Gün sonunda hepimizin enerjisi belli bir oranda tükeniyor ve bu gayet doğal. Peki zaman zaman kendinizi dış dünyadan soyutlamaya ihtiyaç duyacak ve tek bir kelime bile sarfedemeyecek kadar yorgun ve tükenmiş hissediyor musunuz?
Gelin bu durumun esas sebebiyle yüzleşelim...
Bugün benim de yıllarca mücadele ettiğim ve çareyi biraz olsun multi-vitaminlerde bulabildiğim bir durumdan bahsetmek istedim.. “Tükenmişlik”...
Yoğun bir iş hayatı ve iş hayatından artan vakitlerde sosyal ve özel hayatımıza ayırdığımız hareketli saatlerin, takip eden yorgunluk ve tükenmişlik hislerinizin esas nedeni olduğunu düşünebilirsiniz, zira “tükenmişlik sendromu” başlığı altında, bu duruma yol açan esas nedenlerin başında da stresli ve yoğun bir hayat sürmenin olduğu öne sürülüyor. Çare olarak da, daha enerjik hissetmemize yardımcı olacak takviye gıdalar ve kimi zaman da anti-depresanlara başvuruyoruz.
Multi-vitamin veya takviye gıda almakta hiçbir sorun yok, doğal içerikli oldukları sürece. Peki sorunun kök nedenini hiç derinlemesine düşündünüz mü?
…….
Günlerden bir gün kendimi şu sözleri sarfederken buldum: “Bütün gün, insanlarla etkin iletişim kurmak adına, frekansımı değiştirmek zorunda kalıyorum, sözcüklerimi özenle seçiyorum, sözcüklerime uygun davranıyorum, kimi zaman sadece olduğum gibi olmak istiyorum, ve böyle bir lüksüm yok! Çok yorgunum, biraz yalnız kalmak istiyorum...”
Ve ardından uyandım…
Hayatım boyunca beni esas yoran şeyin stres ve yoğunluk olduğunu düşünürken, bu stresin en büyük kaynağının “filtreleme” olduğunu birden farkediverdim..
Filtreleme
Birçoğumuz, karakter sahibi olduğumuzu düşünürüz. Ancak son zamanlarda farkettiğim önemli bir durum var; “karakterli” olmak adına, kendimize eziyetlerin en büyüğünü ediyoruz.
Kendimizi olduğumuz gibi kabul etmiyoruz…
Olan’ın kabul edilmeyeceğine, sevilmeyeceğine inanıyoruz...
“Karakterli olmak” denildiğinde veya bir kişinin “karakter sahibi” olduğu ifade edildiğinde, akla gelen özelliklerden biri de bizi çevreleyen koşullar farketmeksizin hayata “karşı”, “istikrarlı bir duruş sergilemektir”.
Diğer yandan da, hepimiz aynı zamanda, bizi çevreleyen grup tarafından sevilmek, sayılmak, kabul edilmek ve değerli hissettirilmeyi diliyoruz. Bu dileklerimizin her biri biz farketmesek de, çevremizle etkileşim halinde olduğumuz her an, üzerimizde büyük bir baskı yaratıyor.
Hem karakterimizden ödün vermeyip, hem de sevilen ve sayılan bir insan olmanın mücadelesi, bizleri en çok yoran, tüketen ve yaşlandıran etkenin ta kendisi!
Bütün gün, taktığımız maskelerin ardından kendini özgürce ifade etmek isteyen ruhumuz, üst-bilincimiz, yüksek benliğimiz ile maskesini “korkuları” nedeniyle çıkarmak istemeyen Ego’nun bitmek bilmeyen savaşının yorgunluğu bu yaşadığımız…
….
Kendimden bir örnek vermek gerekirse (Bu sırada siz de kendi hayatınızı, benim kendime uyguladığım aşağıdaki metodu kullanarak inceleyebilirsiniz) ;
Şifacı ve ruhsal öğretmen kimliklerine sahip bir kimse olarak, benden beklenen belirli bir “karakter” / davranış biçimi / tarz olduğunun farkındayım.
Nitekim, diğer şifacı ve ruhsal öğretmenleri incelediğinizde, her birinin de birçok ortak özelliği bulunduğunu görürsünüz, nedir bunlar?
- Yüksek seviyede daimi tolerans, şefkat, anlayış
- Daimi sakinlik ve dinginlik
- Daimi bir pozitif olma hali
- Maddi kaygılardan arınmışlık
- Olgunluk
Şimdi mühendisleri düşünün, doktorları, yazarları, avukatları, bankacıları, yöneticileri, ev hanımlarını, sosyetik hanım ve beyleri, alt-kültür olarak tabir ettiğimiz ortamlarda yetişen hanım ve beyleri, Avrupalıları, Arapları, Akdenizlileri, zencileri, beyazları, Latinleri, kadınları ve erkekleri...
Ne yaptığımı farkettiniz mi? İnsanların karakterlerini tanımlamak adına, dış dünyadan edindikleri çevresel etiketleri, ırklarını, cinsiyetlerini, mesleklerini kullandım.
Bunu yaptım çünkü insanları anlamak adına, onları tek tek derinlemesine gözlemleyip, onlarla muhatap olup, onlarla ilgili kendime ait bir fikir edinmeye çalışacağıma, onları tanıdığım bildiğim kutulara yerleştirmek çok daha kolay..
Bunu yaptım çünkü, bu kutular benim işime yarıyor, gerçekten de aynı kutuda yer alan insanlar, benzer özellikleri sergiliyor, onlara nasıl davranmam gerektiğine dair arşivlediğim hazır bilgilerim bu noktada devreye giriyor, dolayısıyla bu kutuları kullanmaya devam edeceğim.
Hatta, kendim de, kabul edilmek, sevilmek, beğenilmek için oldukça güvenli bir yöntemi seçip, benim için en uygun olan kutuya da kendim gireceğim!
Bunu temin etmek için öncelikle kendime bir kutu seçeceğim, benden bu kutuda göstermemi beklenen davranışları tespit edeceğim ve tek yapmam gereken kutunun dinamiğine uygun hareket etmek, böylece amacıma da kesinlikle ulaşacağım!
Sevileceğim, sayılacağım, kabul edileceğim, değerli hissedeceğim ve yalnız kalmayacağım!
….
Yüksek Benlik ise bu esnada sizin aracılığınızla kendisini ifade etmeye çalışıyor; duygular ile..
- Pek de hoşlanmadığın iş arkadaşına bu sabah da onu çok seviyormuşcasına gülümsedin, hatta sohbet bile ettin -> aslında kendisiyle değil tek kelime etmek, karşılaşmak bile istemiyorsun, ama böyle bir lüksün yok ->özüne ihanet ettin
- Aslında seni boğan işinde, motive bir şekilde çalışmak zorundasın -> aslında çok daha insancıl şartlarda çalışmak istiyorsun, belki de bambaşka bir meslek icra etmek istiyorsun, ama böyle bir lüksün yok -> özüne ihanet ettin
- Tatsızlık çıkmasın diye gün içinde bir çok kişiyi alttan aldın -> esasında söyleyecek senin de birkaç cümlen vardı ama, bir tatsızlık çıkmasını istemedin, kendince büyüklük gösterdin -> özüne ihanet ettin
- Kimseyi kırmayasın diye, aksini düşünmene rağmen birçok kişinin fikrine karşılık, kendi fikrini belirtmedin -> esasında zihninin içinde her birine karşılık bir cevabın olmasına rağmen, söyleyeceklerinin karşındakini kırması ihtimaline karşın düşüncelerini içinde tuttun -> özüne ihanet ettin,
- Aslında bir erkek olarak/bir kadın olarak hemcinsinden daha fazla hoşlandığını farketmene rağmen, karşı cinsle özel ilişkiler kurmaya devam ediyorsun, çünkü aksi yönde bir özgürlüğün yok -> özüne ihanet ettin
-Bir kadın olarak, kadına "yakışır" şekilde, bir erkek olarak, erkeğe "yakışı" şekilde davranmalısın. Yakışanı toplum belirler, senin kendi adına düşünme ve kendi "kadın" / "erkek" tasvirine göre hareket etme lüksün yok, (ör. erkekler ağlamaz, kadınlar susmayı bilir) -> özüne ihanet ettin
….
Ender de olsa, kimi zaman şu gibi sözlerle karşılaşabiliyorum:
“Sen bir şifacısın, bu konuyu daha fazla alttan alıyor olman ve anlayışla karşılaman gerekiyordu!”
Başka bir ifade ile : “Kutundan çıkmaya kalktın, kutundan çıkarsan eğer, saygınlığını yitirirsin, dışlanırsın ve sevilmezsin, farkındasın değil mi?
İşte bu, egonuza tutulan bir silah gibidir! Ego için ölüm tehlikesi!
Burada özellikle benim şahsıma yönelik bir davranış biçimi yok zira, biz, her gün ama her gün, en başta kendimize, bu gibi sözleri söyleyip duruyoruz!
- Sen, şu'sun, şu şekilde davranman gerek,
- Sen bu'sun, bu şekilde konuşman gerek,
-Sen o'sun, o şekilde bir duruş sergilemen gerek,
-Ve, şu-bu-o’nun her biri ait olduğunu düşündüğün kutunun beklentilerini karşılamalı!
Her birimiz karakter sahibi olduğumuzu düşünürüz, evet.. ama acaba bizler öz’ümüzü olanca şeffaflığı ile yansıtma cesaretini gösterecek kadar karakterli miyiz?
Yoksa, sadakatimiz sadece taktığımız maskelere mi?
Sahip olduğunuzu zannettiğiniz karakter, size yakıştırılandır ve kendinize yakıştırdığınızdır.. ve gerçek değildir, öz’ünüzün “filtrelenmiş” halidir ancak bu filtre ile yaşamaya o kadar alışmışızdır ki, filtreyi karakterimiz zannederiz.
Ancak, yüksek benlik, yani öz, asla kimliğini unutmaz, size de unutturmamak için, çeşitli duygular, tutkular ve dürtüler gönderir. İşte bu da, egomuza tutulan diğer bir silahtır! Ölüm tehlikesi!
İşte tüm gün yaşadığınız gereksiz stresin en önemli kaynağı Ego ile Öz’ün daimi çatışmasıdır ve bu durum enerji kaçaklarına neden olur.
Öz’ümüzü yadsıdığımız ve görmezden geldiğimiz her an, kendi varlığımızı da yadsır ve reddederiz, bu bir insanın kendisine yapabileceği en büyük eziyettir. Bu davranışın altında yatan frekans, kendini değersiz ve yetersiz görme, kendini kabul etmeme ve sevmeme gibi düşük frekanslardır, fakat bu duyguları farketmek zordur, çünkü davranışlarımızı şu gibi şekillerle haklı çıkarırız.
- Ben çok anlayışlı bir insanım ve bu iyi bir şey
- Ben çok fedakar bir insanım ve bu iyi bir şey
- Başkalarını kıracağıma, kendi kafamı kırarım, ve bu iyi bir şey
-Tartışmaktan hoşlanmadığım için, tatsızlık çıkmasın diye ben arayı bulurum, alttan alırım ve bu iyi bir şey
-Ben çok hoşlanmasam da, benimle zaman geçirmek isteyen insanları kıramam, sevilen bir insanım ve bu iyi bir şey
-Ben çok sabırlı bir insanım, sabrederim ama bir patlarsam fena olur..
Hayır, siz çok iyi veya çok sabırlı bir insan olduğunuz için bunları yapmıyorsunuz, siz kaybetmekten korktuğunuz ve, olduğunuz halinizin yeterli olmadığını sandığınız için kendinizi güvence altına alıyorsunuz, ve olmadığınız ama olmanız gerektiğine inandığınız bir kişi gibi hareket ediyorsunuz!
Eşsiz renklerinizi, korkularınız nedeniyle, göstermek ve ifade etmekten kaçınıyorsunuz. Enerjinizin özgürce akmasına izin vermiyorsunuz, ve bunu bedensel/zihinsel yorgunluk ve kimi zaman öfke ve hüzün olarak hissediyorsunuz, çünkü sizi esas “besleyen” gıdalar değildir - hayat enerjisidir!
Hayat enerjisi tükenmekte olan bir insanı ne kadar beslerseniz besleyin, enerjik ve zinde hissetmeyecektir! Bu nedenle böyle bir durum karşısında takviye gıdalardan da alabileceğiniz destek bir yere kadar olmaktadır, çünkü esas sorun bedende değil, zihin ve ruhtadır. Hayat enerjinizin büyük bir oranını, farketmediğiniz bu içsel çatışmaya atadığınızı düşünecek olursak, geri kalan enerjinizi de belirli iş ve kişilere atıyorsunuz ve gün sonunda da geriye hiçbir şey kalmıyor. Bu nedenle de sık sık yalnız kalma ihtiyacı hissediyorsunuz, çünkü enerjinizin yenilenmesi gerektiğini güdüsel olarak biliyorsunuz.
Oysa ki, enerjinin doğası yalnızlık ve daralmayı değil, bütünlük ve genişlemeyi destekler. Eğer günün sonunda “daralmak” ve kendinizle başbaşa kalmak zorunda hissediyorsanız, gün içerisinde yaptığınız enerji takaslarında dengesizlikler olabilir.
Çevrenizle girdiğiniz ilişkilerde, aldığınız enerjiden çok daha fazla enerjiyi, korkularınız nedeniyle karşı tarafa vermeye çalışıyor olabilir misiniz? Beslediğiniz kadar beslenmiyor olabilir misiniz?
Kendinizle başbaşa kalmak, oldukça keyifli bir aktivitedir, ve sık sık da yapılmalıdır, eğer birşeylerden kaçmıyorsanız!
Başka bir ifade ile, çok sosyal bir insanın kendisinden kaçma amaçlı olarak yalnız kalmamak adına hareket ettiğini tespit etmek kolaydır, ancak yalnızlığına düşkün bir insanın kendisinden kaçmak adına yalnızlığı tercih edip etmediğini tespit etmek oldukça güçtür!
Yalnızlığına ve özel alanına “muhtaç” olan kişilerin sosyal alanlarda göstermekten çekindiği bir takım özellikleri bulunabilir!
Bu özel alan, onların nefes alma ve özgürlük alanlarıdır, sonra bu kişiler tekrar suya dalar, ve nefesleri bitene kadar da orada dolaşmayı sürdürürler.
Bu arada, “onlar” derken, bizzat kendim de dahil olmak üzere, hepimizden bahsettiğimi lütfen unutmayın..
Burada yazı dilinin gereği kimi zaman ben-sen, ben-siz, onlar ve diğerleri gibi ayrıştırıcı anlamlara gelen özneleri kullanabiliyorum, bunu dilimizin yetersizliğine veriyorum, ancak problemimizin tam da bu: “ayrıştırmak” olduğunu unutmamalıyız.
Ayrıştırma sadece insanlar arası yaptığımız bir şey değil, ayrıştırmayı kendi benliğimize de uyguluyoruz:
- Sosyal kimlik
- İş kimliği
-Özel ilişkilerimizdeki kimlik
-Yalnız kaldığımızda büründüğümüz kimlik
Bunları çoğaltabiliriz.. bu kimliklerden size ait olanı, sadece yalnız kaldığınızda büründüğünüz kimliktir. Zaten kimliklerimiz arası bir ayrıştırmaya gitmemizin sebebi de bu öz kimliğin diğer ortamlara “uygun” olmayabileceği düşüncesindedir.
Meditasyon, kendinizle baş başa kalma, sessizlik, yoga, inziva gibi uygulamaların amaçlarından biri öz'ünüzle buluşmaktır; ancak öz'ünüzle kısa bir süre buluştuktan sonra öz'ünüzü gün içinde reddetmeye devam ettiğiniz takdirde, bu uygulamalardan sağlayacağınız faydaları en aza indirmiş olursunuz.. Zira meditatif uygulamaların esas amacı, öz'ünüzle buluşup, öz'ünüzü deneyimlemeye ve ifade etmeye mümkün olan en uzun süreler “izin vermenizdir”, öyle ki bir süre sonra artık hayatınız meditasyon, meditasyon hayatınız haline gelir, meditasyon bir uygulama değil, artık bir “oluş halidir”.
Elbette bahsettiğim bu seviye, ulaşılması güç bir ruhsal seviyedir, ancak buraya doğru alınan yolculuk, içsel çatışmalarınızın git gide azalmasını ve gerçek huzur ve mutluluğa erişmenizi sağlayacaktır.
Öz'ünüze gösterdiğiniz direnç, enerji düğümlenmelerine sebep olur…
Ve biz bu durumu tükenmişlik, ağrı, sızı, kronik rahatsızlıklar, hastalık, depresyon, halsizlik, ani öfke ve duygu patlamaları ve stres olarak deneyimleriz.
….
Peki Ne Yapmalıyız?
Meditasyon
Siz gerçekten kimsiniz? Hissedin… tüm gölge taraflarınızı izleyin, yargılamayın, herkesin içinde bir katil ve bir meleğin, bir aptal ile bir dahinin olduğunu unutmayın, gördüklerinizden dolayı kendinizi cezalandırmayın, gördüklerinizi yok saymayın.. yanlış, doğru yok..kutular yok... beklentiler yok..
Siz kimsiniz?
Belki de belli ve sabit bir kimliğiniz olmadığını, hatta kimliksiz olduğunuzu farkedebilirsiniz.. korkmayın.. bu herşey ve hiçbir şey olan Kaynağın sizde ifade bulan yansımasıdır.
Gözlemleyin… herşey ve hiçbir şey olan ruhunuz sizin aracılığınızla şimdi, şu an neyi ifade etmek istiyor?
Neşe, cesaret, güç, hüzün, dişi, eril, aşk, nefret, huzur, sevgi?
An’da kalın
Zamanla göreceksiniz ki, siz her an kim olduğunuza yeniden karar veren, seçen, sabit bir kimliği olmayan, herşey ve hiçbir şey olmaya muktedir bir öz’sünüz, potansiyelsiniz, olasılıksınız.
Bu nedenle, bir kişiye, bir olaya, hatta benzer kişilere ve benzer olaylara, durumlara önceden, hesaplanmış bir şekilde tepki ve duygu geliştirmenizin imkanı yok… Geçmişte olan, geçmişte kaldı, gelecek henüz gelmedi. Geçmişteki siz, an’da ki sizle aynı olmak durumunda değil, hücresel seviyede olamaz da! Değiştiniz..
Neden geçmişteki bir duygunuzu alıp, hiç de öyle hissetmemenize rağmen “istikrarlı” olmak adına an'da tekrarlayıp duruyorsunuz? Neden daha önce benzer bir olaya verdiğiniz tepkiyi, hiç de an'da öyle hissetmemenize rağmen, aynı şekilde tekrarlıyorsunuz? Neden, bazı durumlarda hissettiğiniz duyguyu değil de, sizden beklenen duyguları ifade ediyor ve davranışları sergiliyorsunuz? (ör: Partnerini başka bir kadınla/erkekle konuşurken görürsen, bu durumu sorgula, alışmasın, partnerinle her gün telefonda konuş- sağlıklı ilişkilerde kural budur, evlenmeden birlikte yaşama vb.) Neden sürekli aynı kimlik halini seçiyorsunuz? Bir robottan farkınız ne?
Oysa ki, olabileceğiniz tek kişi, sahip olabileceğiniz tek karakter, tek kimlik an’da seçtiğinizdir, her an, yeni bir oluş hali için fırsattır, ve öz’ünüz, yüksek benliğiniz duygularınız aracılığıyla her an kendisini var etmeye çalışmaktadır. İzin verin.
Herkesin sizi sevmesinin sizin için neden bu kadar önemli olduğunu sorgulayın.
Başkasını gerçekten kırıp kıramayacağınızı sorgulayın. Siz kimsiniz ki karşınızdakileri kırma gücüne sahip olduğunuzu düşünüyorsunuz, gizli kibrinizden vazgeçin. Karşınızdakinin gücünü azımsamayın, sizden güçsüz olduklarını düşünmeyin, onları onurlandırın, onlar gerçeği duymayı hakediyor! Eğer size yalan söylenmesinden hoşlanmıyorsanız, insanlara yalan söylemeyi bırakın. Hissetmediğiniz şekilde davranmak, yalandır. Belki de güçsüz olan sizsiniz? Hissettiğinizi ifade ettiğinizde karşılaşacağınızı düşündüğünüz tepkilerle yüzleşmek istemiyor olabilir misiniz, belki de kırılmaktan esas korkan sizsiniz?
Dedikodu yapmayı bırakın, dedikodu bir deşarj mekanizmasıdır, anlıyorum.. Açıkça söyleyemediklerinizi, içinizde tutamadığınız için, arkadan söylemek sizi rahatlatıyor evet.. Ve hissettiklerinizi rahatlıkla ifade edebildiğiniz için de dedikodu vazgeçilmez bir mutluluk kaynağı.. Ama bunu dedikodu formunda değil de daha şeffaf ve nazik bir şekilde yaparsanız, dedikodu yapmaya artık ihtiyaç duymayacağınız gibi, dedikodudan aldığınız mutluluğu her iletişiminizden de alacaksınız.
Örnek:
Facebook’un sahibi Mark Zuckerberg ile Tesla Motors ve Space X CEO’su Elon Musk arasında Yapay Zeka konusuna ilişkin bir anlaşmazlık meydana gelmiş, Musk, Yapay Zeka’nın uzun vadede insanlık için yaşamsal bir tehdit oluşturacağını öne sürmüş, Zuckerberg ise aksi yönde görüş bildirmiştir ve Elon Musk, tek bir nazik cümleyle cevabını vermiştir.
“I talked to Mark about this; his understanding of the subject is limited”.
“Mark’la bu konu hakkında konuştum, konuya ilişkin algısı, sınırlı”.
Arkadaşlar, bakın bu cümlede tek bir hakaret, tek bir gerginlik ifadesi, hiçbir şey yoktur, cümle adeta duygulardan arınmıştır, ama diğer yandan da Musk’ın konuya ilişkin gerçek düşüncesini ve duygusunu ayan beyan ortaya koymaktadır ve üzerine de eklenecek bir şey yoktur, konu kapanmıştır.
Peki bizler ne yapıyoruz? Eveleyip, geveliyor, içimizdekileri doğru düzgün ifade edemiyor, daha sonra ise irili ufaklı dedikodu ve öfke/hüzün patlamaları yaşıyoruz.
Konuşmadan ve harekete geçmeden önce 1 saniyeliğine durup şu soruları hızlıca kendinize sormayı alışkanlık haline getirin, kısacası yavaşlayın:
“Şu an, ben bu konuyla/kişiyle ilgili ne hissediyorum?”
“Şu an, hissettiklerimi ifade ediyor muyum?”
“Şu an, ne istiyorum?”
"Şu an, istediklerimi sözlerim ve davranışlarım ile ifade edebiliyor muyum?"
“Bedenim rahat mı?” (rahatsızlık hissediyorsanız, kendinizi ifade edemiyorsunuz ve öz'ünüzle çatışıyorsunuz demektir)
Bu soruların cevaplarına sadık davrandığınız her an, akışla birlikte ilerlersiniz, ve bu, korkularınızın aksine, hayatın size doğru kolaylıkla akmasını sağlar, hayatınızı kaybetmenizi değil. Çünkü bu ifade biçimi, kişinin kendisini ve karşısındakini dürüstlüğü ile onurlandırmasıdır ve böyle bir enerjinin geri dönüşü daha fazla içtenlik, samimiyet, güven, dürüstlük, sevgi ve saygınlığı da beraberinde getirir.
Daha fazla yalnız kalın, ve daha fazla insan içine çıkın!
“Yok artık kendinle çelişiyorsun?” demeden önce beni bir dinleyin=)
Daha fazla yalnız kalın, çünkü, öz’ünüzle iletişime kolaylıkla geçmenin yolu tekrardan geçer.
Daha fazla insan içine çıkın çünkü, öz’ünüzün isteği genişlemek ve enerji takasında bulunmaktır, ve insan içine çıktığınızda, öz’ünüzün kendisini ifade etmesi için fırsat tanıyın, dengeli takasın sonucunda yorulmak yerine daha fazla enerji ile dolacağınızı unutmayın.
Seçici bir şekilde haber okuyun/seyredin, sosyal medya etkinliğinizi kontrol altında tutun
Maalesef, haberler, sadece felaket haberleriyle dolu ve bu haberlerin ne kadar manipüle edilip ne kadar gerçeği yansıtıp yansıtmadığını da bilmiyoruz, ve bu sadece ülkemiz için değil, tüm dünya için genel bir sorundur. Bu nedenle, haberleri okurken lütfen kendinizi kaptırmayın, sorgulayın. İlaveten sosyal medya da maalesef, bizim kimliklerimiz üzerinde büyük bir etkiye sahip, bu nedenle, sosyal medyayı hayatınız haline getirmeyin.
Hata yapma lüksünüz var! Fikir değiştirme lüksünüz de!
Birilerini kırmak, yanlış bir şeyler yapmak veya söylemekten ödümüz kopuyor.. tüm bu duyguların altında hata yapmaktan korkmamız yatıyor. Bu nedenle, ne kendimize ne de başkalarına hata yapma özgürlüğünü tanımıyoruz. Kısacası, hem kendimizin, hem de başkalarının özgür iradesine, düşünce özgürlüğüne ve deneyimlerine müdahale ediyoruz.
Örneğin sadece bir şifacı olduğum için, benim diğer kişilere nazaran hata yapma lüksümün daha az olduğu gibi bir algı var, hatta böyle bir baskı dahi var!
Eminim ki, size biçilen roller kapsamında siz de bazı konularda kendinizi denetim altında hissediyorsunuzdur… Sadece “annenizin/babanızın evladı” olmak dahi bir rol iken, başka hangi suretlerde kendinizi denetlediğinizi hiç düşündünüz mü?
Kendi üzerimizden bu denetim baskısını kaldırmak işin yarısını oluştururken, diğer yarısı ise, başkalarına da kendilerini rahatlıkla ifade edebilmeleri için fırsat ve özgürlük tanıyabilmemizdir!
İki tarafın da bu özgürlüğü birbirine tanıması halinde; artık yalan söylemeye gerek kalmaz, ve oldukça kuvvetli bir güven ilişkisi meydana gelir.
Benzer şekilde, belli bir konuya ilişkin sürekli aynı fikre sahip olmamız gerekiyormuş gibi bir algı ve beklenti vardır, oysa ki, bir saniye önceki siz ile, bir saniye sonraki siz hücresel seviyede bile aynı değilken, bu “aynı” kalma hali ile ilgili takıntımızın nereden çıktığını anlamak güç! Muhtemelen, hiçbirimiz bilinmezlikten hoşlanmadığımızdan ötürü, birbirimize sonsuza dek “aynı” kalacağımıza dair, gerçekleştirmesi imkansız sözler vermekten hoşlanıyoruz, ve kaybetmekten en çok korktuğumuz diğer yarımızdan da evlilik yemini olarak bu teminatı vermesini talep etmemiz hiç şaşırtıcı olmasa gerek;)
Hayır, fikir değiştirebilirsiniz, ruh devamlı genişlemeye, zihin ise öğrenmeye eğilimliyken, aynı kalacağınızı nasıl düşünebilirsiniz, bu evrime aykırıdır =) Fikir değiştirmek, karaktersizliktir gibi bir koda sahip olabilir misiniz? Ve bu nedenle de, fikirlerinizi değiştirmemek yönünde kendinizi zorluyor ve baskı altında tutuyor olabilir misiniz?
Siz fikir değiştirdiğiniz gibi, karşınızdakilerin de fikirlerini değiştirmelerine izin vermelisiniz.
Oysa, genellikle yaptığımız, fikrini değiştirdiği için bir insanı yalancılık ve ihanetle suçlamak olur… Bu suçlama, kişinin aksi yönde düşünmesine rağmen, bu suçlamalara maruz kalmamak adına, gerçek hislerini sizden saklamasına ve sizin “arkanızdan” konuşmasına ve hareket etmesine neden olur, esasında yalan ve ihanete teşvik eden, kişilere fikir değiştirme ve bu fikri açıklamak yönünde özgürlük tanımamamızdır. Bize yalan söyleyen bir insanı düşünelim.. bizi en çok kıran olayların başında gelir yalan ve ihanet..ne kadar çok kırılıp kırılmayacağımız ise, bize yalan söyleyen kişiyle olan yakınlığımıza bağlıdır ve genellikle unutamadığımız ihanetler de bu yakınlarımızla yaşadıklarımızdır. Peki, bir de şu açıdan düşünelim, biz de bu insanları yalan söylemeye bir şekilde teşvik etmiş olabilir miyiz? (Burada suçlu aramıyoruz, anlayış kazanmaya çalışıyoruz=)
-Sizden ayrılırsa, yıkılacağınızı ima ettiniz mi? (duygusal şantaj)
-İlişkinizin gidişatına ilişkin belirli kurallar koydunuz mu? (değişime direnç)
-Devamlı ilişkinizin ne kadar köklü olduğuna, birbiriniz için ne kadar özel olduğunuza dair atıf yapıyor musunuz, teyit arıyor musunuz? (ör: çocukluk arkadaşım, 10 yıllık erkek arkadaşım, 1 senelik nişanlım gibi…) (karşılık almak için duygusal baskı, sorumluluk yüklemek)
-Karşınızdakini sevginizle boğuyor olabilir misiniz? (karşılık almak için duygusal baskı-sorumluluk yüklemek)
-Arkadaşlarınızın veya partnerinizin yeni alışkanlıkları, yeni arkadaşları, yeni hayat tarzı ile ne kadar barışıksınız?
Kısacası bizler bu insandan “aynı” kalmasını herhangi bir şekilde talep etmiş olabilir miyiz, ima etmiş olabilir miyiz, bu kişinin bizimle olan ilişkisine ve bize dair teminatlar vermesine dair herhangi bir baskı uygulamış olabilir miyiz? Ve en önemlisi de, karşımızdakine, yeni seçimleri ve fikirleri karşısında duygusal olarak şantaj yapıyor olabilir miyiz?
Etkin iletişim, tarafların duruma en uygun maskeleri takarak birbirleriyle iletişmesi değil, birbirlerine öz’lerini gösterebilecek kadar kendilerini ve bir diğerini sevmeleri ve onurlandırmaları ile mümkün olur.
Rahatlığı ve mutluluğu takip edin!
Tatile gitmek, yalnız kalmak, haftasonlarını heyecanla beklemek, yakın arkadaşlarla buluşmak...neden bu aktiviteleri iple çekiyoruz hiç düşündünüz mü? Çünkü bu aktiviteler bizlerin "nefes alabildiği", "kendi olabildiği" nadir zamanlar da ondan =) Biz bu aktiviteler ile birlikte aynı zamanda "rahatlamayı" ve "gevşemeyi" de arıyoruz.. Ruhunuz stresten hoşlanmaz, ve sizi rahatlayacağınızı bildiği ortam, olay ve kişilere doğru yönlendirir; "zen" hali sizin için en hayırlı olanın size doğru kolaylıkla akmasını sağlayacağından, ruh; mutluluk, refah, bolluk, sağlık, bereket, aşkın eylemle "kazanılacak" şeyler değil, birer oluş hali olduğunu bilir.
Oluş hali, ilhamdan gelen eylemlere sizi yönlendirir, ve dünyevi düzlemde olay, kişi ve deneyim olarak size geri yansır.
Bu nedenle, rahat hissetmek ve mutlu olmak an’da yapacağınız öncelikli bir tercih olmalıdır, takip etmeniz gereken tek rota budur!
Rahat ve mutlu olmaktan korkmayın;
Faydalı olması dileğimle,
Sevgiler
Bireysel eğitim ve danışmanlık talepleriniz için fitsoulfitmind@gmail.com adresinden bana ulaşabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder