Birçoğumuz, şahsımıza münhasır, özel ve birçok insandan farklı bir karaktere sahip olduğumuzu düşünür; "birçoklarının aksine", "sağlam bir karakterimiz" olduğuna yürekten inanır, bunu da yeri geldiğinde ifade etmekten çekinmeyiz.
Peki size aslında değil sağlam bir karaktere sahip olmak, henüz tam olarak bir karaktere bile sahip olmadığımızı söylesem? Bize karaktersiz mi diyorsun diyeceksiniz, elbette karaktersiz değil, ancak karakterimizi tanımadığımızı,bilmediğimizi ve en önemlisi de deneyimlemediğimizi söylüyorum.
Karakterimizi oluşturan birçok öğe vardır; duygularımız, düşüncelerimiz, duygularımız ve düşüncelerimiz çerçevesinde yaptığımız seçimler, aldığımız aksiyonlar, verdiğimiz tepkiler... hepsi esasen bir bütünün ayrılmaz parçaları. Karakterimizi, yani "ben"i, oluşturan şey ise, hepimizin kurtulmaya çalıştığı ego! Daha önceki yazılarımda egodan kurtulmanın mümkün olmadığı gibi, egonun bizim düşmanımız olmadığını da anlatmıştım, bu nedenle tekrar bu konuya değinmeyeceğim.
Egomuz benliğimizi belirleyen en önemli görevlidir. Zihnimizde sürekli konuşan, bize tavsiyeler veren, bizi "kötülüklerden" koruyan, bizi ayakta tutan, bize seçimlerimizi yaptıran sadık hizmetkar ego, bizim hayatımızın direksiyonundadır, taa ki siz ona ordan kalkmasını söyleyene dek. Ego'nun asli amacı sizi, minimum acı, maksimum garanti ve güvenlik ilkeleri çerçevesinde hayatta tutmaktır. Bunu yapabileceği tek yöntem ise, a) ailesinden b) çevresi ve sosyal ortamından c) toplumdan edindiği bilgileri, gördüğü olayları toparlayarak, bir filtreden geçirerek size geri sunmaktır. Ego, bir bilgisayardan farksızdır, ve bilgiyi yoktan var edemez, sadece olanı filtreler, yorumlar ve size geri sunar. Peki siz ne yaparsınız, zihninizde duyduğunuz bu fikri KENDİ FİKRİNİZ ZANNEDERSİNİZ! Ve hiç düşünmeden buna göre hareket edersiniz. Oysa ki, egonun size sunduğu öneri ve fikirler sizin yarattığınız, size ait düşünceler bile değildir, bunlar başkalarının deneyimlerinden elde edilmiş, başkalarından duyulmuş bilgi, düşünce ve fikirlerin sizin tarafınızdan sadece FİLTRELENMİŞ ve YENİDEN YORUMLANMIŞ halleridir.
Konuyu basit örneklerle açıklayalım;
- Müziğe karşı büyük bir ilginiz ve yeteneğiniz var, üniversite seçimine sıra gelince sanat yerine işletmeyi tercih ediyorsunuz, sebebi sanatla uğraşan kesimin maddi açıdan işletme ile uğraşanlara göre çok daha fazla zorlanması; hatta 10 sene işletme ile uğraştıktan sonra, halen sanata dönmek istiyorsunuz ama işinizi bırakamıyorsunuz çünkü işletme düzenli ve garanti bir gelir sağlarken, sanat bunu sağlayamıyor.
Şimdi bu önermeye bakınca, yazdıklarım bir "gerçek", belki de istatistiki verilerin bir sonucu olduğu için, şüphesiz siz de bu düşüncenin arkasındasınız "ve neden işini değiştirmiyorsun" sorusu karşısında aynen benim yaptığım bu açıklamayı yapıyorsunuz, çünkü mantıklı olan bu, çünkü hayat koşulları belli, göz göre göre kendinizi açıkta bırakmayı riske edecek değilsiniz ya?
Peki size yeni bir soru, bu SİZİN düşünceniz mi? Gerçekten SİZ böyle mi düşünüyorsunuz? Gerçekten SİZ kendinizi MANTIKLI mı zannediyorsunuz?
Hayır, bu düşünce size ait değil, bu düşünce, bu veriyi çıkaran istatistik kurumlarının, sanatta aradığını bulamamış kişilerin, masabaşı işle evinin kirasını ödeyebilen kişilerin, kısacası toplu bilincin ortak düşüncesi, ancak kesinlikle sizin şahsınıza özel, sizin tarafınızdan üretilmiş, ÖZ'ünüz, sonsuz bilgi kaynağı olan RUH'unuz tarafından size ekilmiş bir düşünce değil. Tebrikler hayatınızın özünü ilgilendiren bir konuda kendi düşüncelerinize göre hareket etmediniz....kaderinizi toplu bir grubun ellerine verdiniz.
- Sosyal bir ortamda arkadaşlarınızla yemektesiniz, içinizden biri sürekli telefona bakıyor, birilerine birşeyler yazıyor. 5 dakika geçti hala yazıyor... Tepkinizi belirtmek istediniz "muhabbetine de doyum olmuyor hani".. telefonuyla uğraşan arkadaşınız ise kendini savunmak için "işle ilgili birşeyler vardı da" diyiveriyor, siz de ekliyorsunuz "burada beraberiz, ama ayıp olmuyor mu yarım saat bekleyemiyor mu?" ve ardından hızını alamıyor "telefonların, sosyal medyanın kölesi olduk, birbirimizle konuşmaz olduk...."
Ne kadar sıradan, ne kadar basit gibi görünen belki de her gün yaşadığımız bir olay değil mi, olayın özünde kişi, telefonla uğraşan kişiyi otomatik olarak "saygısızlık" ile itham ediyor, ve "teknoloji bağımlısı" olduğunu öne sürüyor.
Peki bu KENDİ düşüncesi miydi?
Büyük ihtimalle hayır, bu son dönemlerde internet, teknoloji ve sosyal medya ile ilgili okuduğu eleştirel yazılardan edindiği bir fikir, ve büyüklerimiz tarafından nesilden nesile aktarılan büyüklerinden gördüğü duyduğu sofraya saygı kuralı ile ilgili farkında olmadan edindiği kodların bir eseri. Oysa ki bu kişi esasen, olan olay hakkında KENDİSİNİN ne düşündüğünü, ne hissettiğini bile bilmiyor, bu kişinin zihninden bahsi geçen kod pakedini kaldırsanız a) belki kendi içine dönerek karşısındaki sıkıp sıkmadığını anlamaya çalışacak b) kafasına takılan o şey karşısındaki, kişiyi anlamaya çalışıp yardımcı olacak.
Tebrikler, bir kişiyi yargısız infaza kurban ettiniz, bir daha "önyargılar" konusunda görüş bildirmeseniz iyi olur=)
- Güzel giden bir ilişkiniz var; çok mutlusunuz, eşiniz işi gereği kimi zaman akşam yemeği saatlerinde evde olamıyor, bazen yemek dahi yapamıyor, hatta kimi zaman spontan olarak 2-3 günlüğüne eve bile gelemiyor, seyahatleri var... Erkek arkadaşlarınız ise, bir kadının/erkeğin bu kadar çok akşam saatlerinde evde olmaması, ev düzeninin belirsiz olması karşısında "ilişkinin yıpranabileceğinden" bahsediyorlar, hatta bir kaç örnek de gösteriyorlar eş dosttan. Siz birden bire, odağınızı kötü giden şeylere yönlendiriyorsunuz ve bir bakmışsınız size daha önce aslında "düzenli" ve "mükemmel" gelen ilişkiniz artık gözünüze o kadar da mükemmel gelmiyor.
Peki bu sizin KENDİ düşünceniz mi, sizin KENDİ duygularınız mı?
Kesinlikle hayır, bu toplumda olan birtakım olaylardan edinilen bilgilerin tarafınızca filtrelenerek size ait bir fikir ve daha da sinsi olanı size ait bir duygu olarak size geri bildirim olarak gelmesi.. siz, o arkadaşınız olmasaydı, siz magazin haberlerinde olan olayları hiç bilmeseydiniz, siz etraftan gördüğünüz olayları bilgi pakedinize eklemeseydiniz, belki de ilişkinizin MÜKEMMEL gittiğini düşünecek ve hissedecektiniz.
Tebrikler, durup dururken ilişkinize zarar verdiniz, üstelik size ait olmayan bir duygu seli yüzünden..
Arkadaşlar, bu sunduğum örnekler, kendi duygu ve düşüncelerimizi nasıl kullanmadığımızın çok bariz olarak göründüğü durum örnekleri, ancak sıradan bir günümüzü dahi malesef farkında olmadan başkalarının duygu ve düşüncelerini özümseyerek ve bunlara göre hareket ederek yaşıyoruz.
Peki ne yapmak gerek? Öncelikle, her ne kadar klişe gibi gelse de, iç sesiniz ile egonuzun sesini ayırmayı öğrenmelisiniz, ancak bu şekilde egoyu hayatınızın direksiyonundan yan koltuğunuza alabilirsiniz. İç ses ile egonun sesini ayırmanın tek yolu ise zihni sakinleştirecek bir aktivite ile uğraşmanız (meditasyon, yürüyüş vb.) ve sık sık iç sesinizle iletişime geçmenizdir; bunu da ancak "BEN bu konuda şimdi, şu an ne hissediyorum? sorusunu sormayı alışkanlık haline getirerek yapabilirsiniz. Düşünce ve duygularınızı daima "bu bana ait bir his mi, bu benim düşüncem mi yoksa edinilmiş bir bilgi mi? şeklinde kontrol edin, çoğu zaman "toplu", "öğrenilmiş", "alışagelmiş" düşüncelerden ayrıştığınızı farkedeceksiniz, belki de korkacaksınız, belki de "dışlanma" endişesiyle KENDİ duygunuzu yaşamaktan imtina edeceksiniz; ancak unutmayın, bugün gerçekten dünyada bir iz bırakmış ve fark yaratabilmiş kişiler daima KENDİ gerçeklerinin, duygu ve düşüncelerinin peşinden gitmiş kişilerdir.
Gerçekten, özel bir karaktere sahip olmak istiyorsanız, KENDİ duygu, düşüncelerinizi, doğrularınızı, yanlışlarınızı sadece SİZ belirlemelisiniz, kendi kaderinizi, realitenizi, kendiniz belirlemek istiyorsanız, kendi duygu ve düşüncelerinizi tanımalı ve sahip çıkmalısınız, işte bu yaratım gücünüzü kullanmanın ilk ve en önemli adımıdır, aksi takdirde, kaderiniz ve realiteniz sizin tarafınızdan değil, dış dünya tarafından yaratılır ki, bu da esasen tutsaklığın ta kendisidir.
Sevgilerimle
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder