Kişisel gelişimin bu iki önemli öğretisi, esasında birbiri ile çelişir gibi görünse de, birbirini tamamlayıcı niteliktedir.
Herşey sizinle ilgilidir, çünkü evrensel yasalar çerçevesinde, düşünce maddeye dönüşür ve gerçekleğinizi oluşturur. Karşılaştığınız her olay, kişi ve yaşadığınız her deneyim, farkında olun veya olmayın, öncelikle sizin zihninizde basit bir düşünce tohumuydu, zaman içerisinde odağınız aynı düşünce tohumunu büyüttü, büyüttü, ve yeşertti, maddeye dönüştürdü, ve bu düşünce formu, fiziksel olarak deneyimleyebileceğiniz şekilde, bir olay, kişi, vaka, olarak hayatınızda vuku buldu.
Dolayısıyla, bugün, yaşadığınız her ne ise, zihninizin ve düşünce yapınızın bir röntgen filmi gibidir. Örneğin, hayatınızda sürekli haksızlığa uğruyorsanız, istediğiniz kadar ben kendime değer veriyorum naraları atın (evet bu reddedişler kimi zaman "nara"lara kadar yükselmektedir:), realiteniz, deneyimleriniz, hayat koşullarınız köklü düşünce kalıplarınızın eseridir, ve bu resim karşısında kişisel sorumluluk alarak, resmin yaratıcısı olduğunu kabul eden kişi de, resmi istediği gibi değiştirmek yönünde en önemli adımı atmış kişidir.
Gördüğünüz resim ile düşünce yapınız arasında bir ilişki kuramayabilirsiniz, şaşkınlık içerisinde kalabilirsiniz, bizim de işimiz size bu bağlantıları göstermektir =)
Bu nedenle, hayat örgüsünü anlatan kişi, doğal olarak, olan her ne ise, bu olayı bir dış unsura bağlar "şunun yüzünden, şu oldu, bu olmasaydı, o olmayacaktı" gibi kendince mantıklı açıklamalar bulmaya çalışır. Hiç bir mantıklı açıklama bulamazsa da sorumluluğu Tanrı veya Kadere yükler.
Eğer salt gerçek bu olsaydı, hepimiz, yaşadığımız hayatları tesadüf ve şans eseri yaşıyor olurduk. Bu ne Tanrı'nın ne de Adaletin terazisine uymaz, oysa ki Tanrı ve Evrenin kılıcı keskin ve adaletlidir, kul arası torpil, fazladan bol şans, güzel yazılmış kader, ayrımcılık vb. durumlar meydana gelmez, bu insanlar arasında yaşanan bir durumdur. Evrende tesadüf diye bir şey yoktur, evrende DÜZEN vardır, evrenin tüm canlıları için ki- buna insanlar da dahil, düzen aynı şekilde işler ve bu son derece adaletli, fırsat eşitliğinin bulunduğu bir sistemdir.
Teorik olarak bu bilgileri daha önce de duymuş olabilirsiniz, ancak bahsettiğim kavramları ancak tesadüfi bir şekilde yaşadığını düşünürken, hayatının gidişatını yönlendirebilmeyi başararak, her iki gerçekliği tatmış bir kişi tam anlamıyla bilebilir ve deneyimleyebilir.
Bu nedenle hep derim ki, aldığınız eğitimler, okuduğunuz kitaplar siz bu öğretilerden herhangi birini uygulamaya koymadığınız sürece hiçbir anlam ifade etmez. Bu bilgiler zihninizi meşgul etmek için değil, hayatınızı güzelleştirmek için sunulan bilgilerdir.
"Dışarıda hiçbir şey yok" öğretisi, okunarak anlayabileceğiniz bir kavram değil, uygulayarak anlayabileceğiniz bir kavramdır ve temeli de yukarıda anlattığım sürece dayalıdır.
Peki "hiçbir şeyi kişisel algılamayın ve hiçbir şey sizinle ilgili değildir" ne demek?
Gerçeklik diye bir şey yoktur. Gerçek, herkesin hemfikir olduğu, her görülen, duyulan ve deneyimlenen şeyin herkes tarafından aynı şekilde yorumlandığı bir kavramdır, ve böyle bir ortak görüş insanlar arasında sağlanamaz. Çünkü, herkesin gördüğü, algıladığı, yorumladığı birbirinden farklıdır. Aynı olayı, 10 kişiye değerlendirmesi için sunduğunuzda, 1 kişi bile o olayı farklı algılıyor ise, "gerçeklik" kavramı yara alır.
Gerçeklik, bilimsel olarak da kanıtlandığı şekilde, insan zihninin algılayabildiği kadarıdır. İnsanlar arasında algı seviyelerindeki farklılıklardan bahsetmeye gerek duymuyorum bile. Biyolojik ve fizyolojik olarak, zihnimiz, gördüklerini, kişinin mantık çerçevesine oturarak, formatlayarak, ve yeniden şekillendirerek sadece bizim anlayabileceğimiz bir görsel olarak bize sunar. Benim zihinsel perdelerim ile sizinkiler aynı kalınlıkta olmayabilir, bu da benim gördüklerim ile sizin gördüklerinizin farklılaşması sonucunu doğurur, hatta, bir çok kişinin fiziksel olarak gözleri ile göremediği bir takım unsurların, algı seviyesi açık bir kişi tarafından görülmesi her ne kadar metafizik olarak adlandırılsa da bu durum da esasen kişilerin algı kapasiteleri arasındaki farktan dolayı gerçekleşir. Bu nedenle bir çok kişi için "görünmez" yani "yok" olarak kabul edilen bir çok kavram bir grup insan için son derece "gerçektir" ve deneyimlenmektedir.
Kişisel Gelişim, bu algı kapasitesini arttırmaya yönelik olarak sunulan öğretileri içinde barındırır. Çok ama çok kaba bir tabirle, kişisel gelişim insanın zeka kapasitesini arttırmaya yönelik olarak eğildiği bir alandır. Ancak bir çoğumuz, kişisel gelişimi rahatlamaktan ibaret sandığımız için, sunulan öğretilerini değerini bilememekteyiz. Oysa bugün kim IQ'sunu iki katına çıkarmak istemez diye bir soru sorsam bir kişinin bile "hayır" cevabı vermeyeceğine eminim.
Gelelim esas konuya, dedik ki "hiçbir şeyi kişisel algılamayın, hiçbir şey sizinle ilgili değildir". Bu öğretiden kasıt şudur, bizler dünyayı kendi sis perdelerimizden görebildiğimiz ölçüde alır, değerlendirir ve yorumlarız. Dolayısıyla, karşılaştığınız herhangi bir kişinin, size dair herhangi bir övgüsü veya yergisi de gerçek değildir, sizinle hiçbir ilgisi de yoktur, bu o kişinin kendi sis perdelerinin ardından sizi algıladığı bir imajdır, ve bu imaj, karşınızdaki kişinin kapasitesi oranında şekil alır. Dolayısıyla, siz, esasında karşınızdakinden kendinize ait bir bilgi almıyorsunuz, siz karşınızdakinden, karşınızdakinin dünya görüşünü gösteren bir bilgi alıyorsunuz ve bu bilginin sizinle hiçbir ilgisi yok. Dolayısıyla bir kişisel gelişimci, hiçbir zaman ne övgü ne de yergi karşısında etkilenmemelidir. Bir kişisel gelişim öğrencisi veya ustasının odaklanması gereken tek konu, kendi hakkındaki kendine ait düşünceleridir.
Örneğin Albert Einstain, Nikola Tesla ve benzeri vizyonerler, kendi zamanlarında "aptal" ve "deli" olarak nitelendirilmiş, esas değerleri ise öldükten sonra anlaşılmış kişilerdir, bundan 250 sene sonra ise, bu kimseler sahip oldukları yüceliği de yitireceklerdir zira, evrimleşme, bunu gerektirir, insanoğlu evrimleştikçe olaylar, kişiler ve olgular karşısındaki algısı, yorumu ve etiketleme biçimi de değiştir. Vizyonerler, çağlarının çok ötesindeki bilgiyi zamanlarına taşımak hususunda daima çok değerli kimseler olarak anılacaktır vefakat hiçbir zaman bu üstünlüklerini zaman karşısında koruyamayacaklardır, bu nedenle vizyonerler, bizim hayal edemeyeceğimiz ölçüde alçakgönüllü kimselerdir, algı kapasitesi son derece geniş olan bu kişiler, yaptıkları işin "olağanüstü" değil, "olağan" olduğunu üstüne basa basa ifade etmişlerdir. Peki kendi zamanlarında "aptal/deli" olarak nitelendirilmiş bu kişiler, bizim zamanımızda "dahi" olarak nitelendilirken, biz hangi gerçekliğe inanmalıyız?
Dehaların hiçbiri, kendilerini deha olarak görmez, kendilerine toplum tarafından takılan etiketler (iyi veya kötü) karşısında kılları bile kıpırdamaz, bu kişiler kendi gerçeklerini deneyimlemek adına bitmek bilmeyen bir emek ve çalışma içerisinde yaşamlarını sürdürerek bu idealist tavırları neticesinde topluma da fayda sağlamış kişilerdir.
Gördüğünüz gibi kişilerin sizlere taktığı etiketler söylediği sözler kişilerin algı kapasitesiyle doğrudan ilintilidir. Sizi, karakterinizi, yaptıklarınızı, düşüncelerinizi kendi mantığı ve algısına oturtamayan bir kişi için siz bir dahi değil, bir deli ve budala olabilirsiniz ve siz buna inandığınız gün, gerçekten de bir deli ve budala haline gelirsiniz, veya sizin görüşleriniz karşısında etkilenen bir kişi sizi bir "deha" olarak görebilir, ve buna inandığınız gün, dahiliğe giden yolda gelişiminizi durdurabilir ve sıradan bir insan haline gelebilirsiniz. Dolayısıyla başkalarının sözlerine göre kim olduğunuzu belirlemek size şahsi olarak hiçbir katkıda bulunmaz. Siz, kim olduğunuza inanıyorsanız, o kişisiniz.
İşte burada da çekim yasası devreye girer, evet kişilerin sözleri sizinle ilgili değil bu doğrudur, ama bu sözleri söyleyen kişileri hayatınıza çeken kişi de sizsiniz! Örneğin bir kişi hayatında sürekli zeka seviyesine yönelik bir eleştiri alıyor ise, bu o kişinin kendi hakkındaki en derin içsel düşüncelerinin bir yansımasıdır, kendisine o sözü söyleyen kişi ise, bu içsel düşünceyi seslendiren kişi olmuştur.
Tekrar ediyorum, o sözü size seslendiren kişi gerçeği ifade etmemektedir, kendi sis perdesinden sizi algıladığı imaja yönelik bir tespitte bulunuyordur ve bu o kişinin perdesinin kalınlığı ile ilgilidir, ancak bu sözü söyleyen kişileri hayatına çeken kişi de sizsiniz. Kendisini çok iyi tanıyan ve tanımlayan bir kişinin gerçekliğinde "aptal görünme endişesi" yok ise, bu endişeyi ona geri seslendirecek kişiler de, bu kişinin yaşam alanına çekilmez.
Bu nedenle, sizi üzecek kıracak bir dizi insan ve söz ile sıklıkla karşılaşıyorsanız yapmanız gerekenler şunlardır:
1. Söylenen sözler sizinle ilgili değil, söylenen sözler gerçeği ifade etmiyor. Bu nedenle size söylenen sözlere karşı duygusal bir tepki geliştirmek enerji kaybından başka bir işe yaramaz.
2. Bu sözlerin hiçbiri benimle ilgili değil diyerek, kendi içsel yolculuk ve sorgulamanızı yapmamanız ise sizi "duyarsız" ve "cahil" bir insana dönüştürür. Bu nedenle sizi rahatsız eden bir olay vuku bulduğunda, "bu olay gerçek değil, benim algımdaki ben'i bana yansıtmıyor, ama ben bu insanı da bir sebepten hayatıma çektim, farkında olmadan kendi hakkımdaki düşüncelerim, bu kişi tarafından bana seslendiriliyor olabilir mi? sorusunu da sormalı ve kendi düşünce yapınızda bir kaçak keşfederseniz, bu düşünce yapısını iyileştirmek yönünde çalışmalısınız.
Daha önceki yazılarımda da belirttiğim gibi, kişisel gelişim öğretileri malesef son derece yanlış anlaşılmakta ve yanlış anlaşılma sonucu gelişimden çok kişisel gerilemeye sebep olabilmektedir. Bu nedenle bu kavramların okunarak değil, uygulanarak özümsenmesi ve aralarındaki ufak nüansların bu şekilde ortaya çıkarılması gerekmektedir.
Size ufak bir deneysel çalışma yapmanızı öneriyorum. Üç hafta boyunca kendinizle ilgili, sizi tanımlayan olumlu bir özelliğinize odaklanın, üç haftanın sonunda, bu özelliğinize dair dış dünyadan geri bildirimler ve sözler duymaya başlayacaksınız. İşte ancak o zaman, bu yazdıklarım sizin için gerçekten bir şeyler ifade etmeye başlayacaktır.
Sevgilerimle
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder