Herkese merhaba,
Reiki ile ilgili yetersiz yerli kaynak sorunu nedeniyle, sizlere elimden geldiğince Reiki'nin bilinen ve bilinmeyen kullanım alanlarını ve faydalarını yazılarım aracılığıyla aktarmaya devam edeceğim.
Henüz Reiki'nin ne olduğunu tam olarak bilmiyorsanız, bu yazımdan önce mutlaka "Reiki Eğitimi" başlıklı yazımı okumanızı tavsiye ediyorum, bu konuda ayrı ayrı sorular alıyorum ve maalesef her birini tek tek cevaplamak üzere yeterli vakti bulamıyorum, bu nedenle "Reiki Eğitimi" başlıklı yazımı okumanız bu yazımı tam olarak anlayabilmeniz adına ayrıca bir önem teşkil ediyor =)
"Evrensel Yaşam Enerjisi" anlamına gelen Reiki, ilk bakışta, fiziksel rahatsızlıkların tedavisine yönelik bir alternatif şifa sistemi olarak düşünülebilir, ancak Reiki'yi sadece bu alan ile sınırlamak, bu sisteme yapılan bir haksızlık hem de yetersiz bir değerlendirme fikrimce.. Yaklaşık 12 seneden beri bir Reiki Uygulayıcısı, 4 senedir ise Reiki Öğretmeni (Reiki Master) olarak bu sistem ile çalışmakta ve bu sistemi öğretmekteyim.
Geleneksel Reiki Eğitimleri ve Reiki Kitaplarında sıklıkla karşılaşabileceğiniz şekilde, Reiki, Reiki Uygulayıcısının, enerji bedeni üzerinde özellikle ve ağırlıklı olarak ellerini kullanarak, enerji düzensizliği olan bölgeleri şifaya kavuşturmasına yönelik bir sistem olarak tasvir edilmektedir.
Enerji bedeni nedir diye soranlarınız olabilir, bu noktada, kısaca, sizlere sadece et ve kemikten oluşmadığınızı, varlığınızın fiziksel bedeninizin çok ötesine uzanan bir elektromanyetik alana sahip olduğunu ve bu alana da enerji bedeni dendiğini belirtmek isterim. Enerji bedenlerini (eterik beden olarak da adlandırılmaktadır) görebilen eğitimli gözler veya doğuştan görüsü açık kişiler, aşağı yukarı bahsettiğim alanı aşağıdaki şekilde görmektedir.
Bu alan ne yapar, ne eder? Ya kader, kader nedir, var mıdır?
Göremediğimiz için yok saydığımız enerji bedenimiz, esasında hayatımızı ve kaderimizi yaratmamızı, yazmamızı sağlayan en önemli aracımız! Bazılarınız, doğduğu andan itibaren kaderlerinin yazılı olduğunu düşünebilir, zira ufakken ben de kader kavramını bu şekilde algılamıştım, ancak bu kavramın üzerinde biraz düşünecek olursanız,bizlere gönderilen kutsal kitaplar dahil, tüm ilahi sistemler aracılığıyla Yaratıcının herkese eş uzaklıkta ve son derece adaletli olduğu bilgisine sahip olmamıza rağmen, "kader" sisteminin hiç de adaletli bir sistem olmadığını düşünerek, bu işte bir yanlış anlaşılma olduğunu anlamamız gerekmez mi?
Eğer her birimizin hayatı daha bizler doğmadan bizlerin adına "yazılmış" olsa idi, şahsen ben, bugün evimin rahat koltuğundan asla kalkmaz, yaşanacak olanın benim iradem dışında nasılsa ve her şekilde olacağını düşünür, başıma gelen kötü şeylerin neden benim başıma geldiğini sorgulamaz, değiştirmek için hiçbir çaba göstermez, dilek tutmaz, dua etmez, amaçsız bir şekilde hayatta sürüklenir, bir takım insanların "torpilli", Allah'ın sevgili kulu olduğunu düşünür, ister istemez onlara karşı büyük bir hırs ve öfke besler, kıskanır ve hayat karşısında kendimi güçsüz hissederdim.
Gerçekten de Yaratıcı'nın, her bir parçası (kulları) namına, belirli bir kaderi yazarak onları dünyaya salıvererek onların kendilerine verilen senaryoları yerine getirmesini seyretmek, ne adaletli ve şefkatli bir Tanrı anlayışına, ne de tekamül anlayışına, ne bizlere verilen akıl, özgür irade, seçim kabiliyetine asla uymaz.
Hayır arkadaşlar, kader diye bir şey yoktur, bunu nereden mi biliyorum? Öncelikle bunu sadece ben söylemiyorum, artık günümüzde, kendi hayatlarını ilmek ilmek işleyen bir çok insan kanlı canlı kanıt olarak karşımızda, hayatlarımızda. Bilim adamları ise, canlı ve cansız varlıkları sarmalayan elektromanyetik alanların birbirileri ile devamlı bir iletişim ve takas halinde olduklarını, bu takasa göre de "şekillendiklerini", kuantum fizikçileri ise, "gözlemcinin" gözlediği (seçtiği) gerçekliği yarattığını kanıtlamış durumda. İlaveten, gerek beyin, gerek zihin, gerekse enerjimizi doğru şekilde odaklayarak kullandığımızda, tam olarak istediğimiz her ne ise ona kavuştuğumuzu da deneyimleyerek, görebilirsiniz.
Kader diye bir şeyin olmadığını ben de, yaklaşık 20 sene boyunca, bu kavramı derinlemesine araştırarak ve daha da önemlisi başta Reiki ve Çekim Yasası olmak üzere, çeşitli sistemleri başta kendi hayatım üzerinde uygulayarak, ve "tesadüf" diyemeyeceğim şekilde istatistiki olarak her defasında beklentim dahilinde sonuç elde ederek hem kendi hayatımı yönlendirebilmem, hem de danışanlarımızla birlikte yaptığımız çalışmalarda onların kendi hayatlarını yönlendirdiğini gözlemleyerek, ilaveten Dünya'nın heryerinde aynı sistemleri kullanarak 0 dan zirveye çıkan insanların hayatlarına şahit olarak, hayatın bizler tarafından yazılan, kontrol edilen, son derece adaletli ve özgür irade prensibine dayalı işleyen bir mekanizma olduğunu keşfettim ve daha da önemlisi deneyimledim. Hayat amacımı da bu öğretileri yaymak üzerine belirledim.
Peki Reiki hangi noktada devreye giriyor?
Her birinizin hayatında sevginin yadsınamaz derecede bir öneme sahip olduğunu tahmin ediyorum, ve hatta, birçoğumuz belki de "kişisel gelişim" ve "metafizik" alanına, ilişkilerimizde yaşadığımız talihsizlikler, içinden çıkamadığımız, tekrar tekrar benzer döngüleri yaşadığımız mutsuz ilişkiler, kimi zaman ise çok istememize rağmen, hiç sahip olamadığımız mutlu ilişkilerin yokluğu nedeniyle giriyoruz. Konu, aşk, sevgi, ilişkiler oldu mu, mantık da devreden çıkıyor, zeka da... belki o güne dek, ne çekim yasası ile ilgilendiniz, ne dişil/eril enerji dengesi ile, ne çakralarla.. ama mantığınızla zihninizle çözemediğiniz, düzeltemediğiniz "gönül işleri" söz konusu oldu mu, insanoğlu öyle bir azme, isteğe, açık görüşe bürünüyor ki, daha önce "saçma" gelmiş olsa dahi, bir umut, daha önce hiç denememiş olduğu "alternatif" yöntemleri de denemeye yöneliyor. Bu azim, hayatımızın her alanında var olsa, inanın her birimiz atomu parçalarız =)
Bu nedenle Reiki'nin ilişkiler üzerindeki etkisini de hepinizin merak ettiğini tahmin edebiliyorum..
Gelelim daha fazla uzatmadan can alıcı noktaya..
Reiki'nin dayandığı temel, Reiki Eğitimi başlıklı yazımda da anlattığım şekilde, evrenin en küçük yapıtaşı, daima hareket halinde olan, saf enerjidir. Enerji asla yok olmaz, daima devinim halindedir, bizler de çevremize nefes aldığımız her an belli bir frekansta enerji yaymaktayız. Biraz önce bahsettiğim ve temsili olarak resmini de paylaştığım bu frekanslar bizim "auramızı" yani elektromanyetik alanımızı oluşturuyor. Bu alan etten, kemikten değil, yani bir sınırı yok ve çevresiyle daima etkileşim halinde.. Yine Reiki Eğitimi yazımda anlattığım şekilde, frekanslar çevre frekanslarla "rezone" olmak (eşleşmek) yönünde bir eğilim gösterirler, bu nedenle denir ki, "benzer frekanslar, benzer frekansları çeker" bu soyut bir anlatım değil, tamamen fiziksel gerçekliği olan bir kuraldır. Örneğin oda sıcaklığında olan bir bardak suya, 4-5 kalıp buz attığınızda, suyun sıcaklığı ile buzun sıcaklığı dengelenerek, su oda sıcaklığından daha soğuk bir dereceye yükselir, yalın tabirle, buz ile su birbirlerine rezone olarak orta yolda buluşurlar. Canlıların arasındaki enerji takası da aynen bu şekilde gerçekleşir.
Hayatımızın herhangi bir döneminde yer almış HER kişi ise bu kurala uygun olarak bizim "eş" frekansımızdır. İlk bakışta geçmiş ilişkilerinize bakarak, "ben o kadınla/o adamla eş falan olamam" diyebilirsiniz, ama bunu söyleyen özünüz değil egonuz =) Öncelikle, seneler içinde yaptığım sayısız görüşmeler neticesinde, çok büyük bir çoğunluğumuzun ne tür bir frekans yaydığımızın farkında olmadığını rahatlıkla söyleyebilirim. Zira bu frekanslar, bizim baskın (çekirdek) düşüncelerimizin bir yansıması, çekirdek düşüncelerimiz, yani kodlarımız, ve bu kodlar yüzde 95 oranında bilinçaltımızda kayıtlı, bilinçaltımıza erişimimiz ise, ancak ve ancak zihnin/egonun sessizleştirilmesi neticesinde mümkün olabiliyor. Zihnin ve egonun devreden çıkarılarak, bilinçaltına ulaşılabilmesi ise, bugün bir çok birbirinden farklı teknikle mümkün olabiliyor. Kişiler, bilinçaltlarında köklenmiş bu düşüncelerle karşılaştıklarında o kadar şaşırıyorlar ki! Dolayısıyla, bugüne dek beraber olduğunuz eşlerinizi gözden geçirdiğinizde, uyanık zihninizle, nasıl ve neden böyle bir eşleşmenin gerçekleşmiş olduğunu anlamamanız ve bu kuralı ilk etapta reddetmeniz çok doğal.
Reiki ise, oldukça yüksek bir frekansa sahip bir dalga boyudur, Reiki uygulayıcısının yaydığı frekans ve titreşim ölçülebilmektedir, ve Reiki uygulayıcılarının,"sağlıklı" bir organın yaydığı mHZ oranında elektrik yayabildiği, manyetik alan yaratabildiği başka bir ifade ile frekans salınımında bulunduğu kanıtlanmıştır. Başka bir ifade ile, Reiki'yi bir akor sistemi olarak düşünebilirsiniz, her nasıl ki bir müzik aleti akoru yapılmadan, olması gerektiği gibi ses üretemez (ki ses de bir titreşimdir), işte Reiki de bizim akorumuzu gerçekleştiren bir sistemdir.
Elektromanyetik alanımızı etkileyen 7 ana enerji merkezimiz bulunur,bunlara çakra denmektedir, çakralar bedenin hayatsal faaliyetlerini yöneten salgı sistemlerine işaret eden lokasyonlarda bulunurlar. Her bir çakra, hayatımızın belirli bir alanını yönetir. İlişki alanında aradığı mutluluğu bulamamış bir kişinin başta kalp merkezi olmak üzere, durumun niteliğine göre, birden fazla enerji merkezinde "arıza" olması söz konusudur. "Arızalı" bir şekilde yayın yapan enerji bedeninin eşleşeceği frekanslar da benzer frekanslar olacaktır; yani, "arızalı" başka bir beden, yani "arızalı" başka ilişkiler. Burada ilişkilerin neden yürümediğine dair, yüzlerce, binlerce gerekçe sayabilirim ve her biri de doğrudur, ancak, bana ilişkilerin neden yürümediğine dair "kök" sebebi soracak olursanız, konuyu "atomlarına kadar parçalayarak" didik didik incelediğinizde, tek bir cevaba ulaşırsınız; "enerji" ve "frekans". İşte Reiki'nin devreye girdiği kısım da budur.
Her birimizin hayalidir, sevgi ve saygı dolu, huzurlu, mutlu ilişkiler..hiçbirimizin "yüzeyde" bilerek ve isteyerek, yıkıcı bir ilişkiye girmeyeceği aşikardır. Zaten sorun da buradan kaynaklanır, uyanık zihninizle her ne kadar yıkıcı bir ilişkiye girmek istemesiniz dahi, yaydığınız frekans "yıkıcı" bir frekans ise, gireceğiniz ilişkinin, sevgi ve saygı dolu, huzurlu ve mutlu bir ilişki olması imkansızdır. Bir Reiki uygulayıcısı, 1.seviyeye uyumlandığı ve Reiki'yi aktif olarak kullanmaya başladığı andan itibaren bu frekanslara karşı duyarlılığını da geliştirir, kimi fiziksel olarak bu frekansları görmeye başlar, kimi hisseder, kimi ise "bilir". Kişi hangi enerji merkezinin "arızalı" yayın yaptığını keşfettikten sonra, Reiki aracılığı ile arızalı merkezin "akorunu" gerçekleştirir.
Reiki'ye yapılan eleştirilerin başını bu "sessiz süreç" çeker:
Eleştirilerin kapsamı şu şekildedir:
"Bozuk frekansları, yüksek frekanslarla düzenleyebileceğimizi kabul etsek bile, kişi bilinçli olarak hangi blokajlara, kodlara sahip olduğunu uyanık bilinciyle farketmediğinden ve benimsemediğinden kısacası blokajlarına dair anlamlı bir açıklamaya erişemediğinden ötürü, tekrar tekrar aynı kalıplara düşecektir, bu nedenle, bilinçaltının temizlenmesi ve gerçek bir değişim için psikoterapi ve diğer terapi sistemleri önerilmektedir".
Ben bu eleştiriye katılmamaktayım, Reiki uygulayıcısı olmayan bir kişinin Reiki'nin mekaniğini tam olarak anlaması imkansızdır, işte tam da bu nedenle bu sistem sıkça eleştiriye maruz kalmaktadır.
Oysa Reiki şu şekilde çalışmaktadır (gerçek deneyimlerden alınmıştır):
Diyelim ki, yediğiniz bir öğünden dolayı zehirlendiniz, zehirlenen kişiye Reiki uyguladığınızda, kişinin bir anda kendini iyi hissedebileceğini düşünebilirsiniz. Ama bu doğru değildir, zehir bir kere bedene karışmıştır ve bedenin zehirden arındırılması gerekmektedir. Dolayısıyla böyle bir durumda olan kişiye Reiki uygulandığında kişi çok hızlı bir şekilde ilk etapta görünürde "fenalaşacaktır", istifra edecektir.. Olan şudur, kişi en hızlı şekilde bedeninde var olan zehri atmaktadır, yani iyileşmesi için gereken sürece hızlıca girmektedir. Kişi "zehriyle" yüzleşmeden, iyileşemez, bu fiziken mümkün değildir.
Örneğin, birkaç zamandır böbrek veya diş ağrısı çekiyorsunuz, Reiki uygulamayı düşünüyorsunuz, usta bir Reiki uygulayıcısıysanız, ertesi gün işiniz veya yolculuğunuz var ise, asla böyle bir duruma Reiki vermezsiniz, çünkü bilirsiniz ki, Reiki'yi uyguladığınız anda "iyileşme sürecine" gireceksiniz, ki bu da böbreğinizde var olan taşın düşmesi veya dişinizin iyice iltihabını atarak acilen çekilmesine kadar gidebilir =) Reiki asla ama asla var olan bir "arızayı" puff diye bir anda ortadan kaldırmaz.
Aynı durum, manevi "arızalar" için de geçerlidir, ilişkilerinizin yolunda gitmemesine sebep olan her ne ise, bu konu hakkında Reiki çalışması yapıldığında, arızanızla önce yüzleşirsiniz! Bu yüzleşme genellikle çeşitli olaylarla karşılaşma veya bir "biliş", "hissediş", "sezgi" olarak gelebilir, ama daima olabilecek en yumuşak şekilde gerçekleşir. Kısacası, Reiki mucizevi bir sistem değildir, bir şifa mekanizmasıdır, ve şifa süreçlerden oluşur, ve bu süreçlerin içinde "arınma" ve "yüzleşme" aşamaları da bulunur. Bu aşamaların genellikle Reiki kaynaklarında fazlaca yer almaması beni daima üzmüştür. Dünyadaki hiçbir şifa sistemi, bir anda "acıyı" ortadan kaldıramaz (en azından şimdilik bilinen durum böyledir).
Dolayısıyla, bir Reiki uygulayıcısı, ilişki alanına Reiki uygulamaya başladığı takdirde, belirli vefakat kişiden kişiye farklılık arz eden bir süre içerisinde, öncelikle mutlu olmasını engelleyen düşünce kalıpları, çocukluk anıları, davranış biçimlerini doğal olarak "bilir" hale gelecek ve bu olaylara karşı anlayış geliştirecektir. Yine burada, Reiki uygularken birden bire unutmuş/bloke etmiş olduğunuz ve hatrınıza gelen bir travma ile baş edemeyeceğinizi, bu gibi anıları zihin bloke ettiyse belirli bir sebebi olduğunu ve dipsiz kuyulara inmenin sizi iyi etmektense daha da bunalıma sürükleyebileceğini düşünebilir ve endişe edebilirsiniz. Yine bu durum Reiki'nin mekanizmasının uygulanmadan teori bazında eleştirilemeyeceğine dair örneklerden biridir. Önceki satırlarda da bahsetttiğim şekilde Reiki'nin yaymakta olduğu dalga boyu son derece yüksektir; ve bu frekansın, fiziksel organlarınıza olduğu kadar zihninize de etkisi bulunur; sıradan ve Reiki uygulamayan halinize oranla, tüm organlarınız gibi beyniniz ve zihniniz de maksimum kapasitede çalışmaya başlayacaktır, bu çerçevede de, eski (mevcut) halinizin herhangi bir olaya karşı geliştirdiği tutum ve düşünce biçimi ile, şifa enerjisi ile donatılmış bir zihnin geliştirdiği tutum ve düşünce birbirinden oldukça farklı olacaktır.
Bu durumu bilimsel olarak temellendirmek gerekirse; Reiki uygulayıcısının beyninin Reiki uygulaması esnasında theta frekansına yakın bir dalga boyunda bir frekansa sahip olduğu tespit etilmiştir, korku, kaygı, acı, endişe, üzüntü gibi olumsuz duyguların üretilmesinden sorumlu olan ise Egomuzdur. Egonun devrede olduğu dalga boyları ise beta ve alpha'dır, yani uyanık zihnimizin gün içerisinde ağırlıklı olarak salınım yaptığı dalga boyları.. Dolayısıyla, uyanık zihninizin herhangi bir olaya ilişkin olarak ego kaynaklı korku, panik, endişe, öfke hüzün gibi duyguları üretmesi doğal ve beklenirken, Reiki uygulaması esnasında, egonuz neredeyse devredışı kaldığı için herhangi bir olayı bu gibi korkularınızdan bağımsız, son derece objektif, duygusal olarak ayrışmış salt bir öğreti olarak alırsınız ve herhangi bir duygu geliştirmezsiniz, bu "ruhsal anlayıştır". Hep söyleyeceğim gibi, Reiki'nin teorik bir şekilde anlatılması çok güçtür, bu nedenle yazdıklarım ancak deneyimlerin ufak bir yansıması olarak kalabiliyor...
Şifa sürecinin yüzleşme aşamasını takiben, ve bunca zamandır es geçmekte olduğunuz "öğretileri" anlamanız ile birlikte şifa süreci hızlanır, zira öğreti ile birlikte gelen anlayış; düşünce ve davranış biçimlerinizin doğal olarak iyi yönde ve köklü olarak değişmesini tetikler. Anlayış, herhangi bir hatanızı bilişsel olarak tespit etmek değil, içsel olarak herhangi bir öfke veya acı gibi olumsuz duygular atfetmeksizin, olanın neden olduğunu ve nasıl dönüştürülebileceğini bilmektir.
Dolayısıyla, önceki ilişkilerinizde yaşadığınız olumsuzlukların gerçek ve sizden kaynaklı sebeplerine dair geliştireceğiniz içsel "ruhsal" anlayış sizi ilişkiler alanında yepyeni bir insana dönüştürür. Somut bir örnek vermek gerekirse; örneğin çok kıskanç bir insansınız, kıskançlığınızın seviyesine dair de belirli bir farkındalığınız var, yaptığınızın doğru olmadığını da özünüzde biliyorsunuz ancak yine de bu duygu ve davranışlarınızdan vazgeçemiyorsunuz. Bu huyunuz yüzünden de ilişkiniz sonlandı. Bakın, uyanık zihninizle de kendinizin yersiz bir şekilde kıskanç olduğunu bilirsiniz, ancak ruhsal anlayış, kıskançlığınızın özünde çok büyük bir "yokluk bilinci" ve "değersizlik duygusuna" dayandığı bilgisini beraberinde getirir, yokluk bilinci, kayıp yaşamaya karşı duyulan büyük korkudur zira kişi, kayıp yaşaması halinde yeniden mevcut mutluluğuna erişecek özgüveni, özdeğeri, şansı, kısmeti ve içsel gücü kendisinde bulamamaktadır.
Reiki ile birlikte kişi, başına geldiğini zannettiği eşleşmelere ilişkin olarak kendisinin sorumlu olduğunu bilir, anlar, zira kural basittir, benzer frekanslar, benzer frekansları çeker, ve her bir eşimiz bizim en karanlık, görmek istemediğimiz ve en iyi yanlarımızı bize geri yansıtan aynamızdır. Değişim isteyen kişinin de yapması gereken kendi frekansını yükseltmek/değiştirmektir. " Ben bunu nasıl yapacağım ?" diye sorabilirsiniz; bir önceki paragrafta da bahsettiğim şekilde sizin "parazitli/arızalı" yayın yapmanıza sebep çekirdek düşünceleriniz, duygu ve tutumlarınızı tek tek keşfedip, değiştirirek...Reiki bu süreci oldukça kolaylaştıran ve hızlandıran son derece yumuşak bir sistemdir.
Yazar ve terapi uzmanı Svagito R. Liebermeister'in de belirttiği şekilde " zihni, zihnin ötesine bir hal içinden algılayabilen Buda gibi mistiklerin tersine, psikoloji zihni, zihin yolu ile algılamaya çalışır. Zihin tarafından yapılan bir zihin araştırması, mantık ve matematikte belirtildiği gibi kolayca çözülemeyen bir diyalektik çelişkiye neden olur. Kore'de ve Japonya'a bu duruma, Zen ustaları tarafından, öğrencileri zihnin ve mantığın ötesine yönlendirmek için verilen ama hiçbir çözümü olmayan "Koan" bilmecesi denir. Temel soru bir boyutun nasıl kendi üzerine geri yansıyabileceğidir. Konu açıktır, kişi ancak ayrı veya üst düzlemde olduğu zaman bir şeyi anlayabilir. Sonuç olarak, zihin kendi çelişkisini yaratmakta. o zaman çözüm, ne kadar karmaşık ve incelikli olursa olsun, zihnin bir ürünü olduğu için psikoloji dünyasından gelemez".
Liebermeister'in kastettiği, psikoloji bilimini yadsımak değildir, burada bahsedilen psikoloji, zihnin ürettiği sorunu yine zihin aracılığıyla çözme metodolojisidir. Oysa ki, ilk etapta bizi engelleyen çekirdek düşünceleri üreten de yine zihnimizdir, öyleyse soruna sebep olan kaynak ile, sorunu çözmek pek kolay bir yöntem olmayacaktır. Bu anlamda kişinin "anlayış" kazanması adına zihninin ötesinden gelen bir bakış açısı elde etmesi gereklidir. Bu bakış açısını da bahsettiğim şekilde, meditasyon, veya Reiki gibi zihni sakinleştiren ve hatta devreden çıkaran yöntemler ile elde etmek mümkündür. "Kendini dışarıdani objektif bir şekilde sadece gözlemleyebilmek" zihninizle elde edebileceğiniz bir durum değildir, zira zihnin kendisi son derece subjektiftir, yargıları, önyargıları bulunur.
Size bu yazımda, hemen işe yarayacak herhangi bir metot vermediğimin farkındayım, ama zaten böyle bir metot da, aksi iddia edilse dahi bulunmamaktadır, şifa ve gelişim bir süreçtir. Sizlere bu yazımda daha değerli bir bilgi verdiğimi umuyorum: İlişkilerinizin yolunda gitmemesine neden olan en derin ve kök sebep..Kendinizi daima yayında olan ve sinyal veren bir telsiz gibi düşünün, yaptığınız yayın, yaydığınız sinyaller, ilişkileriniz dahil hayatınızın her alanını etkilemekle kalmayıp "yaratmaktadır". Bu çerçevede de kişisel gelişimin en temel öğretisi, başlangıç aşaması öncelikle, yaptığınız yayını tespit edip, yeni bir frekans aralığına geçmek üzere kendi öz enerjinizle çalışmaktadır. Geri kalan tüm terapi çalışmaları ise bu süreci destekleyen, tetikleyen araçlardan ibarettir.
Üzerine düşünmeniz ve faydalanmanız dileğiyle,
Sevgilerimle
Not: Reiki Eğitimi hakkında daha fazla bilgi ve talepleriniz için fitsoulfitmind@gmail.com adresinden bana ulaşabilirsiniz