28 Mart 2017 Salı

Doğru Bilinen Yanlışlar / Herşey Sizinle İlgilidir ve Aslında hiçbir Şey Şahsınızla İlgili Değildir




Kişisel gelişimin bu iki önemli öğretisi, esasında birbiri ile çelişir gibi görünse de, birbirini tamamlayıcı niteliktedir.

Herşey sizinle ilgilidir, çünkü evrensel yasalar çerçevesinde, düşünce maddeye dönüşür ve gerçekleğinizi oluşturur. Karşılaştığınız her olay, kişi ve yaşadığınız her deneyim, farkında olun veya olmayın, öncelikle sizin zihninizde basit bir düşünce tohumuydu, zaman içerisinde odağınız aynı düşünce tohumunu büyüttü, büyüttü, ve yeşertti, maddeye dönüştürdü, ve bu düşünce formu, fiziksel olarak deneyimleyebileceğiniz şekilde, bir olay, kişi, vaka, olarak hayatınızda vuku buldu.  

Dolayısıyla, bugün, yaşadığınız her ne ise, zihninizin ve düşünce yapınızın bir röntgen filmi gibidir. Örneğin, hayatınızda sürekli haksızlığa uğruyorsanız, istediğiniz kadar ben kendime değer veriyorum naraları atın (evet bu reddedişler kimi zaman "nara"lara kadar yükselmektedir:), realiteniz, deneyimleriniz, hayat koşullarınız köklü düşünce kalıplarınızın eseridir, ve bu resim karşısında kişisel sorumluluk alarak, resmin yaratıcısı olduğunu kabul eden kişi de, resmi istediği gibi değiştirmek yönünde en önemli adımı atmış kişidir. 

Gördüğünüz resim ile düşünce yapınız arasında bir ilişki kuramayabilirsiniz, şaşkınlık içerisinde kalabilirsiniz, bizim de işimiz size bu bağlantıları göstermektir =)

Bu nedenle, hayat örgüsünü anlatan kişi, doğal olarak, olan her ne ise, bu olayı bir dış unsura bağlar "şunun yüzünden, şu oldu, bu olmasaydı, o olmayacaktı" gibi kendince mantıklı açıklamalar bulmaya çalışır. Hiç bir mantıklı açıklama bulamazsa da sorumluluğu Tanrı veya Kadere yükler.  

Eğer salt gerçek bu olsaydı, hepimiz, yaşadığımız hayatları tesadüf ve şans eseri yaşıyor olurduk. Bu ne Tanrı'nın ne de Adaletin terazisine uymaz, oysa ki Tanrı ve Evrenin kılıcı keskin ve adaletlidir, kul arası torpil, fazladan bol şans, güzel yazılmış kader, ayrımcılık vb. durumlar meydana gelmez, bu insanlar arasında yaşanan bir durumdur.  Evrende tesadüf diye bir şey yoktur, evrende DÜZEN vardır, evrenin tüm canlıları için ki- buna insanlar da dahil, düzen aynı şekilde işler ve bu son derece adaletli, fırsat eşitliğinin bulunduğu bir sistemdir. 

Teorik olarak bu bilgileri daha önce de duymuş olabilirsiniz, ancak bahsettiğim kavramları ancak tesadüfi bir şekilde yaşadığını düşünürken, hayatının gidişatını yönlendirebilmeyi başararak, her iki gerçekliği tatmış bir kişi tam anlamıyla bilebilir ve deneyimleyebilir. 

Bu nedenle hep derim ki, aldığınız eğitimler, okuduğunuz kitaplar siz bu öğretilerden herhangi birini uygulamaya koymadığınız sürece hiçbir anlam ifade etmez. Bu bilgiler zihninizi meşgul etmek için değil, hayatınızı güzelleştirmek için sunulan bilgilerdir. 

 "Dışarıda hiçbir şey yok" öğretisi, okunarak anlayabileceğiniz bir kavram değil, uygulayarak anlayabileceğiniz bir kavramdır ve temeli de yukarıda anlattığım sürece dayalıdır.

Peki "hiçbir şeyi kişisel algılamayın ve hiçbir şey sizinle ilgili değildir" ne demek?

Gerçeklik diye bir şey yoktur. Gerçek, herkesin hemfikir olduğu, her görülen, duyulan ve deneyimlenen şeyin herkes tarafından aynı şekilde yorumlandığı bir kavramdır, ve böyle bir ortak görüş insanlar arasında sağlanamaz. Çünkü, herkesin gördüğü, algıladığı, yorumladığı birbirinden farklıdır. Aynı olayı, 10 kişiye değerlendirmesi için sunduğunuzda, 1 kişi bile o olayı farklı algılıyor ise, "gerçeklik" kavramı yara alır. 

Gerçeklik, bilimsel olarak da kanıtlandığı şekilde, insan zihninin algılayabildiği kadarıdır. İnsanlar arasında algı seviyelerindeki farklılıklardan bahsetmeye gerek duymuyorum bile. Biyolojik ve fizyolojik olarak, zihnimiz, gördüklerini, kişinin mantık çerçevesine oturarak, formatlayarak, ve yeniden şekillendirerek sadece bizim anlayabileceğimiz bir görsel olarak bize sunar. Benim zihinsel perdelerim ile sizinkiler aynı kalınlıkta olmayabilir, bu da benim gördüklerim ile sizin gördüklerinizin farklılaşması sonucunu doğurur, hatta, bir çok kişinin fiziksel olarak gözleri ile göremediği bir takım unsurların, algı seviyesi açık bir kişi tarafından görülmesi her ne kadar metafizik olarak adlandırılsa da bu durum da esasen kişilerin algı kapasiteleri arasındaki farktan dolayı gerçekleşir.  Bu nedenle bir çok kişi için "görünmez" yani "yok" olarak kabul edilen bir çok kavram bir grup insan için son derece "gerçektir" ve deneyimlenmektedir. 

Kişisel Gelişim, bu algı kapasitesini arttırmaya yönelik olarak sunulan öğretileri içinde barındırır. Çok ama çok kaba bir tabirle, kişisel gelişim insanın zeka kapasitesini arttırmaya yönelik olarak eğildiği bir alandır. Ancak bir çoğumuz, kişisel gelişimi rahatlamaktan ibaret sandığımız için, sunulan öğretilerini değerini bilememekteyiz. Oysa bugün kim IQ'sunu iki katına çıkarmak istemez diye bir soru sorsam bir kişinin bile "hayır" cevabı vermeyeceğine eminim. 

Gelelim esas konuya, dedik ki "hiçbir şeyi kişisel algılamayın, hiçbir şey sizinle ilgili değildir". Bu öğretiden kasıt şudur, bizler dünyayı kendi sis perdelerimizden görebildiğimiz ölçüde alır, değerlendirir ve yorumlarız. Dolayısıyla, karşılaştığınız herhangi bir kişinin, size dair herhangi bir övgüsü veya yergisi de gerçek değildir, sizinle hiçbir ilgisi de yoktur, bu o kişinin kendi sis perdelerinin ardından sizi algıladığı bir imajdır, ve bu imaj, karşınızdaki kişinin kapasitesi oranında şekil alır. Dolayısıyla, siz, esasında karşınızdakinden kendinize ait bir bilgi almıyorsunuz, siz karşınızdakinden, karşınızdakinin dünya görüşünü gösteren bir bilgi alıyorsunuz ve bu bilginin sizinle hiçbir ilgisi yok. Dolayısıyla bir kişisel gelişimci, hiçbir zaman ne övgü ne de yergi karşısında etkilenmemelidir. Bir kişisel gelişim öğrencisi veya ustasının odaklanması gereken tek konu, kendi hakkındaki kendine ait düşünceleridir. 

Örneğin Albert Einstain, Nikola Tesla ve benzeri vizyonerler, kendi zamanlarında "aptal" ve "deli" olarak nitelendirilmiş, esas değerleri ise öldükten sonra anlaşılmış kişilerdir, bundan 250 sene sonra ise, bu kimseler sahip oldukları yüceliği de yitireceklerdir zira, evrimleşme, bunu gerektirir, insanoğlu evrimleştikçe olaylar, kişiler ve olgular karşısındaki algısı, yorumu ve etiketleme biçimi de değiştir. Vizyonerler, çağlarının çok ötesindeki bilgiyi zamanlarına taşımak hususunda daima çok değerli kimseler olarak anılacaktır vefakat hiçbir zaman bu üstünlüklerini zaman karşısında koruyamayacaklardır, bu nedenle vizyonerler, bizim hayal edemeyeceğimiz ölçüde alçakgönüllü kimselerdir, algı kapasitesi son derece geniş olan bu kişiler, yaptıkları işin "olağanüstü" değil, "olağan" olduğunu üstüne basa basa ifade etmişlerdir. Peki kendi zamanlarında "aptal/deli" olarak nitelendirilmiş bu kişiler, bizim zamanımızda "dahi" olarak nitelendilirken, biz hangi gerçekliğe inanmalıyız? 

Dehaların hiçbiri, kendilerini deha olarak görmez, kendilerine toplum tarafından takılan etiketler (iyi veya kötü) karşısında kılları bile kıpırdamaz, bu kişiler kendi gerçeklerini deneyimlemek adına bitmek bilmeyen bir emek ve çalışma içerisinde yaşamlarını sürdürerek bu idealist tavırları neticesinde topluma da fayda sağlamış kişilerdir. 

Gördüğünüz gibi kişilerin sizlere taktığı etiketler söylediği sözler kişilerin algı kapasitesiyle doğrudan ilintilidir. Sizi, karakterinizi, yaptıklarınızı, düşüncelerinizi kendi mantığı ve algısına oturtamayan bir kişi için siz bir dahi değil, bir deli ve budala olabilirsiniz ve siz buna inandığınız gün, gerçekten de bir deli ve budala haline gelirsiniz, veya sizin görüşleriniz karşısında etkilenen bir kişi sizi bir "deha" olarak görebilir, ve buna inandığınız gün, dahiliğe giden yolda gelişiminizi durdurabilir ve sıradan bir insan haline gelebilirsiniz. Dolayısıyla başkalarının sözlerine göre kim olduğunuzu belirlemek size şahsi olarak hiçbir katkıda bulunmaz. Siz, kim olduğunuza inanıyorsanız, o kişisiniz.

İşte burada da çekim yasası devreye girer, evet kişilerin sözleri sizinle ilgili değil bu doğrudur, ama bu sözleri söyleyen kişileri hayatınıza çeken kişi de sizsiniz! Örneğin bir kişi hayatında sürekli zeka seviyesine yönelik bir eleştiri alıyor ise, bu o kişinin kendi hakkındaki en derin içsel düşüncelerinin bir yansımasıdır, kendisine o sözü söyleyen kişi ise, bu içsel düşünceyi seslendiren kişi olmuştur. 

Tekrar ediyorum, o sözü size seslendiren kişi gerçeği ifade etmemektedir, kendi sis perdesinden sizi algıladığı imaja yönelik bir tespitte bulunuyordur ve bu o kişinin perdesinin kalınlığı ile ilgilidir, ancak bu sözü söyleyen kişileri hayatına çeken kişi de sizsiniz. Kendisini çok iyi tanıyan ve tanımlayan bir kişinin gerçekliğinde "aptal görünme endişesi" yok ise, bu endişeyi ona geri seslendirecek kişiler de, bu kişinin yaşam alanına çekilmez. 

Bu nedenle, sizi üzecek kıracak bir dizi insan ve söz ile sıklıkla karşılaşıyorsanız yapmanız gerekenler şunlardır:

1. Söylenen sözler sizinle ilgili değil, söylenen sözler gerçeği ifade etmiyor. Bu nedenle size söylenen sözlere karşı duygusal bir tepki geliştirmek enerji kaybından başka bir işe yaramaz. 

2. Bu sözlerin hiçbiri benimle ilgili değil diyerek, kendi içsel yolculuk ve sorgulamanızı yapmamanız ise sizi "duyarsız" ve "cahil" bir insana dönüştürür. Bu nedenle sizi rahatsız eden bir olay vuku bulduğunda, "bu olay gerçek değil, benim algımdaki ben'i bana yansıtmıyor, ama ben bu insanı da bir sebepten hayatıma çektim, farkında olmadan kendi hakkımdaki düşüncelerim, bu kişi tarafından bana seslendiriliyor olabilir mi? sorusunu da sormalı ve kendi düşünce yapınızda bir kaçak keşfederseniz, bu düşünce yapısını iyileştirmek yönünde çalışmalısınız. 

Daha önceki yazılarımda da belirttiğim gibi, kişisel gelişim öğretileri malesef son derece yanlış anlaşılmakta ve yanlış anlaşılma sonucu gelişimden çok kişisel gerilemeye sebep olabilmektedir. Bu nedenle bu kavramların okunarak değil, uygulanarak özümsenmesi ve aralarındaki ufak nüansların bu şekilde ortaya çıkarılması gerekmektedir. 

Size ufak bir deneysel çalışma yapmanızı öneriyorum. Üç hafta boyunca kendinizle ilgili, sizi tanımlayan olumlu bir özelliğinize odaklanın, üç haftanın sonunda, bu özelliğinize dair dış dünyadan geri bildirimler ve sözler duymaya başlayacaksınız. İşte ancak o zaman, bu yazdıklarım sizin için gerçekten bir şeyler ifade etmeye başlayacaktır.

Sevgilerimle

10 Mart 2017 Cuma

Kadınlar Günü ve Feminizme Farklı Bir Bakış





8 Mart Dünya Kadınlar Günü, tüm kadınlar tarafından özellikle ülkemizde coşkuyla kutlanan, bir günlüğüne dahi olsa da kadınlara çiçek dağıtılan ve nazik davranılmaya özen gösterilen bir gün. Haberler, ilham veren sözler paylaşılıyor, programlar yapılıyor, özellikle hedef kitlesi erkek olan gruplara kadın haklarından bahsediliyor. 

Her konuda yaşadığımız gibi, malesef, bu konuda da çoğu zaman odak kayması yaşıyor ve gerekli özeleştirileri yapmaktan imtina ediyoruz.

8 Mart kapsamında yapılan kutlamalarda, kadınlarımız, ağırlıklı olarak erkeklere "karşı" varlıklarını kanıtlamaya çalışıyorlar ve otomatik olarak kendilerini "feminist" olarak ilan ediyorlar. Bu matah bir şeymiş gibi üzerine ben "feministim" diyen erkeklerin açıklamalarını duyuyoruz.

Arkadaşlar, etiketlemenin hiç bir türü faydalı bir amaca hizmet edemez, etiketleme, daima aksini, yani kutbunu doğurur ve nihayetinde de ayrımcılığa sebep olur.

Unutmamalıyız ki, bizler her şeyden önce İNSANIZ ve insan içi olumlu gibi görünen ayrışma ve etiketlemeler dahi, esasında, "ötekileştirme" sorununa yol açar.

Dolayısıyla ben ne feminizme, ne de eril gücün dominant olduğu bir doğaya inanmıyor, ve daima tüm canlılar arası EŞİTLİĞİ destekliyorum. Kaldı ki feminizmin doğası da kadın erkek eşitliğini sağlamaya yönelikken zaman içerisinde bir takım gruplar "erkek düşmanlığı" ve "kadın üstünlüğü" gibi konulara odaklı olarak feminist hareketlerde bulunmaya başlamışlardır ki, bu düşünce biçiminin de feminizmin özüyle ve var oluş amacıyla uzaktan yakından ilgisi yoktur. 

Feminist olduğunu iddia eden kişilere dikkat edin, daima erkek karşısında savaş veriyorlar. Oysa, artık hepimiz biliyoruz ki, savaştığımız ve "yok etmeye" çalıştığımız her şey baki kalacaktır.Erkeği karşısına alan kadın, erkeğin kadın üzerindeki gücünü sabit tutmak yönünde kışkırtılmasına sebep olur ve bu akılcı bir yöntem değildir.

Erkeğin kadını, kadının da erkeği kabullenemediği ve üstüne basmaya çalıştığı bir dünyada, erkek ve kadının eşit şartlarda yaşaması mümkün olmaz. Bu nedenle "feminizm" dediğimiz kavram oldukça yanlış anlaşılarak çoğu kadının enerjisini işe yaramayan kanallara kanalize etmesine sebep olur.  

İnsanlar arası, kadın, erkek, heteroseksüel, eşcinsel, zenci, beyaz, mülteci, zengin, fakir, göçmen, azınlık, çoğunluk, dinci, laik şeklinde yapılan etiketleme ve ayrıştırma metodu kucaklayıcı ve bir araya getirici bir etkiye sahip değildir. 

Gelelim esas konuya:

Kadınlar Gününde özellikle erkeklere verilen eğitimler, erkekler tarafından son derece sıkıcı bulunmakta, ve erkeklerin de pek ilgisini çekmemektedir.

Elbetteki çekmez, bir erkek 40 sene kendi varlığının üstünlüğüne inandıktan sonra 2 saatlik bir seminer karşısında, bilinçaltına atmış olduğu üstünlük kodlarını eşelemeyecektir bile.

Peki bu seminerleri yapmayalım mı, elbette yapalım, ancak kadının erkek karşısında cinsiyet ayrımına ve fırsat eşitsizliğine maruz kaldığı bir dünyada, bu sorunu kökten çözmek istiyorsanız önce ve ağırlıklı olarak KADINLARI eğitmelisiniz.

Neden mi? Erkeği de kadını da hayata getiren ve yetiştiren kişi yine KADINDIR. Bakın kadının bir hayatı var etme ve şekillendirme gücü, dünyadaki en büyük güçlerden biridir. Erkek karşısında, varlığının ezildiğini hisseden kadın, unutmamalıdır ki, kendisini ezen varlığı yine kendisi yetiştirmektedir.

Durum böyle olunca, öncelikle bizlerin sorumluluğu kadınları uyandırmak ve kendi kimlik ve doğalarından kaynaklanan güçlerini öncelikle kendilerine hatırlatmaktır.

Kadın kendi kimliğinin ihtişamını farketmezken, bir erkeğin kadının ihtişamını farketmesini beklemek beyhude bir çabadır.

Eski dönemlerde kadınlara açık bir şekilde kadın olmaktan kaynaklı üstünlüklerini kullanamamaları adına bilinçli olarak hiç bir alanda fırsat tanınmazdı. Bir kişi, ancak korktuğu bir varlığın önünü kesmek ister. Bilinçli bir şekilde yapılan bu "bastırma" eylemi, zaman içerisinde kadının da kendisini güçsüz, zayıf ve dezavantajlı olduğu yönünde bir inanç geliştirmesine sebep olmuş, kadın gerçekten de kendisinin daha niteliksiz bir varlık olduğuna inanmıştır. 

Niteliksiz bir varlık olduğuna inanan kadın, erkeğin arkasına sığınma eylemini normalleştirmiş, erkek de kendi gücünü kadın üzerinde göstermeye devam etmiştir.

Bizler kim olduğumuza inanırsak, zamanla o kişi oluruz. 

Kadınların niteliksiz olduğu yönünde yıllar boyunca yapılan algı yönetimi başarılı olmuştur. Dolayısıyla da kadın, kendi inançları doğrultusunda hakikaten de ezileceği, niteliksiz olduğunu kendine kanıtlayacağı ortam ve deneyimleri yaratmaya başlamıştır. Bu algıyı tersine çevirmek için, kadına öncelikle kendi özü anlatılmalıdır. 

Son derece güzel hayat koşulları içerisinde yaşamasına rağmen hala kadın olmaktan kaynaklı dezavantaja sahip olduğuna inanan kadınlara ise şaşırmamak ve kızmamak elde değil. Bu şanslı kadınların, kendi güçlerine odaklanabilecek ve harekete geçebilecek alanları ve fırsatları varken, halen dezavantajlı olduklarını iddia etmeleri kendilerini küçük görmelerinden ve bahanelerin ardına sığınmaktan başka bir şey değildir. İşte bu kişiler "sözde üstünlüklerinden" dem vurur, ama eylemlerinde yeterli gücü gösteremezler. 

Şirket ve devlet bünyesinde "lider" pozisyonunda görev yapan kadın sayısı erkeklere oranla daha az ve bunun sıklıkla cinsiyet ayrımcılığı olduğu ifade ediliyor. Şanslı kadınların derdi, kurum ve gruplar içerisinde hatrı sayılır bir konuma gelememek, ve kadınlar, bu durumu da cinsiyet ayrımcılığına bağlıyorlar. Ben bu teoriye çok da fazla hak vermiyorum.

Neden mi? Öncelikle sizi biraz objektif olmaya davet ediyorum.

Büyük bir topluluğu yönetmek adına gereken belli başlı İNSAN özellikleri bulunur.

Haydi, dürüst olalım. 

Ben senelerce bir avukat olarak, etik ve disiplin konuları ile uğraşmış biriyim.

Topluluk bünyesinde en fazla huzursuzluk çıkaran, duygularına hakim olamayan, moral ve motivasyonu sürekli bir dalgalanma halinde olan, hemcinsleri ile sürekli çekişme halinde olan cinsiyet, erkekten ziyade malesef kadın olmaktadır arkadaşlar. Bu nedenle kadınlar erkeklere oranla bu özelliklerinden dolayı uzun vadede "güvenilmez" bir imaj yaratmaktadırlar.  Kadın, erkek karşısında varlığını kanıtlamaya çalışırken, hemcinslerini de yerle bir etmeye çalışmaktadır. 

Öncelikle lider dediğimiz kişilerin duyguları ile analitik zekasının bir dengede olması gereklidir, kadınlar ise duygusal yaratıklardır, bu dengeyi oluşturmayı başarmış kadın her ortamda kendini zaten belli eder. Siz ayın 3 günü hormonal oynamalarınız nedeniyle sinir krizi geçirdikten, hemcinslerinizle daima çatışma ve yok edici rekabet içerisinde bulunduktan sonra neden beni grup başı yapmıyorlar diye sorgulayamazsınız. Şirket içi mobbing olaylarının mağduru ve mobbing eylemini ağırlıklı olarak gerçekleştiren de yine kadınlardır!

Kadınlar arasında lider özelliklerini duyguları ile sentezleyerek harika bir dengede sergileyen kimseler de vardır ve bu kişiler de hayatta diledikleri noktalara, gerek devlet, gerek toplum, gerekse bir şirket bünyesinde o ya da bu şekilde mutlaka gelirler. Şafak Pavey, Gülse Birsel, Emine Ülker Tarhan'ın erkek olduğunu düşünenimiz yoktur sanırım?  

Sayılarının az olması, otomatik olarak kadın olmalarından kaynaklanmaz, bu durum aynı zamanda liderlik vasıflarını gösterebilen, duygu ve analitik zekasını eş oranda ve verimli olarak kullanabilen soğukkanlı ve kendinde liderlik gücü bulabilen cesaretli ve İNANÇLI kadınların sayısının az olmasından kaynaklıdır. 

Dolayısıyla bu dünyada şirket CEO'larının çoğunluğunun erkek olması veya lider pozisyonundaki kişilerin erkek olması, sadece kadınlara fırsat tanınmamasından değil, ağırlıklı olarak karakter itibariyle erkeklerin bu sorumluluğu daha iyi ve daha soğukkanlı olarak taşıyabilmelerinden ve doğdukları andan itibaren üzerlerine "evin direği", "lider", "otorite figürü" gibi etiketlerin yapıştırılmasından dolayı da ileri gelir. Gözardı edilen başka bir nokta ise, erkeklerin bir kısmının saldırgan tavırlar göstermesinin sebebinin tüm liderlik vasıflarının kendi üzerlerine atfedilmesi karşısında bu sorumluluğun altında yalnız ve ezilmiş hissetmeleridir!

Anılan sebeplerle, erkeğin kendini gerçekleştirebilmesi kendi kapasitesinde "lider" olabilmesi ile mümkün olduğu için, erkek varını yoğunu bu konumu elde etmek için kullanır, kadının böyle bir sorumluluğu bulunmadığı için bu yönde gösterdiği güç ve irade erkeğe oranla çok daha azdır. 

Unutmayın ki, kadınların erkekler kadar, "lider" olmakta, güç ve konum elde etmekte gözü de yoktur, kadın duygusal bir varlıktır, anaçtır ve dolayısıyla, genellikle mutluluk ve huzuru yakaladığı ortamlar daha sakin, daha kapalı, daha domestik ortamlardır. Dolayısıyla, belirli pozisyonlar için yarışmaya niyetli kadın sayısı da zaten en baştan erkeklere oranla daha azdır

Aynı pozisyon için aynı sayıda erkek ve kadının yarıştığı bir ortamda halen kadın erkek lider sayısında büyük farklar meydana geliyor ise, o zaman konuşalım. Ama kadın, zaten, en baştan doğduğu andan itibaren, bu gibi pozisyonları kovalamaması gerektiğine inandığından, bir elin parmağını geçmeyen kadın ile, aynı pozisyon için savaşan 100 erkek arasından elbette bir yere gelen kadın erkek sayısını karşılaştırdığınızda, 3'e 50 gibi bir sayıyla karşılaşmanız da çok normal olur. Bu nedenle ERKEKLERDEN önce KADININ KENDİ İLE İLGİLİ ZİHNİYETİNİN DEĞİŞMESİ GEREKLİDİR. 

Tüm bu faktörler göz önünde bulundurulmaksızın, sayısal farkları doğrudan ve sadece cinsiyet ayrımcılığına bağlamak çok yüzeysel ve kolaycılığa kaçan bir yaklaşım olur, daha da önemlisi bu düşünce tarzı kadının gelişimini dış koşullara bağlamasına neden olur ve kadını "güçsüzleştirir". Zaten kadın olması sebebiyle bir yere gelemeyeceğine veya belli bir yere kadar ilerleyebileceğine inanan kadın, ne gerekli çabayı, ne de gerekli iradeyi baştan göstermemek yönünde zihinsel bir karar almış durumdadır!

Bir grup bir kadını kendi bünyesine kabul ediyor, söz hakkı tanıyor ve "terfi" yani ilerleme göstermesine olanak tanıyor, ve sayısı az dahi olsa bazı kadınlar bu konumlara gelebiliyorsa, aynı şartlara sahip olup da bu konuma gelemeyen kadına otomatik olarak cinsiyet ayrımcılığı yapıldığını iddia edemezsiniz. 

Ben senelerce avukatlık gibi son derece maskulen, sert, saldırgan ve ezilmeye müsait ortam ve koşullarda çalışmak durumunda kaldım, yaşadığım bir çok sıkıntı içerisinde "kadın olmak" hiç bir zaman benim için bir sıkıntı olmadığı gibi aksine, kadın olmanın avantajlarını da gördüm, işlerim daha kolay halledildi, bana daha nazik davranıldı, komik ama asıl cinsiyet ayrımcılığını ben kendi mesleğimde daha ziyade erkekler aleyhine gördüm. Kadınların çok daha verimli çalıştığı tespit edilen alanlarda, işe alım sürecinde kadınların tercih edildiğini gözümle gördüm. Ama, ne zaman ki bir kadınla çalıştım, işte o zaman hayat cehenneme döndü!! Ne zaman ki kadın ağırlıklı bir kurumda, bu problemler tavan yapmaya başladı, işte o zaman özellikle işe alım sürecinde erkek adaylar değerlendirilmeye başlandı. Şimdi burada cinsiyet ayrımcılığı mı var yoksa kadının, kadını desteklememesi, kadının diğer kadını rakip görmesi gibi yok edici başka tür egosal problemler mi var? Peki bir erkeğin gözünden, kadının sergilediği bu "tekinsiz" davranışlar sizce nasıl algılanıyor? Tekrar ediyorum, özeleştiri, mecburidir, zaruridir. Kadının, kadının imajına verdiği zarar, erkeğin, kadının imajına verdiği zarardan çok daha büyüktür!

Bu gibi olumsuz ve dengesiz karakter özellikleri gösteren hiçbir insanı ben ne grubumun, ne kurumumun, ne de devletin başında görmek istemem. Bunun kadınlıkla değil, karakter özellikleri ile ilgisi bulunur. 

Gayet güzel şartlarla, eğitimle, kariyerle donatılmış biz şehir kadınlarının biraz olsun kendi içimize dönüp, nerede hata yaptığımızı ve eksik kaldığımızı dürüstçe kendine ifade etmekten başka çaresi yoktur.  Gelişim ancak, özeleştiri ile mümkün olabilir.

Bir kadın olarak, hele ki, iyi eğitim almış, şanslı kadınlardansanız, sakın ama sakın kadınlığınızın arkasına sığınarak ben bir yerlere gelemem/gelemedim demeyin. Bu kendinizi küçük görmekten başka bir şey değildir. Siz bugün, bir kadın olarak bir kuruma, bir bünyeye, bir partiye üye olarak kabul edildiyseniz, artık ben kadınım ve mağdurum deme hakkınız yok. Cinsiyet ayrımcılığı nedir biliyor musunuz? Sizlere oy hakkı, söz hakkı tanınmaması, kendinizi ifade edecek ortamlara KABUL dahi edilmemeniz, tüm kapıların değil suratınıza kapatılması, o kapıların size açılmaması halidir. Şimdi siz bu engelleri aşmış bir kadın olarak, yolunuzun devamını açamıyorsanız, bu ayrımcılık değil, muhtemelen sizinle ilgili bir durumdur. 

Liderlik vasıfları bellidir, eğer lider olmak istiyorsanız, kadın erkek farketmez, bir insan olarak bu özellikleri geliştirmekle yükümlüsünüz.  

Tarihte kadınlar imparatorlukları yıktırıp, toplumları kuran varlıklar olmuştur, onlara fırsat eşitliği mi tanındı ? Hürrem Sultan denen kadın lider, kölelikten başlayan sürecinde, tarih boyunca süre gelen harem geleneğini yok etmiş bir kadındır.  Çünkü o kadının, birçok erkeğe benzer şekilde kendini gerçekleştirebilmesi için "lider" olmaktan başka çaresi yoktu ve varını yoğunu bu hedefe kanalize etmişti. İşte sıradan bir kadınla, gücünün farkında olan bir kadın arasındaki fark budur.

Bu kadınlara eğitim mi verildi, onlar zengin miydi? Hayır, hiçbiri, ellerinde olan tek güç kadın olmanın bahşettiği sezgisel, stratejik ve zeka dolu hareketlerle birlikte hedeflerine doğru giden yolda çok büyük bir güç ve irade göstermeleridir. Onları kimse durduramadı, yıl 2017, sizi kim durdurabilir?

Kendini gerçekleştirememiş herkes suçu dış bir unsurda arar, bunu unutmayın, Madam Curie, Joan of Arc, Kleopatra, Nefertiti, Hillary Clinton, Tansu Çiller, Michelle Obama (ki kendisinin bir sonraki başkan aday olması gerektiği konusunda herkes hemfikir)...hepsi tarihin farklı zamanlarında liderlik pozisyonlarına ulaşmış kişilerdir. Onlar kadın olmanın dezavantajlarını değil, avantajlarını kullanan son derece zeki kadınlardır. 

Ne Michelle Obama ne de Hillary Clinton "first lady" olarak sosyal ve politik görevler üstlenmek durumunda değildiler, ama kendilerine tanınmış olan "first lady" pozisyonunu en akılcı şekilde kullanarak, kendi başkanlıklarının önünü açmış, canla başla çalışmış ve halen de çalışan kadınlardır.  Size minicik bir hareket alanı tanınmış olsa dahi, bir kadın olarak bu alanı sonuna dek en akılcı şekilde kullanmakla yükümlüsünüz. Bazı şeyler ancak bu yolla değişebilir. 

Bir kadının önü erkekler tarafından sadece ÜSTÜN olduğu için kesilebilir, ama hedefine ulaşmak isteyen bir kadını birileri geciktirebilse bile, HİÇ KİMSE durduramaz. Bunu bilen her kadın da istediği yere daima gelen kadındır. Güç ve iradenin karşısında hiçbir şey duramadığı gibi, bu niyeti ve iradeyi gösteren kişinin cinsiyeti farketmeksizin, tüm evren de bu kişiye destek olur. 

Gelişme sürecindeki bölgelerde yaşanan dram ise, kadın-erkek eşitsizliği değil, çok daha büyük bir problem olan insanlık dramıdır. Bugün kadına şiddet gösteren bir erkek, bu zihniyete sahip biri olarak, doğa ve tüm canlılara da aynı saygısızlığı gösteren, insanın, canın ve varlığın kıymetini bilmeyen ve hatta sadece çevresine değil davranışları ile en çok kendisine zarar veren insandır. 

Fırsat Eşitsizliğinden ise hem kadınların hem de erkeklerin mağdur olduğu bir gerçektir. Mükemmel niteliklere sahip bir erkek veya kadın, kısacası İNSAN, çevresel faktörler, zenginlik, tanınmışlık, gruplaşma gibi unsurlardan faydalanarak esasında aynı emeği göstermemiş ve gerekli niteliklere sahip olmayan bir kişi/grup  tarafından bertaraf edilebilmektedir. Ancak bu, insanlığın genel sorunudur, kadınlık veya erkeklikle ilgisi yoktur, ve esasında üzerinde durulması gereken, farkındalığımızı çevirmemiz gereken konu tam da budur. Tüm İNSANLIK adına fırsat eşitsizliği, mafyavari davranışlar, faşist yaklaşımlar ve İNSAN ayrımcılığı çok ciddi bir problemdir. Bugün kadınlar kadar, azınlıklar, eş cinsle ilişki yaşayan insanlar, engelliler, mülteciler, açlıkla savaşanlar...saymakla bitmez, çok büyük sorunlarla mücadele etmektedir.

Gerçekten kadınlığı sebebiyle mağdur olan kimselere, daima destek olunması gereklidir, ve gerçekten cinsiyet ayrımcılığından dolayı mağdur olan kadınlarımız da var, ancak bu oran artık çağımızda özellikle eğitim ve kariyer şansı elde etmiş kadınlarımız arasında sandığınız kadar yüksek bir oran değil.  

Dediğim gibi, kadın olmaktan dolayı yaşandığını düşündüğümüz bir çok mağduriyetin esas sebebi, bir çok kadının kendi gücünü azımsayarak, kendi irade ve istekleri ile "büyük" hedeflere oynamamalarıdır, risk almamalarıdır, cesaret göstermemelidir, kısacası İNANÇSIZLIK ve baştan "yenilmişliği" kabul etmelerindendir.  İşte bu nedenle öncelikle, kadınlarımızın zihniyetinin değiştiğinden emin olmalıyız.

Dolayısıyla, ben bir çok kadınımızın malesef kadınlıklarının ardına sığınarak "zaten ben kadınım" bahanesiyle kendi özelliklerini azımsadıklarına, tembellik yaptıklarına, kendilerini güçsüz gösterdiklerine ve ne kadar eğitimli olursa olsun, erkeğin ardına sığınmayı "normal" olarak gördüklerini gözlemekteyim.Biz kadınlar değil miyiz, evlenince çalışmaktan vazgeçen? Biz kadınlar değil miyiz, maddi durumu iyi bir eş arayan? Biz kadınlar değil miyiz, güvencesini erkekte arayan? Biz kadınlar değil miyiz, birbirini desteklemek yerine, yok etmeye çalışan? Biz kadınlar değil miyiz "seçici" olmaktan imtina edip de "seçilmeyi" bekleyen? Biz kadınlar değil miyiz erkekleri avlamaya çalışan? Biz kadınlar değil miyiz erkeklerin "ben seçerim" duygusunu besleyen? Biz kadınlar değil miyiz erkek elini mutfağa attı mı, "dur ben yaparım" diyerek, bazı görevlerin sadece kadına ait olduğunu vurgulayan?

Bütün bu özellikleri gösterip de ardından "ben kadın hakları savunucusuyum, kadın olmaktan dolayı mağdurum, mağduriyetim giderilsin" demek abesle iştigal olur. Çalışmak veya üretmek isteyen bir kadını durduran bir erkek hakkında sayfalarca yazalım; esas cinsiyet ayrımcılığı işte budur, bu konuyu da günlerce konuşalım, ama tüm fırsatlar önüne serilmişken hala mağdur edebiyatı yapan büyük şehir kadınlarının da artık uyanma vaktidir.

Kadınlar Günü, malesef, büyük şehirlerde, zaten herhangi bir cinsiyet ayrımcılığına maruz kalmayan (ama bu bahanenin ardına sığınan) kadınlar tarafından ağırlıklı olarak kutlanmaktadır. Kadına gerçekten söz hakkı tanınmayan bölgelerde, kadınlar gününün varlığından kimin haberi var? Kendimiz çalıp, kendimiz mi oynuyoruz? 

Bazı kadın arkadaşlarımı görüyorum, yılın 365 günü kadın farkındalığı üzerinde çalışıyorlar, kadınlar gününü beklemeksizin. İşte esas emekçi, esas birşeyleri değiştirebilen kadınlar bu kişilerdir, ve kutlanacaksa bu kişiler emeklerinden dolayı kutlanmalıdır ve bu kişiler "emekçi kadındır". 

Yoksa siz ofisinize gidip, çiçeğinizi aldığınızda, kahvenizi yudumlarken, sizin yerinize bir erkeğin terfi alması karşısında "kadınım mağdurum" dediğinizde, sadece egonuzu tatmin ediyorsunuz, ve o koltuğa ulaşamadığınızda kadınlığınızın ardına sığınıyorsunuz. 

Tekrar ediyorum, bugün, belli bir eğitimi alabilmiş, kariyer sahibi olabilmiş, gerek internet, gerekse sosyal ve profesyonel ortamında söz hakkı bulabilen hiçbir kadının, başarısızlığının kadın olması ile ilgisi yoktur, kafasını ve yeteneklerini doğru kullanamaması, hedeflerinin büyük olmaması, yeterince güç ve irade gösterememesi ile ilgisi vardır. 

Cinsiyet ayrımcılığına gerçekten maruz kalan kadın, bugün ne eğitim alabiliyor, ne kariyer sahibi olabiliyor, değil internet, evinde dahi söz hakkına sahip olamıyor ve muhtemelen kadınlar gününden de haberi yok!! Cinsiyet ayrımcılığına maruz kalan kadın, evinden iki mahalle öteye gidemeyen "sessizleştirilmiş" kadındır. 

Kadınlar Gününde konuşulması üzerinde durulması gereken konu budur.

Tüm kadınlar günü haberlerini, paylaşımlarını genel çerçevede takip ettim, ve halen, büyük şehir kadınının cinsiyet ayrımcılığı denince aklına gelen tek şey kariyer alanında erkek kadar ilerleyememeleri. Oysa ki bu kadın düşünmüyor ki, kendisine kariyer ve eğitim imkanı zaten sunulmuş, her yerde konuşabiliyor, şimdi bu kadının bu imkanı varken, kendisi alanında bir öncü olarak diğer kadınlara örnek olmak üzere canla başla çalışmak yerine hala şikayet ediyorsa, bulduğu ilk rahatlık fırsatında topluma ülkeye ve dünyaya faydalı olmak üzere çalışmaktan imtina ediyorsa,  ben bu kadını sadece özeleştiriye davet edebilirim. 

Bugün, eğitimli, kariyer sahibi kadın haklarını savunduğunu düşünen genç modern anne, 2 yaşındaki oğlu oyuncak arabasına sert bir şekilde oyun amaçlı vururken, anne "aslan oğlum benim, güçlü oğlum benim, oğlum tabii yapacak" gibi desteklemelerde bulunurken unutmamalıdır ki, o ufacık çocuk bilinçaltına "şiddet ve güç göstermenin" takdire şayan bir hareket olduğunu kodlamaktadır. Bu şekilde yetişen erkek çocuk, erişkinliğe ulaştığında elbette ki, başka suretlerde güç ve şiddet göstermenin hakkı olduğunu düşünecektir. Sonra biz bu erişkin erkeklere kadınların değerini anlatmaya çalışırken, erişkin erkeğin fikrini değiştirmek elbette çok ama çok zor olacaktır.

Bu nedenle yapılması gerekenler şunlardır:

- Kadının en büyük destekçisi yine kadın olmalıdır
- Kadınlar birbirlerini rakip olarak görmeyi bırakmalıdır
- Kadına doğduğundan itibaren, erkekle eş derecede, öncü olmak yönünde hakkı bulunduğu ve kendini gerçekleştirebilmek adına daima irade, istikrar, güç, disiplin ve niyet göstermesi gerektiğini öğretilmelidir
- Kadın hiçbir alanda seçilmeyi beklememeli, kendisinin de seçme hakkı olduğunu anlamalıdır
- Kadın erkeği, yetiştirirken, onun şiddet ve güç eylemlerine destek olmamalı, kadın-erkek eşitliğini çocuğuna anlatmalı, empati, sempati, şefkat sahibi, barıştan yana iyi bir insan olmanın erdemlerini anlatmalıdır. 
- Kadın ve erkeğin hayattaki görev paylaşımı eş olmalıdır. Kadın erkeğin, bakıcısı ve annesi olmayı bırakmalıdır. 
-Ne erkek ne de kadın cinsiyetleri sebebiyle, öncelik hakkı beklentisi içerisinde olmamalıdır. 
-Kadın sadece duygusal ve anaç bir varlık olmakla yetinmemeli, büyük hayaller kurmayı, hedef sahibi olmayı, özgürlüğünü temin etmek üzere çalışmayı ve üretmeyi hayatının ilkeleri haline getirmelidir.
- Erkekler kadınların üretmesine destek olmalı, bunu da KENDİLERİ için yaptıklarını anlamalıdır. Erkekler, hayatın tüm yükünü sadece kendi omuzlarında taşımak zorunda olmadıklarını, hayattaki yüklerin paylaşılabileceğini anladıkları gün çok daha az stresli ve sakin varlıklar haline geleceklerdir. Birçok erkek taşıdığı sorumluluklar nedeniyle, agresyon, öfke ve depresyon gibi rahatsızlıklara yakalanmaktadır. 
- Küçük hareketler, büyük toplumsal dönüşümleri de beraberinde getirir. İşe evinizden başlayın. Hala "erkek tabi yapar" mentalitesine sahip olduğunuz alanlar ne, halen, bazı işlerin sadece kadınlar/erkekler tarafından yapılması gerektiğine mi inanıyorsunuz, halen eşinizin size bakmakla yükümlü olduğuna mı inanıyorsunuz? Halen eşinizin sadece erkek olduğu için çapkınlıklarına göz yummanın mantıklı bir hareket olduğunu mu düşünüyorsunuz? Halen en çok öfke duyduğunuz kişiler hemcinsleriniz mi? Kadının imajına zarar veren her ne hareket, düşünce ve eylemde bulunuyorsanız, artık bunları bırakmanın vaktidir. 

Bir kadının neslinin uyanması, takip eden erkek neslinin değişmesi için yeterlidir. 

Şimdi ve daima, güç ve iradenin önemini ve insan şekillendirme yeteneğinin hiçbir varlığa bahşedilmediği kadar kendilerine bahşedilmiş olduğunu diğer kadınlara anlatma vaktidir. 

Gücünün farkında bir kadının karşısında kimse duramaz! Kadınsınız, bahane yok, isterseniz yaparsınız!

Sevgilerimle





Geleceği Bilmenin Sırrı

Geleceği bilmek istiyorsan, Kendini bil.  Geleceği mi bilmek istiyorsun, Dışarı çıkma, *Kendine gel!*,  Geleceği ...