Herkese merhaba,
Bugün, bir süredir üzerine kafa yorduğum plasebo etkisi üzerine yazmak istedim. Neden diyecek olursanız, bir Reiki Master olarak, "Reiki nedir ve nasıl çalışır?" sorusuyla sıklıkla karşılaşıyorum.
Reiki, kelimenin de anlamı itibariyle "evrensel yaşam enerjisi" anlamına gelir. Akabinde gelen soru ise "evrensel yaşam enerjisi ne demek?" oluyor. Maalesef "kişisel gelişim" ve "metafizik"başlığı altındaki bir çok kavramı zihnimizle anlamak oldukça güç, zira kişisel gelişim ve metafizik, zihnin ötesine bakmamızı destekleyen sistemler bütününden oluşuyor.. Ama bu kavramları dünyevi seviyede kavramak, ve danışan ve okuyucularım tarafından anlaşılmasını sağlamak da benim ana amaçlarımdan birini oluşturuyor.
Evrende canlı ve cansız herşey insan gözünün göremeyeceği ölçüde süptil enerjilerden oluşan dev bir titreşim ağı esasında... Enerjilere hassas kişiler, psişik yeteneklere sahip kişiler ve Reiki uygulayıcıları bu koskocaman kalp atışını görebilir, hissedebilir veya bilebilir. Reiki bu yüksek frekanslı enerjiye kanal olunarak şifa bulması istenen odağa yönlendirmekten ibarettir. Reiki uygulayıcılarının ellerinden çıkan enerji ölçülebilmektedir, sağlıklı ve sağlıksız organların da titreşim aralıkları ölçülebilmektedir, bu anlamda, Reiki uygulayıcısının, kişinin frekanslarını sağlıklı olan aralığa rezone ettiğini ve bu şekilde kişinin sağlığına yeniden kavuşmasına destek olduğunu basitçe söyleyebiliriz.
Başka bir ifade ile, herkesin bilmek istediği sorunun cevabı şudur; Reiki bir plasebo etkisi değildir, gerçekten vardır ve varlığı ve olumlu etkileri kanıtlanmıştır...
Ancak, Reiki'nin gerçekliği halen bir soru işareti olsaydı, Reiki'den alınan sonuçlar değişiklik gösterir miydi?
Cevap; hayır. Reiki'nin varlığına inandığınız ölçüde yine aynı şekilde şifalanmanız mümkün olurdu, böyle bir durumda ise şifanın sebebi plasebo etkisi olarak nitelendirilirdi.
Peki plasebo etkisi tam olarak nedir ve bu kavramdan günlük hayatımızda nasıl faydalanabiliriz?
Düzenli takip eden okuyucularımın bildiği gibi, günlük hayatımızda faydalanamayacağımız hiç bir metot, teori, felsefe vb. benim ilgi ve çalışma alanıma girmiyor. Hazır yeri gelmişken, üçüncü gözünü aktive etmek veya psişik yeteneklerini geliştirmek adına bir çok eğitim talebi almama rağmen, bu yetenekler kendi başlarına hiçbir şey ifade etmemektedir. Unutmayın ki, hepimiz dünyevi düzlemde, dünyada yaşamlarımızı idame ettirmek durumundayız, bu durumda esas amacımız daima dünyevi düzlemdeki deneyimlerimizi keyifli ve verimli kılmak olmalıdır, bu sebeple de, günlük hayatınızda verimli bir şekilde kullanamayacağınız metafizik öğretiler, kısa süreli hoş bir ilham kaynağı ve zaman kaybı olmaktan öteye gidemeyecektir.
Gelelim tekrar plasebo etkisine:
"Plasebo etkisi; kişinin aldığı ilaç (ilaç yerine verilen etkisiz ilaç) hakkında kendini iyileştireceği yönündeki düşüncesi, bu inancına paralel olarak fiziksel veya psikolojik iyileşmesidir. Bir bakıma, bireyin kendini iyileşeceğine inandırmasıdır. Alınan ilacın hiçbir etkisi olmasa bile, kişi inandığı için meydana gelen hem fiziksel hem psikolojik olarak iyileşmesidir."
Plasebo etkisi, geleneksel tıp biliminde de kontrollü deneylerle varlığı ve etkinliği kanıtlanmış bir olgudur. Tek tek sizi bu örneklerin detayları ile sıkmayacağım, kaldı ki, bu deneylerden sadece birkaçını dahi detayları ile yazsam, sayfalar dolusu bir metin ortaya çıkar.
Kısaca bahsetmek gerekirse, plaseboeEtkisi ağırlıklı olarak biraz önce de bahsettiğim şekilde tıp alanında deneylere konu edilmiş, ve öncelikle rahatsızlık sahibi kişilerin sağlıklarına plasebo etkisi aracılığıyla kavuşup,kavuşamayacakları tespit edilmiştir.
Deneye tabi tutulan hastalık ve durumların içinde MS, ölümcül olarak nitelendirilen pankreas kanseri dahil tüm kanser türleri, kemik/kas erimesi, migren, depresyon, felç durumları ve sinir kayıpları gibi durumlar yer almaktadır.
Plasebo etkisi iki şekilde deneylere konu edilmiştir:
Birinci ve en bilinen versiyon; iki veya üç gruba ayrılan hasta gruplarından ilk gruba geleneksel ve gerçek tedavi yönteminin uygulanması, ikinci gruba, hiçbir tedavi etkisi olmayan plasebo tedavi yönteminin uygulanması, üçüncü gruba ise (üçüncü grubun bulunduğu durumlarda) hiçbir tedavi yönteminin uygulanmaması şeklindedir. Bu gruplardan gerçek ve plasebo tedavi yöntemine tabi tutulanlar, hangi grubun gerçek hangi grubun plasebo etkisine tabi tutulduğunu bilmemektedir. Bu şekilde, deneyler salt "inanç" ve "telkinin" etkilerini anlamak üzere uygun hale getirilmiştir.
Hastalığın şiddeti ne olursa olsun, alınan sonuçlar istikrar göstermiş, ve iyileşeceğine daha doğrusu gerçek tedaviyi gördüğüne inanan plasebo gruplarında %60 - % 90 arasında değişen iyileşme saptanmıştır.
Bu örneklerden en çok ilgimi çeken ise şu olay olmuştur; bu olay gerçektir ve yaşanmıştır, bu ve daha fazla örnek ve plasebo etkisini derinlemesine anlamak ve kullanmak için harika bir kitap olan Dr. Joe Dispenza'nın "Plasebo Sensin" adlı kitabını kesinlikle tavsiye ederim:
Yutkunma zorluğu sebebiyle hastaneye kontrole giden Sam Londe'nin, geri dönülmez bir seviyeye gelmiş olan özofagus kanserine (yemek borusunda yer alan kötü huylu tümörler) yakalandığı tespit edilmiştir, doktorları bu seviyedeki kanser rahatsızlığına sahip olan Londe'ye yaklaşık iki aylık bir yaşam süresi kaldığını belirtmiştir. Londe'nin tek isteği ise Noel'i ailesiyle birlikte geçirmektir ve doktorlarından kendisini en azından Noel'e kadar yaşatmasını rica eder. Zira, Londe'nin eşi, ikinci eşidir. Bu eş, Londe ile hastanede kanser taramaları sırasında tanışan ve Londe'nin durumuna rağmen ona yardımcı olmak için kendisiyle evlenen çok şefkatli ve sevgi dolu bir kadındır, dolayısıyla Londe, eşi ve eşinin ailesi ile son bir Noel geçirmeyi çok istemektedir. Londe, "ruh eşi" olarak nitelediği tek aşkı olan ilk eşini bir sel esnasında kaybetmiş (evleri nehir kenarındadır) ve bu kaybının üstesinden hiçbir zaman gelememiş ve yıllardır ağır depresyon ile mücadele etmekte olan biridir.
Noel'e kadar yaşamak ve zaman kazanmak için, midede yer alan kanser hücrelerini almak adına Londe bir ameliyat geçirir. Ameliyat beklenildiği şekilde geçmiş olsa da Londe'nin durumu git gide kötü bir hal almaya başlar ve ameliyat sonrası yapılan taramalarda Londe'nin karaciğerinin sol tarafının tamamında kanser hücrelerine rastlanır, ve Londe'nin doktoru kendisine bu durumda sadece iki-üç aylık bir yaşam süresi kaldığını söylemek durumunda kalır.
Herşeye rağmen Londe, Noel'i karısı ile birlikte geçirmek adına St. Louis'den, Nashville'e taşınır. Bu bölgede de, yeni bir doktor ile çalışmaya başlar. Londe'nin genel kontrolünü gerçekleştiren, Dr. Clifton Meadow, hastasında yüksek karaciğer enzimleri ve kan değerleri dışında herhangi bir düzensizlik tespit etmemiş, karaciğere metastaz yapmış kanserin ise doğal olarak bu değerleri ivmelendireceğini bildiğinden sonuçları doğal karşılaşmıştır.
Fiziksel olarak durumu oldukça kötüleşmiş olan Londe'nin değerleri ise, aksine ölümcül seviyeden çok uzaktır, bunu gören Doktor, tedavi yöntemi olarak psikolojik destek, fiziksel terapi, bağışıklık sistemini güçlendirici ve arındırıcı bir diyet uygular. Londe, bu tedavi programı sonucunda git gide güçlenir ve kendini de iyi hissetmeye başlar. Bu duruma oldukça şaşıran Meadow, Londe'yi ayda bir görmenin yeterli olacağını düşünür, ve Londe'nin her ziyareti sonucunda daha da olumlu bir duruma geldiğini tespit eder. Ailesi ile birlikte geçirmek istediği Noel'i, gerçekten de keyifli bir şekilde geçirmeyi başaran Londe, Noel'i takip eden haftanın sonucunda birden yeniden kötüleşir ve hastaneye kaldırılır.
Dr. Meadow, gerekli taramaları derhal yapar, ancak Londe'de giden tek tersliğin, akciğerlerinde yer alan ufak bir zatürre başlangıcı olduğunu görür, Londe'nin kan değerleri ve diğer bulguları gayet normal gözükmektedir, kısacası Londe'de, Londe'nin ani bir şekilde ölüm noktasına gelmesine sebep olacak hiçbir sebep bulunmamakta, ilaveten zatürre belirtisine rağmen Londe herhangi bir solunum problemi de çekmemektedir. Derhal antibiyotik tedavisine başlanmasına rağmen, Londe 24 saat içerisinde vefat eder.
Olay, bu aşamaya kadar, sıradan bir "kanser sebepli ani ölüm" hikayesi olarak görünebilir. Ama esas hayretler içinde kalmanıza neden olacak kısım bu değil.
Londe'nin otopsisinin neticesinde ortaya çıkan bulgular inanılır gibi değildir:
Meadow, hastasının ne karaciğerinde, ne akciğerinde, ne de yemek borusunda ufak bir iki nodül dışında hiçbir ölümcül veya ilerlemiş kanser belirtisine rastlamamış, başlangıç aşamasında olan zatürrenin ise hiçbir şekilde hastasını öldürecek bir seviyede olmadığını tespit etmiştir. Netice olarak, Londe'nin tüm taramalarının yapıldığı St. Louis hastanesinden alınan ve tüm tedavi süreci boyunca dayanak olarak kullanılan karaciğer raporlarının hatalı sonuçlar içerdiği anlaşılmıştır! Başka bir ifade ile Londe hiçbir zaman ilerlemiş seviyede bir kanser hastası olmamış vücudundaki yemek borusu ve karaciğerindeki "bir-iki ufak nodül" dışında kendisinde herhangi bir kanser belirtisine de rastlanmamıştır, netice olarak; Londe'nin ölüm anı incelendiğinde, ne söz konusu mide ve ciğerdeki nodüller, ne zatürre, ne de herhangi bir başka tür kanserin Londe'nin ölüm sebebi olamayacağı belirtilmiştir.
Ancak Londe tanısında kendisine belirtildiği şekilde aylar içerisinde vefat etmiştir.
Tespitlerimiz ve sorularımız şu şekilde olmalıdır:
Tespitler:
- Londe'nin kendisi de dahil olmak üzere, dünyasında yer alan herkes, doktoru da dahil, Londe'nin 2 ay içerisinde öleceğine inanmıştır. -> KOŞULLANDIRMA / TELKİN
- Londe'nin tek ve en büyük arzusu Noel'e kadar yaşamaktır -> BEKLENTİ / ODAK
Soru:
Biliçaltınızı yeterince ikna edebilirseniz, ve gerçeğiniz haline getirmeyi başarırsanız, fiziksel sağlığınızı daima koruyabilir misiniz, tüm hastalıklarınızı iyileştirebilir misiniz, ve yeterince inanırsanız ölümünüze sebep olabilir misiniz?
Tespit:
Sam Loden'in ilk etapta hastaneye gitme sebebi yutkunma zorluğudur, dolayısıyla Loden bir rahatsızlığa sahip olduğunu biliyordu.
Sam'e konulan teşhis, yemek borusu kanseridir ve 1970 senelerinde istatistiki olarak bu kanserin tedavi olma olasılığı çok düşüktür; başka bir ifade ile böyle bir teşhis, toplum tarafından da kesin "ölüm" şeklinde nitelendirilmektedir.
Loden, "yemek borusu kanseri" teşhisini duyar duymaz, doktorunun da "telkiniyle" iyileşemeyeceğine inanmıştır. Artık tek isteği Noel'e kadar yaşamaktır. Bu nedenle mide ameliyatı olmayı kabul eder, ve ameliyat iyi geçer. Buna rağmen kötüleşen Loden'in bu defa da karaciğerinin sol tarafının tamamında kansere rastlanır, Loden'in iyileşme ihtimali, doktorunun da bildirdiği şekilde ve kendisinin de inanması ile birlikte, sıfırdır ve bu Sam için "inanılmaz" bir durum değildir, yemek borusu kanser maalesef = ölüm demektir. Sam'in mantığı, yani zihni, iyileşmeden ziyade bu durumun ölümle sonuçlanacağını kabul etmiştir. ->ANLAMLANDIRMA/TELKİN
Daha da önemlisi, Loden, ölüm olayını beklemiştir, ancak Noel'e kadar yaşamayı da arzu etmiştir. -> BEKLENTİ/ODAK
Netice olarak, olay, Loden'in tamamen beklentisine uygun olarak gerçekleşmiştir -> SONUÇ
Sorular:
- Zihin, bilinç ve bilinçaltı kendimizi kısa süreler içerisinde sağlıktan, hastalığa, hastalıktan ölüme, ölüm eşiğinden yeniden doğuşa geçirebilecek kadar kuvvetli midir?
- Toplumsal inançlar, bireysel olarak bizleri ne kadar etkiler? Yakınlarımızın sözleri veya alanında uzman kişilerin sözleri bizleri ne oranda telkin etme kuvvetine sahip? Doktorların telkin yolu ile kişileri plasebo etkisi aracılığıyla iyileştirmeleri mümkün müdür? Doktorların aynı şekilde sözleri ile bizi telkin ederek şifa sürecine engel olmaları mümkün müdür?
Tespit:
Sam Londe kanser rahatsızlığına yakalanmadan önce, ağır bir depresyon geçirmekte olan bir kişidir ve senelerdir kaybettiği eşinin yasını tutmaktadır. Sam Londe'nin ölümüne sebep olacak herhangi bir bulguya geleneksel tıp rastlayamamıştır. Bunun sebebi, bilim adamlarının bedeni ve fiziksel olanı incelemesidir. Bilim adamlarına göre, beden sadece biyolojik bir sebep yüzünden ölebilir, elbette genellikle ve çoğunlukla ölümün biyolojik olarak açıklanması mümkünse de, kimi zaman Londe'nin durumunda olduğu şekilde, ölüme sebep olarak "fizyolojik" bir bulguya rastlanmadığı durumlar da meydana gelmektedir. Oysa ki, Londe'nin ruhu/enerji alanı/titreşim alanı incelenirse, Londe'nin uzun senelerdir "yas enerjisi" içerisinde olduğu, eşini kaybetmesine ilişkin olarak uzun zamandır suçluluk, özlem, ve acı içerisinde titreştiğini ve bu titreşimlerin altında yatan esas isteğin Londe'nin karısı ile birlikte olma isteği olduğu anlaşılabilir. Seneler boyu bu derece düşük frekans salınımı yapan kişinin bedenine verdiği emir bedeninin "kendini imha etmesi" yönündedir; bu kişi artık dünyada kalmak istemiyordur, ve hiçbir güç insanın öz iradesinden daha güçlü değildir.
Soru:
Tüm rahatsızlıkların esas sebebi ruhsal ve zihinsel midir? Birçok hastalık oluşmadan önce enerji bedeninden ve kişinin ruh halinden tespit edilebilir mi? Kişisel öykülerimiz bizi öldürecek kadar incitebilir mi?
Tespit:
Hikayenin aşamaları, plasebo etkisinin gerçekleşmesi için gereken tüm elementleri içinde barındırmaktadır. Bu aşamaları formül haline getirirsek şöyle bir şeyle karşılaşırız:
Plasebo Etkisi = Koşullanma-Telkin + Anlamlandırma + Beklenti-Odak + Sonuç
Soru:
Peki bu formülü sadece sağlık değil, hayatımızın herhangi bir alanına veya duruma da uygularsak başarılı sonuçlar elde edebilir miyiz? Yoksa plasebo etkisinin gerçekleşmesi için, kişinin gerçekten de durumu hakkında aksi yönde bir bilgiye sahip olmaması mı gerekir? Yani bizler, plasebo etkisini, bilerek ve isteyerek kullanabilir miyiz, yoksa bu mümkün değil mi?
İşte tüm bu sorulara dair halen araştırmalar devam etmektedir, ancak bazı soruların cevabını şimdiden biliyoruz:
- Plasebo Etkisi sadece sağlık alanında gözlemlenen bir olgu değildir, benzer deneyler sporcuların performansını arttırmaya yönelik olarak da denenmiş, ve olumlu sonuçlar elde edilmiştir. Yine benzer bir şekilde, kellik sorunu yaşayan deneklerin de plasebo etkisi sayesinde yeniden saçlarının çıktığı gözlemlenmiştir. Bugüne dek gerçekleştirilen deneylerin konularına bakıldığında, plasebo etkisinin bedensel faaliyetler üzerinde doğrudan bir etkiye sahip olduğunu söyleyebiliriz.
- Plasebo etkisi bir şekilde hücresel seviyede değişiklik yaratma kabiliyetine sahiptir. Bilim adamları plasebo etkisine sebep olan sürece dair henüz net bir açıklama yapamamaktadır.
Soru:
Plasebo etkisinin formülünün koşullanma-telkin + anlamlandırma + beklenti-odak + sonuç olduğunu kabul edecek olursak, koşullanma sadece plasebo etkisine maruz kaldığını bilmeyen kişiler bakımından mı mümkün olabilir? Başka bir ifade ile, kişi plasebo etkisine tabi tutulduğunu bilse dahi, bu etkiden faydalanabilir mi?
İşte bu soruların cevaplarını almak üzere de bir takım deneyler gerçekleştirilmiştir. Plasebo deneylerinin ikinci versiyonu tüm grupların plasebo ilaç aldıklarını bildikleri bir düzenekte gerçekleştirilir. Oldukça şaşırtıcı olan, deney grupları plasebo ilaç aldıklarını bilmelerine rağmen bu grubun da iyileşme ve fiziksel güçlerinde artış meydana gelmiştir.
Bu durumda akıllara hemen şu soru geliyor: Plasebo etkisini bilinçli olarak kullanarak sonuçlarından faydalanabilir miyiz? Cevap görebileceğimiz üzere, evet.
- Plasebo etkisi üzerinde çalışılan ilk senelerde bu olumlu etki 30% civarında görülürken seneler ilerledikçe, bu oran yaklaşık ikiye katlanmıştır ve halen de bu oran artış göstermektedir. O halde plasebo etkisinin neler yapabileceğine dair bilgiler arttıkça bu etkiye "inanmak isteyen" insan sayısı da artmakta ve inandıkça da plasebo etkisinden faydalanmaktadırlar. Zira farkındaysanız, plasebo etkisi neticesinde zihninizin bedeniniz ve sağlığınız üzerinde değiştiremeyeceği hiçbir durum söz konusu olmamaktadır, bu Tanrı'dan bir lütuf gibidir; ve belki de gerçekten öyledir.
Plasebo Etkisini Günlük Hayatınızda Kullanabilirsiniz!
O halde bir kişi kendini yeterince kuvvetli bir şekilde herhangi bir konu üzerine telkin ederse/ koşullandırırsa, mantığına ilgili konuyu oturtabilir yani kendisi için anlamlı bir hale getirebilirse ve bu doğrultuda belirli bir sonucun beklentisi içine girebilir ve odağını toplayabilirse , o sonucu elde etmesi kaçınılmazdır.
Plasebo etkisinin tanımının, çekim yasası ve rezonans kanunu ile birebir benzerliği, ilaveten "gözlemci etkisine" olan atıf sanırım dikkatinizi çekmiştir. Eğer işe yarıyorsa, kavramlarının adlarının hiçbirinin önemi yoktur.
Kendi plasebo ilacınızı elde etmek için, doktorlar öncelikle beden ve zihninizin mutlak bir rahatlama seviyesinde olması gerektiğini belirtiyor!
Benzer bir durum, etkileri oldukça hafife alınan "olumlamalar" bakımından da geçerlidir. Olumlamalar, bilinçaltının yeniden kodlanmasını içerir, ve son derece etkilidir, hatta belki de beyninizi yeniden formatlamanın en kolay ve en etkin yolu bile olabilirler. Ancak, bazı olumlamaların bazı kişiler bakımından çalışmaması; kişinin olumlama olarak bilinçaltına gönderdiği mesajın, bilinçaltında yer alan bir kodla çatışma içine girmesi neticesinde veya kişinin düzenli telkin mekanizmasını yeterli süre çalıştıramamış olmasından kaynaklanır. Bu nedenle daha önceki yazılarımda da belirttiğim gibi internetten bulacağınız herhangi bir genel olumlamadan çok çok etkin bir şekilde faydalanamayabilirsiniz. Olumlamaların kişiye özel olarak hazırlanması gerektiğine inanıyorum. Olumlamaların bilinçaltına en kolay şekilde kaydedildiği zamanlar ise, bilincin çok sakin olduğu uyandıktan sonraki anlar veya uyumadan hemen önceki anlardır; veya bu sakinlik durumuna kişi düzenli meditasyonlar aracılığı ile de geçebilmektedir.
Olumlamalar, farkedebileceğiniz üzere, esasında plasebo etkisinin de birinci aşamasını oluşturur, yani: Koşullanma/Telkin
Bu durumda kendi plasebonuzu yaratmak için, kendinizi beklediğiniz sonucun gerçekleşeceğine dair koşullandırmalısınız ve telkin etmelisiniz taa ki inancınız gerçeğiniz hale gelene kadar. Bildiğiniz gibi zihnin herhangi bir öneriyi kabul etmesi için gereken süre minimum 21 gün olarak tespit edilmiştir. Dolayısıyla kendinizi telkin etmek adına her ne yapıyorsanız, en az 21 gün boyunca bu yaptığınıza devam etmenizi öneririm.
Koşullanma/telkin sadece olumlamalar aracılığı ile değil, birçok, özellikle farketmediğiniz araç tarafından an be an gerçekleştirilmektedir. Nasıl mı? Örneğin medya! Dinlediğiniz müzikler, sokaktaki konuşmalar, görsel hafızanıza an be an attığınız görüler, herşey ama herşey sizi belli bir konuya inanmanız veya inanmamanız yönünde an be an telkin etmektedir; öyle ki herhangi bir konu hakkında herhangi bir fikir geliştirmenize dahi gerek yoktur, Google bu işi sizin için yapmaktadır. Sam Eldon'un hikayesinde gördüğümüz gibi, yemek borusu kanserinin "ölümcül" olduğu konusunda o dönemlerde hem doktorlar arası hem de toplum bünyesinde kesin bir yargı vardı. Bu yargıdan herhangi birinin etkilenmemesi mümkün müdür? Oysa Noel'e kadar yaşamak isteyen, Sam'in ameliyatı başarılı da geçmiştir. Yemek borusu kanserinden kurtulma imkanının sıfır olduğunu söyleyen bir doktor Sam'i istemeden, farkında olmadan, öleceği yönünde telkin etmiş olabilir mi? Elbette böyle bir durumdan tek bir kişiyi sorumlu tutmak anlamsızdır, ancak burada anlatmak istediğim "telkin" dediğimiz mekanizmanın sadece olumlamalar aracılığıyla gerçekleşmediği, dünyamızda yer alan tüm uyaranlar, toplumsal ve bireysel öykülerimizin de tamamının bizi telkin ettiğidir. Bu nedenle sadece papağan gibi olumlama sayıklamak, ve hayatınızda diğer hiçbir şeyi değiştirmemek, yeterli kuvvette bir telkin aracı olmayabilir. Ancak bu da benim kodlamamdır, başka bir ifade ile, bu da sadece benim sınırlı inancımdır, olumlamaların hayatını değiştireceğine inanan bir kişi bakımından, olumlamalar bu denli kuvvette tek başlarına da etki edecektir.
Peki o halde, bir kişinin kendini ölümcül veya tedavisi olmayan hastalıklardan dahi iyileştirebileceği matematiksel olarak mümkünse, neden bu durumun örneğine daha çok rastlayamıyoruz veya neden çok inanmasına rağmen bazı hastaları kaybediyoruz?
Bu sorular hakkında henüz net bir cevaba ulaşmak için erken, ilaveten söz konusu kişilerin iç dünyasını bilmeden doğru bir yorum yapmak da pek mümkün değil. Ancak teorik olarak;
1) Kişinin hayat çizgisi sona ermiş olabilir;
2) Kişi iyileşeceğine hiçbir zaman yeterince inanmamıştır veya iyileşmesi mantık çerçevesinde kendisine anlamlı gelmemektedir, başka bir ifade ile beklentisi olumsuz olandan yanadır ve iyileşme ihtimalinin düşük olduğuna inanmıştır;
3) Kişi yüzeyde inansa dahi, derinlerde iyileşmesini engelleyecek bilinçaltı seçimleri yapmış olabilir.
Plasebo etkisinin "anlamlandırma" aşamasında, elde etmek istediğiniz sonucun mantığınıza oturması gerekir, biz insanlar halen mantığımızla çeliştiği sürece herhangi bir olguya inanamıyoruz, inansak da mutlaka inancımızda şüphe kırıntıları bulunuyor, bu nedenle olumlamaların tek başlarına tüm hayatınızı değiştirebilmesi insanın mantığına ters düşebilir, zira insanın en temel kodlarından biri de güzel olan herşeyin ve hayatının kökten değişmesi için emek, çaba ve zaman gerektirdiği yönündedir. Bu elbette sizin suçunuz değil, tüm dünya böyle düşünüyor, eğitim sistemimiz böyle kodluyor vs vs, dolayısıyla birileri kalkıp size, herşeyin sizin inancınıza göre hareket ettiğini söylese, bu durumda tüm dünyadan aldığınız verilere ters düşen bir veriyi zihniniz kolaylıkla kabul etmeyebilir. İşte tüm bu nedenlerden dolayı, gerek plasebo etkisi, gerek çekim yasası ve rezonans kanunu çalışmaları herkeste eşit oranda çalışmamakta ve etkili olmamaktadır.
Benzer şekilde, hayatı boyunca dua edip de, bir türlü sıkıntıdan kurtulamayan insanlar bakımından da, bu kişilerin dua ederkenki ruh, duygu ve zihin durumlarının incelenmesi anlamlı veriler sunacaktır. Birçoğumuz dua ederken adeta mağdur ve kurban psikolojisine girer, kendi hiçbir kişisel gücümüz olmadığına veya kalmadığına inanır ve durumumuzu "Allah'a havale ederiz". Böyle bir zihin durumundaki kişi için dua son çaredir, ve içten içe, durumunun çok vahim ve analitik olarak çözülmesi imkansız bir durum olduğuna inanır, bu zihin ve duygu durumundaki kişi bakımından, dualarının gerçekleşmemesi de hiç şaşırtıcı olmayacaktır. Birçok dindar kişi aslında kendileri farketmese dahi "inançlı" değildir, ve hiçbir dine bağlı olmayan bir çok kişi ise oldukça "inançlıdır". Daha önce dikkatinizi çekmemiş olabilecek olan bu ayrım esasında, hayatınızın gidişatını doğrudan belirleyen en önemli etkendir.
Dinsiz ama inançlı bir çok kişi mükemmel hayatlar sürebilirken, dinine son derece bağlı ama inancı zayıf olan kişiler bakımından, zorluk çekmek kaçınılmazdır. Belki birçoğunuz eleştirecek ama, kendini muhafazakar, dindar, dinine çok bağlı olarak niteleyen kişiler günde 10 saat dua etse dahi, bu kişiler geri kalan zamanlarında sürekli kaygı, endişe, stres ve olumsuz düşünceler ile boğuşuyor ise, bilinçaltlarında ettikleri duanın kuvvetine inanmamakta olduklarına dair çok kuvvetli titreşimler yayınlamaktadır, zira dertlerine duaların çare olacağına kesinlikle ve yürekten inanan bir kişi bakımından gerginlik, kaygı, endişe, stres ve felaket öngörüleri söz konusu olamaz, aksine o kişi, son derece sevecen, hayata güvenen, huzurlu ve sevgi dolu bir insan haline gelir. Oysa yüzde 99'u Müslüman olan ve nispeten muhafazakar sayılan toplumumuz bakımından böyle bir istatistik vermek mümkün değildir, toplumumuzun bireysel skalada refah düzeyine bakacak olursak da, şahsen toplumumuzda bir çok "inancı zayıf" kişinin var olduğunu söyleyebiliriz.
Bugüne dek dinine bağlı muhafazakar birçok danışanla çalıştım, ilk soruları enerji çalışması yerine, dua edip edemeyecekleri olur. Bu kişilere duaların kuvvetine ne kadar inandıklarını sorarım, gerçekten duaların kuvvetine inanan bir kişi bakımından, dua son derece kuvvetli bir enerji çalışmasıdır ve çok etkilidir. Bu kişilerin duaları kabul olur, çünkü öncelikle dualarının kabul olmasını "hakettiklerine" inanırlar, Allah, Evren, Yaradan, Yüksek Bilinç adını ne koyarsanız koyun, kendi zihin kapasitelerinin ötesinde bir bilincin olduğuna dair de çok kuvvetli bir inançları bulunur, en önemlisi de bu bilincin kendilerinin "dostu" olduğuna inanırlar. Kaçımız Tanrı'nın dostumuz olduğuna, ve bizi daima destekleyeceğine inanıyoruz? O kadar inançsızız ki, Tanrı'nın bizlere kendimizi şifalandıracak, "mucizeler" yaratacak, hayallerimizi gerçekleştirecek bir mekanizma sunmuş olabileceğine dahi ihtimal vermiyoruz. Başka bir ifade ile Tanrı ya zar atıyor, ya da işkenceden zevk alıyor olmalı..Böyle yazınca, asıl bu ifademe inanmak güç geliyor değil mi?
Bir kavramın safsata olup olmadığı objektif bir gerçeklik değildir, inanıyorsanız, çalışır, inanmıyorsanız çalışmaz. Tek kural, hiçbir kuralın olmadığı, kuralları ise zihninizin koyduğudur.
Gerek plasebo etkisi, gerekse çekim yasası/rezonans kanunu çalışmaları, ve hatta Maji/Simya çalışmalarının ve nefesi kuvvetli olarak tabir edilen ve duaları daima kabul olan kişilerin en önemli ortak özellikleri şu şekildedir:
1) Yapılan enerji çalışmasının çalışacağına yürekten inanırlar, bu onların gerçeğidir ve sınanmaya açık değildir.
2) Bu çalışmanın etkinliğine yürekten inanmaları sebebiyle, çalışma esnası ve sonrasında büyük bir sakinlik, dinginlik ve huzur halinde bulunurlar.
3) Çalışmaları etkin kılan, başka bir ifade ile "çalıştıran" en önemli etkenler niyet ve niyetle birleşen duygu yoğunluğudur. Bu kişiler, dilekleri şimdi, şu an gerçekleşmişcesine, büyük bir duygu yoğunluğu içerisine girerler. Örneğin, daha fazla para isteyen kişi bakımından, o paraya şu an sahip olsaydı ne hissedecekti, işte o kişi dileğine sahip olacağının bilgisiyle, o an bu duyguları hissetmeye başlar ki, bu duygu salınımı gerek bedenin ve beynin kimyasal düzenini (plasebo etkisi) gerekse enerjiden oluşan varlıklar olarak etrafa yaydığımız frekansları (çekim yasası) doğrudan etkiler. Yeterli duygu salınımı olmaksızın, ne dua, ne çekim yasası, ne de plasebo etkisini çalıştırmanız imkansızdır.
Duygu Salınımı Nasıl Gerçekleştirilir?
Gerçekten de, gerek plasebo etkisi, gerekse, çekim yasasını çalıştırmanın en önemli noktası, ileride içinde bulunmayı beklediğiniz duygu durumuna şimdi ve şu an geçiş yapabilmenizdir.
Kadim bilgeler bu sırrı çözmüş olacaklar ki, bu duygu yoğunluğunu oluşturmak adına bir çok farklı ve hatta garip diyeceğiniz yöntemlere başvurmuşlardır.
Ne demiştik; plasebo etkisini çalıştırmak için bir formül oluşturduk, buna göre:
Plasebo Etkisi = Koşullanma-Telkin + Anlamlandırma + Beklenti-Odak + Sonuç
Bu formülü çalıştırmadan önce ise gerek Tıp Doktorlarının, gerekse benim gibi kişisel gelişim uzmanlarının ön hazırlık olarak mutlaka geçilmesini beklediğimiz ilk zihinsel durum: RAHATLAMA
Rahatlama için:
1. Meditasyon:
Meditasyon denilince, gözünüz korkuyor olabilir; korkmasın. Tek yapmanız gereken, zihniniz sakinleşinceye kadar düşüncelerinizin özgürce zihninizden geçip gitmesine izin vermek, meditasyon hiçbir şey düşünmemek değil, aksine, tüm düşüncelerinizin özgürce akmasına izin vermektir. Meditatif bir zihin durumuna geçmek için size tavsiyem, burnunuzun ucuna odaklanmanız ve nefes alıp verişinizi takip etmeniz, veya kalp atışınıza veya parmak uçlarınıza veya bedeninizde herhangi başka bir noktaya odaklanmanız... bu şekilde, kendinizi düşünce selinde kaybolmuş hissettiğiniz noktada, tekrar ve hemen nefesinize odaklanarak an'a geri dönüş yapabilirsiniz. Zihninizin boşaldığından emin olduğunuz vakit, duygularınızı hedefinize yönelik olarak yoğunlaştırmaya başlayabilirsiniz.
2. Ağır fiziksel aktivite:
Yanlış duymadınız, işte garip dediğim yöntemlerden biri budur. Yine Tıp Doktorlarının deneme-yanılma yöntemiyle, kadim bilgelerin ise sezgisel olarak işe yaradığını tespit ettiği bu yöntem, ağır kardio çalışmaları, koşu, ve yoğun fiziksel tempoyu içermekte. Biraz düşündüğünüzde, ağır bir spor programı esnasında ve sonrasında, herhangi bir şey düşünemediğinizi ve ister istemez an'da kaldığınızı farketmişsinizdir. Bu benim de kullandığım bir yöntemdir, hem haftanın 4-5 günü yarım saatlik sporumu yapmış oluyor bedenimi sağlıklı kılıyor hem de sporun akabinde rahatlamış zihnim üzerine rahatlıkla istediğim duygu durumuna geçiş yapabiliyorum, bir taşla iki kuş =)
3. Anlık yüksek duygu hali
Yine benim oldukça garip bulduğum, ve henüz kullanmadığım, kullanılmasını da şehir insanına önermediğim vefakat birçok kadim bilgenin de kullandığı bir yöntem olan bu yöntemden kısaca bahsetmek isterim. Birçoğunuz duymuşsunuzdur, Tibet'teki, Hindistan'daki şaman ve rahipler, bazı dönemlerde "oruç" tutarlar, yalnız onların oruç modelleri, belli bir saatten sonra yemek yemeyi içermez, yaklaşık 40 gün boyunca sadece "yaşayacak" kadar besin alan bu kişiler, bedeni aç bırakarak, zihni ve egoyu devre dışı bırakırlar. Bu çalışmanın daha da ağır olan modeli, sadece 3 gün boyunca ballı su ile beslenmeyi ve inzivaya çekilmeyi içerir, çok çok ağır bir detox olduğunu düşündüğüm bu çalışmanın, bizler gibi günlük yaşantısında hareketli olan kişiler bakımından uygulaması güçtür ve daha da önemlisi sağlığımız açısından sakıncalıdır. Bu kişiler, 3 gün boyunca tek başlarına kimse ile konuşmadan inzivaya çekilirler, yemek yemezler ve tefekküre dalarlar. Bu sistem ile ölmemeyi başarırsanız (elbette işin espirisi), ego ve zihninizin adeta "öldüğünü" farkedebilirsiniz. Böyle bir çalışmaya niyet ediyor iseniz, mutlaka ama mutlaka günlük aktivitelerden kaçınmalısınız zira bedeniniz tüm enerjisini içsel yolculuğuna kullanacak olup, fiziksel aktiviteleri gerçekleştirecek enerjiyi böyle bir çalışma ile bulmanız imkansız ve sakıncalı olacaktır. Bu çalışmanın mantığı ise şudur; ölüme yakın deneyim hallerinde ego devredışı kalmaktadır, elbette bedensel olarak ölemeyeceğimize göre (niyetimiz ölmek değildir) , bedensel faaliyetleri minimuma indirip, bedeni "yoksun" kılarak, taç çakrasının (ruhun giriş ve çıkış noktaları) açılması sağlanır.
4. Mindfulness
Mindfulness'ı Türkçe'ye çevirmemiz gerekirse en doğru tanım; an'da kalmak olacaktır. Yine benim sıklıkla kullandığım bu yöntem, herhangi bir nesneye odaklanmak ile kolaylıkla gerçekleştirilebilmektedir. Örnek vermek gerekirse, 5-10 dakika, bir mumun danseden ateşine odaklanmak; bir ağaç veya bitkinin tüm detayları ile birlikte yaprağına odaklanmak, dalgaları seyretmek, belli bir ritme sahip bir tınıya odaklanmak ( kristal çanaklar veya mantra meditasyonları gibi), belli bir ritmde yürüyerek adımlarınıza odaklanmak vb. Bu örnekleri çoğaltmak elbette mümkün.
Tüm bu yöntemler, ego ve zihni sakinleştirmek ve mümkün olduğunca devreden çıkarmak üzere tasarlanmıştır ancak kesinlikle bu yöntemler birer "kural" değildir, rahatladığınızı düşündüğünüz size münhasır başka yöntemleriniz de mevcut ise, mutlaka öncelikle o yöntemleri kullanmanızı öneririm. Yalnız rahatlama yöntemlerinizin sizi geçmiş olaylara ve gelecek olaylara taşımadığından emin olun, maksadımız an'da kalmak ve an'ı yaşamaktır.
Ön hazırlığı tamamlayıp rahatladıktan sonra gelelim, hedefinize yönelik nasıl duygularınızı yoğunlaştıracağınıza; esasında bu konuda upuzun bir kitap yazdım, ve ufak aksilikler nedeniyle basılması biraz zaman alıyor, ancak elbette basıldığında buradan yine sizinle paylaşıyor olacağım. Kitabımda detayları ile açıkladığım duygu yoğunlaştırması sisteminin en bilinen ve kolaylıkla uygulayabileceğiniz birincil yöntemi, imgelemedir. Placebo Etkisini çalıştırmak isteyen kişilerin belki de tek kullandığı yöntem olan "imgeleme" yöntemi uygulaması en basit ve zevkli tekniklerden biridir.
Tek yapmanız gereken, gözlerinizi kapayıp, içinde bulunmak istediğiniz durumu, bir filmi seyredermişcesine, hatta o filmin içine girerek, tüm bedeniniz ve duygularınız ile hissetmek ve adeta yaşamak. Beyin, gerçek ile bu şekilde yapılan imgelemeyi birbirinden ayırdedemez, bu bilimsel bir gerçektir. Bu nedenle, hastalığını iyileştirmek üzere, kendini sağlıklı bir bedende imgeleyen ve sağlıklı bir bedenin nasıl hissettireceğini an'da özümseyen (hissedebilen) kişi bakımından, beyin ve tüm vücut, iyileşme mekanizmasını çalıştırmaya başlar; yani iyileşme için gereken tüm kimyasal ve bedensel faaliyetleri ve yeni hücre oluşumunu destekler. Dileğiniz sağlıktan farklı bir konu ile ilgiliyse, bu defa da, yaymakta olduğunuz titreşimler adeta bir mıknatıs gibi dileğinizin gerçekleşmesi ile ilgili ilintili olan tüm kaynakları önünüze birbir çıkararak dileğinizin gerçekleşmesini sağlar.
Daha önce de bahsettiğim şekilde bilinçaltınızın herhangi yeni bir önermeyi kabul etmesi için gereken diğer bir unsur ise, TEKRARDIR. Bu durumda, gerek olumlama, gerekse imgeleme çalışmalarının sizin "gerçeğiniz" haline gelene kadar tekrar edilmesi gerekmektedir. Bilim adamları bu sürenin minimum 21 gün olduğunu belirtmiş olsa da, esasında herhangi bir öneriyi kabul etmeniz için kimi zaman 1 dakika yeterli olabilirken, kimi zaman birkaç aylık zaman dilimlerine ihtiyacınız olabilir, bu nedenle "21 gün" kuralı da esasında değişmez bir kural değildir. Ancak, konu enerji oldu mu, yalan söylemeniz mümkün değil, bu nedenle sabırsız olmayın, gerçekten hedefinizle ilgili zihin ve duygu durumunuz netleşmeden, kısacası, hedefinizin gerçekleştiğini, hedefiniz henüz fiziksel alemde gerçekleşmese dahi, "bilmeden" tekrarı bırakmamalısınız, bu 1 dakika da sürebilir, 1 yıl da..
Bir şeylere "zorla" inanmak elbette mümkün değil, ancak inancın temelinde de çoğu zaman "mantık" yatar, herhangi bir konu mantığınız ile örtüştüğü noktada, o konuyu zihninizin kabul etmesi çok daha kolay bir hale gelir. Hukuk fakültesinden mezun olmuş eğitimci bir ailenin kızı olarak takdir edersiniz ki, sorgulayıcı bir doğaya sahibim, bu günlük yaşantımda oldukça faydalı olurken, kişisel gelişim çalışmalarında türlü türlü zorluklar olarak karşıma çıkmaktadır. Bu nedenle herhangi bir kavramın "gerçeğim" haline gelmesi için, bir çok kişiye oranla çok daha sıkı bir şekilde ikna edilmem gerekiyor, hal böyle olunca, sadece tek bir konu ile ilgili olarak sayısız kitap, makale okumak ve söyleşi gerçekleştirmek durumunda kalıyorum, benzer şekilde kendi bireysel seanslarımda uyguladığım tüm yöntemler de mutlaka benim tarafımdan sıkıca araştırılmış ve denenmiş ve sonuç alınmış yöntemler oluyor.
Şu anda sizlerle paylaşmakta olduğum "plasebo etkisi" de, bir süredir yeni bir yazı paylaşmamam da anlayabileceğiniz şekilde şu anda incelemem altında, ve uygulamakta olduğum yöntemlerden biri haline gelmiş durumda =)
İnsanın mantığını devre dışı bırakması, istese dahi, güç bir iştir, zira, doğduğumuz andan beri, deneyimlediğimiz herşeyi ama herşeyi bir neden-sonuç ilkesi çerçevesinde zihinsel bir şekilde incelememiz bize öğretilmiş durumda. Eğer herhangi bir olayı neden-sonuç ilişkisi içerisinde anlamlandıramazsak, tüm zihinsel devrelerimiz adeta yanmaya başlıyor, ve o olayı ya tamamen yadsıyor ve saçmalık ilan ediyoruz ya da o olayla ilgili bir yanlışlık olduğuna inanıyoruz, sadece çok çok azımız, bu anlamlandıramama halini kendi zihnimizin kapasitesinin yetersizliğine yoruyoruz!
Zihinlerimiz Tanrımız haline gelmiş durumda, bu durum o kadar vahim bir haldeki, inandığımız Yaradan dahi, insan evrimi ile birlikte gelişen anlayış kapasitemize göre sürekli form değiştiriyor. Önce Yaradan, "Güneşti", sonra "doğa anaydı", sonra bunları temsil eden putlar yaratıldı, bir dönem, bu kadar çok kuvveti tek bir yaradanın yönetemeyeceği düşünülerek birden fazla Tanrı algısı yaratıldı, sonra dinler dönemi geldi, bu defa, kurulan imparatorluk düzenleri gereğince, Tanrı, hem seven hem döven bir İmparator formuna kavuşturuldu. Şimdilerde enerjiden bahsediyoruz, kuantum fiziği tüm bilim dünyasında bir çığır açtı, artık sorgulayan zihin Tanrı'nın insan egosuna sahip bir baba veya insan figürü olmasını mantığına oturtamıyor, oysa ki, bundan bir kaç yüz yıl önce, benim şu an paylaşmakta olduğum düşüncelerim, sadece delilikle itham edilmeme değil aynı zamanda hayatıma mal olabilecek derecede "ıslah edilemez" bir suçlu olarak damgalanmama neden olurdu.
Şimdi bana söyleyin, inandığınız Tanrınız hakikat midir? Peki ya hakikat sürekli form değiştirir mi yoksa sabit midir? Bundan 250 sene sonra Tanrı kim olacak veya ne olacak? Hiç düşündünüz mü? Bu sorulara henüz benim de bir cevabım yok, sadece soruyorum...
Hakikat, ne form değiştirir, ne görecelidir, sadece olandır.. Olan, zihninizin ötesinde ise, onu zihninizle kavramanız imkansızdır, zihin kendi sınırları gereği olanı da sınırlı olarak görür ve size olanın çarpık bir imajını sunar.
Eğer Tanrı anlayışınız form değiştiriyor ise, eğer bizler hala inançlarımızda farklı yollarda yürüyorsak, henüz hakikate ulaşamadık olanı henüz kavrayamadık demektir.
Dolayısıyla inançlarınıza sıkı sıkıya bağlanmak eğer o inançlar size hizmet ediyor ise faydalıdır, köstek oluyor ise bir felakettir! Kaldı ki, eğer mantık da arıyorsanız, şunu düşünün, insan kendi varlığının sadece yüzde 5'ni anlayabilmiş ve çözebilmiş durumda, bizler bu halimizle, Yaradan ve Evren'in mekanizmalarını çözmüş olabileceğimize nasıl ikna oluyoruz? Benim de böyle bir iddiam yok, kimsenin de olmamalı, bu herşeyi bildiğini zanneden zihninizin bir yanılsamasıdır. Bir zihne sahip olan kimsenin bu iddiasına şüpheyle yaklaşılmalıdır.
Esasında çok güvendiğimiz zihinlerimiz, hiçbir şey bilmiyor, bildiğini zannediyor! Dolayısıyla zihin, sizi mutlaka bir gün yarı yolda bırakacaktır. Zihninize güvenemezsiniz, zihin, çevresinden topladığı ve topluma uyumlu bilgileri size pişirip pişirip sunan bir bilgisayar yazılımından farksızdır. Zihninin ötesinin olmadığını düşünmek ise, insanın bir yazılımdan farksız olduğunu kabul etmekle eş değerdir.
Dolayısıyla insanoğlu evrimleştikçe ve geliştikçe, ötesini araştıracak, keşfedecek, ve neden-sonuç ilişkisine olan bağımlılığı nedeniyle de aynı şekilde bilim de gelişecek ve "hakikatler" sürekli form değiştirecektir.
Hiçbir şey sadece iyi veya kötü değildir, kullanım yeri ve zamanı vardır. Neden-sonuç ilişkisinin ve zihinlerimizin olmadığı bir dünyada, dünyevi hiçbir deneyimi yaşayamazdık. Kişisel Gelişim ve metafizik öğretiler, hayatımız boyunca pek de dikkate almadığımız zihnin ötesini de deneyimleyebilmeniz adına öğretiler sunar.
Örneğin, iş hayatınızda analitik yönünüzü kullanmanız gerekirken, kişisel gelişim çalışmalarında analitik yönünüz ve zihniniz size hizmet etmez, çünkü sorunu yaratan zaten zihninizdir, sorunu yaratanın sorunu çözmesini beklemek ise deliliktir =)
Bu nedenle, plasebo etkisi olsun, çekim yasası olsun, bu gibi mantığınızı zorlayan çalışmaları gerçekleştirirken, gerçekten de mantığınızı devre dışı bırakmanız gerekir. Ama diyelim ki siz de benim gibisiniz ve inatçı bir zihniniz var, bu durumu yumuşatabilmek adına, ilgilendiğiniz konu hakkında bol bol okuyun, egonuzu yani zihninizi bu gibi şeylerin olabilirliğine ikna edin! Hayatımız bir şeylerin neden olamayacağına yönelik kanıt toplamakla geçiyor, kendimize attığımız en büyük çelme belki de bu düşünce yapımız..
Zihninizden kurtulamazsınız, zihninizin sınırlı anlayış kapasitesine üzülmek de beyhude, ama zihninizi size hizmet etmesi için kullanabilirsiniz. Bir blog yazısı ile evrenin sırlarını elbette çözemeyiz, ancak olanı kabullenip, ondan faydalanabiliriz.
Şimdi şu an, bildiğimiz bir şey var: Zihin, beden ve ruhu doğrudan etkileme kapasitesine sahip, yaratıcı bir güce sahip, adına şimdiki zamanda plasebo etkisi deniyor, plasebo etkisi kavramını yıllarca "olmayan etki" olarak algılamış olabilirsiniz, ancak bu etki ile Reiki ve çeşitli enerji çalışmaları ile yeniden yaşama sarılmış, hayatlarını sıfırdan yeniden inşa etmiş insanlar var, sizin için gerçek olmayan onlar için gerçek olmuştur ve bu şans değil, kader değil, bilinçli bir seçimdir.
Herhangi bir eğiliminizden sonuç almanın ilk kuralı "nasıl olsun?" diye sormayı bırakıp "neden olmasın?" sorusunu sormaktır.
Size bu yazı ile birlikte zihninizi, isteklerinize doğru yönlendirip, sizin zihniniz için çalışmanız yerine, zihninizin sizin için çalışması için gereken temel prensipleri aktarmış oldum.
Benim görevim burada bitiyor, bir deneyimi bir yazı ile aktarmak ancak bir yere kadar mümkün olabilir, zihnin ötesinde var olan eylemleri zihninizin sözcük haznesiyle aktarmanız da güç bir iştir.
Bu nedenle, anlamak için, deneyin, bol bol deneyin...okuyun, bilgilenin, tekrar deneyin.. İşin sırrı budur. Hakikate henüz ulaşamamış olabilirsiniz, belki de hakikate ulaşmanın sırrı, hakikati sizin yarattığınızın farkına varmaktır?
Sevgilerimle,
Not: Bireysel ve grup seansları ve eğitim talepleriniz için bana fitsoulfitmind@gmail.com adresinden ulaşabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder