23 Ocak 2019 Çarşamba

İlişkilerin Rezonansı Atölye - Katılım Koşulları







İlişkilerin Rezonansı / Anlayış & Yaratım

Tarih: 9 Şubat 2019 (Cumartesi) 12.00-15.30/16.00

Yer: Fenerbahçe

Ücret: 200 TL

Açıklama:

İlişkilerin Rezonansı Atölyelerini geçmiş dönemlerde Zorlu PSM bünyesinde gerçekleştirmiştim, ancak yeni yılın, yeni enerjilerine uygun olarak bu defa atölyenin içeriğini daha interaktif ve eğlenceli bir forma kavuşturmak niyetiyle yola koyuldum..Bu atölyemizde katılım sayısı 8 kişiyi geçmeyecektir, bunun da önemli bir sebebi var.. Bu defa atölyede ben anlatmayacağım, önce siz soracaksınız, birlikte düşüneceğiz, tartışacağız ve sorunuza uygun olarak size özel bir yol haritası çıkaracağız. İşte bu atölyenin “anlayış ve yaratıma” odaklı olması da bu nedenle..

Bu amaca uygun olarak da katılımcılardan, atölyeye katılmadan önce bu defa, ilişki alanına dahil 2 önemli soru hazırlamalarını rica ediyorum. Bu sorular, doğrudan katılımcının kendi özel hayatında yaşamış olduğu mevcut veya bir türlü anlamlandıramadığı etkileri geçmişten bugüne dek sürmüş bir duruma ilişkin de olabilir, veya genel kapsamlı bir soru da olabilir, ancak benim size tavsiyem, fırsat varken, doğrudan kendi ilişki hayatınızla ilgili iki önemli duruma dair soru hazırlamanızdır, zaten genel konuları ve bilgileri, metotları, evrensel prensipleri bu sorular çerçevesinde tartışıyor olacağız, yani hem sohbet edeceğiz, hem de öğreneceğiz ve bu defa atölyenin içeriğini sizler belirliyor olacaksınız.. İlaveten, çekim yasası prensipleri uyarınca, atölyede bir araya gelecek grubun sorularının ve bilinç durumunun aşağı yukarı aynı aralıkta olacağını bildiğim için, başka bir kişinin sorduğu sorudan mutlaka siz de faydalanıyor olacaksınız ve bir başkasının şifa haritası size de mutlaka ilham verecek ve hizmet edecek.

Ne tür sorular sorabilirim diye düşünüyor olabilirsiniz, bu konuda tek koşulumuz, sorunun “ilişkiler” alanına dahil olması, bunun dışında istediğiniz soruyu çekinmeden, herhangi bir sansüre tabi tutmadan sormanız mümkün. Örnek olması açısından şu gibi soruları da sorabilirsiniz:

- Mevcut ilişki dengenizin yorumlanmasını talep edebilirsiniz

- İlişki alanında nereye doğru evrildiğinize dair öngörü edinmek yönünde sorular sorabilirsiniz. 

- Kararsız kaldığınız durumlar hakkında sorular sorabilirsiniz.

- Mevcut ilişkinizdeki sorunu nasıl şifalandıracağınızı sorabilirsiniz.

- Hayatınızda neden kimsenin olmadığına dair anlayış kazanmak isteyebilir ve yeni bir ilişki için nasıl bir bilinç düzeyine / oluş haline geçmeniz gerektiğini sorabilirsiniz.

- Bağlanma / bağlanamama, aldatma / aldatılma, ilişkilerin hep yarıda kesilmesi, terk etme / terk edilme gibi ilişki döngülerinizi “keşfetmeyi” talep edebilir veya keşfettiyseniz bu döngüleri nasıl kırabileceğinizi sorabilirsiniz.

- İkiden fazla kişinin dahil olduğu karmaşık ilişki durumlarına dahil sorular sorabilirsiniz (evet sorabilirsiniz, lütfen çekinmeyin).

- Dişil/eril enerjinizi nasıl kuvvetlendireceğinizi öğrenebilirsiniz.

- Kadın- Erkek, kadın-kadın, erkek-erkek veya sosyal gruplar içerisindeki iletişim problemleri hakkında soru sorabilirsiniz.

- Cinsellik/dişil/eril enerjiler/çekicilik/karizma vb. ile ilgili sorular sorabilirsiniz. 


Katılım Koşulları:

-Katılımcılarımızın en az 21 yaşında veya üzerinde olmasını rica ediyorum.

-Katılım talebinizi, isim-soyad ve iki sorunuz ile birlikte fitsoulfitmind@gmail.com adresine yönlendirmenizi rica ediyorum, gerekli bilgileri buradan paylaşıyor olacağım, gerekmesi halinde sorunuza ilişkin detay rica ediyor olacağım.

-Atölyemizde gizlilik ve mahremiyet kuralları esas olmakla birlikte - bu da bu atölyemizde fotoğraf, ses kaydı ve video çekimi yapılamayacağı ve telefonlarımızı tamamen kapalı tutacağımız anlamına gelmektedir, hiç kimsenin diğer bir kişinin sorusunu yargılaması, dinlememesi gibi durumların oluşmamasını rica edeceğim. 

ÖNEMLİ NOT: Bu atölyede “sizin” şahsi etik ve ahlaki değerlerinize uygun olmayan sorular veya durumlar hakkında yorum talep edilebilir, lütfen şahsi etik ve ahlak kurallarınızı atölyeye gelmeden evinizde bırakınız, bu atölyede neyin etik, neyin ahlaklı veya neyin “yanlış” olduğunu asla tartışmayacağız,kaldı ki, bu gibi değerler “subjektiftir”, sadece bize aittir. Amacımız sadece soruyu soran kişinin en yüksek hayrına, yani ona hizmet edecek olan rotaya o kişiyi SEVGİ, ŞEFKAT ve ANLAYIŞ ile yönlendirmek ve o kişiyi o konu ile ilgili bir farkındalık sahibi yapmak ve aydınlatmaktır. Bu nedenle, ikiden fazla kişinin dahil olduğu ilişki durumları hakkında yorum talep edilebilir, farklı ilişki dengeleri hakkında yorum talep edilebilir, sizin hiç alışık olmadığınız, garipsediğiniz, kınadığınız hatta size “zarar verdiğini” düşünmüş olduğunuz bir duruma, size göre “sebep olan profilde” kişilerle bu atölyede karşılaşabilirsiniz. Bu gibi durumlara hazırlıklı olarak atölyeye katılmanızı rica ediyorum. Bir katılımcının diğerini yargıladığını, ona öfkelendiğini veya suçladığını hissettiğim bir durumda, ücretinizin iadesi sağlanarak atölyeden ayrılmanızı rica edebilirim. 

Daha önceki bazı ilişki atölyelerimizde, maalesef, bazı katılımcılarımız, hassas oldukları durumlarla karşılaştıklarında, canları, o anda tartışılan konu ile ilgili yanmış olduğu için, kendi şahsi etik ve ahlak kurallarını diğer bir katılımcıya veya eğitmen olarak bana empoze etmeye çalışmış ve diğer katılımcılara “ahlak dersi” vermeye kalkmışlardır. 

Bu gibi durumlar herkes açısından son derece tatsız, yersiz, densiz ve keyifsiz olmaktadır. Böyle bir durumda, o kişinin mevcut eğitim dahil başka bir eğitimime de katılmamasını rica edebilirim. Benim için kişilerin birbirini incitmemesi çok ama çok önemlidir, her soru ve her durum sadece SEVGİ, ŞEFKAT ve ANLAYIŞ çerçevesinde değerlendirilecektir, lütfen bu konudaki sert tavrımı mazur görün.

Lütfen kalbinizi ve zihinizi esnek, yumuşak, şefkatli, açık ve hazır tutarak atölyeye katılınız. Her soru karşısında, “bu sorudan BEN nasıl faydalanabilirim?” şeklinde bir perspektif ile hazır bulunursanız, bu atölye neticesinde harika bir bilgelik edinebileceğinizi farkedeceksiniz =)

Sevgilerimle

İrem

Reiki Nedir? Reiki Ne Değildir? Bioenerji ile Ne Farkı Vardır?






Herkese merhabalar,

Sizlerden Reiki Eğitimi ile ilgili birçok soru alıyorum, umuyorum ki bu yazımda, bu sorularınızın bir çoğuna cevap verebileceğim. İlaveten belirtmek isterim ki, bu ve benzeri soruları Reiki Eğitimimizin başında tartışıyor ve değerlendiriyor oluyoruz ve benim nezdimde hiçbir soru saçma veya uçuk değildir=)

Reiki Eğitimlerimde katılımcı sayısını daima az tutmamın bir sebebi de bu zaten.. Her birimizin farklı çekinceleri, farklı soruları ve endişeleri olabiliyor ve Reiki Eğitimini bir Matematik Dersi gibi sadece belirli bir müfredata veya formüllere bağlı kalarak ve bu müfredatın dışına çıkmadan vermek, Reiki Masterların işini oldukça kolaylaştırırken, yine eğitmenin zamandan da tasarruf etmesini sağlıyor.

Ancak bu benim tercihim değil, çünkü benim şifa sistemlerinden anladığım bu değil.. 

Reiki, yani “evrensel yaşam enerjisi” kendi içerisinde zaten belirli bir müfredat ve katı kurallara, sertifikalara, derneklere, organizasyonlara, formüllere, inanç sistemlerine bağlanabilecek bir “şey”, obje, suje değildir. Bu dediğimi halühazırda şifa enerjisi uyanmış kişiler teyit edecektir..Enerji su gibidir, onu bir kalıba sokamazsınız. Kalıba soktuğunuz şey katılaşır ve akıştan uzaklaşır. Reiki’nin kullanımına dair genel çerçevede birtakım “önerilerimiz” vardır, ama bu Reiki yani enerjinin başka metot ve suretlerde kullanılamayacağı anlamına asla gelmez… Bu anlattığım öneriler, enerjinin pratik olarak günlük hayatta kullanımını “kolaylaştıran” tekniklerdir. Bu teknikler, katı kurallar değillerdir, prensiplerdir. 

Reiki'de kural yoktur, prensipler vardır.

Reiki Nedir?

Bu konuya bu yazımda çok detaylı girmeyeceğim, çünkü hem internette hem de benim geçmiş yazılarımda yani blogumda (arama kısmından bulabilirsiniz) Reiki’nin ne olduğuna dair detaylı yazılar mevcut.

Reiki, “evrensel yaşam enerjisi” anlamına gelen, çok yüksek frekanslı bir dalga boyudur. Enerji dediğimiz “şey”, sadece titreşimdir, bir dalga boyudur. Evrende canlı ve cansız her şeyin kendine has bir titreşimi ve manyetik alanı bulunur. Canlı ve cansız her şey her ne kadar bizim gözlerimize “katı” ve “sabit” olarak “görünse de” hakikat bu şeylerin belirli frekans aralıklarında titreştiğidir, eğitimli ve doğuştan “açık” gözler bu titreşimleri görebilirler. Çeşitli kültürlerde bu titreşimlere farklı adlar verilmiştir, aura, prana, ruh, spirit, öz, enerji, tanrısal zeka vb. Kuantum Fiziği bu “şey”in titreşim / elektrik/ ışık /foton olduğunu kanıtlamıştır. Bilimin hala üzerinde çalıştığı ise, bu titreşimlerin “bilinçle” olan ilgisidir. Reiki uygulayıcıları, bu titreşimin bilinçle eş olduğunu, yani bilgiyle eş olduğunu bilir..Tıpkı insanın en küçük parçasının insana dair tüm bilgileri DNA aracılığıyla “saklayabilmesi” ve “aktive” edebilmesi gibi..Bu nedenle Reiki enerjisine, "akıllı enerji" veya Yaradan'ın bilgeliğini/hürmetini içeren enerji de denebilmektedir.

Evrenin tamamı titreşmektedir ve evrenin tamamının özü “enerjiden” yani frekanslardan oluşur. Buna sizin tüm var oluş haliniz de dahildir. Var oluş hali derken kastım, ruhunuz, bedeniniz ve zihninizdir. Reiki alternatif şifa sistemleri (artık bütüncül şifa olarak da adlandırılıyor) arasında en bilinenlerindendir, esasında Reiki, geleneksel Tıp bilimini ikame eden bir sistem olarak düşünülmemelidir. Çünkü evrensel yaşam enerjisinin “şifalandırdığı” sizin manyetik alanınızdır. Ancak fiziksel sağlığınızı doğrudan belirleyen de manyetik alanınızdır! Geleneksel Tıp bedeninizdeki sorunları “tamir” ederken, Reiki, bedeninizde oluşan bu sorunların kök nedenini şifalandırır ve akabinde bedensel/fiziksel olarak da bu şifanın sonuçlarını alırsınız. Bizler sizin et ve kemiğinizi birleştirmiyoruz, bunu doktorlarımız yapıyor, bizler sizin et ve kemiğinizi birbirinden ayrılmasına sebep olan blokajları şifalandırırız, zira bilinmelidir ki, evrende kökü daha doğrusu sebebi enerjetik (ruhsal, duygusal veya mental) olmayan tek bir rahatsızlık yoktur.. Tüm hastalıklar manyetik alanınızdaki düzensizliklerin katılaşarak bedene suret etmesinden ve fiziksel hale gelmesinden ibarettir, bedendeki tüm yaralar (iç organlardaki ve cildimizdeki-kanser dahil), tümörler vb. enerji düğümlenmelerinin sonucudur. Reiki, bu düğümlenmeleri oluşturan kök nedenleri “çözümler”.. İlgili bölgedeki titreşimsel bozukluklar düzeltildikten SONRA beden kalıcı olarak şifa bulur. Bunu akordu bozulmuş bir müzik aletinin akordunun yapılmasına benzetirim. Bu çerçevede de tahmin edebileceğiniz gibi, nefes ve ses terapileri de benzer şekilde şifa amacıyla kullanılabilmektedir - çünkü nefes ve ses’in gerekli aralıklarda titreşim oluşturabildiği bir gerçektir, tıpkı Reiki gibi.. Özümüz enerji olduğu için, özü yine enerji yani titreşimler aracılığıyla desteklemek makul ve mantıklı olandır. Ancak biz bu titreşimleri göremediğimiz için, enerji bedeni kavramını yok sayıyoruz ve çoğu zaman “birden bire” hasta olduğumuzu düşünüyoruz, hatta basit rahatsızlıklarımızı dahi, örneğin grip gibi, bir başkasından geçebildiğini düşünüyoruz. Oysa olan şudur, eğer sizin frekans aralığınız grip hastalığının frekans aralığı ile “eşleşmeyecek” derecede yüksek olsaydı, siz o hastalık ne kadar bulaşıcı olursa olsun, o hastalığa yakalanmazdınız (çekim yasası/rezonans kanunu prensibi). Bunu şöyle de düşünebilirsiniz, eğer enerjetik bağışıklık sisteminiz güçlü olursa, hastalık ne kadar bulaşıcı olursa olsun sizin enerji alanınız o düzensizliği siz “hasta olmadan” anında dönüştürür. Birçok Reiki Uygulayıcısı ve Masterin sadece ama sadece “morallerinin bozuk olduğunda” yani enerjilerinin düştüğünde anında hasta olması =) ve geri kalan zamanlarda sağlıklı olabilmelerinin sebebi de budur. Reiki uygulayıcıları, düzenli olarak Reiki ile çalıştıkları takdirde, genellikle hasta olmazlar.. bu da yine Reiki uygulayıcıları arasında artık doğal olarak kabul edilmiş bir olgudur.

Kısacası Reiki sizin titreşimlerinizi yükselten, blokajlarınızı çözen ve sizi ruhsal, bedensel,duygusal ve mental olarak maksimum potansiyelinize ulaştıran ve sizi “hayrınız” ne ise o rotaya doğru “ittiren” “yönlendiren” bir sistemdir. Hayır ve şifa kavramları basit kavramlar değildir. Bunu derslerimizde tartışıyoruz. Bu yazı çerçevesinde bilmeniz gereken, herkesin “hayırlı yolunun” şahsına münhasır olduğudur ve tüm resmi ilk başlarda göremeyebileceğiniz gerçeğidir. Ama Usui Reiki dahil diğer Reiki Sistemlerinin de Masterı yani eğitmeni ve uygulayıcısı olarak sizi şunu garanti edebilirim:

Reiki uygulayıcısının, Reiki ile tanışmadan önceki hayatı ile tanıştıktan sonraki hayatı, eğer enerjiyi düzenli olarak kullanırsa, temelinden değişir, dönüşür ve siz kendinizi daima enerjiyi ve enerjinin Kaynağı’na teşekkür ederken bulursunuz…

Ve arkadaşlar, biz ne kadar Reiki’yi anlatmaya çalışsak da, Reiki’yi deneyimlemeden ve kullanmadan Reiki’ye dair algı ve anlayışınız limitli bir seviyede kalacaktır. Reiki uyumlamasının amacı da budur. Reiki, enerjiyi hiç kullanmayan biri için günlük titreşimsel düzleminden daha farklı bir titreşimsel düzlemde bulunan, yüksek bir bilgidir. Bu yüksek bilgiyi “algılamak” ve kullanabilmek için, uyumlama çalışması yapılır. Bunu şuna benzetebiliriz. telefonunuza gerekli güncellemeleri yapmadan nasıl ki bir uygulamayı “açamaz” ve “kullanamazsınız”, işte bizler de gerekli “güncellemeyi” almadan, bu uygulamayı tam olarak algılayamıyor ve kullanamıyoruz. Bu güncelleme, kendi kendinize inzivaya çekilerek son derece steril bir ortamda çıkacağınız genellikle oldukça uzun bir ruhsal yolculukla elde edilebileceği gibi, bir Reiki Master aracılığıyla bir eğitim kapsamında da gerçekleştirilebilmektedir. Ancak eğitimlerimde de anlattığım gibi, bahsettiğim ruhsal yolculuk çoğumuzun dünya yaşamlarında tercih etmediği veya tercih etse bile vakit ayıramadığı bir zaman aralığına ihtiyaç duyuyor.

Gelelim en çok aldığım diğer sorulara:

Reiki’nin herhangi bir yan etkisi var mıdır, istenmeyen sonuçlara yol açabilir mi?

Biraz önce de anlattığım gibi Reiki, çok yüksek frekansa sahip bir dalga boyudur. Bu dalga boyunu, eğitimlerimde, genellikle öğrencilerim bembeyaz bir ışık olarak algılarlar. Bu yüksek frekansın yani ışığın, sizi hayrınız olmayan bir noktaya taşıması SİZ İSTESENİZ BİLE mümkün değildir, ışık sadece ışığa hizmet eder. Bu nedenle, tekrar ediyorum, siz niyet etseniz dahi, eğer niyetiniz bu ışık frekansından daha düşük bir enerjiye sahip ise, Reiki bu niyetinize de hizmet edemez, dolayısıyla Reiki ile kendiniz dahil başka birine isteseniz bile zarar veremezsiniz. Birçok kişi Reiki aldıktan sonra, hasta olduklarını, iflas ettiklerini, işlerinden kovulduklarını, boşandıklarını ifade ederler.. ve ağızdan ağıza Reiki’nin bu olaylara sebep olduğu konuşulur ve kimi zaman bu enerjiden korkulur. 

Oysa ki hakikat şudur; bizler hayatımızı korkularımız ve yokluk bilinci üzerine inşa ettik, yani temelimizin frekansı çoğu zaman sandığımızdan çok daha düşük...bizi mutsuz eden olaylar, gerçekleşmeyen hayallerimiz, rahatsızlıklarımız, bu temelin “çürük” olması nedeniyle.. Reiki’nin ilk yapacağı şey acilen sizin “temelinizi” güçlendirmektir.

Ve maalesef çamur üzerine inşa ettiğiniz küçük evlerinizden kolonları çok sağlam bir saray çıkaramazsınız =)

Bu nedenle Reiki, sizin “evinizi” gerekmesi halinde (her zaman değil), yıkar ve akabinde çok sağlam, çok sağlıklı ve yüksek enerjili yeni temelleri daima diker. İşte bu ara sürece biz “arınma” deriz. Bunun olabileceğini daima belirtir anlatırız. Bu arınma kişinin temellerinin ne kadar sağlam olduğuna göre çok yumuşak geçebileceği gibi kimi kişiler bakımından görece ağır da geçebilir. Bu kişiden kişiye değişiklik gösterir. Ama tekrar ediyorum, bu enerjiye teşekkür etmediğiniz tek bir gün olmayacak, eninde sonunda..

Arınma süreci çok uzun sürmez, bu süreç 1 ay ile 1 sene arasında değişkenlik gösterebilir.. Bu nedenle, aklı başında ve şifa sistemlerine saygılı olan her Reiki Master (bu şekilde ayrım yapmak zorunda kaldığım için gerçekten çok üzgünüm) seviyeler arası, bu arınmayı göz önünde bulundurarak, bir ZAMAN bırakır. Genellikle bu zaman kişiden kişiye değişmekle birlikte en az 3 ay - 1 sene arası değişkenlik gösterir.

Ben de, öğrencilerime, Reiki ile düzenli çalışmaları halinde 1. seviyeden, 2.seviyeye yaklaşık 6 ay sonra rahatlıkla geçebileceklerini belirtirim. Kimi çok çalışkan =) öğrencilerde bu süre 3 aya kadar düşebiliyor.


ANCAK, lütfen bu kısma önem ve dikkat verin:

Reiki 1-2-3 ve Master’lık seviyelerini bir arada veya çok kısa sürede paket halinde verebildiğini iddia eden birçok Master vardır. Matrix filmi düzleminde yaşasaydık gerçekten beyinlerimize toplu olarak “bilgi” yükleyip ardından da, akabinde hemen kullanabilirdik elbette. =)

Ancak enerji ile iç içe yaşayan bir insan olarak, ve çevremde de gerek beni eğiten Masterlar, gerek benim yetiştirdiğim Masterlar gerekse de dostum olarak nitelediğim Masterlarla DENEYİMLERİMİZ sonucu hemfikir olduğumuz şekilde:

Enerjiyle daha önce bilinçli olarak çalışmamış bir insan bedenine, insan bilincine ve insan enerji bedenine bir anda toplu olarak çok yüksek frekanslı dalga boylarını aktarırsanız “şalterinizin” atması, “kaçak” yapması gibi bir riskle karşı karşıya kalabilirsiniz! Neticede çalıştığınız şeyin özünde “elektrik” benzeri bir yapıya sahip olduğunu unutmayın…bu şalter atma hali, fiziksel dünyanızda, dünyanızın ayağınızın altından bir anda çekilmesi, şaşkınlık, dengesizlik, ağır depresyon, halsizlik, ne istediğini bilmeme, sürekli ama ufak tefek oluşan fiziksel rahatsızlıklar, algıyı zorladığınız için zorlu olabilecek mental rahatsızlıklar-dengesizlikler, boşluk ve kaybolmuşluk hissi gibi durumlarla kendini gösterebilir. Arkadaşlar kendisini bir anda çok yoğun enerjetik sistemlere maruz bırakan kişilerle (çok ender) tanıştım, o duruma düşme riskiniz yüzde 1 bile olsa, bu riski ben şahsen almam...benim çevremdeki hiç bir meslektaşım da almaz, uyarısını da yapar.

Evlerinizde tüm elektrikli aletleri aynı anda çalıştırdığınızda ne oluyor bir düşünün?

Reiki’nin 1. seviyesinin adaptasyonunu ve arınmasını tamamlamadan, 2. 3. seviyeleri almak demek sizin ruh, beden, zihin olarak aynı anda, bedensel, mental, ruhsal ve duygusal olarak ortaya toplu olarak çıkan blokajlarınızla yüzleşmeniz ve bunların aynı anda temizlenmesi anlamına gelir.. Bu kadar cesur olmamanızı tavsiye ederim =)

Bu bana göre paraşütünüz olmadan uçurumdan atlamaya ve zarar görmeyeceğinize inanmakla eş değerdir. Bu durum kesinlikle Reiki’nin yan etkisi değildir. Bu Reiki’yi ticari amaçlarla kullanan Masterların Reiki sistemini maddiyat için suistmal etmesi veya daha iyi niyetle, enerji ve insan bedeni ilişkisini tam olarak henüz anlamamış kişilerin (böyle Masterlar maalesef var) Reiki’yi uygulama ve öğretme biçimleridir.

Açık konuşmak gerekirse, bir Reiki Master için tüm seviyeleri tek bir haftasonunda vermek, Reiki Master için hem toplu maddi gelir hem de zaman tasarrufu anlamına gelir. Bu noktada uyanık olmanızı ve sorgulamanızı rica ediyorum, kararınızı siz vereceksiniz

Tekrar ediyorum, Reiki’nin hiçbir yan etkisi yoktur, ancak Reiki enerjisine aç ve sabırsız bir şekilde yaklaşarak tüm seviyelerini bir anda almak sizin tercihinizdir ve eğer meydana gelirse, oluşan yan etki, sizin altyapınızın bu kadar yüksek frekansı bir arada almaya yetecek kadar güçlü olmadığı gerçeğidir, bir yan etki değildir, sizin tercihlerinizin doğal sonucudur.

Reiki 1. seviyenin, Reiki 2. seviyenin, Reiki 3. seviyenin ve Masterlık seviyesinin hazmedilerek, içselleştirilerek, adım adım alındığı hiçbir eğitim sürecinde hiçbir kimse bugüne dek zarar görmemiştir aksine hayatları değiştiği için bu kişiler müteşşekkir durumdadırlar, başta ben olmak üzere..

Böbürlenmek istemiyorum, sadece size durumu anlatmak istiyorum. Ben 20 yaşında Reiki yolculuğuna başladım ve eğitmenlik derecesine 8 senede, ustalık seviyesine (grand master) 10 senede ulaştım ve hala ustalığımı ek çalışmalarla geliştiriyorum. Dolayısıyla bu çerçevede ben usta bir çırağım =) ve hala ama hala her gün bu yolla ilgili yeni bir şeyler keşfediyorum. Ben nispeten, görece olarak enerji algısı “uyanık” bir şekilde dünyaya geldim..Enerjiyi çok küçük yaşlardan beri tanıyor biliyor ve kimi zaman görüyordum, bu özel bir çocuk olduğum anlamına kesinlikle gelmiyor! Bu, aslında bu işi “öğreteceğim” anlamına geliyordu..herşeyin bir sebebi var..daha özel olduğum anlamına kesinlikle gelmiyor, hepimizin farklı eğilimleri, ufak yaşlardan itibaren zaten “açık”.. çoğumuz bunları unutup, tekrar hatırlamak durumunda kalıyoruz. Bu kısmı bu şekilde açıklamamın sebebi ise şu:


Bu kadar ufak yaşlardan beri enerji ile uğraşan biri olarak, ben dahi, seviyeler arasında arınmalar yaşadım...ve hala da irili ufaklı arınmalar yaşıyorum...ancak perspektifim artık "genişlediği" için "arınma" keyifli ve anlamlı bir hale dönüyor, dolayısıyla, "bende arınma olmaz herhalde" mantığı ile Reiki seviyelerini toplu olarak almaya niyet etmek, yine bana göre, cahil cesaretidir.

Dolayısıyla Reiki seviyeleri arasında bırakılan zaman bir HAZIM SÜRECİDİR, İÇSELLEŞTİRME SÜRECİDİR, ANLAYIŞ KAZANMA SÜRECİDİR. Şifa ve enerjiyi bu unsurları oturtmadan zaten kullanamazsınız, deneyin..olmayacak...deniyorlar, olmuyor. Ruhsallık, ruhsal yolculuk, sezgiler, yetenekler, hap verilip yutulup öğrenilecek hatırlanacak şeyler değildir. Bu tamamen analitik zihnin, ego’nun, batı sisteminin çarpık “eğitim biçimidir”. Oysa Reiki sizin analitik zekanızın ötesindedir.

Bunu size vaad eden her kim/kurum varsa lütfen uzak durun, seçim size ait, ama benim size tavsiyem budur.

Reiki ile Bioenerjinin farkı nedir?

Bioenerji de Reiki gibi ruhsal bir şifa tekniğidir. Burada bazı bioenerji ustaları bana belki kızacak, ama bu bilgiler benim filtremden geçiyor, dolayısıyla sizinle aynı fikirde olmayabiliriz, bana lütfen kızmayın =). Ayrıca, burada lütfen TÜM bioenerjicilerin aynı olduğuna dair bir fikre kapılmayın, tıpkı tüm Reiki Masterların aynı olmadığı gibi...

Bioenerji adı üstünde, evrensel yaşam enerjisi değildir, kişinin öz’üne ait (bio) bir dalga boyudur. Bu anlamda bioenerji kişinin öz’ünün şifa kapasitesi ve ruhsal, bedensel, mental, duygusal olarak saflığı ve yüksek enerjisi ile doğrudan bağlantılıdır. Bizlerin adını Hazreti İsa olarak bildiği, aydınlanmış varlığın şifa yeteneğinin kaynağı işte budur.

Başka bir ifade ile, bir bioenerji masterinin günü kötü geçiyorsa, ben ondan şifa enerjisini o gün almam, çünkü o gün kendisinden yayılan enerji “düşük frekanslıdır” ve bana şifa enerjisi yani yüksek dalga boylu bir frekans aktarması o gün için en azından, teknik olarak imkansızdır.

Yine aynı sebeple, bioenerji ustasının şifa verirken “guru” / “aydınlanmış varlık” dediğimiz oluş haline yakın bir seviyede olması şarttır, çünkü enerjisinin kaynağı “özüdür”, dolayısıyla özünün saflığı şifaya vesile olandır.

Reiki Master ise, şifaya vesile olurken, kendi öz enerjisini kullanmaz. Esas fark budur. Reiki uygulayıcısı ve Masterı evrensel yaşam enerjisine KANAL olur, damar olur, tünel olur, yol olur ve şifayı talep edene aktarır. Yani Reiki uygulayıcısının tek fonksiyonu “kanal” olmaktır. Bioenerji uygulayıcısı ise kendi enerjisini aktarır. Bioenerjiciler her bir şifa seansı sonrası kendilerini yenilemek ve topraklamak durumundadırlar, çünkü tıpkı bir telefonun “internet paylaşımı” yapabildiği gibi kendi enerji kotalarından enerji paylaşımı yapılmaktadır. Seans sonunda, enerjiyi veren kişinin kotası “boşalır”, bu nedenle yenilenmesi, tekrar şarj olması gerekir, bunu yapmaz ise, kendisinin de rahatsızlanması veya şifayı talep edenin hastalıklarını farketmeden kendi enerji bedenine kopyalaması olasıdır. Reiki uygulayıcısı ise, kendi enerji kotasından kullanmadığı gibi, Reiki enerjisine "kanal" olduğu için, bir başkasına şifa verirken, kendisini de şifalandırmış olur. Bu bir kazan-kazan denklemidir=)

Bioenerjicileri kızdırmak amacım değil, ama bioenerji hepimizde doğuştan var olan bir şifa özelliğidir. Hepimizde, kendi kendimizi şifalandırmaya dair çok güçlü yetenekler vardır. Anadolu’daki “nefesi kuvvetli” kişileri duymuşsunuzdur, ya da bazı kişilerin “ellerinde şifa enerjisi olduğu” söylenir. Bu kişilerin hepsi kendi öz şifa güçlerini keşfedip, kullanan kişilerdir ve hiçbir uyumlama ya da eğitim almamışlardır.

Birçok eğitmenimizin kitaplarında anlattığı gibi, enerjiyi kullanmaya hepimiz muktediriz, çünkü özümüz enerji ve birçok kaynakta, kendi öz şifa enerjinizi nasıl kullanabileceğiniz anlatılıyor.

Reiki bunların hiçbiri değildir, Reiki bizim özümüzle bağlantılı olan ancak çok daha “ilahi” düzeyde (yüksek bir dalga boyu olduğu için dilim ancak bu şekilde size tarif edebiliyor) olduğu için, bu frekansla eşleşebilmek ve kullanabilmek için öncelikle tüm çakralarınızın bu enerjiye kanal olabilecek seviyede frekansının “yükseltilmesi” gerekir.

Bioenerji hepimizde şu an, var olan şifa gücüne işaret eder. Reiki ise yüksek dalga boyuna sahip frekanslarla eşleşmeyi ve bu frekanslara kanal olarak şifayı gerçekleştirmeye yarayan adeta bir spiritüel teknolojidir.

Kanal olmak derken, istenmeyen varlıklara ya kanal olursak?

Bu soru o kadar çok ama o kadar çok soruluyor ki, bu platformda bu konu güzel bir açıklamayı hak ediyor.

Özellikle Bioenerji ustalarının kişilere Reiki’ye uyumlanmadan önce yaptıkları bir uyarı bu. Bir değil, sayısız kez bu uyarılara şahit oldum. Kimseye kızmıyorum, ama enerjinin ne olduğunu, evrenin nasıl çalıştığını, evrensel yasaları, düzlemler, boyutlar, enerji formları, mistizm, ezoteri, astrofizik, kuantum fiziğini, şifa sistemlerini çalışmadan, içselleştirmeden yapılan bu iyi niyetli uyarılar, öğrenci adayları arasında tedirginliğe yol açıyor.

Arkadaşlar bu işin ruhsal bir tarafı olduğu kadar, akademik de bir tarafı var.. Yine böbürlenmek için söylemiyorum ancak, bizlere doğuştan bahşedilen yetenekleri “hatırlamak” veya “aktive” etmek için insanlığın başından bu yana bize sunulan kadim bilgeliği de çalışmamız gerekiyor.

Sadece kadim bilgelik mi?

Hayır sene 2019, bilim ile ruhsal sanatlar birbirine hiç olmadığı kadar yakın (aslında bu alanların bir ve tek olduğunu çok yakında göreceğiz, ve benim “spirit science” olarak nitelendirdiğim yeni bir alanın doğuşuna da şahitlik edeceğiz, hatta ediyoruz). Bana göre örneğin, NASA’nın sayfasını güncel olarak takip etmeyen, kara delikler ile Akasha’nın nasıl bir bağlantısı olduğunu anlamamış bir kişi bu işi henüz profesyonel olarak yapmamalıdır. Evet bu konuda çok sertim, bu benim tercihim. Evreninizin temel maddelerini, uzay mekaniklerini bilmiyorsanız, evrenin küçük parçalarından olan İnsanın ve enerji formlarının nasıl oluştuğunu, nasıl öldüğünü (ölüp-ölmediğini), nasıl rahatsızlandığını, nasıl şifalandığını anlayamazsınız. Yaradan’ın parçası olan insanı, Yaradan’ın diğer bir parçası olan Uzay’dan ayrı görmek cahilliktir. Yer çekimi ile çekim yasası arasındaki kuvvetli bağlantıyı görmeyen bir eğitmenin çekim yasasını, yaratım felsefesini anlaması imkansızdır. Evet bildiğimiz bilimsel “yer çekiminden” bahsediyorum. Uzay, zaman, mekan, derinlik mekanizmaları ile enerji sistemlerinin “doğrudan” ilgisi vardır, başka bir benzetme yapmak gerekirse, Einstein ile Osho’nun anlattığı şey aynıdır, kullandıkları dil farklıdır. Ama bunu görmeniz için bu akımları birlikte değerlendirmeniz gerekir. Gerçekten de, yabancı ezoterik/kişisel gelişim/ metafizik kaynakların birçoğu ya alanında profesor (tıp) doktorlar, ya da astrofizikçiler tarafından üretilmiştir. 

Bunu duyunca şaşırabilirsiniz, ancak ülkemizde henüz bu alana sıcak bir şekilde yaklaşan profesör ve fizikçilerin sayısı bir elin parmağını geçmemektedir. Dr. Sultan Tarlacı'nın eserleri, buna bir örnektir. 

Dolayısıyla işin sadece ruhsal kısmını “alaylı” bir şekilde bilip, teknik ve akademik kısmını pas geçmek, bu işi profesyonel olarak henüz yapmamanız gerektiğine, bana göre işarettir. Kişisel olarak ise, alaylı bir şekilde dilediğiniz gibi elbette çalışabilirsiniz, bu enerji sistemleri kimsenin tek elinde değildir.

Bu nedenle kimden ne tür enerji aldığınıza lütfen dikkat edin.

Bu giriş açıklamasından sonra, herşey kafanızda netleşecek.

İlk kuralımız neydi:

Evrende canlı ve cansız herşey enerjiden oluşur, ve farklı frekans aralıklarında titreşir.

İkinci kural neydi:

Bu evrene bu düzlemde“çekim yasası” hakimdir. Çekim yasası, tüm evrende benzer frekansların benzer frekanslara “çekilerek” entegre olmasını, birleşmesini, yeni yaratımlar yaparak, çoğalmasını sağlar..

Bugün bu yazıda ne öğrendik:

Reiki çok yüksek frekanslı bir dalga boyudur.

İkinci kuralımıza göre Reiki kullanan kişi hayatına ne çekecek bir düşünelim….

Yüksek frekanslı dalga boyları ile çalışan bir kişi hayatında yüksek frekanslı dalga boylarına sahip diğer frekanslarla eşleşecektir, bu kanundur, istisnası yoktur, bu bilimdir.

Birinci kurala dönelim, evrende herşeyin özü enerjidir, ve herşeyin kendine has bir titreşimi vardır. Evrende İnsanın göz aralığının saptayamadığı “inceliklerde” ve “hızlarda” enerji formları bulunur. Mikrodalga fırınınızın enerjisini göremediğiniz gibi, bazı başka bilinç formlarını da titreşimlerinin hızı sebebiyle gözünüz göremez ama bu onların var olmadığı anlamına da gelmez. Dolayısıyla evrende, insanın dışında birçok enerji formu bulunur, bu bir gerçektir. İslam kültürünün anlamlandıramadığım şekilde ismini kullanmaktan bile çılgınca korktuğu ve “cin” olarak tabir edilen enerji formları tüm kültürlerde bilinir, ama biz bu varlıkları öykülerimiz sayesinde bir korku öğesi haline getirdik. Esasında cin dediğimiz bu formlar, bitki ile insanın arasında bir frekans aralığında titreşen bilinçlerdir, bazı kültürlerde bu formlara, troll, gnome, deva, elemental, fairy, pixie gibi isimler verilmiştir, ama inanın en korkunç öykülere herhalde biz sahibiz. Ne dedim dikkat edin, bu formlar, insan ile bitki krallığının arasında bir düzlemde titreşen bir enerjiye sahiptir ve bu formların duygusal kapasitesi de elbette insanınki kadar nitelikli değildir! Yaramazlıkları, şefkat ve anlayış yoksunu olmaları da bu nedenledir. Biz bu bilinçleri ne kötü ne de iyi varlıklar olarak niteleriz, bu formlar “nötrdür”. Dolayısıyla ışık ile karanlık arasında dönem dönem geçiş yapmaları da mümkündür. Evrimleri gereği onların süreci bu şekilde işlemektedir.

Tüm bunlar ne demek? İnsanın bir cin veya korkutucu başka bir form ile iletişim kurabilmesi için, onun frekans aralığı ile eşleşmesi gerekiyor demek...Bu ve benzeri formların aralığı nedir? İnsan ile bitki arası dedik.. ve ilave ettik, insan ile bitki arasındaki bu formun sevgi, anlayış, şefkat ve algı kapasitesi, insanın kapasitesinden daha düşüktür- evrimleri bu şekilde ilerlemektedir dedik.

Reiki hangi aralıkta dedik, insanın biyolojik olarak ürettiği enerjinin üzerinde bir dalga boyu dedik.

Şimdi matematiği siz yapın...Sizce bir Reiki uygulayıcısının bu tip bir “istenmeyen” formla “eşleşebilmesi” hangi surette mümkün?

Eğer bir insan, sevgi, şefkat, anlayıştan yoksun bir hayat sürüyorsa, düşük frekanslara sahip niyetlerle hayatını idame ettiriyorsa, özellikle içinde birikmiş yoğun bir acı, ama özellikle NEFRET VE ÖFKE enerjisi var ise, bu formların görece düşük enerjisiyle kendi SEÇERSE eşleşebilir..özgür irade prensibi evrenin her köşesine hakimdir, bu enerjinin doğası gereğidir, enerji sadece odak ve niyetle çalışır. Dolayısıyla böyle bir eşleşmenin olabilmesi için insan formu ile diğer form arasında gönüllü bir alış-veriş olması gereklidir. Genellikle de bu enerji alışverişidir. Düşük bilinç formu, insanın yoğun düşük duygu enerjisinden beslenirken (öğrenirken), insan da kimi zaman bu bilinç formlarını “kullanır”, kimisi ise, kurban rolünü benimsemeyi gizli bir bilinçaltı menfaati yüzünden seçtiği için, bu varlıkları enerji alanında kendi farketmediği seçimi doğrultusunda “tutar” ve kendisine musallat olunduğunu iddia eder... Aslında evrende hiçbir zaman gönüllülük prensibine aykırı bir musallat olayı meydana gelmemiştir. Böyle bir olayın olduğu durumda kişi enerjisini ve frekansını yükselterek TEKRAR SEÇİM yaparak, bu düşük bilinç formlarının alanını terketmesini emredebilir, ve bu durum hemen şimdi an’da düzelebilir..

Cinlerin musallat olduğu gruplara ve kişilere bir bakın, hangisinden ışık enerjisi alıyorsunuz? Hangisinden yoğun bir sevgi alıyorsunuz? Alamıyorsunuz. Bu düşük bilinç formları, kişinin içindeki karanlıktan beslenir arkadaşlar, bu formlar sizin içinizdeki öfke ve nefretin yansımasıdır. Böyle bir durumda olduğunuzu düşünüyorsanız, boşuna lütfen hocalara gitmeyiniz, içinizdeki öfke ve nefreti dönüştürün, tek yolu budur. Sayısız danışanım içinden sadece 2-3 kişide böyle bir durumun olduğunu saptadık, bu kişiler kendilerine “büyü” yapıldığını iddia ediyordu, gerçekten de büyü ve benzeri durumların tamamı sadece sizin içinizdeki negativiteden beslenebilir, ışığın karşısında karanlık duramaz, sevginin karşısında nefretin duramayacağı gibi.. Sizdeki kaçaklardır, karanlığın içeri sızmasına sebep olan..Kimse sizin alanınıza sizden izinsiz giriş yapamaz. Böyle bir yetkiniz olduğunu biliyorsunuz değil mi? Bilmiyorsanız önce bunu bilin, bu evren düzlemi İnsan’a aittir, diğer bilinç formları kendi düzlemlerinde evrimlerini devam ettirmektedirler, dolayısıyla size ait olmayan bir düzlemden, hele ki sizin düzleminizden daha düşük bir düzlemden bir varlıkla eşleşmeyi başarıyorsanız, acilen kendinizi şifalandırmanız gerekiyor demektir, inanın bana bunu başarmak için içinizdeki ciddi bir öfke ve yıkım duygusunun bulunması gerekiyor.

Çocukken ruh çağırma seansları düzenlerdik, benim içinde bulunduğum çemberlere asla bilinç formu gelmezdi..bana “düztaban” derlerdi...bir arkadaşım vardı, onu çembere dahil ettiğimiz zaman form anında gelirdi… Düztaban olan ben hiç olmadım arkadaşlar, benim içinde bulunduğum çembere ışık varlıktan öte bir varlığın gelmesi imkansızdı, çünkü ben o frekans aralığını “bozuyordum”. Arkadaşım ise karanlık sanatlara ilgi duyan ve hayatında son derece düşük enerjileri uzun süreler barındırabilen birisiydi, halen hayatının oldukça olumsuz bir şekilde ilerlediğini duyarım...Elbette o zamanlar kendimi düztaban, zannediyordum.

Düşünün, ben gönüllü isteğimle, ve cahilliğimle, ruh çağırıyorum, yani “eşleşmeyi” talep ediyorum ve ona rağmen öz frekansımın yüksekliği nedeniyle eşleşemiyorum. İstesem de eşleşemiyorum. Anlıyorsunuz değil mi, bu varlıklarla eşleşebilmenin ciddi bir düşük enerji başarısı gerektirdiğini?

Peki o zaman neden özellikle bioenerjicilerden veya diğer şifacılardan böyle bilgiler geliyor?

Bu da çok normal, maalesef bazı bioenerjiciler veya şifacılar hangi enerjiyi nasıl kullandıklarını bilmediklerinden veya evrensel mekanizmaları (frekansları boyut ve düzlemleri, çekim yasası, rezonans kanunu) anlamadıklarından, kendi başlarına gelenin şifa enerjisinin eseri olduğunu düşünüyorlar ve diğer enerji sistemlerinin de özellikle de Reiki’nin güçlü bir şifa sistemi olduğunu bildiklerinden, öğrencilere, iyi niyetleri ile, benim başıma bu geliyorsa Reiki’yi aldıktan sonra kimbilir senin başına neler gelebilir mantığıyla bu uyarıları yapıyorlar.

Oysa olan şudur, bence çoktan idrak etmeye başladınız bile.

Bioenerjici veya şifacı, üçüncü gözünü yani sezgi yeteneğini aktive ederek kullanabilmeye başlamış kişidir, neticede o da bir şifacıdır ve şifacının üçüncü gözü yani altıncı çakrası, enerji ile çalışmayan kişilere oranla çok daha açıktır. Altıncı çakramız sayesinde normalde “göremediğimiz” suptil enerjileri görebilme yeteneğimiz de açılır..Fakat gördüklerimiz ve deneyimlediklerimiz, ikinci kuralımıza uygun olarak bizim enerjimizin “YANSIMASIDIR”. Bu kuralı bilmeyen bioenerjicinin veya herhangi diğer bir şifacının şifa enerjisi ve üçüncü gözü nedeniyle “bir şeyler” gördüğünü iddia etmesi normaldir. Oysa gördüğü ve görebildiği şeyler tamamen kendi frekansının yettiği, ve eşleşebildiği ölçüdedir.

Dolayısıyla bir şifacının gördüğü şeyler “istenmeyen varlıklar” ise acilen, profesyonel şifa verme işlemini sonlandırması ve kendisine odaklanması gerekir. Çünkü bu durum o şifacının içinde, şifalandırmadığı yoğun negatif enerjiye işaret eder, kaldı ki şifacılar genellikle, en çok şifaya muhtaç olan kişilerdir, buna ben de dahildim. Hayatım boyunca oldukça yoğun sorunlar ve arınmalar yaşadım, bilgeliğimi kazandıran bu olaylar oldu, herşey eğitmen olabilmem için güzelce planlanmış gibiydi.. Dolayısıyla her şifacı sürecinin başında en fazla blokaja sahip olan kişidir, şifa alanına eğilmesi de aslında hiç farketmese de bu sebepledir, şifacı başkaları aracılığıyla kendisini de şifalandırır - eğer öğretileri görebilirse...Aydınlanmış varlıkların hayat öykülerine bir bakın, savaş, kıyamet, katliam, sefalet ne ararsanız var, bunların hiçbiri tesadüf değildir. Ramtha’yı duyanınız var mı? (Okuyun)

Dolayısıyla, sadece bioenerji ustaları değil, enerji ile uğraşan her kişinin altıncı çakrası enerji ile uğraşmayan kişilere oranla daha açıktır ancak gördükleri sadece ve sadece kendi öz enerjisinin ve frekans aralığının yansımasıdır. Şöyle düşünün; diyelim ki benim kanal numaram 103 olsun (frekans aralığım)- benim izleyebileceğim tek yayın 103 kanalından yapılan yayın olacaktır, 96. kanalda ne olduğunu “izleyemeyeceğim” çünkü o kanalda değilim. Mantık budur (çekim yasası prensibi).

Dolayısıyla enerji ile uğraşan bu şifacılarımız gördükleri şeylerin henüz kendi frekans aralıklarının “yettiği” , "eşleştiği" düzlemler olduğunu anlayamamaktadır, ve tekrar ediyorum bu denli düşük frekans aralıklarını “izleyebilmek” için bir insanın ruhuna farketmeden ne kadar uzun zamandır ne kadar zulmettiğini hayal bile edemiyorum!

Bu tip istenmeyen formlarla karşılaştığımızda her birimizin dürtüsü belirli duaları okumaktır öyle değil mi? Ve bu dualar neticesinde de bir çok “temizlenme” meydana geldiği bildirilmiştir, zaten hocaların da yaptığı budur. Dua’nın yaptığı tek bir şey vardır, enerji alanını temizlemek ve frekansı yükseltmek ve “emir vermek”...elbette yüksek bir frekans aralığında düşük bir frekans düzleminde var olan bir bilincin tutunması imkansızdır.. Dua ederken enerjetik olarak olan şey şudur; Yaradan’ın enerjisini çağırıyorum, bu enerjiyle hareket ediyorum, bana zarar verecek tüm enerjilerin şimdi şu an alanımı derhal terk etmesini emrediyorum...bakın bu aslında enerjetik olarak verdiğiniz bir emirdir.. bu kadar basit.

Konuya geri dönüyorum, Reiki ile bu tip istenmeyen varlıklarla eşleşmeniz siz isteseniz dahi anlattığım teknik sebeplerle imkansızdır! Aksine, böyle bir durumdan şüphe ediyorsanız, acilen Reiki (veya diğer bir enerji sistemi tercihiniz doğrultusunda) öğrenmelisiniz, çünkü enerji bedeninizden yayılan frekans oldukça düşük bir seviyede seyretmekte ki, siz bu varlıklarla eşleşiyorsunuz.

Bakın bunu kabul etmeyebilirsiniz, zamanında bir danışanım da inatla bu konuyu kabul etmedi, içinde hiçbir kötülük, negativite, öfke olmadığını söyleyip duruyordu...oysa aurasından yayılan gri bulutları ve insanlara karşı öfke ve nefretini çizmek için kara kalemlerimin yetmeyeceğini söylemek zorundayım...bu tip konular ile yüzleşmek zordur, ama hakikat budur ve yumuşatmayacağım.

Şimdi şunu soracaksınız, Reiki ile uyumlandığımda peki, altıncı çakram yani üçüncü gözüm açılacağına göre, ya ben yine de birşeyler görürsem, ben hiçbir şey görmek istemiyorum!

Seçmezseniz, görmezsiniz..bu bir tercihtir.

Şimdi arkadaşlar, bir şeyler görmek, deneyimlemek bir kere o kadar kolay şeyler değil, bu yola hayatını veren gizemciler var.. Dolayısıyla tek bir uyumlama ile Alice Harikalar Diyarı’na kimse uçmuyor, önce biraz ayaklarımızı yere sağlam basalım ve mütevazi olalım =)

Evet, üçüncü gözünüz açılıyor, ama tamamen açılmıyor! Üçüncü gözünüz, sizin hayrınız ve kapasitenize en uygun seviyede güncelleniyor...yani herkesin her çakrası aynı oranda aynı hızda “açılmıyor”.. Zaten seviyeler arası zaman bırakmamızın bir sebebi de bu, çakralarınız belli bir oranda Reiki’ye kanal olacak ölçüde güncelleniyor..ve sizin içselleştirme kapasitenize ve algı kapasitenize göre kendi hızında güncellenmeye devam ediyor. Ama bazılarımız ne yapıyor, bu doğal güncellenme hızı onlara yetmiyor, üzerine gidip Reiki’nin tüm seviyelerini topluca alıyorlar, Kundalini enerjisi ile çalışıyorlar, üçüncü göz aktivasyonu gibi çalışmalara katılıyorlar ve bilinci kapasitesini kendi hızından çok daha yüksek bir hızda “gelişmesi” için “zorluyorlar”... böyle bir durumda spiritüel travma dediğimiz enerji travmasına uğramanız şaşırtıcı olmayacaktır, bu durumlar bile enderdir, ama şaşırtıcı olmayacaktır. O yüzden, sabır...biraz sabır...yola güven ve teslimiyet…

Bir Reiki uygulayıcısı olarak eşleşebileceğiniz varlıklar ne tür varlıklar mı?

Bizlerin “melek” enerjisi dediğimiz frekans aralığına sahip ışık varlıklar ve bilinç formları, buna yüksek benlik de dahil..Ama öncelikle bu varlıklarla eşleşmeyi SEÇMENİZ gerekir.. yani bu varlıklar sizin izniniz ve seçiminiz dışında sizi korkutacaklarını bile bile salonunuzun koltuğuna oturmazlar..yok böyle birşey...bu varlıkları kendi bilincinizden de çok ayrı düşünmeyin, ben bu formlara, bizim enerji bedenimizle bağlantıda olan yüksek frekansa sahip yansımalarımız diyorum.. Yani kendi en üst versiyonunuz bu formlar esasında..bu konu biraz teknik o yüzden, lafı gevelemeyeceğim.. bunları şimdilik sevgi enerjisi ve bu enerjiden oluşan bilinç formları olarak düşünmeniz yeterli olacaktır… ve bu formlar hiçbir zaman sizi korkutmazlar, dediğim gibi koltuğunuza oturup "merhaba İrem’cim bana bir çay lütfen" falan türevi garip durumları meydana getirmezler, ya da siz uyurken omzunuzdan dürtüp "kalk benim için dua oku" falan demezler..bu formlar ağırlıklı olarak size sezgi ve duygularınız aracılığıyla “bilgi” sağlarlar.. Bunu şu anda bile kimi zaman yaptığınızı biliyorum, sadece bunun adına “ilham” diyorsunuz.. Fiziksel surette göründükleri form genellikle “ışık patlamasıdır”.. ve bu ışık patlamaları son derece güzel hisler bırakır..kızlar, hepiniz saçlarınızın taranmasını seviyorsunuz değil mi...işte size gelen hisler bu kadar tatlıdır. =)

Bunları görebiliyorsanız, sevinin, bu denli bir yüksek frekansa çıkmak ve onu tutabilmek muhteşem bir deneyimdir, zaten hayatınızda da bu yansımaları görürsünüz..bolluk, bereket, aşk, sağlık akışınızdan herşey belli olur.

Ben, kendi enerji alanımda hiçbir zaman düşük enerjili bir form barındırmadım, ancak barındıran kişileri tanıdım. Ben, her zaman yüksek frekanslı titreşimlerle eşleşmeyi bilinçli olarak seçtim, yani böyle bir iletişim kanalına açığım, ona rağmen arkadaşlar, birçok eğitmenin de katılacağı gibi, bu yüksek frekans gerektiren kanal olma durumuna geçebilmek Masterlar için dahi oldukça saf ve sevgi dolu bir oluş haline geçmeyi gerektirir. Günümüz dünyasında her gün yapabileceğimiz birşey değil malum.. Benim kimi zamanlar ortadan kaybolup, sonra yeniden aranıza karışmamın bir sebebi ve gerekliliği de bundan..Bu nedenle Masterların enerjilerini yükseltmek ve tutabilmek için inziva ve sessizlik dönemlerine ihtiyaçları bulunur. Herşeyden önce insanız ve insan oluşumuza saygı gösteriyoruz..İnsanlığın hallerine saygı göstermeyen kimse ile çalışmamanız tavsiyemdir, buna başta kendisinin “guru” olduğunu iddia eden varlıklar da dahil.

Reiki Masterlar’ın arasında “güç” farkı var mı?

Bu soruyu sormakta da haklısınız. Çünkü bizim alanımız hiçbir zaman “sektör” olmamalıydı, ancak oldu. Sektörlerde bir diğerinin önünde yer almak için kişi kendi üzerine etiket yapıştırmak zorundadır.. Bu etiketler diğer sektörlerde, yüksek lisans veya çeşitli sertifikalı eğitimler, yabancı dil vs. olabilir. Reiki eğitmenleri de, bir diğerinin önüne geçebilmek için, bu gibi etiketleri üretmek zorunda kalmışlardır.

Bu etiketler de, “ışık ustası”, “grand master” (grand master diye bir kavram vardır, ben de grand masterım ancak bu kesinlikle bir güç ifadesi teşkil etmez, Usui Reiki’nin üzerinde yer alan frekansların da çalışıldığı ve öğretildiği anlamını taşır, bu nedenle yanlış anlaşılmaların önüne geçmek için grand master unvanını ben kullanmamayı tercih ediyorum) veya 87. seviye Master gibi etiketlerdir. Bu etiketlerin altında, kişilerin Reiki Master olarak diğer Reiki Master’lardan daha “kuvvetli” olduğuna dair bir algı yaratılması hedeflenmiştir.

Oysa ki, yazımın başlarında ne demiştim: Reiki enerjisi bizim öz’ümüze ait bir enerji değildir, Reiki uygulayıcısı veya Master’i Reiki’ye yani şifaya KANAL olandır. Dolayısıyla da bir Reiki Master’in diğerinden daha “kıdemli” veya “kuvvetli” olması söz konusu olamaz. Kaldı ki, bu gibi etiketleri kullanmanın altında yatan amacın frekansını sizin incelemenizi isterim..

Master’lar arasında oluşabilecek tek bir fark vardır, Reiki enerjisine ne kadar saf ve temiz bir kanal olunduğu….

Egosu yüksek ve aktif olan bir Reiki Master’ın akışına vesile olabileceği enerjinin yoğunluğu ile, oluş hali sevgi ve şifa olan bir Reiki Master’ın akışına vesile olabileceği enerjinin yoğunluğu farklı olabilir, ancak her ikisi de istese dahi, şifayı talep edene bioenerji uygulamasında olduğu gibi zarar veremez..böyle bir ihtimal yoktur.

Bunu da şöyle düşünün, lavabonuza bağlı borular eğer kireçliyse ve az kullanılıyorsa, gelen suyun yoğunluğu da az olacaktır, ama o borular temiz ve kullanılıyorsa, suyun akışı çok daha rahat ve yoğun olacaktır, ama neticede ikisinden de su akmaktadır.. Dolayısıyla Masterlar arası da saflık ve temizlik seviyeleri elbette olabilir, ama bu Reiki’nin onlar için daha güçlü bir şekilde hizmet gösterdiği anlamına gelmez. Kaldı ki bunu iddia eden kişi şifanın, ŞİFAYI TALEP EDEN kişi tarafından gerçekleştirildiği hakikatini unutmuş ya da saklayan kişidir.

Reiki enerjisinin çalışmasının tek bir koşulu vardır, şifayı talep edenin şifayı ruhsal, bedensel, duygusal, karmik ve mental olarak kabul etmesi...Dolayısıyla her ne kadar bizler kendimize şifacı desek de, hakikat, şifaya vesile olan rehberler olduğumuzdur. Şifayı biz değil, şifayı talep eden gerçekleştirir, biz sadece yolu açarız.

Dolayısıyla, mekanizma bu şekilde işlerken, şifayı kendisinin gerçekleştirdiğini ima eden ve şifayı talep edenin hiçbir fonksiyonu olmadığı gibi bir algı oluşturan kişilerin kesinlikle profesyonel olarak hizmet vermemesi gerekmektedir. Çünkü bu kişilerin şifa anlayışı henüz oturmamıştır, ve mekanizmanın nasıl işlediğini de henüz idrak edememişlerdir, bu iyi niyetli yorumum, bunu bilmelerine rağmen, öğrencileri nasılsa bilmiyor diye, bu mekanizmayı başka türlü anlatmak ise kişinin yüzleşmesi gereken çok büyük karmaları oluşturacaktır. Çünkü bu enerjinin altında, şifayı talep edeni, kendi hizmetine bağımlı kılma amacı yatar ki, bizler kişileri özgürleştirmeye ve güçlendirmeye çalışırken, bu gibi bir amaç kişiyi köleleştirir, ve bundan daha yoğun bir karma da bu evrende yoktur!

Reiki enerjisini, tekelleştirmeye çalışan, kurumsallaştırmaya çalışan herkesten uzak durmanızı tavsiye ederim. Bu kişiler maalesef, bu kadar naif ve saf olan enerji sistemlerini “domine” ve “regüle” etme çabasındadırlar, bunun amacı da elbette “diğerlerinden öne geçmektir”, “rekabettir”..bu duyguların ışıkla, saflıkla, seviyle, yüce hayırla hiçbir ilgisi yoktur..

Elbette bizler Master yani eğitmen olarak (Master’ın Sanskritçe’deki anlamı öğretmendir) hayatımızı idame ettirebilmek ve verdiğimiz emeğin karşılığını alabilmek için sizlerden ücret talep ediyoruz, bunda bir sıkıntı görmüyorum..bu tamamen alma-verme dengesi gereği olması gereken bir durumdur..Biz bu bilgileri ücretsiz verdiğimiz takdirde, her bir eğitimin 9-10 saat sürdüğünü düşünecek olursanız, bu kadar süre boyunca hem nefes, hem bilgi, hem emek hem de enerjimizi sizinle paylaştıktan sonra, yani size verdikten sonra karşılık bir “şeyi” “almayı” talep ediyoruz. Dolayısıyla kime ne kadar ücret vereceğiniz konusu sizin tercihinizdir, bu konuda kimseyi yargılamıyorum, herkesin emeğine biçtiği değer farklıdır, tercih size aittir. Ayrıca tüm uygulayıcıların da profesyonel olarak şifa verip vermediklerine bakmaksızın mutlaka, karşılığında 1TL veya ufak bir çikolata bile olsa, karşıdan bir “şey” talep etmesi gerekir, bunu da bu vesile ile hatırlatmış olmak isterim.

Kimi Master’lar sertifika veriyor, kimi vermiyor, neden?

Arkadaşlar, bildiğiniz üzere ben aynı zamanda eski bir avukat ve her zaman baki kalacak şekilde bir hukukçuyum. Şimdi burada sertifikalar hakkında vereceğim bilgi de hukukidir.

Bir sertifikanın bir yerlerde “geçerli” olabilmesi için, bir kurum tarafından akredite edilmesi gerekir (Bakanlık gibi, devletin yetkilendirdiği eğitim kurumları gibi, diplomalarınızı düşünün, hatta bazı ülkeler, bazı ülkelerin diplomalarını kabul etmez ve kendi ülkelerinde de denklik almanızı beklerler). Dolayısıyla sertifikaya niteliğini veren, sertifikayı veren kişi veya kuruluşun bir “entity” yani hukuken tanınan bir kişi veya kurum olması halidir.

Reiki evrenseldir ve hiçbir devletin, inancın, kurumun, kişinin, kuruluşun tekelinde değildir, kurumsallaştırılamaz, doğası gereği özgürdür ve esnektir, kişiye mahsustur, ulvidir..Bu alanda çalışmalar yapılıyor ama bu alanda Reiki Masterlar görüş olarak ayrılıyor, ben ve benim gibi kendisini “bağımsız” olarak niteleyen Masterlar, benim burada anlattığım görüşü savunurken, Reiki’nin kurumsallaştırılması gerektiğini savunanlar da var. Arkadaşlar inançlar kurumsallaştırıldığında dünyaya ne olduğunu gördük o yüzden bırakalım da bazı şeyler özgürce deneyimlensin...en azından ben böyle düşünüyorum.

Şu an için ise, Reiki, kurumsal ve regüle yani hukuki bir niteliğe sahip değildir.. Yani, bu alanda eğitim veren kurum, kişi ve kuruluşlar hukuk nezdinde “tanınmazlar”.. Kanunlarımızın hiçbir yerinde Reiki Yetkilendirilmiş Kurum ve Kişilerine dair bir düzenleme yoktur, olamaz da...dünyada da böyle birşey yok.

Dolayısıyla Sertifikayı yazan kişi, sertifikayı size ek bir hizmetmiş gibi aktarıyor, veya kendisinin sertifika yazmaya yetkili olduğuna dair bir algı yaratıyor ise, bilin ki, açık konuşacağım dolandırılıyorusunuz. O sertifikaların hukuki olarak DÜNYA ÜZERİNDE HİÇBİR HUKUKİ GEÇERLİLİĞİ YOK. Bunu bir hukukçu olarak söylüyorum…

Allah aşkına, sizce Şamanlar birbirlerine “el verirken” çıraklarına sertifika mı dağıtıyorlardı? Bu kişiler dünya üzerinde yer alan en saf ve temiz (bizim ifadelerimizle “güçlü”) şifacılarıdır. Okuma yazma bildiklerinden bile şüpheliyim, ancak yetenekleri ile, bizim kitaplardan edindiğimiz evrensel sırlara haiz olmuşlardır! Uzakdoğu’da rahiplere sertifika dağıtıldığını duydunuz mu? Carlos Castaneda’nın Şaman hocasından uzun yıllar boyunca aldığı eğitimin sonunda bir sertifikası var mıydı? Zaten amaç sertifika mı edinmekti?

Bana bu soruyu soranlara sertifikanın legal boyutunu açıkladıktan sonra hala aynı soruyu sormayı ısrar etmeleri halinde ben de birtakım sorular sorarım; hatta bu kişilerin benim eğitimime katılıp katılmayacakları da benim sorduğum sorulara verilen cevaplarla belli olur:

Sertifika ne için bu kadar önemli?

Şifacılık yeteneğini kendi kendine teyit etmen için mi?

Dünyanın gözünde bu “beceriyi” elde ettiğini kanıtlamak için mi?

Kime bu etiketle “gösteriş” yapacaksın?

Etikete neden ihtiyacın var? Birileri enerjiye şifaya değil, sertifikaya hürmet gösteriyorsa, o kişilerle çalışmak istediğine emin misin?

Reiki ile esas amacın rekabet havuzunda önlere geçerek “para mı” elde etmek, o zaman ticaretle uğraşman daha hayırlı olabilir.

Ancak, sertifika konusu ile ilgili şunu da eklemek isterim; sizlere anı olması amacıyla, o eğitimi tamamladığınız bilgisini sağlamak amacıyla, sizin özel kullanımınız için eğitmeniniz size sertifika verebilir ve bunda da hiçbir sıkıntı yoktur, hatta hoştur.. Ben de Master'larıma Reiki aile ağaçlarındaki yerlerini hatırlamaları amacıyla sertifika veririm, ama dediğim gibi, bu diğer Reiki Masterların yapamayacağı da bir şey değil, isterse her eğitmen sertifika yazabilir.. bu bir nitelik veya özellik değildir...

Ben de Reiki eğitimleri aracılığıyla para kazanan biriyim ancak ilk odağım daima şifa ve bilgi paylaşımıdır, para veya gereken kaynak her ne ise bunun karşılığında gelir. Bu benim prensibimdir, rotamdır... ve benim gibi hisseden, uygulama yapan, eğitim veren birçok şifacı / eğitmen var..ben tek de değilim! Ama maalesef bu görüşe katılmayan birçok şifacı sanal “rekabet havuzunda” öne geçmek adına, bu unsurları ek bir hizmetmiş gibi kamuya sundukları için oldukça göz önündeler.ve siz de doğaldır ki ağırlıklı olarak onları görüyorsunuz..sadece bu “göz önündeliği” kaldırmak adına ben de kurumlarla ortak olarak çalışmayı tamamen bırakmış durumdayım, podcastleri durdurmamın bir sebebi de bu.. maalesef ben kurumlarımızın henüz ezoteri bilgilerini saflık ve iyi niyetli bir şekilde tamamen ana odak bilgi paylaşımı olmak üzere yayabildiklerini düşünmüyorum. Ana odak ağırlıklı maddi gelir oluyor, ama dediğim gibi bizim işimizde ana odağınız maddi gelir olamaz! Maddi gelir, zaten işinizin karşılığında mutlaka gelir. İşte tam da bu nedenle Reiki'nin kurumsallaştırılmaması gerektiğini düşünüyorum, çünkü bir kurum için bu sistemde "karlılık" maalesef halen ana odaktır. Bu eşiği aşacağımızı düşünüyorum, bu yönde işlev gösterme / hizmet verme çabası içinde olan kurumlar da olabilir ama evrilme süreçleri içinde sınanmaktadırlar..

Bağımsız Reiki Master’ları bulmanız elbette kurumlara bağlı olarak çalışan Reiki Master’ları bulmanızdan çok daha zor… ama inanın, öğrenci hazırsa öğretmen karşısına mutlaka çıkıyor..

Manavdan elma almıyorsunuz,lütfen araştırmalarınızı yapın, öğretmeninize kanınız ısınsın, uyuşun…. Herhangi anlayamadığınız bir durumun oluşması halinde ustanıza rahatlıkla soru sorabileceğiniz bir samimiyet enerjisini arayın...usta ile öğrencisi arasında bir mesafe olduğu doğrudur, ama bu mesafe asla “soğukluk”, “kibir” ve “bilgi saklama” yönünde olmamalıdır. Ama size bu şekilde yaklaşan bir ustanın kişisel alanını suistimal edip etmemek de size kalmıştır.. Bu denge karşılıklı olarak kurulduktan sonra ömür boyu sürecek güzel bir bağ elde edersiniz..

Benim eğitimlerime gelmeden önce, benden daha “iyisi” olduğunu düşündüğü için benim ustalarımın isimlerini bana soran birçok kişi de olur..veya benzer şekilde benden belirli bir Reiki Master'ı değerlendirmemi isteyen talepler de geliyor. 

Arkadaşlar bu tip soruları bana sormayın, çünkü bu etik değildir, ne dememi bekliyorsunuz?

Evet benimle çalışma bence de, benim ustama git çünkü o benden daha iyi mi? 

Bir kere ben bunu diyorsam benden kaçın çünkü hala kendi ustalığımı kabul etmemişim ve o oluş haline geçmemişim demektir, hayır ona gitmeyin mi diyeyim, neden diyeyim, o da usta, seviyorum, sayıyorum, bana katkı sağlamış insan, tabiki git. Size bu nedenle verecek bir cevabım yok.

Yine aynı sebeple, ben bir meslektaşımı, kendi filtrelerimi önüme koyarak yargılayamam, çünkü ben ondan üstün değilim. Ama bu yazıda yaptığım gibi kendi kriterlerimi sizinle paylaşabilirim, bu kriterler sizin de kulağınıza "hoş" geliyorsa, Reiki Eğitmeninizi bu kriterlere göre siz de içsel olarak değerlendirebilirsiniz, zaten amacım da bu.

Bu araştırmaları, değerlendirmeleri sizin yapıp, sizin kendi kararınızı vermeniz gerekir. Biz sizi yönlendirmeyeceğiz.. Ben de burada size, bana göre bir Reiki Master’i seçerken dikkat etmeniz gereken kriterlere değiniyorum - bu beni seçin demek değildir.. aksine..enerjiniz benle uyuşmuyorsa, lütfen beni seçmeyin...

Şunu anlamanızı isterim, ben hiç kimsenin egosuna hizmet etmesi amacıyla bir bilgiyi biriyle paylaşmam, doğrudur, yanlıştır, bilemiyorum ancak, o bilgi nasılsa evrensel ve her yerde, arayan bulur, ben sadece, benim ağzımdan, elimden çıkan bilginin birinin yüksek egosuna hizmet ettiğini tespit ettiğim anda o kişiyi veya gerekirse kurumu alanıma dahil etmemeyi tercih ederim. 

Ve bunu yapmaya devam edeceğim. Dediğim gibi, ben tek değilim, bilgi de isteyen için her yerde..dolayısıyla, bu konuda da herhangi bir vicdan azabı asla duymam..

Biz egolara hizmet etmiyoruz arkadaşlar..aksine Reiki ile sevgi, şefkat, anlayış, aydınlanma, hümanizm gibi değerleri içselleştirip, şifa bulmaya ve şifaya vesile olabilmeye niyet ediyoruz.

Bunu neden mi yapıyoruz?

Kendi adıma konuşmak gerekirse, ben içinde bulunduğum Dünya Sisteminden memnun değilim..Daha iyi ihtimaller olduğunu biliyorum.

Ufak bir kesim cenneti yaşarken, büyük bir kısım cehennem alevinde kavruluyor hem de yaşarken...benim amacım oldukça “bencil”...ben yaşarken kendi cennetini yaratmayı hedeflemiş biriyim...bu cennette tek başıma kalmam bana hiçbir şey ifade etmiyor, paylaşamadıktan sonra =) Dolayısıyla öncelikle kendi memnuniyetim için, ışığı çoğaltmak mantıklı görünüyor… bunu “sizin” için yapıyor gibi görünebilirim, bu doğrudur, ama sizin için hedeflediğim şey, esasında kendim için hedeflediğim şeyle aynıdır, bu anlamda hem çok bencildir, hem de ego’dan yoksundur… Dolayısıyla kendim için belirlediğim rota ile, eğitimlerimde öğrencilerime gösterdiğim rota aynıdır.. Ne kadar çok kişi dünyada cennetini yaratabilirse, o kadar paylaşım, o kadar huzur, o kadar sevgi var olacak ve bu sistem ancak bu şekilde dönüşebilecektir, başka bir ifade ile içinde yaşadığım sistemi dev bir ışık yakmak yerine ufak ışıklar yakarak değiştirmeye çalışmak çok daha yumuşak ve akıllıcadır..neticede içinde ben de yaşıyorum =)

Tek başıma dünyayı değiştiremem, zaten dünyadaki bireylerin frekansı artık tek kişinin hitap edemeyeceği kadar karmaşık ve farklı- eski zamanlarda böyle değildi.. Ama bu frekansa çekilen kişilere yollarını gösterebilir, vesile olabilirim..tüm bunların amacı da budur.

Dolayısıyla, eğer gerçekten kendi cennetinizi yaratmaya yardımcı olmayacaksa, sizin için hiçbir sistemi, eğitmeni, kurumu, kuruluşu, kendim de dahil olmak üzere önermem ve desteklemem….

Seçim, karar sizin...ama lütfen, bu yazının “benim” anlayışım, “benim” algım ve “benim” frekansımdan çıktığını unutmayın. Yani, başka fikirlerle, ekollerle karşılaşacaksınız, ve bu değerlendirmeyi de yine siz yapacaksınız...doğru-yanlış yok...kim size cennetinizi yaratmakta vesile olabilir, soru bu olmalıdır. 

Sevgilerimle,

İrem



Not: Bir sonraki Reiki I. Seviye Eğitimini muhtemelen Şubat sonu veya Mart başı gibi açmayı düşünüyorum, ancak en az 3 kişi olmanız halinde, özel olarak grup eğitimi talep edebilirsiniz, bireysel olarak da Reiki Eğitimi talep etmeniz mümkün. Taleplerinizi fitsoulfitmind@gmail.com adresine ad-soyad ve Reiki Eğitimini talep etme amacınızı kısaca açıklayarak yönlendirirseniz, size en kısa sürede dönüş yapacağım.








8 Ocak 2019 Salı

Ego’ya Rağmen Değil, Ego ile Birlikte…




Ego’nun “kötü” ve “susturulması” gereken bir “şey” olduğuna inandık, öyle öğretildi.. Peki ego’nun bizim bir parçamız olduğunu hiç düşündük mü? Peki bir insan kendi öz’ünden nasıl “kurtulur” veya “kurtulması” gerekli midir? Bu soruları hiç sorduk mu?

***

Ego’yu bir şeytan haline getirdik, bunu ilk kadim insanlar iddia etti, saatler, günler ve hatta hayat boyu süren derin meditatif çalışmalarla Ego’yu susturmak ve mümkünse de öldürmek hedeflendi, bu bir “inanç sistemi” haline geldi, adına “Budizm” denildi, ardından gelen birçok inanç sistemi bu prensipleri almaya/kopyalamaya devam etti, ve “yeni çağ düşünce sistemi” dediğimiz akımla birlikte Ego’nun üzerine hem bilimsel hem de ruhsal bir şekilde gitmeye devam ettik...Psikoloji bilimi de pastayı süsledi, üzerine vişnesini de koyduk.. 

Ego yeni çağın içimizde var olan Şeytan’ı haline işte bu şekilde geldi.

***

Tüm kişisel gelişim, metafizik, ezoteri, psikoloji ve ruhsal bilimler verdikleri tüm bilgilerle bize hizmet ediyor mu? Neye inanacağız, geleneksel bilgilerin tamamı değiştirilmiş, insan (ego) öğesi ile bulandırılmışken, yeni çağ öğretilerinin de bazı kavramları yanlış anlattığını iddia edersek, biz neye inanacağız, neyi takip edeceğiz?

Aslında görmenizi istediğim tek bir şey var, aslında bu alternatif ve ana akım inanç sistemlerinin tamamının görmenizi istediği çok önemli ORTAK başka bir şey var… Sen, Yaradan’ın bir parçasısın, Yaradan’a ait tüm bilgiler senin ve tüm evrenin içinde bir kod olarak var. Bu durumda, bir bilginin senden saklandığını veya herhangi bir bilgiye sahip olmadığını düşünüyorsan, dış kaynaklardan yapacağın araştırmayı mutlaka ama mutlaka kendi iç kaynağınla TEYİT etmelisin.. bu iç kaynak senin analitik zihnin değildir. Analitik zihin, Ego’nun sorun çözme metodolojisini kullanır, bundan başka kaynağı yoktur ve enerjiyi anlamaz, tanımlayamaz, oysa sorunu yaratan Ego’nun kendisidir- sorunu yaratanın sorunu çözeceğini beklemek deliliktir. 

Enerjiyi tanımlayan, ruhsal-ilahi-tanrısal öz’ündür, çünkü kendisi enerjetik bir forma sahiptir. Dolayısıyla, sıradan duyuların, sahip olmadığın bir bilgiye sahip olduğuna inanmaz, dolayısıyla da bu bilgiye giden yol sıradan duyuların olamaz, kaba tabirle ancak “sezgilerin” olabilir ve genellikle sezgilerin, analitik zihninle ortak fikirlere sahip değildir.. bunu anlamak için kendine karşı çok dürüst, yargısız ve açık kalpli olmalısın, başka bir ifade ile, bildiğini zannettiğin tüm bilgiler, inançlar, doğrular ve yanlışlardan “vazgeçmeye” hazır olmalısın…

Bilgiye ulaşmak için (analitik zihninin) “bilmediğini” kabul etmek zorundasın, ancak bu şekilde hakikati “bildiğini” farkedebilirsin / hatırlayabilirsin. 

İşte tüm inanç sistemleri, sana, vicdan, kalp gözü veya çok ama çok farklı sayıda terimle ifade edilmiş olan o iç kaynağına dönmeni, Tanrı’nın şah damarın kadar yakınında olduğunu anlatır. Bizler de, bu temel prensibi atlar, ikinci, üçüncü ve tali birçok prensibi bu sağlam temelimiz olmadan uygulamaya kalkarız. 

Yani, bir doktor çıkar, dediklerini sorgulamadan uygularız, bir kişisel gelişimci çıkar, dediklerini anlamadan, uygulamadan, onarız, bir din adamı çıkar, sanki Kutsal Kitabı o yazmışcasına, onun tercümelerine güveniriz...biz, bize öğretilenleri, sorgulamadan kabul etmeye çok müsait varlıklarız, tekrar ediyorum, bu sorgulama “bilimsel veya analitik bir sorgulama” değildir. Bunu, gereğinden fazla zaten yapıyoruz.

Reiki’yi (evrensel yaşam enerjisini) anlattığımda, Reiki enerjisini hissetmeden önce, enerjinin ne olduğunu “kafasına”- “analitik” olarak oturtmaya çalışan o kadar çok kişi var ki...Ben bunu elimden geldiğince yapıyorum- ancak ilave de ediyorum- deneyim olmadan edinilmiş bilgi, bilgelik getirmez, biliş halini getirir...dolayısıyla Reiki yani saf enerjiyi ana duyularınız anlamaz, tanımlayamaz...Reiki’ye uyumlanma bu nedenle gereklidir, çünkü Reiki enerjisini tanımlayabilmek ve kullanabilmek için duyu-ötesi algılarınızın da açılması gerekir ki bu da uyumlama aracılığıyla sağlanır- uyumlama bir nevi genel frekansın yani algı kapasitesinin yükseltilmesi halidir. 

Şimdi gelelim, o atladığımız en önemli temel prensibe...İç Kaynak nedir?

Arkadaşlar iç kaynağın ne olduğunu ben ancak kendi subjektif deneyimlerime göre olsa olsa size ancak “tarif edebilirim” ama bu tarif kesinlikle hakikatin eş değeri değildir. İç kaynak sizin tanrısal zekanızdır, sizin subjektif dünyanızda, sizin ruh amacınıza ve frekansınıza en uygun rotayı, bilgileri, prensipleri size sunan sınırsız bir arşivdir. Şimdi, şunu asla unutmayın, sizin kurallarınız, rotanız, bilgileriniz, etik ahlak anlayışınız ve prensipleriniz ile başka bir varlığın hayatında tanımladığı verileri aynı olmayabilir… Bizler tüm’ün tekleriyiz bu doğrudur, ancak tüm olanı tek olarak tanımlamanın da bir amacı var, kendi subjektif realitemizi yaratarak genişlemek...bu realite “subjektiftir”... Yanlış anlaşılma olmasın, daha önce bir Instagram postumda da paylaştığım gibi, çekim yasası ile sizler kendi SUBJEKTİF realitelerinizi yaratıyorsunuz, bunu an’da bilinçli seçimler yaparak gerçekleştirmeniz idealdir. Ancak kozmos dediğimiz (ki bu kavram demek istediğimi tam olarak kapsamaz) bu düzenin yaratıcısı “Yaradan’dır”. Yaradan kavramını, bu düzlemde, bu dil ile tam olarak tanımlamanız ve tarif etmeniz imkansızdır, deneyin göreceksiniz...Dolayısıyla ben size veya birçok kaynak size, siz Tanrı’sınız dedimde, Yaradan’ı kastetmiyoruz… Yaradan’ın parçası olan ve subjektif realitelerini yaratma kabiliyeti olan maksimum potansiyeli insan-tanrı (homo-deus) olan varlıklardan bahsediyoruz. Bu insan-varlıklar bu tekil halleri ile elbette ile kozmosu yaratamaz, düzeni yaratamaz, bu bambaşka bir konudur. Ancak bu insan-tanrı formu kendi subjektif realitesini dünya düzleminde yaratma kabiliyetine sahiptir, insan-tanrı formu kollektif olarak aynı düşünce titreşimine sahip olduğunda Dünya’da cenneti yaratma kabiliyetine de sahiptir, ancak şu an dil kabiliyetimiz ile tanımlayamadığımız Düzen bambaşka bir konudur. Umarım bu ayrım sizin için nettir. Çünkü çekim yasası çalışmalarını, “Allah’a şirk mi koşuyorum ben” gibi analitik düşüncelerle, yapmayan, yapamayan bir çok kişi tanıdım.

Bu sorgulama biçimi bile, bizim inanç sistemlerini ve düzlemleri ne kadar anlamadığımıza dair harika bir örnektir. Şimdi siz, herşeyi yaradan herşey ve hiçbir şey olan bir oluş haline şirk koşabilecek kadar kendinizi güçlü ve ona eş hissediyor musunuz? Veya hadi diyelim, inanıyorsunuz, şirk te koştunuz-kibir!. Yaradan’ın insan gibi bir ego’ya sahip olup, sizi bir insan gibi cezalandıracağına mı inanıyorsunuz? Bu gibi bir sorgulamaya girdiğinizde esasında zihninizde analitik olarak yarattığınız Yaradan kavramının, süper insan-varlıktan başka bir form olmadığını anlayabilirsiniz, Yaradan insan-formuna sahip olmadığı için egosu da yoktur, dolayısıyla, ceza-ödül sistemi Ego’nun yarattığı bir sistem olduğu için, şüphesiz ki bu inanç ilüzyondur ve yanlıştır. İnsan-varlık evrimleştikçe ve bilinç düzeyini yükselttikçe,Tanrı kavramının da evrilmesi bu nedenledir. İnsanın tarif etmeye çalıştığı varlık Yaradan değil, kendi maksimum potansiyelidir, çünkü Yaradan’ı şu an bu kapasite, bu dil ve bu düzlemde tanımlamak imkansızdır. Çok çok kaba bir tanımla şunu söyleyebiliriz, Yaradan ile Tanrı aynı şey değildir, aynı kavram değildir, aynı şey’e işaret etmez.. Buradaki ironiyi de görün isterim, aynı şey’e bu düzlemde işaret etmez ama aslında bu ikisi makro ve geniş çerçevede aynı şeydir de aynı zamanda…=) Yaradan’ı daha iyi anlamak istiyorsanız, şu sorunun cevabı daima iş görecektir.


Şimdi “Sevgi” olsa ne yapardı?

Bu konuda biraz daha netleştiysek gelelim, ego ve insana…

Öncelikle bu kavramları anlayabilmeniz için, kendi düzleminizdeki kanunları çok iyi anlamanız gerekir. Bu dünyada “polarite” yani “kutupluluk” kanunları esastır. Yani siyah rengi, beyaz olmadan tanımlayamazsınız, aşk’ı da nefret olmadan tanımlayamazsınız...Dolayısıyla ben size birşeyi tarif ederken, anlamlandırabilmeniz için “kutupluluk” prensiplerini kullanmaya devam ediyorum.. Tanrı ile Yaradan aynı şey değildir ama aslında aynı şeydir derken, dünyevi düzlemdeki konumunuzu anlatabilmek için yine kutupluluk kanunlarını - yani AYRILIK BİLİNCİNİ kullanmak durumundayım- ama bu hakikatin tam tarifi değildir. Umarım anlatabiliyorumdur. 

Yine aynı kutupluluk prensipleri nedeniyle ego ile insan.. melek ile şeytan tanımına yakın bir forma kavuşturulmuştur. İşte size hakikat bu değil derken kastettiğim de tam bu… Ego ile İnsan varlığı birbirine düşman “o ve ben” şeklinde ayıran bilinç, dünyevi bilinçtir, kutupluluk çerçevesinde tanımlarını yapar. Dolayısıyla da, birçok eğitmen, din adamı, kişisel gelişimci uzman ve bilim adamının da Ego’yu “kötü” bir araç olarak değerlendirmesi bu nedenledir. Ego ile insanın varlığını özünü birbirinden ayırmaya çalışırlar. Çünkü Ego ile Öz, ayrılık bilincinin hakim olduğu bu düzlemde, siyah ve beyaz gibi yansır bize...biz de, hayatımızda siyahları “istemediğimiz” için, siyahı yok etmeye çalışır, sadece “beyaz” olmak isteriz. 

Ama bu işe yaramaz. Dünya üzerinde Ego’sunu öldürmüş tek bir insan-varlık göremezsiniz, çünkü Ego insan-varlığın kendinden hiçbir zaman koparamayacağı, ayıramayacağı, öldüremeyeceği ÖZ’ÜNÜN BİR PARÇASIDIR. Hakikat, ayrılık ve ayrıştırmaya değil, birlik ve birleştirmeye ve entegrasyona yönelir. Ego’nun ölmesi, insan mekanizmasının ölmesidir. İnsan olarak da, insan deneyimini maksimum potansiyelde yaşamak isteyen varlıklar olarak, Ego’yu susturmaya daha da iddialisi öldürmeye kalkmak, insanın “ayrıştırma” prensiplerine göre çalışması anlamına gelir ki, ayrılık bilinci, tüm düzlemler içerisinde görece düşük bir titreşime sahip bir bilinç derecesidir. 

Dolayısıyla bilinç düzeyini Ego’yu susturarak ya da öldürerek yükseltmek mümkün değildir. 

Bu olsa olsa zaman içerisinde, büyük bir duygusal patlama, büyük bir depresyon, amaçsızlık, keyifsizlik ile neticelenir. En iyi ihtimalle ise olacak olan şudur, insan-varlık, insan bedeninde, insan-varlık halinden ayrışarak kendisini Yaradan frekansı ile eşleştirmeye çalışır (bu teknik olarak mümkündür ve tüm Budistler bunu amaçlar) ama böyle bir durumda da insan-varlığın dünya deneyiminde neden Yaradan deneyimini yaşamak istediği sorgulanmalıdır. Zira bu bedeni bıraktığımızda, bu bedenin getirmiş olduğu sınırlamaları da bırakıyor olacağız ve bu dünyada erişmek istediğimiz bu “üstün” seviyeye zaten hepimiz eninde sonunda ulaşıyor olacağız, o halde bu dünyada bu mekanizmayla ve bu görece sınırlarla var olmamızın BAŞKA BİR AMACI olmalı öyle değil mi? Bunu sorgulamanızı ve kendi cevaplarınıza varmanızı isterim. Doğru - yanlış yok, birçok yol var ve hepsi eninde sonunda aynı kapıya çıkıyor..Ama ben size, sizin için daha keyifli yollar olabileceğini anlatıyorum sadece=)

Bilinç düzeyini yükseltmek, bu dünya düzleminde insanın tüm parçalarını uyum içerisinde biraraya getirmesi ve bir BÜTÜN olması ile mümkündür- bahsettiğim minyatür Tanrı formu budur kendi varlığı içerisinde ayrışmaya son vermiş, ayrılığa son vermiş, bir bütünlük ve tamlık hali... Bu bütünlük hali, anlayış, sevgi ve kabulleniş enerjisi ile mümkün olabilir..

Öyleyse bu yolculuğumuzda ilk yapmamız gereken şey, kim olduğumuzu keşfetmektir.

***

Kim olduğumuzu bilmiyoruz evet...Sen kimsin? diye sorduğumda, tek bir kişi bile 1 dakika dahi düşünmeden, bana ismini, yaşamını, iş hayatını, aile/hayat öyküsünü anlatır.. Farkındaysanız bunların her biri size “verilmiş” veya sizin “edindiğiniz” etiketlerdir ve sizi hiçbir şekilde tanımlamaz..Sen kimsin, nesin? diye sorduğumda, bu sorunun cevabını tüm samimiyetinizle “bilemediğinizi”, “aradığınızı” ifade ettiğiniz gün, benim için birşeyler farklılaşır.. Benim koltuğuma oturan ve kendini “bir şeyler” zanneden kişi, kendisinin “diğer şeyler” hatta “her şey ve hiçbir şey” olmadığını anladığı gün, kendi Tanrı’sına yakınlaşmış demektir. 

Kim olduğunuzu nasıl mı keşfedeceksiniz? Öncelikle bunun bir reçetesi yoktur, çünkü tüm Dünya, size kim olduğunuzu anlatmak üzere, sizi, size geri yansıtır. Hayatınıza bakın, hayatınızda yer alan önemli kişi ve olaylara bakın, bu olay ve kişiler, sizin kendinizle ilgili muhtemelen yüzleşmek istemediğiniz, ego durumlarını size geri yansıtır, yansıtır ki, siz bu öğeleri kendi varlığınıza entegre edebilin.. Bu bu düzlemin diğer bir kanunudur, Yansıma Prensibi… 

Dolayısıyla, gerçekliğiniz ve hayatınız subjektiftir, çünkü yansıma prensibine göre, tüm hayatınız iç dünyanızın size bir geri yansımasıdır, ve sizin iç dünyanız ile benimki farklı olduğuna göre, realitelerimiz de birbirinden farklı tezahür edecektir. Yansıma Prensibi’nin bilinçli olarak kullanıldığı öğretiye Çekim Yasası denir. Çekim Yasası size an’da bilinçli seçim yaparak, subjektif realitenizi yansıma prensibine göre yaratmanızı sağlar. Bunu tüm insanların yaptığı bir dünya şüphesiz ki kişisel ve kollektif bir Cennet halini alma potansiyeline sahiptir. 

***

Peki bu durumda Ego nedir, ne işe yarar.. Öncelikle Yaradan’ın tüm varlıkları mükemmel bir mekanizmaya göre yarattığı prensibini unutmayın.. Dolayısıyla Yaradan size “gereksiz” bir aracı vermez. O zaman, Ego gerekli. Peki biz Ego’yu neden düşman olarak görüyoruz o zaman?


Tamamen biraz önce bahsettiğim şekilde, kavramları, kutupluluk, ayrıştırma, karşılaştırma, yani polarite kanunlarına göre tanımlayabiliyoruz. Bu nedenle de otomatik olarak Ego kötüdür, ruh iyidir diyoruz. Kutupluluk Kanunu’nun görece düşük bilinç düzlemlerinde çalıştığını biliyoruz. Birlik Bilincinin ise yüksek bilinç düzlemlerinde var olduğunu biliyoruz. Bu durumda, formül çok basit...bilinç düzeyini yükselterek, algı kapasiteni geliştirmek istiyorsan öncelikle KENDİNE dair, ayrılık bilincinden çıkmalısın. 


O zaman önce o hazzetmediğin Ego nedir, ne işe yarar, niye var ve bu araçla ne yapmalı onu anlamalısın.


Ne dedik, teknik kapasitemiz dahilinde, insanın kendi subjektif realitesini çekim yasası kanunları uyarınca yaratma kabiliyeti vardır, dünya bu kabiliyeti insan bedeninde deneyimlemek için harika bir düzlemdir.. Sorun, bu kabiliyete sahip olduğumuzun farkında olmamamız, farkında olsak dahi bu kanunu kullanamamız. Çünkü bu yazıda anlatmayacağım birçok sebepten ötürü, bu “unutma” halini birçoğumuz deneyimliyor. 


İşte burada Ego’ya şükretmemiz gerekiyor. Neden mi? Çünkü bu unutma halini kompanse eden yani tamamlayan, tek aracınız Ego… Bu unutkanlık halinin olduğu durumda, Ego’nuzu da yok etmeye kalktığınızda...seçim ve hareket dolayısıyla da yaratım kabiliyetinizi sıfırlarsınız. Böyle bir durumda bir kaya veya bitkiden farkınız kalmaz -eğer var olmaya devam edebilirseniz- ki edemezsiniz. Çünkü en basit tanımıyla “o karanlık sokağa girme, o sivri yere dikkat et kafanı çarparsın, arabanın önüne atlama ezilirsin” gibi çok çok çok basit ama sizi hayatta tutan düşünceleri, duyguları oluşturan ve akabinde eylemsel seçimleri yapan Ego’nuz =) 


Yani bu dünyevi düzlemde iki şekilde var olabilirsiniz:


1. Öz’ünüzün rehberleriğinde bilinçli olarak an’da seçim yaparak subjektif realitenizi yani hayat öykünüzü yaratabilirsiniz. (Bir uçağın pilot tarafından manuel olarak kullanımı)


2. Öz’ünüzü duyamadığınız, duymadığınız hallerde de, doğduğunuz andan özellikle 5 yaşlarına kadar sizi hayatta tutacak bilgileri depoladığınız bilinçaltı ve egonuzun birlikteliğinde, otomatik seçimler yaparak hayat öykünüzü yaratabilirsiniz. (Bir uçağın, pilot uyuduğunda, uçağın rotasında devam edebilmesi için devreye soktuğu, oto-pilot programı)

***

İnsanların büyük bir oranı hayatlarını oto-pilotun kullanımına devretmiştir. Bu oto-pilotun bizi soktuğu rotadan hoşlanmayınca da, dönüp oto-pilota düşman oluyoruz. Ha, bu arada, oto-pilot ve manuel kullanımın hiçbir şekilde farkında olmayan ÇOK BÜYÜK bir çoğunluk adına, onların da bir gün farkındalığa erişmesini dilemekten başka yapabilecek hiçbir şeyim yok, hiçbir şeyiniz yok...Onlara da anlatabilirsin diyebilirsiniz, farkındaysanız ben tüm kamuya insanlığa açık erişilebilir bir yazı yazıyorum, hakikatı olabildiğince tarif etmeye çalışıyorum ve sizin bilinç düzeyiniz bu yazıyı okumaya “çekiliyor” ise, siz de benimle aynı dili konuşuyorsunuz, bir de bizimle henüz aynı dili konuşmayan bir grup var, bu grup farzedin ki sadece Türkçe konuşabiliyor, ben ise onlara göre Türkçe dilinde yazılmış gibi görünse dahi “Uydurukça ve hiçbir anlam ifade etmeyen” bir şeyler yazıyorum, hatta bu grubun çoğu benim ve benim gibilerin ve bu kaynakların varlığının farkında bile değil, onların subjektif realitesinde bu bilgiler “yok”, “görünmez”, gören büyük bir kısım için ise bu dil Türkçe değil “Uydurukça”..Dolayısıyla, sizinle aynı dili konuşmadığını gördüğünüz insanlara, size hiç sormamalarına rağmen, bir şeyleri onların anlamadığı bir dilde anlatmaya çalışmanız hiçbir işe yaramaz.. Sizin yapmanız gereken, sadece yüksek bir frekansta var olmak ve var oluşunuzla, hayatınızla, ışığınızla birilerine “ilham” olacağınızı bilmektir. Ben ise, bu yazıları yazıp salıyorum ve ihtiyacı olanların bu yazılara erişeceğini biliyorum. Şifacı Yükü denilen kendi yarattığınız bu yükleri taşımanıza gerek yok. Bu da böyle bir not olsun. Kaldı ki, benim dahi, bu anlattıklarımı genel seviyenin anlayabileceği bir dile "çevirdiğimi" de unutmayın. Dolayısıyla bazılarınız ne demek istediğimi çok iyi anlıyor, henüz anlamayanlar da anlayacaktır.

***

Ego’nun neden şimdi en büyük kurtarıcınız ve esasında koruyucunuz olduğunu sanırım görebiliyorsunuz. Biz insanlar bilinçli yaratım kabiliyetimizin farkında değiliz, Ego yani oto-pilotumuz da olmasa bizler seçim ve yaratım yapamayacağımız için "anlamlı bir şekilde hareket edemeyecektik" yani çoktan “düşmüş” olacaktık.


Bu nedenle, öncelikle, Ego’nun kötü veya kurtulunması gereken bir şey olduğu fikrinden vazgeçmelisiniz. Bu bir organınızı, onu anlamadığınız ve kullanamadığınız için, yani size göre işe yaramadığı için , kesip atmaya benzer, neyse ki yaratım o kadar mükemmel ki, egoyu bu bedendeyken kesip atmanız imkansız =) Bu Ego’yu kesip attığına inanan ve kendisini Guru ilan eden insan-varlıklar için ise, öğreti spiritüel ilüzyon ve spiritüel bypass yolu ile gerçekleşmektedir. 

Bu arada bu Düzen tekrar bir saygı duruşunu haketmiyor mu sizce de?

Ego’yu kesip atamayacağınıza göre, onunla ne yapacaksınız? 

***

Arkadaşlar bir pilot ne yapar?

Bir pilot önce:

- Gideceği rotayı belirler, ayarlamalarını an’da yapar ve bırakır. Bunun için Pilot ve ekibi isterse milyonuncu kez yola çıkıyor olsun, check-list’lerini muhteşem bir disiplinle kontrol eder. 

Meali; bir insan kaçıncı hayatını veya deneyimini yaşıyor olursa olsun hayat öyküsünü, rotasını net hatlarla belirler, disiplinlidir, ve bu rotaya uygun seçimler yapar, daha doğrusu yapmalıdır. ve rotaya dair unutkanlık yaşadığı her noktada, bir pilot gibi check-list’ini yeniden çıkarmalı ve yeniden kontrol etmelidir, ama insan bunu yapmaz. Zaten insanın hayat öyküsüne dair hazırladığı bir check-list dahi genellikle yoktur. Benim de danışanlarım ile ilk olarak yaptığım şey, onlara o uçağa uçurmadan önce check-list hazırlatmak, ve bu check-list’i ne kadar aptalca bulurlarsa bulsunlar, daima ezberleyene kadar yanlarında taşımak ve kontrol ettirmektir. 

- Pilot, atacağı her yeni adımda, bu adımın rotasına uygun olup olmadığını kontrol eder, neticede fırtına ve rüzgarların aracı rotasından saptırması istemediği bir şeydir, dolayısıyla, seçimleri farkındalık dolu olmalıdır. İnsanın seçimleri ise genellikle otomatiktir, öğrenilmiştir.

Ama bu dahi önemli değildir çünkü, ilahi Düzen size bir uçağın bir pilota yardım ettiğinden çok daha fazlasını yapar ve rotanızdan çıktığınızda, rotanızı unuttuğunuzda, size herkes, her olay ve her araçla, hatta sağlığınız aracılığıyla sinyal verir…

Pilotun farkı, ekranında rotadan sapıldığına dair bir sinyal gördüğünde manuel olarak derhal müdahalede bulunmasıdır (“course-correcting” - rotanın yeniden düzenlenmesi). İnsan ise bu sinyalleri genelde görmezden gelir. 

- Pilot farkındalığını yitirir ise, veya kafası bulanır ise, Kule ile iletişime geçebilir, yani kendisini “dışarıdan-yukarıdan” izleyen bir gözden konumunu, hızını, hava akımlarını, trafiği vb. kontrol etmesini ister. 


Kule, sizin Tanrısal zekanızdır. Kule, siz alanın içinde olduğunuz için göremediğiniz ayrıntıları size “yukarıdan” gösteren bir araçtır ve rotanızı düzeltmeniz için sizi daima uyarır.. Uçak, kule olmadan, sağlıklı, tam ve bütün bir şekilde gideceği yere varamaz, belki de hiçbir şekilde varamaz! Kule ile iletişime geçmenin en kolay yolu, sessizlik ve içe dönüştür (meditasyon) ve bu iç sese soru sormaktır ve gerekirse koordinasyonları not almaktır..Tıpkı kule ile iletişime geçer gibi...ancak kule sizin içinizdedir, dışarıda değil. Kule uçağın “yumuşak bir yolculuk” geçirmesi için sadece rotadan saptığınızda size haber vermez, Kule aynı zamanda, hava düzlemleri içerisinde en rahat ve en kısa olan rotayı da Pilot’a bildirir, bu şekilde uçağın fırtına akımlarından da geçmesine de gerek kalmaz, havanın berbat olmasına rağmen, gerekli manevralarla,uyarlamalarla, bir iki ufak sarsıntıyla yolculuğunuzu tamamladığınız olmuştur. Yani siz kendi Kule’niz ile iletişim halinde olursanız, bu Kule çoğu zaman gideceğiniz yere varmanız için fırtınadan geçmenize gerek olmadığını size anlatmaktadır. Bazen de o fırtınadan geçmeniz gerektiğini ama bu fırtınanın uçağa hiçbir şekilde zarar verecek kapasitede olmadığı bilgisini de yine Kule size verir, Pilot yolculara şiddetli türbülanslardan geçebileceğinizi ama endişelenecek birşey olmadığını belirtir, siz ise sağlı sollu korkunç şekilde sallansanız dahi, “düşmeyeceğiniz” bilgisini aldığınız için, bu sallantının geçeceğini bilir ve sabırla beklersiniz. İşte sizin içsel Kule’niz de esasında bu bilgilerin tamamını size verir, ama siz duymazsınız. Dolayısıyla her sarsıntıyı çok olumsuz bir şekilde yorumlar, ölmeden defalarca ölürsünüz ve bu gereksizdir. Oysa belki de yanınızda oturan kişi, aynı sarsıntıdan geçmiş olmasına rağmen muhteşem bir yolculuk geçirmiştir, siz ise indiğinizde betiniz benziniz atmış bir halde kendinizi bulabilirsiniz. İşte bu da “subjektif realitedir”.

***

O zaman özetleyelim, ilk adımlar nelerdir? 


1. Bir hayat rotası belirlemektir, 

2. Bu rotadan çıkmamak için de çok net kurallar belirlemektir - bu sizin check-listinizdir. 

***

Ama bir sorun var, bir Pilot manuel olarak da- otomatik olarak da rotasına dair AYNI koordinatları girer..bu nedenle de, uyusa da, uyanık da olsa, gittiği rota aynıdır.

Bir insan ise, manuel olarak hayat rotasını belirleyebilir, ama otomatik olarak belirlediği hayat rotası, manuel olarak belirlediği rota ile çatışabilir… İşte burada Ego rotası vs. Ruh rotası çatışması meydana gelir… 

Peki bir pilot olarak ne yapmalı, pilot oto-pilot ile manuel sistemleri birbirine eşleştirdiğine göre, biz de insan olarak Ego ile Öz’ün isteklerini eşleştirmeliyiz. Çok net değil mi? Bir pilot ne sadece oto-pilotla uçağı kullanır ne de sadece manuel olarak unutmayın. 


3. Dolayısıyla üçüncü adım, Ego’mun benim için belirlediği hayat öyküsü ve rotası nedir? Manuel olarak belirlediğim rota ile ne gibi farkları var? sorusunu sormaktır. 

Burada farkındaysanız, Ego’yu susturmak veya kovmak yerine, tam tersi, öne çıkmasını rica ediyorum. Ego’nun sunduğu rota içerisinde amacının sadece uçağı “havada” tutmak olduğunu unutmayın, yani uçağın bütünlüğü, selameti, yumuşak bir uçuş olup olmaması vs. hiçbiri ana amacı değil, tek amaç uçağı o ya da bu şekilde havada tutmak..bunu da İnsan doğduktan sonra “edindiği” etiketler, inançlar, doğrular ve yanlışlar aracılığıyla yapıyor… 

Bunu da şuna benzetelim: Pilot diyelim ki, büyük bir kafa karışıklığı yaşıyor, manuel bir becerisi olduğunun farkında değil, Kule’nin de var olduğunu bilmiyor, sahip olduğu tek şey, ekibi ve yolcuları...Kokpitten çıkıyor ve yolcuların tamamına şunu soruyor “ arkadaşlar, rotamı kaybettim, size göre ben bu uçağı nasıl kullanmalıyım ve nereye götürmeliyim?”. Uçakta o gün 300 yolcu olduğunu farzedelim, 300 ayrı fikir, 300 ayrı koordinat duyuyor pilot, ilaveten yardımcı pilot ve uçuş ekibi de bambaşka fikirlere sahip (aile ve yakın çevre) kokpite geri dönüyor ve kendince en “mantıklı” olan yolcu/ekip koordinatlarını giriyor.. Ne olur?


İşte yaptığınız budur, Kulenin varlığının ve manuel kullanım becerisinin farkında olmayan insan, uçağını havada tutabilmek için etrafından yani yakın çevresi/ekibi (aile) ve dış çevreden (yolcular) uçağına dair doğru yanlış birbiriyle çatışan birçok bilgi edinir ve bu bilgileri “doğru” olarak kabul eder...

Bu kısmı tekrar okuyun diye tekrar yazıyorum:

İşte yaptığınız budur, Kulenin varlığının ve manuel kullanım becerisinin farkında olmayan insan, uçağını havada tutabilmek için etrafından yani yakın çevresi/ekibi (aile) ve dış çevreden (yolcular) uçağına dair doğru yanlış birbiriyle çatışan birçok bilgi edinir ve bu bilgileri “doğru” olarak kabul eder...

Ama bu yolcular da olmasa, uçak düşecek!

O yüzden Pilot yine de yolcularına şükran duymalıdır. 

Sorun yolcuların verdiği yanlış koordinatlarda değildir, Yolcular kendi en iyi bildikleri fikirleri tamamen uçağı havada tutmak amacıyla yani iyi niyetleri ile Pilot’a sunar..Pilot’un uçağı istediği yere gitmedi diye yolculara kızmak gibi bir hakkı yoktur. Ama insan ne yapar, Ego’suna kızar, onu yargılar, ve uçağından kovmaya kalkar - ama bu mümkün değildir, dolayısıyla, uçağın içinde Pilot, nefret ettiği, kurtulmak istediği yolcularla birlikte yolculuk etmeye devam etmek zorundadır. 

Üstelik içlerinden çok çok akıllı, aydınlanmış gibi görünen birkaç yolcu da, "bizim tamamımızı yok sayabilirsin, bize kulağını tıkayabilirsin, hatta bizi uçaktan da atabilirsin, böylece sana müdahale etmeyiz" gibi bir fikri de Pilot'a sunmuştur (egoyu susturma prensibi). Pilot en nihayetinde farklı yolcu fikirlerinin kendisini istediği rotaya götürmediğini anladığında, en son çalışma olarak, Yolcuları bertaraf etmeye kalkar..Oysa ki, bu da sadece bir "yolcu görüşüdür". (Spiritüel bypass dediğimiz, spiritüel ego'nun devreye girmesi hali)

***

Alternatif bir yolculukta ne olurdu? 

Diyelim ki, pilot bu yolcu koordinatlarını girdi, Pilot artık uyanık olmak zorunda, uyumak gibi bir lüksü kalmadı. İnsan olarak bu yazıyı okuduktan sonra tıpkı uyumak gibi bir lüksünüz olmadığı gibi.. Pilot farkındadır, yolcu koordinatlarını girmiş olduğunu ve bu koordinatların uçağını KENDİ istediği yere götürmeyebileceğini biliyordur. Bu birinci aydınlanmadır...Dışarıdan edinilmiş koordinat, bir uçağı ancak havada tutabilir ve uçağın Pilot’un değil, o yolcunun istediği yere gitmesine neden olur. Pilot 300 yolcusunun istediği farklı rotalara aynı anda elbette uçamaz, dolayısıyla uçak spin atar, yuvarlaklar çizer, kimi zaman hava boşluğunda asılı kalır, kimi zaman irtifa kaybeder, kimi zaman da irtifa kazanır. Pilot uyanık olduğu için, uyanık kalmak zorunda olduğu için, rotasını gözlemlemeye başlar. Uçağım nereye gidiyor?Tekrar ediyorum, bu ilk aydınlanmadır..sadece bir soru ile başlar.


Size soru; bugüne dek uçağınız nereye gitti, bu andan sonra nereye gidiyor?

***

Uçağın nereye gittiğini anlamak adına, Pilot tekrar kokpitten çıkar, ve yolculara geri döner.. Tıpkı insanın ego’sunu “önüne” / “karşısına” alması gibi.

Arkadaşlar, uçak şu an benim istediğim rotada gitmiyor. Bana hangi koordinatları verdiniz ve siz bu koordinatlarla benim nereye gitmemi hedefliyordunuz? Mantığınızı anlamaya çalışıyorum, çalışıyorum ki, harmonik bir uçuşa geçebileyim.

Farazi olarak cevapları alalım.

Yolcu 1: Benim için amaç, hayatta kalmak, bu uçağı havada tutmak, nihayetinde, uçak düşerse, ölürüm, ölmek istemiyorum, dolayısıyla ben, bu uçağın havada kalmasından emin olmak adına bir takım koordinatlar verdim, aslında belirli bir rota vermemiştim sana. Amacım sadece hayatta kalmak.

Yolcu 2: Benim için amaç, uçağın havada kalmasından çok öte, benim bu uçağın belirli bir yere gitmesi için bir hedefim var. Ben bu uçağın kalktığı halinden çok daha sağlam bir şekilde alana inmesini istiyorum.. Ben bu uçağı güçlü ve sağlam kılmak istiyorum. Bu nedenle de, uçağı sarsacağını düşündüğüm hava akımlarından uçağı uzak tutmak adına sana koordinatlar verdim rotan uçağın sağlamlığı, zarar görmemesi ve gücünü koruması adına belirlendi..

Yolcu 3: Benim için amaç, rahatlık, mutluluk ve neşe. Dolayısıyla ben sana, en keyif alacağımızı düşündüğüm rotanın koordinatlarını verdim. Ama Yolcu 1 ve 2 yüzünden bu koordinatları kimi zaman girmiyorsun, çünkü benim koordinatlarımın bir kısmında fırtına hava akımlarına girmen gerektiği görünüyor, Yolcu 1 ve 2 uçağa güvenmediğinden bunu istemiyor, ama kimi zaman da bu koordinatları giriyorsun..bu sallantılı yolculuktan midem bulandı artık.

Yolcu 4: Ben Yolcu 3’e katılıyorum, ama keyif, neşe ve mutluluğun başka araçlarla ilgisi olduğunu düşünüyorum, örneğin maddi konfor..Bu maddi konforu sağlamak adına ben Yolcu 3’le aynı amaca sahip olmama rağmen sana Yolcu 3’ten daha farklı koordinatlar verdim.

Yolcu 5: Ben kendi rahatımdan çok diğer arkadaşlarımın rahat etmesi ile keyif alan bir yolcuyum, dolayısıyla 300 kişinin genel isteğini anlamaya çalışıyorum deminden beri, bu memnuniyeti sağlamak adına sana koordinatlar verdim, neticesinde sen de bu uçuşun sonunda “iyi bir pilot” olarak anılmak istersin diye düşündüm.

Yolcu 6: Ben, sadece kendi rahatımı düşünüyorum, Yolcu 5, 300 kişiyi memnun edeceğine inanıyor ama, bu imkansız, dolayısıyla, 299 kişinin ne istediği umrumda bile değil - onlar hangi koordinatı verirse ben inadına tersi koordinatları verdim. 

Şimdi bu fikirleri 6 değil 300 fikre çoğaltın.. İşte siz, size ait olduğuna inandığınız ama esasında, sizinle hiçbir ilgisi olmayan inanç ve isteklere bu şekilde sahip oldunuz. Bu koordinatlar size ait değil.. “dışarıya ait”..yolculara ait.. ve yolcuların hepsi “kendi” menfaatlerine en uygun olaran seçimleri size öneriyor.

Yolcuların hepsi, bir sebepten kendilerine göre, kendilerine en iyi şekilde hizmet edecek fikri Pilota veriyorlar. Bunu görün, hiçbiri anlamsız değil, her birinin oluşmasının bir sebebi var. Bunu görün!

***

İşte Ego bu şekilde çalışır. Ego bir fikirler arşividir. Kötü veya iyi değildir, otomatik bir pilottur ve bu pilota koordinatları seçerek veren yine sizsiniz, dolayısıyla Ego’yu suçlamanız, kendi kendinizi suçlamanızdan başka bir şey değil, şimdi neden Ego ile düşman olmanın bilincinize ve dolayısıyla da hayatınıza katkı sağlamayacağını görüyor olmalısınız. 

***

Pilot, yolcularını dinler, hem de tek tek, 300 yolcunun 300’ünü de dinler ne kadar zaman alırsa alsın.. yapmak istediği uçağının içindeki yolcularla BİRLİKTE, uçağını KENDİ istediği rotaya götürmektir. Bu uçuşun en keyifli şekilde geçmesini sağlamak için, 300 yolcusu ile birlikte ortak bir noktaya varması gereklidir..Onları atamaz, onlara bir açıklama yapmadan kendi rotasını dayatamaz - içeride isyan çıkar =) İlk yapması gereken, tekrar ediyorum, bu yolcuların, neden bu koordinatları Pilot’a vermiş olduğunu anlamaktır, Pilot bunu anlamalıdır ki, bu rotanın neden o Yolcu’ya hizmet etmeyeceğini, o Yolcu’ya anlatabilsin ve uyumlu sevgi dolu bir entegrasyon gerçekleşebilsin ve Pilot unutmaz, uçağın yetkisi ve yönetimi ona aittir, ve uçağını en iyi tanıyan doğal olarak da kendisidir, yolcuları değil. Peki biz insanlar olarak, kendi düşüncelerimizden çok, kimin düşüncelerine önem veriyor ve uyguluyoruz? 

Başka bir ifade ile, siz kendi uçağınızı en iyi tanıyan bir Pilot olarak, hangi yolculara “buyur geç arkadaşım sen kullan, benim rotamı en iyi sen bilirsin, benim uçağımı en iyi sen tanırsın!” diyorsunuz?

***
Özet olarak ilk adımlarıız neymiş tekrar anlayalım:

1. Manuel olarak belirlediğiniz rota ile, oto-pilota girdiğiniz rota koordinatlarının EŞLEŞMESİ gerekir ki, siz istediğiniz yere rahatlıkla gidebilin. Dolayısıyla;


2. Uçağı uçurma kabiliyeti olan bir Pilot olduğunuzu kabul edin.


3. Bir uçağın tüm yetkisinin size verildiğini ve o uçağı uçurma kabiliyetinizin olduğunu kabul edin. Sorumluluk alın. 


(Pilot olduğunuzu anlayamıyorsanız, hayatınızın da bir uçak olduğunu anlayamıyorsanız, haliniz bu düzlemde şu an için vahimdir - ileride elbette kendi yolculuğunuzda vakti geldiğinde hakikati göreceksiniz, ama an’daki durum şu an için vahimdir çünkü size yardım edebilecek bir aracımız kalmamıştır-artık havanın iyi gitmesi için dua etmekten başka şansınız yok)


4. Pilot olduğunuz gerçeğinin farkındalığı ile bilinçli olarak bir rota belirleyin, ve bu rotaya hizmet eden bir check-list (duygu-düşünce-eylem listesi) hazırlayın. Tembel olmayın, bu check-list daima kontrol edilmeli, ekip ve yolcular da bu önlem ve davranış pakedi / prensipler hakkında bilgilendirilmelidir ve bu prensiplere uymayan yolcunun uçaktan “indirileceği” bilgisi de geçilmelidir. Check-list ve prensipler esnetilemez, bükülemez, kırılamaz, vazgeçilemez ancak uçak ve pilot geliştikçe check-list revize edilebilir. Ancak bir check-list daima vardır.

5. Sizin manuel olarak yaptığınız seçimlerle çatışmakta olan oto-pilot koordinatlarının varlığının farkına varın ve bu koordinatları da sizin girmiş olduğunuzu hatırlayın. Bu koordinatları şu ana dek gezdiğiniz rotaların sizi ne kadar keyiflendirdiğini/ mutsuz ettiğini irdeleyerek tespit edebilirsiniz. Bir kısmı gitmek istediğiniz rotanın tam tersi, bir kısmı da çok isabetli olacaktır. Örneğin, ilişki hayatınız bugüne dek istediğiniz şekilde ilerlemediyse, 1) manuel olarak ilişki rotanıza dair bilinçli bir seçim/yaratım yapmamış olabilirsiniz 2) oto-pilota girdiğiniz koordinatlar sizin gerçek rotanıza hizmet etmiyor olabilir. 


Oto-pilot yani ego tarafından girilen koordinatların tek amacının uçağı yolcuların bildikleri en iyi şekilde havada tutması, veya yolcuların menfaatleri ile uyuşan bir rotada götürmesi olduğunu unutmayın.


6. Bu nedenle, yolcularınıza küfretmek yerine, kokpitten çıkın ve bu yolcularla konuşun, sen neden, nereye ve nasıl gitmek istiyorsun? 300 yolcu yani 300 ayrı fikire rastlarsanız, bu 300 fikri de dinleyeceksiniz. Ama korkmayın, genellikle hayatımızın çeşitli alanlarında yüzlerce değil, kontrol edebileceğiniz belli bir sayıda inanç ve fikrin olduğunu göreceksiniz. 


7. Yolcular (ego/fikirler/çekirdek inançlar/sanrılar/korku/kaygı) ile konuştunuz, amacınızın ortak olduğunu ve yolcunun sizin düşmanınız olmadığını hatırlayın. Neticede hepiniz aynı uçaktasınız ve birbirinizden ayrı olamazsınız, ve hepiniz de kendi bildiğiniz en iyi yöntemle o uçağı götürmeye çalışıyorsunuz, yani hepiniz iyi niyetlisiniz ve esasında tüm yolcular bile Pilot olarak size hizmet etmeye çalışıyor. Aynı uçaktasanız, ya birlikte düşeceksiniz, ya birlikte çekeceksiniz, ya da birlikte keyif alacaksanız unutmayın.

8. Yolcular ile görüşürken, öncelikle, bir Pilot olarak onlara yolculuk prensiplerini ve bu prensiplerin konulmasının amacını anlatın. Yolcu sizden daha iyisini bilmiyor, bilemez ve bilmeyecek. Bu yetkinliğin farkında olarak yolcularınızla konuşun..Yolcu’nun inançları ile sizin belirlediğiniz Yolculuk Prensipleri çatışabilir, bu durumda Yolcu’ya her ne şekilde olursa olsun, gerek örneklerle, gerek tatlı tatlı konuşarak, gerek sevgiyle, gerekse onu yatıştırarak, bir terapist gibi sabır ve anlayışla bu prensiplerin onun’da en yüce hayrına olduğunu anlatın evet bu maalesef sizin göreviniz. Sorumluluk alın. Neticede her gün işinizden kovulmamak için ekip arkadaşlarınızla bazen istememenize rağmen bu şekilde iletişim kuruyorsunuz öyle değil mi, bunu egonuzla da yapabilirsiniz =) Hayatınız söz konusu arkadaşlar, mesleğiniz aracılığıyla kazandığınız üç beş liradan bahsetmiyorum. Ciddiye alın. Hayat büyüktür meslekten, unutmayın. Hayat mesleği kapsar, ama meslek hayatı kapsayamaz. Çekim Yasası'nı anlayan ve kullanan bir yaratıcı için maddi kaynağın akışı sorun dahi değildir, meslek sorun yaratabilecek bir alan bile değildir, Bu nedenle mantıklı olun. Mantığınızı bu gibi şeylerde kullanın, neye vakit harcayip, neye yeterli vakit harcamadığınızı görün. 

9. Bir yolcu en başta sizinle aynı fikirde olmayabilir ama ilk hedefiniz en azından onu rahatlatmak ve yatıştırmak olmalıdır. En azından onun artık koordinat girişleri ile ilgili ısrarcı bir tavır sürdürmesinin gerek olmadığını anlamasını sağlayın, Yolcu’nun ısrar etmeyi kesmesinin tek bir yolu vardır, Pilot’a güvenmek.. Yolcu, Pilot’un yanında GÜVENDE hissetmelidir. Yolcunuzun bu şekilde hissetmesi için ne gerekiyorsa yapın. Aksi takdirde öz-sabotaj dediğimiz durum meydana gelir. Yani siz, Yolcuların isyanını ve çatışmalarını görmezden gelerek, doğrudan manuel olarak kendiniz için belirlediğiniz rotayı girmeye çalışırsınız ama uçak yine de çekim yasası hak getire o rotaya doğru gitmez de gitmez..sonra da siz tüm bu yolculuk hikayesinin- hikaye olduğuna inanırsınız. Kişisel Gelişim alanının zırvalık olarak nitelendirilmesinin belki de tek sebebi budur. İnsan-varlık kaç katmanlı olduğunun hiçbir şekilde farkında değildir, ve birkaç olumlama ile veya birkaç imgeleme ve salt pozitif düşünce ile hayatının değişeceğine inanır- daha doğrusu kendisi bir bütün olarak inanmaz da, tembelliği yani egosu onu inanmaya iter.

Oysa ben size diyorum ki, tüm bunlar hikaye mi, hakikatın ta kendisi, eğer kokpitten çıkıp uçağınızda 300 farklı yolcu taşıdığınızı, kule ile bugüne dek hiç konuşmadığınız için, rotayı yolcularınıza sorduğunuzu ve daha sonra da bir anda kendi kendinize karar verip, yolcuların koordinatlarını bertaraf ederek yeni rotalar girmeye çalıştığınızı anlasaydınız, neyin neden işe yaramadığını çok net görürdünüz. 

Günaydın! Arkanızda kendi koordinatlarının neden girilmediğini anlamayan ve hayatları adına çılgınca endişe eden 300 panik halinde mutsuz yolcunuz var...radyonun sesini açtığınızda (kişisel gelişim eğitimleri) onların sesini kısabiliyor musunuz? Kısabildiğinizi düşünüyorsunuz da, bakın, uçağınız hala sizin seçtiğiniz rotada gitmiyor! Neden? Siz radyonuzun sesiyle uğraşırken- yani yolcularınızın sesini kısmaya uğraşırken- o yolculardan birtanesi kalkıp, sizin kendiniz için girdiğiniz koordinatları, hayatsal paniği nedeniyle korkudan kendi koordinatlarına çevirdi bile! Ve siz o kadar uykudasınız ki, rotanızın değiştiğinin, koordinatlarınızın arasında “parazitlerin” girdiğinin farkında bile değilsiniz! 

Enerjinin çekim yasasına uygun olarak “gerçekleşebilmesi” için, yani yaratımın meydana gelebilmesi için, enerjinin tek, yoğun ve odaklı olması gerekir, aksi durumda yaratım istediğiniz şekilde meydana gelemez, ya hiç gelmez, ya da karmakarışık bir şey ortaya çıkar. Burada bahsettiğim “parazit” yolcularınızın yok saydığınız veya bertaraf etmeye çalıştığınız (egonun) paniğidir. Tüm dünya size pozitif düşünmenin gücünden bahsededursun- ki pozitif düşünmenin gücünü tarif etmek imkansızdır- çok azımız size arkanızda “taşıdığınız” yolculardan da bahseder.. Bu yolcular, mesaidir, iştir, “sorundur”..niye daha fazla moralinizi bozalım değil mi?

Ama kişisel gelişim, bir iç rahatlatma alanı değildir...bir tatlı gülüş, bir tatlı huzur değildir..

İlk başlarda…

O durum zaman içerisinde varacağınız bir oluş halidir, ama bana bunu da yolcularınız ile entegre olmadan, bütün ve tek olmadan yapmanız imkansızdır. Demek ki neymiş, çok katmanlı insanın, katmanlarının TAMAMINA sevgi, anlayış, şefkat, saygı göstermesi ve katmanlarının tamamına sarılması gerekliymiş…

***

Bu yazıyı burada sona erdiriyorum… bu yazı içerisinde hayatınıza dair ne yapmanız gerektiğini anlatan birçok doğrudan veya sembolik olarak/benzetmeler yolu ile anlatılmış öğreti ve egzersiz fikri var, neden mi açıkça yazmadım?

Bu çok yeni aldığım bir karar hem sizlerle paylaştığım yazılar, postlar hem de bireysel ve grup eğitimlerimde artık hayatınızdan bir adım geri durmaya karar verdim, bunun belirli bir amacı var tamamen sizin hayrınıza...

 Dünyanın enerjisi istesek de istemesek de yükseliyor, insanoğlu eğer hayalindeki cenneti yaratacaksa, artık bunu hoş saatler geçirmek üzere aldığı kişisel gelişim kitapları ve eğitimleri aracılığı ile yapamayacak.. Astrolojik etkileri yakından takip ediyorsanız 2019-2022 arası etkilere bir bakın, ne demek istediğimi anlayacaksınız (evet ben anlatmayacağım, merak edenler bu baskın enerjileri internetten öğrenebilirler). Dolayısıyla, vakit temizlik ve bilgelik vaktidir. 

Ve;

Bilgi, bilgeliğe dönüşmedikçe size hizmet etmez… 

Ben yazdım, siz soracak, sorgulayacak, ve SİZ kendi metotlarınızı bulacaksınız ki bilgeleşin...çünkü ben sizin uçağınızın pilotu değilim. Ben olsa olsa, sizin uçağınızın bir "yolcusuyum". Bunu da bir düşünün... Dolayısıyla benim rotamı sorgulamadan otomatik olarak kabul etmeniz halinde, yine bir "yolcunun" koordinatlarını girmiş olabileceğiniz ihtimalini sakın gözden kaçırmayın. Enerji ile çalışmak böyle muhteşem ve garip bir şeydir...

Sizine paylaşabileceğim sadece kendi yolculuğumdur ve sizler için bu yolculuğun ilham olmasını dilemekten başka bir şey yapamam..

Gerisi size kalıyor..

Sevgilerimle

İrem






Bireysel danışmanlık ve grup eğitimleri için fitsoulfitmind@gmail.com adresine, isim-soyad ve danışmanlık konunuz ve talebinizi yönlendirebilirsiniz. (Bu adrese yönlendirmediğiniz taleplerinizi bazen gözden kaçırabiliyorum)


















Geleceği Bilmenin Sırrı

Geleceği bilmek istiyorsan, Kendini bil.  Geleceği mi bilmek istiyorsun, Dışarı çıkma, *Kendine gel!*,  Geleceği ...