaya
gitmek gibi).
Bu çaresizliğin altında yatan sevgiye olan açlık değil, esasında,
dertlerimize deva bulma amacıdır. Çünkü insanın egosu BENCİLDİR ve BEN’i
kurtarmak adına, akıl almaz yollara insanı sürükleyebilir.
Benim de danışanlarımla birlikte çalıştığım en temel konulardan biridir
“ilişki sorunları” veya “ilişki yoksunluğu”.
Raflarda, hayatınızın aşkını bulabilmeniz için bir çok metot içeren
kitaplar bulunmakta, kimi kuantum aşk diyor, kimi psikoloji bilimi çerçevesinde
analitik ve stratejik yöntemler sunuyor.
Kimsenin yanlış anlamasını istemem, bir eğitmen/şifacı/koç olarak, hepimiz
belli bir yolda yürüyoruz, gelişiyoruz, evriliyoruz ve bu süreç içerisinde ben
de itiraf etmek isterim ki, iyi bir temele oturtmadan bugüne dek çokça enerji
çalışması gerçekleştirdim, taa ki, aldığım sonuçların beni tatmin etmediğini
farkedene kadar.
Sizler de benim gibi, belli bir süredir kişisel gelişim, enerji terapisi ve
metafizik alanlarında çalışmalar gerçekleştiriyorsanız, sadece pozitif
düşünerek bazı sonuçları elde edemediğinizi farketmişsinizdir. Bu çerçevede, en
çok eleştirilen kaynak “Secret”, “Sır” adlı kitap olmuştur, ben de bu kitabı
zamanında eleştirdim, çünkü burada anlatılanlar, hedeflenen sonucu daima aynı
istikrarla vermiyordu, ve eksik bilgi içeriyor gibiydi.. Bu eksikliğin ne
olduğunu size şimdi anlatayım:
Eksiklik, hiçbirimizin enerjinin yapısını ve hareketini bilimsel olarak
irdelemeden, belli bir frekansın nasıl hedefe doğru yoğunlaştırılabileceğini
bilmememiz!
Üstelik işin bu kısmının metafizikle de hiçbir ilgisi yoktur!
Fizikle ilgisi vardır! Günümüzün en önemli enerji ustalarının astrofizikçi,
cerrah, doktor, genetik bilimi ile ilgilenen doktorlar, nörolog, psikiyatr,
kuantum fiziği gibi mesleklere mensup olmaları tesadüf değildir. Bu kişiler
enerjinin, genlerin, beynin, vücut salgılarının, gezegensel hareketlerin,
manyetik alanların fiziksel hareketini inceleyerek bir takım sonuçlara
varmışlardır ve kişisel gelişim alanına bu bilgilerini uyarlayarak başarılı
sonuçlar elde etmişlerdir.
Bu yazıda bahsi geçen sevgi enerjisi
de hayali, elle tutulmayan, gözle görülmeyen, mutlu pembe kalpler değildir. Bu yazıda bahsi geçen sevgi enerjisi, son
derece ölçülebilir bir frekans aralığıdır.
Bu noktada genel bir bilgi verelim; insanoğlu et ve kemikten ibaret
değildir, insanın beyni dahil tüm organları, düşünceleri, hareketleri kısacası
tüm varlığının bütününden dışa ve içe doğru belli frekans aralıklarında
sinyaller yayılır ve bu da ölçülebilmektedir ve dolayısıyla gerçekliği
tartışmaya açık değildir. Hala “enerjiye inanıyorum” diyorsanız, demeyin, bu
inanılacak bir konu değil, gerçeğin bilim tarafından da kanıtlanmış ta
kendisidir.
Rezonans Kanunu uyarınca, frekanslar eş frekanslarla birleşirler ve
uyumlanırlar, evrende herşeyin enerji ile titreştiğini düşünecek olursak,
bizlerin çevremizle devamlı bir enerji alışverişinde olduğumuzu tahmin
edebilirsiniz, işte başımıza gelen ve gelmeyen tüm olayların nedeni,
gözlerinizle göremediğiniz bu frekansların benzer frekanslarla birleşerek sizin
hayat alanınıza kişi veya olay olarak girmesidir. Yani nasıl ki bir atom altı
parçacık koskoca evrenleri somut olarak oluşturabiliyorsa, sizler de aynı
prensip doğrultusunda, frekansınıza uygun “evrenleri”
yaratıyorsunuz/deneyimliyorsunuz ve bunun farkında değilsiniz ve bu psikolojik
bir süreç olduğu kadar aynı zamanda ölçülebilir gözle görülebilir “fiziksel”
bir süreçtir.
Sevgi enerjisinin önemini anlayabilmeniz ve daha da önemlisi bu enerjiye
sarılıp kullanabilmeniz için,
sevginin psikolojik boyutu ile birlikte bilimsel boyutunu da anlamamız gerekir.
İşte benim zamanında yaptığım hata sevgi
enerjisini sadece bir duygu durumu olarak anlamam ve psikolojik bir çerçevede
incelememden kaynaklandı.. Psikolojik çerçevede irdelenen sevgi enerjisinin
kredi kartı borçları ile hiçbir ilgisi olmadığını anladığınızda ise, bir
kişisel gelişimci olarak, doğrudan hedefe yönelik enerji çalışmalarına
yönlenirsiniz, bir iş adamı/ iş kadını olarak ise tamamen analitik, rasyonel ve
stratejik eylemlere başvurursunuz.
Bir kişisel gelişimci olarak örneğin, para istiyorsanız, “para” kavramının
etrafında çalışır durursunuz, ilişki istiyorsanız “aşk” kavramı etrafında
çalışırsınız, enerji ile ilginiz yoksa, fiziksel ve zihinsel olarak daha fazla
çalışıp, daha fazla kişi ile iletişim kurduğunuz takdirde, daha fazla başarılı
olacağınıza inanırsınız ve bu yola başvurursunuz. Evet bu yöntemler sonuç verir ancak kimi
zaman da vermez, ve nedenini anlamazsınız.
Nedeni, binanızın dayandığı
temelin, hedefinizle yani niyetinizle örtüşmemesidir.
Yani, daha başlarken, zayıf bir temele
oturttuğunuz binanız, tamamına erse bile, yıkılmaya veya en azından sarsılmaya
mahkum olacaktır. Bu nedenledir ki, ilişki dileyip de, bir beraberliğe
başladığınızda, o beraberliğin yıkıcı bir şekilde sona ermesi, para kazansanız
dahi, parayı elinizde tutamamanız veya bereketinden faydalanamamanız gibi
durumlarla sıklıkla karşılaşırsınız.
Bir binanın sağlam olması için, binanın dikileceği alanın toprak yapısı,
kullanılan malzeme vs. gibi bir çok unsurun kontrol edilmesi ve en iyi
malzemelerin kullanılması esas alınır.
Evrenin frekanslardan oluştuğunu kabul edersek, bir binanın temelini hangi
frekansa oturtmak isterdiniz? En “sağlam” ve en “iyi” frekansa öyle değil mi?
Artık o her ne ise..
Aynı şekilde düşünen Dr. Leonard Horowitz, insanın, bedensel, fiziksel,
duygusal ve beyinsel faaliyetlerini optimum seviyeye çıkaran frekans aralığını
keşfetmiştir, bu aralık 528 HZ olarak belirlenmiştir, ve bu frekans salınımını
sağlayan duygunun ise sevgi frekansı olduğu tespit edilmiştir. Daha sonra
yapılan araştırmalarda bu aralığın, kadim bilgeler tarafından da şifa ve
yaratıcı güçlerini kuvvetlendirmek için kullanıldığı saptanmıştır. Bu frekans
aralığının ses aygıtları ile yayıldığı suların (Mexico) temizlendiği akredite
olmuş kurumlarca kayıt altına alınmıştır. Demek ki neymiş, üzerine binlerce
sayfa yazı yazdığımız sevgi enerjisi esasında son derece ölçülebilir bir
frekans aralığıymış, hayali değilmiş, ve madde üzerinde de yine ölçülebilir
etkiler bırakmaktaymış.
Kadim bilgelerin, yaratıcı güçlerini kullanmadan ve şifa çalışmalarına
başlamadan önce kendi ve hastalarının frekanslarını 528 HZ aralığına çıkardığını
biliyor muydunuz? Kısacası bu kişiler,
çalışmalarının temelini, hedef ve niyetlerinin temelini sevgi enerjisine (528 HZ frekans aralığına) oturtmuştur ve bu nedenle enerji çalışmaları daima sonuç
vermiştir.
Niyetlerinizi Hangi Frekansa
Oturtuyorsunuz?
Yazımın başında vermiş olduğum ilişki örneği, bir çoğumuzun aşk adına
bulunduğu dileklerin temelinde kayıtsız koşulsuz karşılıklı saf sevgi
deneyimini yaşamak olmadığını anlatmıştı.
Oysa ki, hayatınıza size en uygun ilişkiyi çekmek “saf sevgi deneyimine”
niyet etmek kadar basit. Buna niyet ederken, evet, bu kişinin kredi kartı
borçlarınıza, çok yoğun çalışma saatlerinize, aile sıkıntılarınıza, başarı
skalanıza, yalnızlığınıza DEVA olması gibi alt niyetleri de bertaraf etmeniz
gerekiyor.
Bunun için öncelikle kendinize dürüst olmalısınız! Hepimiz insanız ve
dertsiz tasasız yaşamak istiyoruz, bunun için de çareyi dışarıda arıyoruz,
partnerlerimiz de, hatta kendimiz de bu arayışa kurban gidebiliriz ve bunda
utanacak hiçbir şey yok.
Gelelim diğer sorunlarınızı nasıl çözeceğinize, bana şunu
söyleyebilirsiniz, İrem, dertlerim tasalarım olmasa ben de kalbimi özgürce
sevgiye açabilirdim, başıma o kadar çok şey geldi ki, kafam o kadar dolu ki, kalbim adeta
çalışmıyor ve taşlaşmış!
İşte zaten tüm sorun da bundan kaynaklanıyor, yaşadığınız herhangi bir olay
veya olayların nedeni zaten enerjinizi sevgi temeline oturtmamış olmanız, neye
oturtuyorsunuz biliyor musunuz:
Korku enerjisi
Kendini savunma enerjisi
Öfke enerjisi
İntikam enerjisi
Kaybetme korkusu/ yokluk enerjisi
Kaçış enerjisi vb.
Temeli düşük bir frekans aralığında yer alan enerjiniz ise, yaratımınızı
gerçekleştirirken, yeterli kuvvette olmadığı için maddeye etki edemiyor, yani
istekleriniz gerçekleşemiyor, veya daha da ilginci, kimi zaman ise niyetleriniz
gerçekleşiyor ama hayalinizin “çarpık” bir versiyonu şeklinde...
Gelelim tekrar sevgi enerjisi ile para, pulun, sıhhattin veya dünyevi
başarının ne ilgisi olduğuna...
Önceki paragraflarda da açıkladığım şekilde,
niyetimiz yeni bir bina kurmaksa, ki hepimizin niyeti bu yöndedir, bu binanın
temelini en kaliteli ve güçlü malzemeyi kullanarak binamızı inşa etmeliyiz..
Bu hangi frekanstır? Araştırmalara göre, yukarıda da bahsettiğimiz şekilde
insanoğlunun üretebildiği en etkin frekans aralığı 528 HZ, bunu da sevgi
duygusunun yarattığı ortaya konulmuştur.
Dolayısıyla, niyetiniz, sevgi ile alakasız olan başka bir konu olsa dahi,
temelinizin 528 mHZ seviyesinde titreşmesi gerekir, ve bu titreşimin karşılığı
olan duygu SEVGİ’dir.
Dolayısıyla, sevgi, bir seçim değil, her birimizin daimi ve kesintisiz sağlığı,
bolluğu, bereketi, başarısı, mutlu ilişkileri için adeta bir zorunluluktur!
İnsan doğası, bir şeylere mecbur olmadan, çoğu zaman harekete geçmez,
sevgi’yi de bu çerçevede anlattığımız zaman kalbinizi sevgiyi almaya ve vermeye
açmak durumunda olduğunuzu sanırım daha net görüyorsunuzdur.
Peki bu bizim için ne anlama geliyor?
İlk önce, en çok istediğiniz şeyi belirleyin.
Bu bir aşk ilişkisi olabilir, şifa olabilir, kariyer, başarı veya para
olabilir.
Ancak, her seferinde tek bir konu üzerinde çalışın. Bu odağınızın yani
enerjinizin maksimum kapasitede çalışması için gereklidir.
Ardından niyetinizi sevgi temeline oturtun, bunun ne demek olduğunu kısa
kısa örneklerle aşağıda açıklayacağım:
Aşk:
Kendinize sormanız gereken sorular:
Neden bir ilişki istiyorsunuz?
Bir ilişki içerisinde olduğunuzda, fiziksel, zihinsel ve duygusal
durumunuzda neler değişecek?
Bir ilişkiye hiçbir zaman sahip olamayacağınızı düşünün, sizi ne
korkutuyor?
Bu soruların cevapları, konu “ilişkiler” oldu mu, bir ilişkiniz olursa, bu
ilişkiden hangi menfaatleri sağlayacağınızı gösterecektir.
Ne demiştik, hiçbir talebinizi “ihtiyaç” üzerine kurmayın, çünkü karşılıklı
ihtiyaçlar sona erdiğinizde, partnerinizle kurduğunuz manevi kontrat da sona
erecektir.
İhtiyaçlarınızı kendi kendinize karşılamaya bakın, zira hiçbir kimse sizi
tam ve bütün bir hale getirmek üzere kaynak olarak kullanılmamalıdır, bu
ilişkilerin “çarpık” bir seviyede ilerlemesine neden olur.
Bir partnere dair duyulan özlemin dayandığı temel saf, temiz ve karşılıklı
sevgi paylaşımı olmalıdır.
Kariyer:
Kariyer denince aklınıza ne geliyor? Para, güç, statü?
Neden kariyerinizde yükselmek bu kadar önemli? Para, güç, statü?
Kariyerinizi geliştirdiğinizde hayatınızda fiziksel, zihinsel ve duygusal
olarak ne değişecek?
Kariyerinizde yükselemez, ve önemli bir insan haline gelemezseniz, bu sizin
için ne anlama gelecek?
Tahminim o ki, birçoğumuz yaptığımız işi sevgimizden değil, maddi
ihtiyaçlarımızı karşılamak için yapıyoruz ve yine tahminim o ki, bir çoğumuz kariyer alanında yükseldiğimizde ilave bir gelir ile birlikte, özdeğer
duygumuzun ve toplum nezdinde saygınlığımızın artacağını düşünüyoruz, bu
durumun da bize bir içsel güç sağlayacağına inanıyoruz. Kısacası Dünya’ya
“karşı” dik bir duruş sergilemek için kariyeri en temel araçlardan biri olarak
görüyoruz, işte bu nedenle de ironik olarak yüzde 98’imiz toplum nezdinde
“önemli” bir insan haline gelemiyoruz, zira, refah düzeyi pek de yüksek olmayan
bir toplumun vatandaşları olarak, doğduğumuz andan itibaren, iyi bir gelir
getirmek üzerine programlanıyor ve buna uygun eğitim süreçlerinden geçiyoruz, çok
azımız maalesef, gerçekten sevgisi ve yeteneği olan alanlarda kariyer
geliştirebiliyor. Hiçbirimiz hangi alana eğilimimiz olduğunu bilmeksizin,
sadece para getirecek alanlara otomatik olarak yönleniyor ve ailemiz tarafından
yönlendiriliyoruz.
Birçok danışanımla sohbetlerimiz neticesinde bu kişilerin, yaptıkları
işleri sadece belirli/iyi bir seviyede yapabildiklerinden ötürü yaptıklarını
farkediyorum.
Oysa bu görüştüğüm kişiler içerisinde, çalıştığı alana dair ultra-yeteneği,
sevgisi, dehası veya eğilimi olan neredeyse hiçbir kimseyle karşılaşmadım.
Bugüne dek, gayet başarılı avukatlar, kurum yöneticileri, psikologlar,
doktorlar, ekonomistler, pazarlamacılar/satışçılar, muhasebeciler vb. kişiler
ile çalışma imkanı edindim ve inanın ki içlerinden işlerine dair “dahi” olarak
nitelendirebileceğim kişi sayısı bir elin parmağını geçmez.
Örneğin bir çok ekonomist tanıyorum ki, makro ekonomik sisteme dair
maalesef hiçbir öngörüsü ve vizyonu olamıyor , ancak genel trendlere tecrübesi
gereği hakim olduğundan, bir şekilde işini başarılı bir seviyede idame
ettirebiliyor, ama bu kişi inanın hiçbir zaman alanında bir CEO olamayacaktır
zira ekonomi ve finans alanında “önemli” bir hale gelebilmeniz için biyolojik
olarak (beyin olarak) bu alana dair bir eğiliminiz olması gerekir, herşeyden
önce gözlem ve öngörü yeteneğinizin yüksek olması gerekir, sayılarla dans
edebilmeniz, onlarla konuşabilmeniz gerekir, kısacası analitik, sosyal ve
sayısal zekanızın yüksek olması gerekir.
Kendimden bir örnek vereyim, ben de yaşıtlarım arasında oldukça başarılı
sayılabilecek bir seviyede avukatlık yaptım, ancak dürüst olalım, ben hiçbir
zaman bir hukuk dahisi olamazdım/ olmadım, çünkü bu alanı sevmedim, sevmediğim
içinde işimi beslediğim enerji hırs, yorgunluk, gelir hedefi gibi pek de yüksek
titreşimi olan enerjiler değildi.. bakın bir hukuk dahisi olsaydım inanın
çalıştığım 10 sene içerisinde birileri bunu farkederdi! Herhangi bir alanda var
olan bir yeteneğin farkedilmemesine imkan yoktur! Hele hele yaptığınız işi 5
seneden uzun bir süredir yapıyorsanız ve hala keşfedilmemişseniz, bunun
kaderle, kısmetle hiçbir ilgisi yoktur, siz bu alanda özel bir yeteneğe sahip değilsiniz,
kabul edin ve kimseyi suçlamayın.
Alanında gerçekten özel noktalara gelmiş kişilerin hayat hikayelerini
okursanız, bu kişilerin daha ufak yaşlardan itibaren uğraştıkları alana dair
özel bir eğilimi ve yeteneği, ve en önemlisi de sevgisi olduğunu
farkedebilirsiniz. Bu insanlara uzaktan baktığınızda çok çalışıyor, didiniyor, gecesini
gündüzüne katıyor ondan başarılı gibi bir fikir edinip siz de gece gündüz
çalışmaya başlayabilirsiniz, o zaman neden hala bir Elon Musk değilsiniz?
Değilsiniz, çünkü eğilimlerin ve yeteneklerin çalışma ile ilgisi pek azdır,
çalışarak var olan yeteneğinizi çok ama çok geliştirebilirsiniz, ancak olmayan
bir yeteneği, gece gündüz çalışarak sadece belli bir noktaya getirebilirsiniz.
Maalesef acı, ama gerçek. O insanların gece gündüz çalışmasının nedeni ise,
başarmak’tan çok ötedir, sevgidir! Yaptıkları işi, iş olarak görmezler,
hayatlarının bir parçası olarak görürler bu nedenle sizin uzaktan “gece gündüz
didiniyor” olarak nitelediğiniz durum o kişiler tarafından hiç de böyle
nitelendirilmemektedir.
Örneğin, ben kişisel gelişim alanında, Cumartesi ve Pazar günleri de
çalışıyorum, kimi zamanlar, tek bir hafta tatili bile almıyorum, alanıma dair
haftada 2 kitap bitiriyorum, yazıyorum, çiziyorum, tatillerimde dahi, bu
çalışmaları devam ettiriyorum. Hadi şimdi bunu hukuk alanına uyarlayalım....
Gece gündüz çalışıyor, her gün sayısız yargıtay kararı okuyor, hukuk mütalaaları
hazırlıyor olmam gerekirdi öyle değil mi? Ama bunu Hukuk alanında yapamadım,
işimden çıktığımda, mümkün olduğunca “özel hayatıma” geçiş yapmaya baktım,
yıllık izinlerimin hayalini kurdum. Aradaki farkı görüyorsunuz değil mi? Biri
benim hayatım, diğeri ise yapmak zorunda olduğumdur. Hukuk alanında özel bir
yeteneği olan bir insanla ise rekabet etmem mümkün değildir!
İnanın bana, her birimizin zeka olarak belli bir alana esasında eğilimi
var, lakin ne bunun üzerinde düşündük, düşünmemize izin verildi, ne de bu
alanlarda bir şey yapmak üzere cesaretlendirildik, işte bu nedenle
toplumumuzdan farklı alanlarda, farklı nitelikleri sahip dahiler çıkaramıyoruz,
yoksa bizim toplumumuz aptal yığını asla değil!
Lütfen bu konu üzerine derin derin düşünün! Sizin de içinizde muhtemelen belli bir alanda bir deha var, ancak bu konu üzerinde ne düşündünüz, ne çalıştınız, ne de harekete geçtiniz. Peki nedir bu dehanız?
Şifa:
Kendinize sormanız gereken sorular:
Bu rahatsızlık ruhsal seviyede bana nasıl hizmet ediyor? İlgi mi
istiyorsunuz, sevgi mi istiyorsunuz, kendinizi veya başkalarını bu
rahatsızlığınız sebebiyle cezalandırıyor olabilir misiniz?
Herbirimiz dönem dönem irili ufaklı rahatsızlıklara yakalanıyoruz, ve
çoğumuz bu duruma lanet ediyor, rahatsızlıklarımızı amansız bir düşman olarak
görüyoruz. İyileşme sürecini sevgiyle değil, çoğu zaman öfkeyle besliyoruz, hal
böyle olunca da esasında otomatik olarak gerçekleşebilecek şifa sürecini
geciktiriyoruz, kaldı ki, zaten bir çok hastalığın sebebi kendimizle olan iç
ilişkimizin sağlıklı olmaması ve kendimize yeterli değeri sevgiyi
veremememizden kaynaklanıyor.
Para:
Kendinize sormanız gereken sorular:
Parayla ilişkiniz nasıl?
Zengin insanlara ilişkin düşünceleriniz neler?
Bol paranız olunca nasıl kullanacaksınız?
Bol paranız olunca, fiziksel, zihinsel ve duygusal olarak hayatınızda neler
değişecek?
Hiçbir zaman bol paranız olmadığını düşünün, bu size neye mal olacak?
Mutsuzluk, güçsüzlük?
Öncelikle para denince birçoğumuzun gözlerinin umutsuzluk, hırs, öfke, ego, güç aşkı, muhtaçlık ve takıntı duyguları ile parladığını söyleyebilirim. Bu kişiler belki
hırsları sayesinde bol paraya kavuşabilirler, ama mutluluğa? Asla! Çünkü para
kavramını besledikleri enerji sevgi değildir, takıntı ve muhtaçlıktır
dolayısıyla bu kişiler bol paraya ulaşsalar dahi zihin durumları hep mevcut
durumlarının “yetersiz” olduğunu kendilerine söyleyip duracaktır, bu da
huzursuz bir duygu durumu anlamına gelir, bu da ileriki yaşlarda sağlığın kaybı
ve özel ilişkilerde mutsuzluk anlamına gelir.
Arkadaşlar, paraya çok büyük anlamlar yüklemenin alemi yoktur, para
hakkında takıntı yapmanın alemi ise hiç yoktur, siz sadece yapmak
istediklerinize odaklanın, kaynakların nereden nasıl geldiğinin hiçbir önemi
yoktur. Zira, bizler göremesek de, torunlarımız mutlaka paranın form
değiştirdiği ve hükmünü kaybettiği bir düzende yaşama imkanı elde edeceklerdir,
tıpkı insanlığın ilk zamanlarındaki gibi. Para, insan yapımıdır! İnsan yapımı
olan herşey, form değiştirmeye, yok olmaya ve yeniden başka suretlerde ortaya
çıkmaya mahkumdur! Değişmeyecek tek şey mutluluk arayışıdır, ve bu arayışı dış
bir kaynağa bağlamanız, bu kaynak form değiştirdiğinde ve yok olduğunda
mutluluğunuzu da kaybetmeniz anlamına gelecektir.
Günlük hayatınızda da temel titreşiminizin “sevgi” olması, parmağınızı bile
kıpırdatmadan en yüce hayrınıza olanın size akmasını sağlar, neden mi, bu kadar
yüksek bir frekansta titreşen bir insanın aynı şekilde hayatına çekeceği de en
yüksek titreşime sahip olay, deneyim ve kişiler olacaktır!
Peki ne yapmanız gerekiyor?
Ufak ufak başlayın, sevgi sadece bireyler aracılığı ile deneyimlenebilen
bir durum değildir, bu yazıyı okumanız ile birlikte, gidin düşmanlarınıza sarılın
demiyorum, zaten ilk aşamada zihniniz buna müsaade etmeyecektir. Ama her
insanın, en nefret dolu insanın bile (Hitler gibi) kalbinin çarptığı bir
hobisi, ilgi alanı, yoldaşı, hayat arkadaşı, arkadaşı, eşi, dostu, hayvan dostu,
hayalleri vb. mutlaka vardır.
Neyi ve kimi kalpten sevdiğinizi bulun! Listesini çıkarın. Sadece insanlar
çerçevesinde düşünmeyin, sokakta hiç tanımadığınız bir bebek, hayvanlar, doğa,
yağmur, kitaplar, bir aksesuarınız... kısacası herşeyi sevebilirsiniz! Bu
şekilde başlayın, etrafınızı sizin için “sevgi” anlamına gelen insanlar,
objeler ve aktivitelerle çevreleyin. Sizin için anlamı sevgiden çok başka bir
şey olan, kişileri, olayları ve objeleri yavaş yavaş hayatınızdan çıkarın, bu
gibi enerjiler, sizin zaten otomatik olarak sevgiye yönlenen enerji alanınızı zehirler. Herşeyden önemlisi, kendinizi çok sevmeyi
öğrenin!
Biraz da teknik bilgi verelim =)
528 HZ dedik, bu bir frekans aralığıdır, bunu en etkin olarak içsel bir
şekilde yaratabilirsiniz, ama biraz da dış kaynaklardan destek almak istiyorsanız,
You Tube üzerinde 528 HZ aralığında frekans yayını yapan meditasyon
müziklerini rahatlıkla bulabilirsiniz. Bu ses kaynakları, yaptıkları yayınla, beyin
dalgalarınızı bu frekans aralığı ile uyumlamaya yardımcı olacaktır.
Sevgilerimle
Not: Bireysel danışmanlık talepleriniz
için fitsoulfitmind@gmail.com
adresine mail atıp, bilgi ve randevu talep edebilirsiniz
Vay anam beee! Bu konularla ilgili uzun zamandır araştırma ve uygulama yaparım. Ama bu kadar samimi ve gerçekçi bir yazı okumadım hiç. Vallahi helal olsun!
YanıtlaSil