Herkese merhaba,
Bugün, özellikle bizim toplumumuza has bir konudan bahsetmek istedim. "Beddua" hepimizin korktuğu bir kavram.. Türlü türlü talihsizliklerden başını kaldıramayan kişiler, eğitimi, sosyokültürel yapısı, çevresi farketmeksizin, eninde sonunda kendilerini şu soruları sorarken bulabiliyor!
"Nazar mı var üzerimde?"
"Birinin Ah'ını mı aldım acaba!?"
Bunların bir adım ötesi ise, "bende büyü mü var?" olarak karşımıza çıkıyor.
Bu sorular ile o kadar çok karşılaşıyorum ki, artık bu konuda bir yazı paylaşmanın zamanı geldi diye düşünüyorum.
Beddua ile başlayalım o zaman..
Beddua kelimesinin etimolojisini incelediğimizde, farsça olan "bet" kelimesinin , İngilizce'deki "bad" kelimesinden evrilmiş olduğunu ve "olumsuz olan, kötü" anlamına geldiğini görüyoruz. Kısacası beddua - kötü dua anlamına gelmektedir.
Beddua olgusu daima ilgimi çekmiştir; neden diyecek olursanız, daha ufacıkken, bir yerlerden duymuş olduğum "beddua" kavramını ailem "ne olursa olsun, ne kadar kızarsan kız kimseye beddua etme, mutlaka sana döner" şeklinde açıklamış ve beddua benim için edilmemesi gereken, yasak bir kelime haline gelmişti.
Ama neticede 3-4 yaşlarında ufacık bir çocuktum, ve tabii ki ailem bazen beni o kadar ama o kadar öfkelendiriyordu ki, bir gün haksız yere azarlandığımı düşündüğüm bir an arabayı kullanmakta olan babama "inşallah kapın açılır aşağı düşer ve ölürsün!" deyiverdim, sonra aklıma bedduanın gerçekleşebilme ihtimali gelerek ve çok korkarak, "hayır, değiştiriyorum, ölme, ama arabanın üzerindeki bisikletlerin uçsun parçalansın inşallah!" şeklinde bedduamı değiştirdim, (o sırada seyahatteydik ve arabanın üzerine bisikletlerimizi bağlamıştık). Bunu söyledikten iki dakika içerisinde ani bir rüzgar çıktı ve gerçekten de bisikletlerimiz arabanın üzerinden uçuvererek yollara saçıldı.
Dediğimin gerçekleşmesinin hayreti bir yandan, tekrar azarlanma ihtimali diğer yandan oldukça sarsılmıştım. Elbette ve tabii ki tekrar azarlandım =). Ancak kendimi de savundum, haksız yere azarlandığımı düşünüyordum ki gerçekten de herkes bu konuda hemfikirdi, ve eğer haksız olmasaydı babamın başına böyle bir şey gelmeyeceğini iddia ettim=)
Bakın normalde, bir insan 3 yaşına kadar yaşamış olduğu olayları pek hatırlamaz, ama bu olay beni o kadar ama o kadar etkilemişti ki, hiçbir zaman unutmadım. Kimse de unutmamış olacak ki, o günden sonra beddua etmemem için zaman zaman uyarıldım =) Ufaktım, ama iyi niyetliydim ve kimsenin de zarar görmesinden esasında haz duymuyordum o nedenle ne kadar öfkelensem de, ve ne kadar haksız yere kalbimin kırıldığını düşünsem de, beddua silahıma sarılmamam gerektiğini biliyordum. Peki ben ne yaptım? Beddua etmedim, ama bu defa da haksız yere kalbimin kırıldığı her an herkesi beddua etmekle tehdit ettim =)
Daha sonra başka bir şeyi daha farkettim, yürüyen birilerinin ayaklarına uzun süre baktığımda o kişiler ya takılıyor ya düşüyordu (buna nazar da diyebiliriz öyle değil mi?) Babam, kendisinin de bunu yapabildiğini hatta çocukken arkadaşlarıyla eğlence olsun diye kaldırıma oturup önlerinden geçen insanları tökezlettiklerini ya da düşürdüklerini anlattı, bazen de kontrolsüzce çok beğendiğim arkadaşlarımın kalemlerini yine "gözümle" kırabiliyordum ve bundan dolayı da hem utanıyor, hem de mutsuz oluyordum.
Yani, bu durumumdan pek de haz duymuyordum zira bedduanızın tutması veya insanları düşürebilmek, kalemleri kırmak hayatta faydalanabileceğiniz özellikler değil ve ben ne kadar ufak da olsam bunun farkındaydım ve bunların hiçbirinin de özel yetenekler olduğunu da düşünmüyordum (ki değildir; birazdan değineceğim).
Gerçekten de bu durum ilgimi çekmişti, belki de "çekim yasası" üzerine uzmanlaşmaya karar vermemdeki en önemli etken bile bu olaylar diyebilirim.
Bedduanın ve "gözümün" etkisinin farkında biri olarak hayatımda bu durumu -saydığım için biliyorum - 3-4 kereden fazla kullanmadım.
Bir keresinde ise, yine haksız yere kalbimin çok ama çok kırıldığı bir basketçi arkadaşıma, dönüp "inşallah o bana kaldırdığın elin kırılır ve bir daha basket oynayamazsın" demiştim, bunu dediğimde de 13-14 yaşlarında olmalıydım, maalesef sonraki hafta elini kıran bu arkadaşımın basket hayatı okul hayatı boyunca sona ermişti, yani beddua silahımı yine kullanmıştım ve bir daha da asla beddua etmemeye yemin ettim - ne olursa olsun.
Ancak kafamda bu olayı da değerlendirmek istiyordum, evet "gözüm" değiyordu, evet beddualarım tutuyordu, ama neden ve nasıl?
Çocuksu aklımla bir insanın kalbi "haksız" yere kırılırsa, adaletin yerini bu şekilde bulduğu gibi bir formül gelmişti. Peki "göz değmesi" neydi? Sokakta yürüyen insanların ne günahı vardı ki ben uzun süre baktığımda o insanlar düşüyordu? Cevap bu değil, başka bir şey olmalıydı. Çocukken, gözden ve ağızdan çıkan enerjinin (o zamanlar enerji nedir bilmiyordum, sadece güç diyordum) maddeye etki edebildiğine kanaat getirerek, aynı mantıkla eşyaları da hareket ettirebileceğim gibi bir fikre kapılmıştım; ve başladım denemeye =)
Bu işe ne zaman başladın diye sorduklarında 13 yaşları cevabını verdiğimde şaka yapmıyordum, gördüğünüz gibi gerçekten de bu olayları kendimce bir şekilde irdelemeye başladığım yaş değil 13 esasında çok daha ufak yaşlardı..
Gelelim denemelerime, ilkokul zamanı, sınıflarımıza çıkan merdivenlerin başında öğrencilerin yapmış olduğu resimler asılırdı, o panoda bir de koltuğunda oturan bir oğlan çocuğunun resmi vardı, 5-6 yaşlarında, o resmi bakarak aşağı düşürmeden, sınıfıma çıkmazdım.. Fakat daha sonra başka nesnelerle çalıştığımda başarılı olamadım.. başarılı olamadıkça da artık bu konu üzerinde pratik yapmayı bıraktım, ama düşünmeyi bırakmadım.
Peki, benden çıkan bir güç insan ve nesneleri etkileyebiliyorsa;
1) Bu güç neydi?
2) Bu güç olumlu şeyler yaratmak için de kullanılabilir miydi?
3) Bu güç daima her nesne için çalışmıyordu, bazen de istemsizce çalışıyordu, yani formülü neydi?
İşte, benim kişisel gelişim yolculuğumun başlangıç öyküsüdür bu...
Bu aşamadan sonra, benim sözde "yeteneklerimi" daha da geliştirdiğimi düşünerek adeta ayaklı bir lanet makinesi veya bir medyuma dönüştüğümü düşünebilirsiniz, zira tüm kitapların başlangıç öyküsü de böyle değil midir? O çok özel insanların ufakken başına gelen olağandışı olaylar sonucu, daha da özel insanlar haline gelerek, yetenekleriyle dünyayı değiştirdikleri o öyküler...
Hayır, benim öyküm bu şekilde devam etmedi =) Zaman içerisinde bu konuları sadece "teorik" olarak incelemeye devam ederken, bu gibi olayları çocukken gayet "doğal" olarak kabul eden ve uygulayan ben, iyice mantığımın kölesi olmuştum belli ki ve artık bu gibi olayları ister istemez bir "yetenek" ve "olağandışı" ve hatta kimi zaman ise "hayal ürünü" olarak değerlendirir olmuştum. Derken, bu gibi "yeteneklerin" kişinin 3.gözünün ne kadar aktif olduğu ile ilintili olabileceği bilgisini edinince, başladım 3.gözüm (6. çakra) üzerinde çalışmaya, ne kadar zorlasam, ittirsem de, bir kaç ufak gelişim emaresi dışında elle tutulur bir sonuç elde edemediğimi söylemeliyim. Oysa küçükken herşey ne kadar doğal bir şekilde meydana geliyordu, hiç bu şekilde ittirma kaktırmaya gerek olmuyordu.
Genç kafam yeterince çalışmamış olacak ki, ben inatla çalışmalarımı sürdürdüm, bu çalışmamın karşılığını da birçok sene sonra aldım..Zor muydu? Zordu. Çok mesai ve para harcadım mı? Hem de nasıl! Değdi mi? Evet değdi.. Peki tek yolu bu zor yol muydu?
İşte genç kafam yeterince çalışmamış demek ki derken kastettiğim tam da buydu!
Çok çalışarak elde edemeyeceğiniz hiçbir şey yoktur arkadaşlar! Bu iddiamın altına imzamı atarım. Ancak bir şeyler sadece çok çalışarak mı elde edilir?
Evrende canlı ve cansız herşeyin yapıtaşının enerji olduğunu düşünecek olursak;
Enerjinin son derece hareketli, devinim halinde olan, yok olmayan vefakat form değiştiren, akışkan bir yapısı olduğunu düşünecek olursak;
Enerjinizi "zihinsel" ve "fiziksel" olarak çok çalışarak yönlendirebilir misiniz?
Cevap uzun vadede evet, kısa vadede hayır. Ben uzun vadeli yolu tercih ederek, sonunda kısa vadeli yolun ne olduğunu keşfedebildim, ama sizler benim gibi bu uzun ve meşakkatli yollardan geçmek zorunda değilsiniz.
1. Fiziksel yoğunluğu yüksek olan bir nesneyi istediğiniz hedefe yönlendirebilmeniz için "fiziksel" olarak bir güç uygulamanız gerekir. Fiziksel güç de bir çeşit "enerji" türüdür.
2. Diyelim ki, masanızın üzerinde duran bir bardağı 5cm ileriye itmek istiyorsunuz, bu durumda, elinizi bardakla temas ettirerek, eliniz aracılığıyla "itme gücünü" bardağa uygulamanız gerekir.
3. İşte bu yukarıda yazdığım formülü (itme gücü = başarı) , hayatımızın her alanında, her hedefimize uyguladığımızda hızlı bir şekilde sonuç alacağımızı düşünürüz. Kariyerimizi, ilişkilerimizi, sevgili adaylarımızı, sağlığımızı "ittire, ittire" istediğimiz noktalara getireceğimizi zannederiz. Kimi zaman başarılı olsak da çoğu zaman başarılı olamayız, ama her halükarda ciddi şekilde yorulur, bitap düşeriz.
4. Aynı formülü kişisel gelişim çalışmalarında da uygulamak yönünde eğilim gösteririz, hakikaten de, kişisel gelişim ve metafizik alanında çalışan birçok kişinin görece başarısız olmasının sebebi, bu öğretileri de zihinleriyle "ittirerek" uygulayabileceklerini sanmalarındandır. Hele ki konu çekim yasası, yani enerjinizi hedeflerinizi yaratmak için kullanabilme/yönlendirebilme sanatı olunca, enerjiyi de "ittirerek" hedeflerimize ulaşabileceğimizi zannederiz ve çoğu kişi en fazla 3-5 senenin sonunda kişisel gelişim çalışmalarından da "yorulur" ve pes eder.
5. Oysa ki örnek deneyimizdeki bardağa fazla güç uygularsanız ne olur?
- Bardak hedefinden daha farklı bir noktaya kayar.
- Elinizi fazla kastığınız için hiç gerekmeyecek şekilde fazladan efor göstermiş olursunuz.
- Bardak elin baskısı sonucu kırılabilir.
Bardağa gerekli olandan daha az bir güç uygularsanız veya hedefin neresi olduğunu tam olarak kestiremezseniz veya aynı elinizle aynı anda başka bir nesneyi de tutar ve ittirmeye çalışırsanız ne olur?
- Bardak hedefine ulaşamaz.
- Muhtemelen nesnelerden ikisini de hedefe oturtturmak isterken gücünüzü böldüğünüz için iki nesneyi de hedefine oturtamazsınız hatta hafif de sakar biriyseniz, nesnelerden biri veya ikisini düşürüp kırmanız da olasıdır.
İşte tüm hayatımızı bu formülü yanlış uygulayarak geçiriyor ve sürekli neden isteklerimizin gerçekleşmediğini sorguluyoruz.
Şimdi gelelim doğru formüle ve konumuzun beddua ile ne alakası olduğuna...
Her birimiz hiç istemesek de hayatımızda en az bir kere bir beddua etmiş ve bu bedduamızın tuttuğunu görmüş, birilerine de nazar değdirmişizdir. Şimdi anılarınızda bir yolculuğa çıkın ve bu anlardan birine gidin.
Beddua/nazar anında ne hissettiniz, ne yaptınız iyice tüm detayları ile hatırlayın... çünkü daha sonra bu anıyı olumlu niyetlerinizi gerçekleştirmek için bir referans olarak kullanacaksınız.
Birine beddua etmeniz için:
1. Deşarj olmamış (tatmin edilememiş) bir öfke veya hüzün içerisinde olursunuz ve o kadar çaresiz ve "dolmuş" hissedersiniz ki, bu duyguları dışa akıtmanın tek yolu o an beddua etmek gibi görünür.
2. Beddua ettikten sonra, herkes ama herkes istinasız daha sonradan pişman olsa dahi, o an büyük bir rahatlama içine girer. Bunun sebebi yukarıdaki maddede bahsettiğim "birikmiş enerjinin" dışa doğru beddua aracılığıyla akıtılmasıdır, yani hedefine doğru "yönlendirilmesidir."
3. Beddua eden kişi kesinlikle haklı olduğuna inanır, ve bu inancın kuvvetiyle o an hiçbir tereddüt yaşamadan hareket eder.
Birine istemeden veya farketmeden nazar değdirmeniz için ise:
1. Biri ve birinin sahip olduğu herhangi bir nesne ile ilgili olarak çok kısa bir süreliğine yoğun bir "imrenme", "beğeni" veya "kıskanma" duygusu ile dolarsınız.
2. Bu enerjiyle doluyken, muhtemelen aynı esnada gözünüzle de o kişi veya nesneyi görüyor veya imgeliyor olursunuz. Kısacası enerjinizi karşınızdaki/zihninizdeki, kişi/nesneye yönlendiriyor olursunuz, duygunuzun doruk noktasına ulaşması ile birlikte, konuyu da unutup gidersiniz.
3. Konuyu unutup gittikten sonra , o an veya kısa bir süre içerisinde o kişi veya nesne ile ilgili olumsuz bir haber alırsınız.
Benzer bir durum "içinizden geçenin olması" olayında da meydana gelir ve hatta "içimden başka bir şey geçirseymişim olacakmış demek ki" şeklinde de açıklamalarımız bulunur.
İçinizden geçenin olduğu bir anınıza gidin; ne hissettiniz, ne yaptınız?
1. Tüm dünyadan bir kaç saniyeliğine koparak "kalbinizden" yoğun bir şekilde bir konuyu geçirdiniz ve bu konuyu geçirirken yüksek ihtimalle aynı anda da zihninizde bir imgeye sahiptiniz. Yani yoğun enerjinizi imgenizdeki hedefe yönlendirdiniz.
2. Ardından böyle bir şeyi içinizden geçirdiğinizi unutup, yani enerjinizi hedefine doğru salıp, hayatınıza devam ettiniz.
3. İçinizden geçen olunca, tekrar konuyu hatırlayıp, "başka bir şey dilesem olacakmış" dediniz.
Arkadaşlar, beddua da, nazar da, içinizden geçenin olması da esasında enerjinizi belirli bir hedefe yönlendirmekten başka bir şey değildir! Çekim Yasası, Rezonans Kanunu, Pozitif Düşünmenin Büyüsü, Secret gibi kavramların temeli tamamen enerjinin hedefe yönlendirilmesine dayalıdır. Dolayısıyla nazara, bedduaya inanıp da, çekim yasasına inanmamak kocaman bir saçmalıktır, zira bu kavramların çalışma mekanizması tamamen aynıdır! Bugün bedduanızın tuttuğu, nazarınızın değdiği, içinizden geçenin olduğu tek bir anınız var ise, siz çekim yasasını hayatınızda en az 1 kere başarı ile kullanmışsınız demektir! Tabii, maalesef olumsuz bir sonuç için!
Peki neden bedduanız, nazarınız kolaylıkla tutuyor da, pozitif düşünmenin herhangi bir büyüsüyle henüz karşılaşamıyorsunuz? Bed-dua tutar da, dua neden tutmaz? İşte benim senelerce üzerinde düşündüğüm, çalıştığım sorunun cevabı esasında çok ama çok basit ve gözünüzün önünde!
Yukarıdaki bardak deneyine ve adım adım yazdığım beddua ve nazarın formülüne çok dikkatli bakın, özellikle kalın harflerle yazdığım kelimelere! Şimdi Formülü biraz daha netleştirelim:
1. Bir duygu türü ile (öfke, mutluluk, hüzün, coşku, aşk, nefret vb.) dolmak, o duyguya kısa bir süre için de olsa (genellikle 10 saniyeden uzun değildir) çok yoğun bir şekilde odaklanmak ve başka hiçbir şey düşünmemek, adeta duygunun kendisi haline gelmek ve bunun hiçbir şekilde zorlamadan kendiliğinden meydana gelmesi;
2. Bu duyguyu (yani enerjiyi) hedefe doğru "akıtmak" yani "yönlendirmek";
3. O duygunun (yani enerjinin) dışa yani hedefine akıtılması ile beraber gelen "boşluk", "hiçlik" ve rahatlama hissi
Bir de Çekim Yasası'nın bize anlatılan formülüne ve aradaki farklara bakalım ve Çekim Yasası'nı neden kullanamadığınızı açık ve seçik bir şekilde görelim:
Çekim Yasası'nın En Bilinen Formülü : İsteğinizin sizde uyandırdığı duygu ile mevcut duygu durumunuzu eşleştirmek ve ardından da isteğinizi serbest bırakmak.
Özellikle duygu/frekans skalasının olumsuz tarafında yer alan öfke, kıskançlık ve ağır hüzün gibi duyguların yapısı hepinizin bildiği gibi neredeyse elle tutulur derecede yoğun ve odaklıdır. Bu duygulardan birini yaşarken mutfakta kaynayan tencerenizi veya ay sonunda ödenecek faturalarınızı düşünmezsiniz, dünya adeta o bir kaç saniye için durmuştur, gözlerinizden ateş fışkırmaktadır.
Peki hanginiz, olumlu bir dileğinizi düşünürken, imgelerken, meditasyon yaparken, bu kadar kuvvetli bir coşku, neşe, zenginlik, sevgi, sağlık, bereket (hedeflerinize ait duygular) duygusu ile doluyorsunuz? Bugüne dek yüzlerce kişiyle çalıştım, bu kişilerin öfkeli, hüzünlü ve coşkulu anlarına bizzat şahit oldum ve hiçbirinin olumlu skaladaki duygusu ile olumsuz skaladaki duygusunun "yoğunluğu", "odağı", "kuvveti" aynı değildi. Hiçbirinin gözünden "aşk", "zenginlik" çıkmıyordu ama öfkelendiklerinde vücut ısıları dahi değişiyor gözlerinden adeta ateş çıkıyordu.. Evrenin mekanizmasında iyi veya kötü diye bir algı yoktur, sadece enerji ve enerjinin farklı frekanslardaki türleri vardır. Bu frekanslardan en baskın olanı ise gerçekliğinizi yani hayatınızı oluşturur ve maalesef bizlerin baskın ve kuvvetli duyguları genellikle OLUMSUZ FREKANSLARA ait olan duygularıdır, bu nedenle de, beddua, nazar gibi olaylara, içinizden geçenin olmasından çok daha sıklıkla rastlarız!
Gelelim diğer bir konuya, beddua ettikten sonra, birine küfür ettikten sonra, veya bir kişi/nesneye dair içimizden kuvvetli bir duygu geçirdikten sonra daima ama daima sakinleşir, rahatlar ve bir süreliğine de olsa o konuyu unutur gideriz, yani enerjimizi salarız, kendimizde tutmaya devam etmeyiz. Oysa ki Çekim Yasası çalışmalarımızı gerçekleştirirken, maalesef, isteğimizin gerçekleşmesine o kadar tutkuyla odaklanırız ki, enerjimizi kendimizde tutmaya devam ederiz ve bir türlü hedefine ulaşması için "salamayız". Enerjimizi salmayı başarsak bile, bir kaç gün sonra, gerek tereddütlerimizden , gerekse kaygılarımızdan dolayı, enerjimizi adeta hedefine giderken "kendimizde doğru, geri çekeriz".
Bu mekanizmayı daha iyi anlayabilmeniz adına, bir tekneden, iskeleye doğru bir ip attığınızı düşünebilirsiniz.
- İpi sıkıca tutmazsanız, o sırada başka bir işle ilgilenirseniz, veya ipi yeterince kuvvetle iskeleye atamazsanız, ip denize düşer.
- İpi sadece sıkıca tutarsanız, tekne hiçbir zaman iskeleye bağlanamaz, akıntı nereye çekerse oraya gider (tıpkı hayatınız gibi).
- İpinize odaklanıp, sıkıca tutup, gerekli kuvvetle tam hedefine doğru salarsanız, karşınızdaki kişi ipi tutar ve tekneyi bağlar -> başarı
- İpinize odaklanıp, sıkıca tutup, gerekli kuvvetle tam hedefine doğru saldıktan sonra, karşınızdaki kişi tam tutacakken, kaygılarınız yüzünden ipi yeniden tutmaya kalkarsanız, ip size doğru geri çekilir ve yine tekneyi bağlayamazsınız.
Bardak deneyimizle de birleştirecek olursak, aynı anda, aynı elinizle, hem bardağı, hem de başka bir nesneyi itmeye kalkarsanız, gücü, yani enerjinizi nesneler arası paylaştırmak durumunda kalırsınız ve iki nesneyi de hedefine yönlendirmek konusunda başarısız olma ihtimaliniz yükselir.
İp deneyimizde de aynı anda, aynı elinizle hem ipi atıp, hem de başka bir nesneyi tutmaya kalkarsanız, ne ip hedefine ulaşır, ne de diğer nesne.. Bahsettiğim konu YOĞUN ODAKTIR ve kişisel gelişim çalışmalarının heyecanı ile kişi aynı anda hem para, hem aşk, hem kariyer, hem sağlık konularını halletmek isteyebilir. Meditasyon esnasında tek bir konuya odaklanmaya çalışırken zihninin arkasında kredi kartı borcu, kariyeri ve ilişkileri gibi diğer konular da kaynıyor olabilir.. Bu ufak gibi görünen detaylar, esasında mekanizmanın çalışıp, çalışmamasını belirleyen en önemli etkenlerdir ve maalesef üzerinde genellikle hiçbir kaynakta fazlasıyla durulmaz..
Çekim Yasası çalışmalarının genellikle sonuç vermemesi, bahsettiğim formülün aşamalarından birinde tökezlenmesinden dolayı meydana gelir. Oysa ki, beddua ve nazar gibi kavramlarda bu süreç, biz farkında olmadan, rahatlıkla, adım adım yerine getirilir. Bedduanın sadece haksızlık karşısında tutması ise bir kural değildir, aksine, haklı olduğuna tamamen inanan kişinin içinde adaletin yerine geleceğine dair tereddütsüz bir inanç vardır, ve bedduayı gerçek kılan da bu kuvvetli inançtır. Haksız olduğunu içten içe bilen ancak kendine bile itiraf etmekten çekinen kişi veya olayın oluşmasında payı olabileceğini biraz olsun düşünen bir kişi açısından ise, yukarıda anlattığım süreç tereddüt, suçluluk, kaygı, pişmanlık gibi duygular ile "kuvvetini" yitirir ve beddua "tutmaz".
İşte Çekim Yasasını bilinçli olarak kullanamamanız, zorlanmanız, ve sayısız kitapta anlatılan hiçbir tekniğin işe yaramamasının nedeni, yukarıda yer alan formülün bu kadar net bir şekilde anlaşılamaması, anlatılamaması ve maalesef uygulanamamasından ileri gelir.
Evet çekim yasası son derece basit bir mekanizmaya sahiptir, ama zor olan ve üzerinde çalışılması gereken, kuvvetli tekil odak, kuvvetli duygu yüklemesi, ve ardından bu duygunun hedefine doğru "salınmasıdır" ve akabinde serbest bırakılmasıdır.
Çekim Yasası mekanizması yine yukarıdaki düşünce deneylerinden de anlayabileceğiniz gibi "metafizik" olmaktan çok uzaktır, ve fizik kurallarına tamamen uygun bir şekilde işler. Ancak insanın doğası bir şeylerin aşırı çabalayarak ve zorlanarak elde edebileceğine inanmaya meyilli olduğundan, hayallerinizi gerçekleştirmenin yolunun bir bardağı itmek ile bir ipi iskeleye atmak kadar basit olabileceği aklınızın ucundan geçmez.
Çekim Yasasına inanıyor olsanız dahi (gerçi çekim yasası evrenin çalışma mekanizmasının ta kendisidir ve inanmasanız da her saniye işlemektedir) , bu defa da Çekim Yasasını "parçalayarak", iterek, kakarak uygulamanız gerektiğine inanırsınız ki, bu da esasında enerjinizin hedefine doğru salınamamasına neden olur.
Bu bilgiler ışığında, zihninizde, dilekleriniz, beddualarınızın, nazarın gerçekleştiği anlara gidin ve o anki duygu yoğunluğu, odak kuvveti gibi durumlarınızı inceleyin- burada yazdıklarımı ancak bu şekilde siz de hissedebilir ve içselleştirebilirsiniz ve ardından aynı mekanizmayı bu defa olumlu niyetleriniz için çalıştırın! =)
Kasım ayı içerisinde raflarda olacak "Neden Olmasın?" adlı kitabımda, odağınızı ve enerjinizi hedefinize doğru yönlendirmenin basit, rahat ve eğlenceli tekniklerini öğrenme fırsatını elde edebileceksiniz.
Umuyorum ki, bir gizem ve doğaüstü bir olay gibi anlatılan çekim yasasının mekanizmasını sizler için hem kitabım hem de blog yazılarım aracılığıyla daha anlaşılır, mantıklı ve pragmatik bir forma sokabilmişimdir =)
Yayınlanacak olan kitabım, yazmakta olduğum diğer kitaplarım ve blogum daima birbiri ile etkileşim halinde olacak şekilde hazırlanmış olup, bu kaynaklar, enerjinin akışkan ve genişleyen doğasına uygun şekilde, bilginin büyümesi, genişlemesi, paylaşılması, kimi zaman revize edilmesi ve güncellenmesine olanak sağlamayı niyet etmektedir.
Takipte kalmanız dileğiyle,
Sevgilerimle
Not: Çekim Yasası ve Enerji Terapisi hakkında daha fazla bilgi ve bireysel danışmanlık talepleriniz için bana fitsoulfitmind@gmail.com adresinden ulaşabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder