Herkese merhaba,
Küçük yaşlardan itibaren evrenin tüm işleyişinin temeli olan Rezonans Kanunu ve Çekim Yasası üzerine çalışmış biri olarak, çocukluk hayalim, bir gün bu konu üzerinde tüm deneyimlerim ve eğitimlerimi sentezleyerek, pratik, uygulanabilir, okuması ve anlaması kolay ve zamansız bir kitap yazmaktı.
Bu hayalimi gerçekleştirdim….çocukluk hayalim artık raflarda..
14 yaşından bu yana bu konu üzerinde deneme-yanılma yöntemi ile, yani sadece okuyarak değil, daha ziyade ağırlıklı olarak öğrendiklerimi “uygulayarak” elde ettiğim bilgileri herkesle paylaşarak, ben ve çevreme, danışanlarıma hayatlarını değiştirecek ölçüde rehber ve pusula olmuş bu öğretileri herkesle paylaşma fikri her zaman en büyük tutkularımdan birini oluşturmuştu..
Ancak, bu tutkumu bu zamana kadar gerçekleştirmemenin önemli bir sebebi vardı: Sorumluluk duygusu
Her ne kadar senelerce bu konular üzerinde hem de uygulamalı olarak çalışsanız dahi, öğretilerinizi “herkesle” paylaşma fikri ister istemez üzerinize bir sorumluluk duygusu yüklüyor:
Yazdıklarım doğru bir şekilde anlaşılacak mı?
Yazdıklarım uygulanmaz ise, bizlerin aldığı sonuçları okuyucunun alamayacağı mesajını açık ve net bir şekilde ilettim mi?
ama en önemlisi de:
Ruhsal yolculuğuna tam gazla devam eden ve daima öğrenci statüsünü korumaya özen gösteren biri olarak, ya ileride yaşadığım yeni bir farkındalık sonucunda, “ah keşke şu bilgiyi de bu kitaba ekleseydim!” pişmanlığını yaşar mıyım?
Bu nedenle anlamsızca bekledim de bekledim, anlayışımı, ustalığımı geliştirmek ve olabilecek en yüksek frekans düzeyinden bir kitap yazabilmek için..
Oysa ki bu bekleyiş beyhudeydi, neden mi? Ustalık varılacak bir nokta değildir de ondan! Kendini “usta” olarak nitelendirenlerin “ruhsal ego” sahibi kişiler olduğundan şüphe ediyorum. Dün var olan İrem ile bugün var olan İrem’in ruhsal anlayışı aynı olamaz, her günü bir fırsat olarak gören öğrenci için, her gün genişlemesine olanak tanıyan binbir türlü olanak var olur, öğrenci, her gün biraz daha genişler ve frekansını yükseltir ve bu ivmenin bir sonu yoktur.
Peki aldığım bu ivmeyi nasıl okuyucumla paylaşmaya devam edebilirdim? Kitabımın son sayfalarında da ilettiğim gibi, bu kitap zamansızlığını, bilgi paylaşımlarına bu platform üzerinden devam ederek sağlayacaktır.
Kitaplarım, makalelerim, instagramda yer alan kısa öğütler, bireysel ve grup eğitim ve danışmanlıkları, hiçbiri birbirinden ayrı olmayan aksine birbirini tamamlayan aynı gövdenin dalları…
Bu nedenle dönem dönem “Neden Olmasın”? başlığı altında kitabım ile bağlantılı olarak bilgiler paylaşmaya devam edeceğim=)
Neden Çekim Yasası, Neden Rezonans Kanunu?
Özellikle ülkemizde bundan 20 sene önce bu konular ile ilgili pek de kaynak olmadığını düşünecek olursak, 13-14 yaşındaki bir insanın nasıl olur da bu konuları keşfedip, içine daldığını merak ediyor olabilirsiniz. Kitabımda bu durumun ana sebeplerini açıkladım, ama sebeplerden biri oldukça dikkate değer: Geleceği ve hayatımı kontrol etme ve yönetme arzusu ve bunun bir yolu olması gerektiğine dair kırılmaz inancım
Artık bildiğiniz gibi “kırılmaz inançların” önünde hiçbir şey duramaz.. bir kişinin yaşı başı ne olursa olsun, bu denli kuvvetli bir niyeti ve inancı varsa, bir yolunu bulmaması daha da önemlisi O YOLUN, ARAYANI BULMAMASI imkansızdır.
Ben de buldum…o da beni buldu.
Yaşım artık 33… enerjinin doğasını biliyorum.. enerjinin hedeflere doğru nasıl yönlendirildiğini de biliyorum… enerjinin maddeyi nasıl yarattığını defalarca deneyimledim.. belki de sizler için hala şüpheli bir seviyede olan her türlü olgu ve kavram benim için “gerçek”.
Kitabımda defalarca sizlere şunu söyledim: Bir şeyin NASIL olacağı ile ilgili matematiksel, analitik, zihinsel hesaplara girmeyin, siz sadece ne istediğinize dair somut bir hedef belirleyin ve sonuca odaklanın, nasılını düşünmeyin.
Neden mi bunu söyledim?
Zihniniz herşeyin en doğrusunu bildiğini zanneder, insanların zihinlerine ve “analitik” zekalarına bu derece önem vermeleri de bu nedenledir. “Mantıklı” insan makbuldür, “duygusal” insan ise zayıftır öyle değil mi? Hayır, öyle değil =)
Çünkü bizlerin mantık ve analitik zeka dediğimiz şey, “ego” dediğimiz arşiv sisteminden başka bir şey değildir, ve ego kesinlikle üstün zekalı falan da değildir, çünkü egonun bir zekası yoktur, ego ne kötüdür ne de iyidir, ego sizin bir şekilde edindiğiniz bilgileri arşivleyen bir data bankasıdır, “çözümleme” dediğimiz becerimiz, egomuzun derinliklerinde yer alan bilgileri birleştirerek bir neticeye varmasından ibarettir. Ego, sadece, hayatımız boyunca ona sunduğumuz verileri arşivleyen ve zamanı geldiğinde kullanılmak üzere ortaya çıkaran bir data bankasıdır, bu cümleyi lütfen hatırlayın.. Dolayısıyla, mantıklı olmak uğruna, kapasitesi son derece limitli olan bir arşivden faydalanarak hayatınızı idame ettirmek, limitsiz evrensel bilincin varlığı karşısında esasında son derece mantıksızdır!
Evrensel bilinç veya evrensel bilgi havuzu olarak da tabir ettiğim sistem, bize şunu öğretir: Akıl, akıldan üstündür!
Bizler egolarımızı kullanarak, tekil aklımızla var olan fırsatlar ve mümkünlükler arasından olsa olsa maksimum iki üç olasılığı keşfedebilecek kapasiteye sahibiz, ama unutmayın ki ego deneyimlemediği veya şahit olmadığı hiçbir şeyi olasılık dahilinde kabul etmez, bu nedenle ego için “imkansız” diye bir kavram mevcuttur. Evrensel bilgi havuzunda ise, “herkesin” hayal edebildiği “herşey” enerjisel titreşim olarak (bilgi) olarak havada adeta asılıdır, enerji olarak salınım halindedir. Herhangi biri, havada adeta asılı olan bu bilgi, yani titreşim dalgalarına benzer dalgalar yaymaya başladığı anda, bu iki benzer frekans birleşir, rezone olur, ve o kişinin yaşam alanına girer- yaratımın en yalın ve kaba anlatımla açıklaması budur.
Burada iki sorunla karşılaşıyoruz:
- Ben nasıl bir frekans yayıyorum?
- İstediğim şeyin gerçekleşmesinin “imkansız” en azından gerçekleşmesi çok zor olan bir şey olduğu fikrinden kendimi alamadığımdan ister istemez, nasıl? sorusuna cevaplar ararken kendimi buluyorum
Birinci sorunun cevabı basit: Nasıl bir frekans yaydığınızı merak ediyorsanız, hayatınızı; iş, aile, maddi durum, sağlık, aşk, özel ilişkileriniz, duygusal dünyanız şeklinde alanlara ayırın ve bu alanlara 10 üzerinden puan verin, verdiğiniz puanlar 7 ve altında ise, bu alanlara dair yaydığınız frekanslar karışık, biraz bulanık ve farkındalığınız dışında ilerliyor demektir. Bu da, bu alanlara dair size hizmet etmeyen bir takım zihin kodlarına sahip olduğunuza işaret eder. Frekansınızı nasıl hedeflerinize uyumlu hale getirebileceğiniz konusu ise kitabımda derinlemesine anlatıldığından tekrar burada bu konuya değinmiyorum.
İkinci sorunun cevabı ise biraz üzerinde durmaya değer:
Zihin bir hedefin “nasıl” gerçekleşeceğine dair, veri bankasından size bir veri sunamıyor ise, hedefinizin gerçekleşmesinin imkansız veya zor olduğu yanılgısına düşersiniz. Ama bu yanılgı, tüm hayatınızın rotasını doğrudan etkileyen bir yanılgıdır. Çünkü bu yanılgı içerisinde yaşayan insan bakımından, hayata dair deneyimleyecekleri zihninin kabul edebildiği ölçüde olacaktır ki, limitli bir zihin, limitli bir hayat deneyimi demektir.
Evrensel bilgi havuzuna, veya evrensel bilince kendini teslim eden biri bakımından, “nasıl” sorusunun hiçbir önemi yoktur zira, bir dileğinin gerçekleşmesi için, kendi zihninin kapasitesinin algılayabileceğinin çok ötesinde sınırsızlıkta yollar olduğunu bilir ve bu yolların ne olabileceği ile ilgili sınırlı zihnini yormanın gereksiz ve sonuçsuz kalacağını bilir. Herşeyin mümkün olabildiği bir dünyada da “nasıl?” sorusundan çok “ne?” sorusunun önemi vardır.
Ne kadar büyük hayallerin var?
Ne kadar çok hayal ediyorsun?
Ne kadar yaratıcı düşünebiliyorsun?
Ne istiyorsun?
Ne istemiyorsun? vb.
Bu nedenle bu kişiler hayallerin bir sınırı da olmadığını bilir.
Burada gizli kibrimizi bir kenara bırakıp, bazı oluşları, nasıl sorusunu vb. zihnimiz ile değerlendirmek konusunda henüz yeterli olmadığımızı kabul etmeliyiz. Çalışmalarımızın zihin-ötesi olmasının anlamı budur. Sorunları yaratan zihniniz olduğuna göre, sorunun bizzat kaynağı ile sorunu nasıl çözmeyi planlıyorsunuz?
Enerji bizlere oldukça “gizemli” gelen şekillerde çalışır. Bu şu demektir, “olumsuz” gibi görünen olaylar nasıl ki “olumlu” olanın doğmasına vesile olabilir, Çekim Yasası ve Rezonans Kanunu da isteklerinizi gayet olumsuz gibi görünen olayları karşınıza atarak aşamalı olarak karşınıza çıkarabilir ve siz eğer uyanık değilseniz, bu “olumsuz” gibi görünen olayı gerçekten “olumsuz” bir şekilde karşılayarak, esasında size doğru “en kısa yoldan” gelen isteğinizi elinizin tersi ile itebilirsiniz!
Yanlış duymadınız, enerji, en kısa, en hızlı ve en akışkan kanaldan akacaktır. Bu kanalın ne olduğunu önceden idrak etmek imkansızdır.
Genellikle en kısa ve en hızlı yol bir takım mücadeleleri de beraberinde getirir ve maalesef insanoğlu en hızlı öğretileri en sert olaylar sonucunda elde eder.
Bu nedenle örneğin bir insan iyi bir şifacı olma niyetindeyse, şifanın ne olduğunu tam olarak anlayabilmesi adına, belki hayatının bir döneminde kendisini hasta edecek (olumsuz gibi görünen olay) ancak kendi iyileşmesini sağlamak,belki de bir örnek teşkil etmek adına, bu hastalığını iyileştirme mücadelesine girecek ve mücadeleden başarı ile çıktığında, bunu nasıl yaptığını insanlara anlatabilecektir. Bu “istek” bilinçli zihinle yapılabileceği gibi, yüksek bilinç, süper bilinç veya yüksek benlik de denilen farkında olan varlığınız tarafından da yapılmış olabilecektir. “Neden Olmasın” kitabında da anlattığım şekilde, istekler iki merkez tarafından yönetilir, bunlara çeşitli kaynaklarda çeşitli isimler verilmektedir:
- Zihin / ego /bilinçaltı
- Bilinç-üstü, yüksek benlik, ruh, kalp,öz
Bunların istekleri çoğu zaman birbiri ile çatışma halindedir! Kitabımda, ruhunuzun isteklerini anlayabilmek adına birçok metot sundum. İşte kitabımdaki bu çalışmanın amacı, bilinçaltı ve bilinç-üstü çatışmasını dindirmektir, zira iki farklı merkezden yayılan iki farklı frekans, karmakarışık bir hayat yaratmanıza neden olur.
Bilinç-üstü’nün istekleri de en az bilinçaltının istekleri kadar baskındır, nasıl ki egonun hedefi, sizi acıdan korumak ve hayatta tutmaksa, bilinç-üstünün görevi de ruhunuzun isteklerini yerine getirmek üzere sizi yönlendirmektir ve ruhun istekleri size daima yüksek bir frekansta hizmet eder ve bu dünyadaki “amacınızı” oluşturur.
Bugün birçok trilyoner dahinin çocukluğunun eğitimsizlik ve fakirlik içinde geçtiğini biliyorsunuzdur… zamanında “olumsuz” gibi görünen bu olaylar esasında bu kişilerin bu olayları “olumsuz” olarak karşılamamamış olmalarından, tam tersi daha da azimlenmelerine neden olarak, bugünkü durumlarına getirmiştir. Belki de, maddi rahatlık içerisinde büyümüş olsalardı bu kişiler, yaşadıkları konforlu hayat nedeniyle, hiçbir zaman bugünkü azimlerini iş hayatlarında gösteremeyeceklerdi ve unutmayın ki bu kişilerin hayalleri ufacık yaşlardan itibaren, o zamanki mevcut zorluklarına aldırmadan, bugünlere gelebilmek üzerineydi, ve hayat onlara tek bir hayatta bu duruma gelebilmeleri için, hızla zıplamaları adına bir platform verdi (fakirlik, dipte var olma) ve bu kişiler mağdur bilincine girmeksizin, büyük bir atlayış gerçekleştirdiler.. çünkü başka çareleri yoktu. Başka bir çareniz olmadığında başarısız olmak bir opsiyon değildir! Bu kişilerin bilinçaltı ve bilinçüstü düşünceleri uyumlu olduğundan, en hızlı şekilde, hedeflerine ulaşmışlardır ve unutmayın ki büyük güç büyük sorumlulukları da beraberinde getirir, belki de çocukluk dönemini bu kadar dert tasa ve zorluk içerisinde geçiren bu çocuklar, gencecik yaşta edindikleri bu tecrübeleri ve sebat kabiliyetlerini şimdiki konumlarında kullanmak durumundadırlar..belki de tam da bu tecrübe, bu kişilere bugün ihtiyaçları olan “manevi gücü” vermiştir.. kim bilir?
Burada çok ince bir detaydan da bahsetmek gerek:
E o zaman hayatım berbat gittiğinde “bu işin içinde bir hayır var deyip” mutlu olayım, harika gittiğinde de mutlu olayım o zaman herhangi bir şey için neden çabalayayım? diye sorabilirsiniz.
Kendisine ait bir farkındalık geliştirmeyen kişi bakımından yaratacağı hayat mevcut baskın enerjisine uygun olarak tezahür edecektir, yani bir kişinin iç dünyası ne ise, dış dünyası da o olacaktır. Bu kişi dış dünyasından memnun değil ise, bu konuda hiçbir çalışma yapmıyor ise, suçu da kader, kısmet ve diğer insanlara yüklüyor ise ve sürekli kendini benzer döngülerin içinde buluyor ise, artık bu kişinin yüksek benliğinin doğrultusunda hareket ettiğini söylemek mümkün olmaz, tam tersi bu kişi egosunun hizmetine girmiş kişidir.
Diğer yandan, dış dünyasından memnun olmayan ve bu durumun iç dünyasının bir yansıması olduğunu bilen, ve iç dünyasını düzenlemek yönünde çalışan ve sorumluluk alan kişi bakımından yaşanacak olaylar şu şekilde olabilecektir:
- Kişinin hayatında kesinlikle değişimler, hareketlenmeler, ve olağandan farklı sıra-dışı olaylar yaşanacaktır.
- Kişi çevresinin değiştiğini farkedecektir, bazı insanların hayatından çıktığını ve yeni insanların hayatına girdiğini, bazı aile üyelerinin daha sevecen, bazı aile üyelerinin ise daha mesafeli olduğunu görecektir.
- Enerji çalışmalarını gerçekleştiren kişi bakımından hiçbir şey “sabit” veya “rutin” değildir. Egosunun esiri olmuş kişinin her günü, her yaşadığı olay, her karşılaştığı kişi birbirine benzer.
- Enerji çalışması yapan kişinin dünyası “sarsılabilir” - yeniye yer açmak için. Egosunun esiri olan kişi bakımından “yeni” kabul edilebilir bir kavram değildir. Herşey “bilindiktir”.
- Enerji çalışması yapan kişinin hayatı mutlaka ama mutlaka daha iyiye gidecektir - ama bazen, iyiye yer açılması için, önce iyiyi engelleyen blokajın ortadan kalkması gereken durumlar olabilecektir, o yüzden kimi zaman herşey iyiye gitmeden önce biraz daha kötüye gider! Egosunun esiri olan kişi bakımından ise, hayat genellikle daha kötüye gider.
Kitabımda anlattığım yöntemleri kullanıp da başarısız olmanıza imkan yok; ama başarısız olduğunuzu zannetmenize imkan var:
Herşey iyiye gitmeden önce biraz daha kötüye gider!
Siz kalbinizin isteğini bulun, gerçekleşmesine niyet edin, kalbinizin isteği ile kendi frekansınızı eşleştirin ve ardından bırakın olacak olan olsun dedik...kitapta bunun adına serbest bırakma ve teslimiyet dedik.
Tüm bunları yaptınız, diyelim ki maddi durumunuz üzerinde çalışıyorsunuz, kitabı okudunuz, özümsediniz ve uygulamalarınıza başladınız.
Ve, şaka gibi borçlarınız üzerine borç eklendi! Bu noktada insanlar verdikleri tepkiyle ikiye ayrılırlar:
- Bu çalışmaların saçma olduğunu düşünen, hatta şanssızlık getirdiğini düşünen, tüm kitapları yakan ve esasında tam da o anda niyetlerini de yok eden sabırsızlar
- Bu oluşumun onu “sınamak” için var olduğunu anlayıp, yoluna devam edenler ve başaranlar.
Esasında “sınama” gibi görünen olaylar genellikle şu mesajı vermektedir:
Niyet ettiğin konuyla ilgili olarak en kötü senaryo ile barışamıyorsan, bastırdığın bir korku var demektir, bu korku var olduğu sürece, inancını hiçbir zaman kırılmaz inanç haline getiremezsin, başka bir ifade ile niyetini gerçekleştirecek kuvette bir enerji, odak üretemezsin, başka bir ifade ile, niyetinin sana akacağı kanal üzerinde kocaman bir kaya var olduğu sürece, sana ancak nehirden sadece birkaç damla düşecektir. Önce kayayı kaldır. Belki de yapman gereken tek şey bu, kayayı kaldır, zaten akışta olan bırak sana aksın.
Kayayı kaldırmak için, önce kayayı görmen gerekir, hatta kayanın sana çarpması gerekir. Önce darbeden şaşkına döneceksin, sonra kayaya dönüp, tam da istemediğim herşeysin! diye sinirleneceksin, işte tam da istemedİğin “herşey” olan bu kaya sana şunu adeta haykırır:
BENİ KABUL ET!
BENİ YOK SAYMA!
BENİ REDDETME!
BENİMLE BARIŞ!
Böyle bir durumda, kişinin korkusuyla barışması gerekir, bunu yapabilmesinin en kolay yolu, korkusunu alaya alabilmektir, herşeyin geçici olduğunu bilmesidir, ve en önemlisi de o ya da bu şekilde “kayaya rağmen” ve belki de “o kaya vesilesi ile” son derece sağlam bir biçimde gerçekleşeceğini bildiği niyetinin arkasında durmasıdır. Ve kayaya “seni görüyorum, seni anlıyorum ve yoluma devam ediyorum” diyebilmektir.
Size kendimden bir örnek vermek isterim; bir dönem maddi durumum üzerinde yeni bir metot ile çalışırken, çalışmamın bitimini takip eden birkaç gün içerisinde hiç beklenmedik problemler nedeniyle bütçemi alt üst edecek boyutta bir masraf ortaya çıkıverdi.
Tam da, “şaka gibi”, çalıştığım metot “ters tepti!” dediğim anda bir kahkaha hali ile bir farkındalık yaşadım. Kahkaha diyorum çünkü durum bana göre çok trajikomikti.. ve ağlamaktansa, gülmek çok daha verimli bir eylemdir =)
Kullandığım kelimelere dikkat edin! “Şaka gibi”, “ters tepti”, “trajikomik” şeklinde nitelediğiniz bir durumla karşılaşırsınız hemen durun!
Orada bir kaya var..orada bir gölge var...orada bir blokaj var.
Bu blokaj benim adıma, “her koşul ve surette inancımı -kırılmaz inanç- boyutunda tutabilecek kadar kendime ve sisteme güveniyor muydum, enerjim bu kadar kuvvetli miydi, kontrolcülük özelliğimden arınmayı düşünüyor muydum =)? Panik ve stres yapmayı da bırakmalıydım çünkü hiçbir şeyi değiştirmiyordu” gibi temalar üzerine kuruluydu.. bunları “gördüğüm” anda 5 gün içerisinde zarar aniden oluştuğu gibi, aniden gelen gelir ile zarar sıfırlandı ve yoluma devam ettim.
İlişkiler bakımından ise, birçok kaya ile karşılaşabilirsiniz..
Eski sevgililerinizden beklenmedik mesajlar alabilir, halihazırda bağı olan kimseleri veya, “hayır” demenizi sıklıkla gerektirecek kişileri hayatınıza çekmeye başlayabilirsiniz (sınırlarınızı ve ne istemediğinizi ifade etmekte ustalaşmanın yolu her konuda olduğu gibi bol bol pratiktir- evrenin de başka şekilde çalıştığını sanmıyorum:), birkaç kere “işte buldum, oldu!” diyeceğiniz ideale çok yakın ama esasında sizin için ideal olmayan kişilerce kalbiniz kırılabilir (daha fazla sevginin yolu, kalbinizi tüm duygulara korkusuzca açmaktan geçer)..
Arkadaşlar; yazımın başında ne demiştim.. benim Çekim Yasası ve Rezonans Kanunu’nu bu denli derinlemesine ve senelerdir çalışmamın nedeni: “kontrolcülük” demiştim.
Kontrol iki ucu keskin bir bıçak gibidir, hayatınızı ve hayallerinizi elinize alıp yönetecek araçları kullanmak güzeldir, ancak olayların “nasıl” gelişmesi gerektiği ile ilgili de bir fikir sahibiyseniz hatta önyargılıysanız, o zaman kontrolcülüğünüz size pahalıya mal olabilir.
Panik ve stres, kontrolün elinizden kaydığını düşündüğünüz anlarda ortaya çıkan duygulardır. Kontrolcü bir insan doğal olarak stresli insandır.
Eğer siz de benim gibi, çok bilmiş kontrolcülerdenseniz ve bir şeyin nasıl olması gerektiğine dair kesin yargılarınız var ise, o işin öyle işlemediğini siz de muhtemelen benim gibi yaşayacak öğreneceksiniz.
Uzun lafın kısası, bir niyet, size göre “kabul edilemez, olumsuz, berbat” yollardan da size ulaşabilir, bambaşka bir yoldan da.. her güzellik, güzellikle gelecek diye bir kaide yoktur, hem eğer büyük resmi görebilseydiniz, berbat dediğiniz o olayı belki de bir lütuf olarak değerlendirirdiniz…buradaki öğreti, olanı, sevgiyle kabul edip, kontrol etmeye çalışmayıp, kendinizi kelimenin tam anlamıyla “salmaktır”, akışa..
Olanı sevgiyle kabul et...
Açıkçası bu sözü uzun yıllarca her koşul için uygulayamayacağımız bir söz olarak düşünmüştüm. Zira kendi zihinsel kalıplarına hapsolmuş bir bireyin, eylemsiz kalarak, olacak olan buymuş diyerek kendi hayatının sorumluluğunu almamasına ve kurban bilincine kadar giderdi bu sözün ucu bana göre..
Bu sözü ancak son yıllarda anlayabildim :
Olan olay sizin iç dünyanızın bir yansıması, her ne oluyorsa, bu sizin bir parçanız, muhtemelen bir gölge yanınız, ve kimse de gölge yanıyla yüzleşmekten hoşlanmaz, dolayısıyla da yaşadığınız olay size göre “olumsuzdur”. Ama bu söz der ki, kendine sevgiyle yaklaş, gölgelerini gör, kızma, reddetme, yok sayma, kabul et, özümse, affet, sev ancak bu şekilde dönüşebilirsin- eğer dilersen.
Anlayış, kabul ile başlar…anlayıştan, sevgi doğar…ve sevgiden de anlayış...ve sevgi daima korkuyu bertaraf eder.
Olanı sevgiyle kabul etmeden; olanı dönüştüremezsin.
Sen bir niyet ettin, niyetini enerjinle besledin, odağınla somutlaştırdın, olmakta olduğunu bildin… artık teslimiyet zamanı..
Bu zaman, senin zihninin bir türlü cevabını bulamadığı “nasıl” sorusunun adım adım yanıtlandığı zamandır. Ve “nasıl” sorusu yanıtlanırken, sakın sana “hayır” dendiğini düşünme… enerji “gizemli” şekillerde hareket eder, unutma..bu zaman artık “kontrol etmeyi” bıraktığın, kendini saldığın, ve kabullenişe geçtiğin zamandır..
Çekim Yasası ve Rezonans Kanunu sana hayatını kontrol etmeyi öğrettiği gibi, kontrolcülüğünü bırakman gerektiğini de öğretir. Bu kanunlar, sana “kaderine” teslim olmamanı öğütlediği gibi, zamanı geldiğinde teslimiyete kendini bırakman gerektiğini anlatır. Bu kanunlar, mükemmel bir denge içerisinde yaşaman yönünde seni “zorlar” ve bu kanunların bilinçli bir şekilde uygulanması, sadece niyetlerinin gerçek olmasını sağlamaz aynı zamanda, ruhsal büyümene de katkı sağlar..
Kontrolcü bir insan olarak Çekim Yasası ve Rezonans Kanunu hakkında bitmek tükenmek bilmeyen bir azimle çalışmış bir insan olarak, anladığım şudur: Bir niyetinizin gerçekleşmesini istiyorsanız, öncelikle zihin gücünüzü kontrol etmeyi öğrenmelisiniz, ne zaman odağınızı toplayıp, ne zaman kendinizi akışa bırakmanız gerektiğini anlamalısınız. Enerjinizi hedefinize doğru yoğunlaştırdıktan sonra, size geri “yansıması” yani akabilmesi için, enerjinin kaba tabirle önünden çekilmeniz gerekir.
Faydalı olması dileğiyle,
Sevgilerimle
Eğitim ve danışmanlık talepleriniz için fitsoulfitmind@gmail.com adresinden bana ulaşabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder