8 Ocak 2019 Salı

Ego’ya Rağmen Değil, Ego ile Birlikte…




Ego’nun “kötü” ve “susturulması” gereken bir “şey” olduğuna inandık, öyle öğretildi.. Peki ego’nun bizim bir parçamız olduğunu hiç düşündük mü? Peki bir insan kendi öz’ünden nasıl “kurtulur” veya “kurtulması” gerekli midir? Bu soruları hiç sorduk mu?

***

Ego’yu bir şeytan haline getirdik, bunu ilk kadim insanlar iddia etti, saatler, günler ve hatta hayat boyu süren derin meditatif çalışmalarla Ego’yu susturmak ve mümkünse de öldürmek hedeflendi, bu bir “inanç sistemi” haline geldi, adına “Budizm” denildi, ardından gelen birçok inanç sistemi bu prensipleri almaya/kopyalamaya devam etti, ve “yeni çağ düşünce sistemi” dediğimiz akımla birlikte Ego’nun üzerine hem bilimsel hem de ruhsal bir şekilde gitmeye devam ettik...Psikoloji bilimi de pastayı süsledi, üzerine vişnesini de koyduk.. 

Ego yeni çağın içimizde var olan Şeytan’ı haline işte bu şekilde geldi.

***

Tüm kişisel gelişim, metafizik, ezoteri, psikoloji ve ruhsal bilimler verdikleri tüm bilgilerle bize hizmet ediyor mu? Neye inanacağız, geleneksel bilgilerin tamamı değiştirilmiş, insan (ego) öğesi ile bulandırılmışken, yeni çağ öğretilerinin de bazı kavramları yanlış anlattığını iddia edersek, biz neye inanacağız, neyi takip edeceğiz?

Aslında görmenizi istediğim tek bir şey var, aslında bu alternatif ve ana akım inanç sistemlerinin tamamının görmenizi istediği çok önemli ORTAK başka bir şey var… Sen, Yaradan’ın bir parçasısın, Yaradan’a ait tüm bilgiler senin ve tüm evrenin içinde bir kod olarak var. Bu durumda, bir bilginin senden saklandığını veya herhangi bir bilgiye sahip olmadığını düşünüyorsan, dış kaynaklardan yapacağın araştırmayı mutlaka ama mutlaka kendi iç kaynağınla TEYİT etmelisin.. bu iç kaynak senin analitik zihnin değildir. Analitik zihin, Ego’nun sorun çözme metodolojisini kullanır, bundan başka kaynağı yoktur ve enerjiyi anlamaz, tanımlayamaz, oysa sorunu yaratan Ego’nun kendisidir- sorunu yaratanın sorunu çözeceğini beklemek deliliktir. 

Enerjiyi tanımlayan, ruhsal-ilahi-tanrısal öz’ündür, çünkü kendisi enerjetik bir forma sahiptir. Dolayısıyla, sıradan duyuların, sahip olmadığın bir bilgiye sahip olduğuna inanmaz, dolayısıyla da bu bilgiye giden yol sıradan duyuların olamaz, kaba tabirle ancak “sezgilerin” olabilir ve genellikle sezgilerin, analitik zihninle ortak fikirlere sahip değildir.. bunu anlamak için kendine karşı çok dürüst, yargısız ve açık kalpli olmalısın, başka bir ifade ile, bildiğini zannettiğin tüm bilgiler, inançlar, doğrular ve yanlışlardan “vazgeçmeye” hazır olmalısın…

Bilgiye ulaşmak için (analitik zihninin) “bilmediğini” kabul etmek zorundasın, ancak bu şekilde hakikati “bildiğini” farkedebilirsin / hatırlayabilirsin. 

İşte tüm inanç sistemleri, sana, vicdan, kalp gözü veya çok ama çok farklı sayıda terimle ifade edilmiş olan o iç kaynağına dönmeni, Tanrı’nın şah damarın kadar yakınında olduğunu anlatır. Bizler de, bu temel prensibi atlar, ikinci, üçüncü ve tali birçok prensibi bu sağlam temelimiz olmadan uygulamaya kalkarız. 

Yani, bir doktor çıkar, dediklerini sorgulamadan uygularız, bir kişisel gelişimci çıkar, dediklerini anlamadan, uygulamadan, onarız, bir din adamı çıkar, sanki Kutsal Kitabı o yazmışcasına, onun tercümelerine güveniriz...biz, bize öğretilenleri, sorgulamadan kabul etmeye çok müsait varlıklarız, tekrar ediyorum, bu sorgulama “bilimsel veya analitik bir sorgulama” değildir. Bunu, gereğinden fazla zaten yapıyoruz.

Reiki’yi (evrensel yaşam enerjisini) anlattığımda, Reiki enerjisini hissetmeden önce, enerjinin ne olduğunu “kafasına”- “analitik” olarak oturtmaya çalışan o kadar çok kişi var ki...Ben bunu elimden geldiğince yapıyorum- ancak ilave de ediyorum- deneyim olmadan edinilmiş bilgi, bilgelik getirmez, biliş halini getirir...dolayısıyla Reiki yani saf enerjiyi ana duyularınız anlamaz, tanımlayamaz...Reiki’ye uyumlanma bu nedenle gereklidir, çünkü Reiki enerjisini tanımlayabilmek ve kullanabilmek için duyu-ötesi algılarınızın da açılması gerekir ki bu da uyumlama aracılığıyla sağlanır- uyumlama bir nevi genel frekansın yani algı kapasitesinin yükseltilmesi halidir. 

Şimdi gelelim, o atladığımız en önemli temel prensibe...İç Kaynak nedir?

Arkadaşlar iç kaynağın ne olduğunu ben ancak kendi subjektif deneyimlerime göre olsa olsa size ancak “tarif edebilirim” ama bu tarif kesinlikle hakikatin eş değeri değildir. İç kaynak sizin tanrısal zekanızdır, sizin subjektif dünyanızda, sizin ruh amacınıza ve frekansınıza en uygun rotayı, bilgileri, prensipleri size sunan sınırsız bir arşivdir. Şimdi, şunu asla unutmayın, sizin kurallarınız, rotanız, bilgileriniz, etik ahlak anlayışınız ve prensipleriniz ile başka bir varlığın hayatında tanımladığı verileri aynı olmayabilir… Bizler tüm’ün tekleriyiz bu doğrudur, ancak tüm olanı tek olarak tanımlamanın da bir amacı var, kendi subjektif realitemizi yaratarak genişlemek...bu realite “subjektiftir”... Yanlış anlaşılma olmasın, daha önce bir Instagram postumda da paylaştığım gibi, çekim yasası ile sizler kendi SUBJEKTİF realitelerinizi yaratıyorsunuz, bunu an’da bilinçli seçimler yaparak gerçekleştirmeniz idealdir. Ancak kozmos dediğimiz (ki bu kavram demek istediğimi tam olarak kapsamaz) bu düzenin yaratıcısı “Yaradan’dır”. Yaradan kavramını, bu düzlemde, bu dil ile tam olarak tanımlamanız ve tarif etmeniz imkansızdır, deneyin göreceksiniz...Dolayısıyla ben size veya birçok kaynak size, siz Tanrı’sınız dedimde, Yaradan’ı kastetmiyoruz… Yaradan’ın parçası olan ve subjektif realitelerini yaratma kabiliyeti olan maksimum potansiyeli insan-tanrı (homo-deus) olan varlıklardan bahsediyoruz. Bu insan-varlıklar bu tekil halleri ile elbette ile kozmosu yaratamaz, düzeni yaratamaz, bu bambaşka bir konudur. Ancak bu insan-tanrı formu kendi subjektif realitesini dünya düzleminde yaratma kabiliyetine sahiptir, insan-tanrı formu kollektif olarak aynı düşünce titreşimine sahip olduğunda Dünya’da cenneti yaratma kabiliyetine de sahiptir, ancak şu an dil kabiliyetimiz ile tanımlayamadığımız Düzen bambaşka bir konudur. Umarım bu ayrım sizin için nettir. Çünkü çekim yasası çalışmalarını, “Allah’a şirk mi koşuyorum ben” gibi analitik düşüncelerle, yapmayan, yapamayan bir çok kişi tanıdım.

Bu sorgulama biçimi bile, bizim inanç sistemlerini ve düzlemleri ne kadar anlamadığımıza dair harika bir örnektir. Şimdi siz, herşeyi yaradan herşey ve hiçbir şey olan bir oluş haline şirk koşabilecek kadar kendinizi güçlü ve ona eş hissediyor musunuz? Veya hadi diyelim, inanıyorsunuz, şirk te koştunuz-kibir!. Yaradan’ın insan gibi bir ego’ya sahip olup, sizi bir insan gibi cezalandıracağına mı inanıyorsunuz? Bu gibi bir sorgulamaya girdiğinizde esasında zihninizde analitik olarak yarattığınız Yaradan kavramının, süper insan-varlıktan başka bir form olmadığını anlayabilirsiniz, Yaradan insan-formuna sahip olmadığı için egosu da yoktur, dolayısıyla, ceza-ödül sistemi Ego’nun yarattığı bir sistem olduğu için, şüphesiz ki bu inanç ilüzyondur ve yanlıştır. İnsan-varlık evrimleştikçe ve bilinç düzeyini yükselttikçe,Tanrı kavramının da evrilmesi bu nedenledir. İnsanın tarif etmeye çalıştığı varlık Yaradan değil, kendi maksimum potansiyelidir, çünkü Yaradan’ı şu an bu kapasite, bu dil ve bu düzlemde tanımlamak imkansızdır. Çok çok kaba bir tanımla şunu söyleyebiliriz, Yaradan ile Tanrı aynı şey değildir, aynı kavram değildir, aynı şey’e işaret etmez.. Buradaki ironiyi de görün isterim, aynı şey’e bu düzlemde işaret etmez ama aslında bu ikisi makro ve geniş çerçevede aynı şeydir de aynı zamanda…=) Yaradan’ı daha iyi anlamak istiyorsanız, şu sorunun cevabı daima iş görecektir.


Şimdi “Sevgi” olsa ne yapardı?

Bu konuda biraz daha netleştiysek gelelim, ego ve insana…

Öncelikle bu kavramları anlayabilmeniz için, kendi düzleminizdeki kanunları çok iyi anlamanız gerekir. Bu dünyada “polarite” yani “kutupluluk” kanunları esastır. Yani siyah rengi, beyaz olmadan tanımlayamazsınız, aşk’ı da nefret olmadan tanımlayamazsınız...Dolayısıyla ben size birşeyi tarif ederken, anlamlandırabilmeniz için “kutupluluk” prensiplerini kullanmaya devam ediyorum.. Tanrı ile Yaradan aynı şey değildir ama aslında aynı şeydir derken, dünyevi düzlemdeki konumunuzu anlatabilmek için yine kutupluluk kanunlarını - yani AYRILIK BİLİNCİNİ kullanmak durumundayım- ama bu hakikatin tam tarifi değildir. Umarım anlatabiliyorumdur. 

Yine aynı kutupluluk prensipleri nedeniyle ego ile insan.. melek ile şeytan tanımına yakın bir forma kavuşturulmuştur. İşte size hakikat bu değil derken kastettiğim de tam bu… Ego ile İnsan varlığı birbirine düşman “o ve ben” şeklinde ayıran bilinç, dünyevi bilinçtir, kutupluluk çerçevesinde tanımlarını yapar. Dolayısıyla da, birçok eğitmen, din adamı, kişisel gelişimci uzman ve bilim adamının da Ego’yu “kötü” bir araç olarak değerlendirmesi bu nedenledir. Ego ile insanın varlığını özünü birbirinden ayırmaya çalışırlar. Çünkü Ego ile Öz, ayrılık bilincinin hakim olduğu bu düzlemde, siyah ve beyaz gibi yansır bize...biz de, hayatımızda siyahları “istemediğimiz” için, siyahı yok etmeye çalışır, sadece “beyaz” olmak isteriz. 

Ama bu işe yaramaz. Dünya üzerinde Ego’sunu öldürmüş tek bir insan-varlık göremezsiniz, çünkü Ego insan-varlığın kendinden hiçbir zaman koparamayacağı, ayıramayacağı, öldüremeyeceği ÖZ’ÜNÜN BİR PARÇASIDIR. Hakikat, ayrılık ve ayrıştırmaya değil, birlik ve birleştirmeye ve entegrasyona yönelir. Ego’nun ölmesi, insan mekanizmasının ölmesidir. İnsan olarak da, insan deneyimini maksimum potansiyelde yaşamak isteyen varlıklar olarak, Ego’yu susturmaya daha da iddialisi öldürmeye kalkmak, insanın “ayrıştırma” prensiplerine göre çalışması anlamına gelir ki, ayrılık bilinci, tüm düzlemler içerisinde görece düşük bir titreşime sahip bir bilinç derecesidir. 

Dolayısıyla bilinç düzeyini Ego’yu susturarak ya da öldürerek yükseltmek mümkün değildir. 

Bu olsa olsa zaman içerisinde, büyük bir duygusal patlama, büyük bir depresyon, amaçsızlık, keyifsizlik ile neticelenir. En iyi ihtimalle ise olacak olan şudur, insan-varlık, insan bedeninde, insan-varlık halinden ayrışarak kendisini Yaradan frekansı ile eşleştirmeye çalışır (bu teknik olarak mümkündür ve tüm Budistler bunu amaçlar) ama böyle bir durumda da insan-varlığın dünya deneyiminde neden Yaradan deneyimini yaşamak istediği sorgulanmalıdır. Zira bu bedeni bıraktığımızda, bu bedenin getirmiş olduğu sınırlamaları da bırakıyor olacağız ve bu dünyada erişmek istediğimiz bu “üstün” seviyeye zaten hepimiz eninde sonunda ulaşıyor olacağız, o halde bu dünyada bu mekanizmayla ve bu görece sınırlarla var olmamızın BAŞKA BİR AMACI olmalı öyle değil mi? Bunu sorgulamanızı ve kendi cevaplarınıza varmanızı isterim. Doğru - yanlış yok, birçok yol var ve hepsi eninde sonunda aynı kapıya çıkıyor..Ama ben size, sizin için daha keyifli yollar olabileceğini anlatıyorum sadece=)

Bilinç düzeyini yükseltmek, bu dünya düzleminde insanın tüm parçalarını uyum içerisinde biraraya getirmesi ve bir BÜTÜN olması ile mümkündür- bahsettiğim minyatür Tanrı formu budur kendi varlığı içerisinde ayrışmaya son vermiş, ayrılığa son vermiş, bir bütünlük ve tamlık hali... Bu bütünlük hali, anlayış, sevgi ve kabulleniş enerjisi ile mümkün olabilir..

Öyleyse bu yolculuğumuzda ilk yapmamız gereken şey, kim olduğumuzu keşfetmektir.

***

Kim olduğumuzu bilmiyoruz evet...Sen kimsin? diye sorduğumda, tek bir kişi bile 1 dakika dahi düşünmeden, bana ismini, yaşamını, iş hayatını, aile/hayat öyküsünü anlatır.. Farkındaysanız bunların her biri size “verilmiş” veya sizin “edindiğiniz” etiketlerdir ve sizi hiçbir şekilde tanımlamaz..Sen kimsin, nesin? diye sorduğumda, bu sorunun cevabını tüm samimiyetinizle “bilemediğinizi”, “aradığınızı” ifade ettiğiniz gün, benim için birşeyler farklılaşır.. Benim koltuğuma oturan ve kendini “bir şeyler” zanneden kişi, kendisinin “diğer şeyler” hatta “her şey ve hiçbir şey” olmadığını anladığı gün, kendi Tanrı’sına yakınlaşmış demektir. 

Kim olduğunuzu nasıl mı keşfedeceksiniz? Öncelikle bunun bir reçetesi yoktur, çünkü tüm Dünya, size kim olduğunuzu anlatmak üzere, sizi, size geri yansıtır. Hayatınıza bakın, hayatınızda yer alan önemli kişi ve olaylara bakın, bu olay ve kişiler, sizin kendinizle ilgili muhtemelen yüzleşmek istemediğiniz, ego durumlarını size geri yansıtır, yansıtır ki, siz bu öğeleri kendi varlığınıza entegre edebilin.. Bu bu düzlemin diğer bir kanunudur, Yansıma Prensibi… 

Dolayısıyla, gerçekliğiniz ve hayatınız subjektiftir, çünkü yansıma prensibine göre, tüm hayatınız iç dünyanızın size bir geri yansımasıdır, ve sizin iç dünyanız ile benimki farklı olduğuna göre, realitelerimiz de birbirinden farklı tezahür edecektir. Yansıma Prensibi’nin bilinçli olarak kullanıldığı öğretiye Çekim Yasası denir. Çekim Yasası size an’da bilinçli seçim yaparak, subjektif realitenizi yansıma prensibine göre yaratmanızı sağlar. Bunu tüm insanların yaptığı bir dünya şüphesiz ki kişisel ve kollektif bir Cennet halini alma potansiyeline sahiptir. 

***

Peki bu durumda Ego nedir, ne işe yarar.. Öncelikle Yaradan’ın tüm varlıkları mükemmel bir mekanizmaya göre yarattığı prensibini unutmayın.. Dolayısıyla Yaradan size “gereksiz” bir aracı vermez. O zaman, Ego gerekli. Peki biz Ego’yu neden düşman olarak görüyoruz o zaman?


Tamamen biraz önce bahsettiğim şekilde, kavramları, kutupluluk, ayrıştırma, karşılaştırma, yani polarite kanunlarına göre tanımlayabiliyoruz. Bu nedenle de otomatik olarak Ego kötüdür, ruh iyidir diyoruz. Kutupluluk Kanunu’nun görece düşük bilinç düzlemlerinde çalıştığını biliyoruz. Birlik Bilincinin ise yüksek bilinç düzlemlerinde var olduğunu biliyoruz. Bu durumda, formül çok basit...bilinç düzeyini yükselterek, algı kapasiteni geliştirmek istiyorsan öncelikle KENDİNE dair, ayrılık bilincinden çıkmalısın. 


O zaman önce o hazzetmediğin Ego nedir, ne işe yarar, niye var ve bu araçla ne yapmalı onu anlamalısın.


Ne dedik, teknik kapasitemiz dahilinde, insanın kendi subjektif realitesini çekim yasası kanunları uyarınca yaratma kabiliyeti vardır, dünya bu kabiliyeti insan bedeninde deneyimlemek için harika bir düzlemdir.. Sorun, bu kabiliyete sahip olduğumuzun farkında olmamamız, farkında olsak dahi bu kanunu kullanamamız. Çünkü bu yazıda anlatmayacağım birçok sebepten ötürü, bu “unutma” halini birçoğumuz deneyimliyor. 


İşte burada Ego’ya şükretmemiz gerekiyor. Neden mi? Çünkü bu unutma halini kompanse eden yani tamamlayan, tek aracınız Ego… Bu unutkanlık halinin olduğu durumda, Ego’nuzu da yok etmeye kalktığınızda...seçim ve hareket dolayısıyla da yaratım kabiliyetinizi sıfırlarsınız. Böyle bir durumda bir kaya veya bitkiden farkınız kalmaz -eğer var olmaya devam edebilirseniz- ki edemezsiniz. Çünkü en basit tanımıyla “o karanlık sokağa girme, o sivri yere dikkat et kafanı çarparsın, arabanın önüne atlama ezilirsin” gibi çok çok çok basit ama sizi hayatta tutan düşünceleri, duyguları oluşturan ve akabinde eylemsel seçimleri yapan Ego’nuz =) 


Yani bu dünyevi düzlemde iki şekilde var olabilirsiniz:


1. Öz’ünüzün rehberleriğinde bilinçli olarak an’da seçim yaparak subjektif realitenizi yani hayat öykünüzü yaratabilirsiniz. (Bir uçağın pilot tarafından manuel olarak kullanımı)


2. Öz’ünüzü duyamadığınız, duymadığınız hallerde de, doğduğunuz andan özellikle 5 yaşlarına kadar sizi hayatta tutacak bilgileri depoladığınız bilinçaltı ve egonuzun birlikteliğinde, otomatik seçimler yaparak hayat öykünüzü yaratabilirsiniz. (Bir uçağın, pilot uyuduğunda, uçağın rotasında devam edebilmesi için devreye soktuğu, oto-pilot programı)

***

İnsanların büyük bir oranı hayatlarını oto-pilotun kullanımına devretmiştir. Bu oto-pilotun bizi soktuğu rotadan hoşlanmayınca da, dönüp oto-pilota düşman oluyoruz. Ha, bu arada, oto-pilot ve manuel kullanımın hiçbir şekilde farkında olmayan ÇOK BÜYÜK bir çoğunluk adına, onların da bir gün farkındalığa erişmesini dilemekten başka yapabilecek hiçbir şeyim yok, hiçbir şeyiniz yok...Onlara da anlatabilirsin diyebilirsiniz, farkındaysanız ben tüm kamuya insanlığa açık erişilebilir bir yazı yazıyorum, hakikatı olabildiğince tarif etmeye çalışıyorum ve sizin bilinç düzeyiniz bu yazıyı okumaya “çekiliyor” ise, siz de benimle aynı dili konuşuyorsunuz, bir de bizimle henüz aynı dili konuşmayan bir grup var, bu grup farzedin ki sadece Türkçe konuşabiliyor, ben ise onlara göre Türkçe dilinde yazılmış gibi görünse dahi “Uydurukça ve hiçbir anlam ifade etmeyen” bir şeyler yazıyorum, hatta bu grubun çoğu benim ve benim gibilerin ve bu kaynakların varlığının farkında bile değil, onların subjektif realitesinde bu bilgiler “yok”, “görünmez”, gören büyük bir kısım için ise bu dil Türkçe değil “Uydurukça”..Dolayısıyla, sizinle aynı dili konuşmadığını gördüğünüz insanlara, size hiç sormamalarına rağmen, bir şeyleri onların anlamadığı bir dilde anlatmaya çalışmanız hiçbir işe yaramaz.. Sizin yapmanız gereken, sadece yüksek bir frekansta var olmak ve var oluşunuzla, hayatınızla, ışığınızla birilerine “ilham” olacağınızı bilmektir. Ben ise, bu yazıları yazıp salıyorum ve ihtiyacı olanların bu yazılara erişeceğini biliyorum. Şifacı Yükü denilen kendi yarattığınız bu yükleri taşımanıza gerek yok. Bu da böyle bir not olsun. Kaldı ki, benim dahi, bu anlattıklarımı genel seviyenin anlayabileceği bir dile "çevirdiğimi" de unutmayın. Dolayısıyla bazılarınız ne demek istediğimi çok iyi anlıyor, henüz anlamayanlar da anlayacaktır.

***

Ego’nun neden şimdi en büyük kurtarıcınız ve esasında koruyucunuz olduğunu sanırım görebiliyorsunuz. Biz insanlar bilinçli yaratım kabiliyetimizin farkında değiliz, Ego yani oto-pilotumuz da olmasa bizler seçim ve yaratım yapamayacağımız için "anlamlı bir şekilde hareket edemeyecektik" yani çoktan “düşmüş” olacaktık.


Bu nedenle, öncelikle, Ego’nun kötü veya kurtulunması gereken bir şey olduğu fikrinden vazgeçmelisiniz. Bu bir organınızı, onu anlamadığınız ve kullanamadığınız için, yani size göre işe yaramadığı için , kesip atmaya benzer, neyse ki yaratım o kadar mükemmel ki, egoyu bu bedendeyken kesip atmanız imkansız =) Bu Ego’yu kesip attığına inanan ve kendisini Guru ilan eden insan-varlıklar için ise, öğreti spiritüel ilüzyon ve spiritüel bypass yolu ile gerçekleşmektedir. 

Bu arada bu Düzen tekrar bir saygı duruşunu haketmiyor mu sizce de?

Ego’yu kesip atamayacağınıza göre, onunla ne yapacaksınız? 

***

Arkadaşlar bir pilot ne yapar?

Bir pilot önce:

- Gideceği rotayı belirler, ayarlamalarını an’da yapar ve bırakır. Bunun için Pilot ve ekibi isterse milyonuncu kez yola çıkıyor olsun, check-list’lerini muhteşem bir disiplinle kontrol eder. 

Meali; bir insan kaçıncı hayatını veya deneyimini yaşıyor olursa olsun hayat öyküsünü, rotasını net hatlarla belirler, disiplinlidir, ve bu rotaya uygun seçimler yapar, daha doğrusu yapmalıdır. ve rotaya dair unutkanlık yaşadığı her noktada, bir pilot gibi check-list’ini yeniden çıkarmalı ve yeniden kontrol etmelidir, ama insan bunu yapmaz. Zaten insanın hayat öyküsüne dair hazırladığı bir check-list dahi genellikle yoktur. Benim de danışanlarım ile ilk olarak yaptığım şey, onlara o uçağa uçurmadan önce check-list hazırlatmak, ve bu check-list’i ne kadar aptalca bulurlarsa bulsunlar, daima ezberleyene kadar yanlarında taşımak ve kontrol ettirmektir. 

- Pilot, atacağı her yeni adımda, bu adımın rotasına uygun olup olmadığını kontrol eder, neticede fırtına ve rüzgarların aracı rotasından saptırması istemediği bir şeydir, dolayısıyla, seçimleri farkındalık dolu olmalıdır. İnsanın seçimleri ise genellikle otomatiktir, öğrenilmiştir.

Ama bu dahi önemli değildir çünkü, ilahi Düzen size bir uçağın bir pilota yardım ettiğinden çok daha fazlasını yapar ve rotanızdan çıktığınızda, rotanızı unuttuğunuzda, size herkes, her olay ve her araçla, hatta sağlığınız aracılığıyla sinyal verir…

Pilotun farkı, ekranında rotadan sapıldığına dair bir sinyal gördüğünde manuel olarak derhal müdahalede bulunmasıdır (“course-correcting” - rotanın yeniden düzenlenmesi). İnsan ise bu sinyalleri genelde görmezden gelir. 

- Pilot farkındalığını yitirir ise, veya kafası bulanır ise, Kule ile iletişime geçebilir, yani kendisini “dışarıdan-yukarıdan” izleyen bir gözden konumunu, hızını, hava akımlarını, trafiği vb. kontrol etmesini ister. 


Kule, sizin Tanrısal zekanızdır. Kule, siz alanın içinde olduğunuz için göremediğiniz ayrıntıları size “yukarıdan” gösteren bir araçtır ve rotanızı düzeltmeniz için sizi daima uyarır.. Uçak, kule olmadan, sağlıklı, tam ve bütün bir şekilde gideceği yere varamaz, belki de hiçbir şekilde varamaz! Kule ile iletişime geçmenin en kolay yolu, sessizlik ve içe dönüştür (meditasyon) ve bu iç sese soru sormaktır ve gerekirse koordinasyonları not almaktır..Tıpkı kule ile iletişime geçer gibi...ancak kule sizin içinizdedir, dışarıda değil. Kule uçağın “yumuşak bir yolculuk” geçirmesi için sadece rotadan saptığınızda size haber vermez, Kule aynı zamanda, hava düzlemleri içerisinde en rahat ve en kısa olan rotayı da Pilot’a bildirir, bu şekilde uçağın fırtına akımlarından da geçmesine de gerek kalmaz, havanın berbat olmasına rağmen, gerekli manevralarla,uyarlamalarla, bir iki ufak sarsıntıyla yolculuğunuzu tamamladığınız olmuştur. Yani siz kendi Kule’niz ile iletişim halinde olursanız, bu Kule çoğu zaman gideceğiniz yere varmanız için fırtınadan geçmenize gerek olmadığını size anlatmaktadır. Bazen de o fırtınadan geçmeniz gerektiğini ama bu fırtınanın uçağa hiçbir şekilde zarar verecek kapasitede olmadığı bilgisini de yine Kule size verir, Pilot yolculara şiddetli türbülanslardan geçebileceğinizi ama endişelenecek birşey olmadığını belirtir, siz ise sağlı sollu korkunç şekilde sallansanız dahi, “düşmeyeceğiniz” bilgisini aldığınız için, bu sallantının geçeceğini bilir ve sabırla beklersiniz. İşte sizin içsel Kule’niz de esasında bu bilgilerin tamamını size verir, ama siz duymazsınız. Dolayısıyla her sarsıntıyı çok olumsuz bir şekilde yorumlar, ölmeden defalarca ölürsünüz ve bu gereksizdir. Oysa belki de yanınızda oturan kişi, aynı sarsıntıdan geçmiş olmasına rağmen muhteşem bir yolculuk geçirmiştir, siz ise indiğinizde betiniz benziniz atmış bir halde kendinizi bulabilirsiniz. İşte bu da “subjektif realitedir”.

***

O zaman özetleyelim, ilk adımlar nelerdir? 


1. Bir hayat rotası belirlemektir, 

2. Bu rotadan çıkmamak için de çok net kurallar belirlemektir - bu sizin check-listinizdir. 

***

Ama bir sorun var, bir Pilot manuel olarak da- otomatik olarak da rotasına dair AYNI koordinatları girer..bu nedenle de, uyusa da, uyanık da olsa, gittiği rota aynıdır.

Bir insan ise, manuel olarak hayat rotasını belirleyebilir, ama otomatik olarak belirlediği hayat rotası, manuel olarak belirlediği rota ile çatışabilir… İşte burada Ego rotası vs. Ruh rotası çatışması meydana gelir… 

Peki bir pilot olarak ne yapmalı, pilot oto-pilot ile manuel sistemleri birbirine eşleştirdiğine göre, biz de insan olarak Ego ile Öz’ün isteklerini eşleştirmeliyiz. Çok net değil mi? Bir pilot ne sadece oto-pilotla uçağı kullanır ne de sadece manuel olarak unutmayın. 


3. Dolayısıyla üçüncü adım, Ego’mun benim için belirlediği hayat öyküsü ve rotası nedir? Manuel olarak belirlediğim rota ile ne gibi farkları var? sorusunu sormaktır. 

Burada farkındaysanız, Ego’yu susturmak veya kovmak yerine, tam tersi, öne çıkmasını rica ediyorum. Ego’nun sunduğu rota içerisinde amacının sadece uçağı “havada” tutmak olduğunu unutmayın, yani uçağın bütünlüğü, selameti, yumuşak bir uçuş olup olmaması vs. hiçbiri ana amacı değil, tek amaç uçağı o ya da bu şekilde havada tutmak..bunu da İnsan doğduktan sonra “edindiği” etiketler, inançlar, doğrular ve yanlışlar aracılığıyla yapıyor… 

Bunu da şuna benzetelim: Pilot diyelim ki, büyük bir kafa karışıklığı yaşıyor, manuel bir becerisi olduğunun farkında değil, Kule’nin de var olduğunu bilmiyor, sahip olduğu tek şey, ekibi ve yolcuları...Kokpitten çıkıyor ve yolcuların tamamına şunu soruyor “ arkadaşlar, rotamı kaybettim, size göre ben bu uçağı nasıl kullanmalıyım ve nereye götürmeliyim?”. Uçakta o gün 300 yolcu olduğunu farzedelim, 300 ayrı fikir, 300 ayrı koordinat duyuyor pilot, ilaveten yardımcı pilot ve uçuş ekibi de bambaşka fikirlere sahip (aile ve yakın çevre) kokpite geri dönüyor ve kendince en “mantıklı” olan yolcu/ekip koordinatlarını giriyor.. Ne olur?


İşte yaptığınız budur, Kulenin varlığının ve manuel kullanım becerisinin farkında olmayan insan, uçağını havada tutabilmek için etrafından yani yakın çevresi/ekibi (aile) ve dış çevreden (yolcular) uçağına dair doğru yanlış birbiriyle çatışan birçok bilgi edinir ve bu bilgileri “doğru” olarak kabul eder...

Bu kısmı tekrar okuyun diye tekrar yazıyorum:

İşte yaptığınız budur, Kulenin varlığının ve manuel kullanım becerisinin farkında olmayan insan, uçağını havada tutabilmek için etrafından yani yakın çevresi/ekibi (aile) ve dış çevreden (yolcular) uçağına dair doğru yanlış birbiriyle çatışan birçok bilgi edinir ve bu bilgileri “doğru” olarak kabul eder...

Ama bu yolcular da olmasa, uçak düşecek!

O yüzden Pilot yine de yolcularına şükran duymalıdır. 

Sorun yolcuların verdiği yanlış koordinatlarda değildir, Yolcular kendi en iyi bildikleri fikirleri tamamen uçağı havada tutmak amacıyla yani iyi niyetleri ile Pilot’a sunar..Pilot’un uçağı istediği yere gitmedi diye yolculara kızmak gibi bir hakkı yoktur. Ama insan ne yapar, Ego’suna kızar, onu yargılar, ve uçağından kovmaya kalkar - ama bu mümkün değildir, dolayısıyla, uçağın içinde Pilot, nefret ettiği, kurtulmak istediği yolcularla birlikte yolculuk etmeye devam etmek zorundadır. 

Üstelik içlerinden çok çok akıllı, aydınlanmış gibi görünen birkaç yolcu da, "bizim tamamımızı yok sayabilirsin, bize kulağını tıkayabilirsin, hatta bizi uçaktan da atabilirsin, böylece sana müdahale etmeyiz" gibi bir fikri de Pilot'a sunmuştur (egoyu susturma prensibi). Pilot en nihayetinde farklı yolcu fikirlerinin kendisini istediği rotaya götürmediğini anladığında, en son çalışma olarak, Yolcuları bertaraf etmeye kalkar..Oysa ki, bu da sadece bir "yolcu görüşüdür". (Spiritüel bypass dediğimiz, spiritüel ego'nun devreye girmesi hali)

***

Alternatif bir yolculukta ne olurdu? 

Diyelim ki, pilot bu yolcu koordinatlarını girdi, Pilot artık uyanık olmak zorunda, uyumak gibi bir lüksü kalmadı. İnsan olarak bu yazıyı okuduktan sonra tıpkı uyumak gibi bir lüksünüz olmadığı gibi.. Pilot farkındadır, yolcu koordinatlarını girmiş olduğunu ve bu koordinatların uçağını KENDİ istediği yere götürmeyebileceğini biliyordur. Bu birinci aydınlanmadır...Dışarıdan edinilmiş koordinat, bir uçağı ancak havada tutabilir ve uçağın Pilot’un değil, o yolcunun istediği yere gitmesine neden olur. Pilot 300 yolcusunun istediği farklı rotalara aynı anda elbette uçamaz, dolayısıyla uçak spin atar, yuvarlaklar çizer, kimi zaman hava boşluğunda asılı kalır, kimi zaman irtifa kaybeder, kimi zaman da irtifa kazanır. Pilot uyanık olduğu için, uyanık kalmak zorunda olduğu için, rotasını gözlemlemeye başlar. Uçağım nereye gidiyor?Tekrar ediyorum, bu ilk aydınlanmadır..sadece bir soru ile başlar.


Size soru; bugüne dek uçağınız nereye gitti, bu andan sonra nereye gidiyor?

***

Uçağın nereye gittiğini anlamak adına, Pilot tekrar kokpitten çıkar, ve yolculara geri döner.. Tıpkı insanın ego’sunu “önüne” / “karşısına” alması gibi.

Arkadaşlar, uçak şu an benim istediğim rotada gitmiyor. Bana hangi koordinatları verdiniz ve siz bu koordinatlarla benim nereye gitmemi hedefliyordunuz? Mantığınızı anlamaya çalışıyorum, çalışıyorum ki, harmonik bir uçuşa geçebileyim.

Farazi olarak cevapları alalım.

Yolcu 1: Benim için amaç, hayatta kalmak, bu uçağı havada tutmak, nihayetinde, uçak düşerse, ölürüm, ölmek istemiyorum, dolayısıyla ben, bu uçağın havada kalmasından emin olmak adına bir takım koordinatlar verdim, aslında belirli bir rota vermemiştim sana. Amacım sadece hayatta kalmak.

Yolcu 2: Benim için amaç, uçağın havada kalmasından çok öte, benim bu uçağın belirli bir yere gitmesi için bir hedefim var. Ben bu uçağın kalktığı halinden çok daha sağlam bir şekilde alana inmesini istiyorum.. Ben bu uçağı güçlü ve sağlam kılmak istiyorum. Bu nedenle de, uçağı sarsacağını düşündüğüm hava akımlarından uçağı uzak tutmak adına sana koordinatlar verdim rotan uçağın sağlamlığı, zarar görmemesi ve gücünü koruması adına belirlendi..

Yolcu 3: Benim için amaç, rahatlık, mutluluk ve neşe. Dolayısıyla ben sana, en keyif alacağımızı düşündüğüm rotanın koordinatlarını verdim. Ama Yolcu 1 ve 2 yüzünden bu koordinatları kimi zaman girmiyorsun, çünkü benim koordinatlarımın bir kısmında fırtına hava akımlarına girmen gerektiği görünüyor, Yolcu 1 ve 2 uçağa güvenmediğinden bunu istemiyor, ama kimi zaman da bu koordinatları giriyorsun..bu sallantılı yolculuktan midem bulandı artık.

Yolcu 4: Ben Yolcu 3’e katılıyorum, ama keyif, neşe ve mutluluğun başka araçlarla ilgisi olduğunu düşünüyorum, örneğin maddi konfor..Bu maddi konforu sağlamak adına ben Yolcu 3’le aynı amaca sahip olmama rağmen sana Yolcu 3’ten daha farklı koordinatlar verdim.

Yolcu 5: Ben kendi rahatımdan çok diğer arkadaşlarımın rahat etmesi ile keyif alan bir yolcuyum, dolayısıyla 300 kişinin genel isteğini anlamaya çalışıyorum deminden beri, bu memnuniyeti sağlamak adına sana koordinatlar verdim, neticesinde sen de bu uçuşun sonunda “iyi bir pilot” olarak anılmak istersin diye düşündüm.

Yolcu 6: Ben, sadece kendi rahatımı düşünüyorum, Yolcu 5, 300 kişiyi memnun edeceğine inanıyor ama, bu imkansız, dolayısıyla, 299 kişinin ne istediği umrumda bile değil - onlar hangi koordinatı verirse ben inadına tersi koordinatları verdim. 

Şimdi bu fikirleri 6 değil 300 fikre çoğaltın.. İşte siz, size ait olduğuna inandığınız ama esasında, sizinle hiçbir ilgisi olmayan inanç ve isteklere bu şekilde sahip oldunuz. Bu koordinatlar size ait değil.. “dışarıya ait”..yolculara ait.. ve yolcuların hepsi “kendi” menfaatlerine en uygun olaran seçimleri size öneriyor.

Yolcuların hepsi, bir sebepten kendilerine göre, kendilerine en iyi şekilde hizmet edecek fikri Pilota veriyorlar. Bunu görün, hiçbiri anlamsız değil, her birinin oluşmasının bir sebebi var. Bunu görün!

***

İşte Ego bu şekilde çalışır. Ego bir fikirler arşividir. Kötü veya iyi değildir, otomatik bir pilottur ve bu pilota koordinatları seçerek veren yine sizsiniz, dolayısıyla Ego’yu suçlamanız, kendi kendinizi suçlamanızdan başka bir şey değil, şimdi neden Ego ile düşman olmanın bilincinize ve dolayısıyla da hayatınıza katkı sağlamayacağını görüyor olmalısınız. 

***

Pilot, yolcularını dinler, hem de tek tek, 300 yolcunun 300’ünü de dinler ne kadar zaman alırsa alsın.. yapmak istediği uçağının içindeki yolcularla BİRLİKTE, uçağını KENDİ istediği rotaya götürmektir. Bu uçuşun en keyifli şekilde geçmesini sağlamak için, 300 yolcusu ile birlikte ortak bir noktaya varması gereklidir..Onları atamaz, onlara bir açıklama yapmadan kendi rotasını dayatamaz - içeride isyan çıkar =) İlk yapması gereken, tekrar ediyorum, bu yolcuların, neden bu koordinatları Pilot’a vermiş olduğunu anlamaktır, Pilot bunu anlamalıdır ki, bu rotanın neden o Yolcu’ya hizmet etmeyeceğini, o Yolcu’ya anlatabilsin ve uyumlu sevgi dolu bir entegrasyon gerçekleşebilsin ve Pilot unutmaz, uçağın yetkisi ve yönetimi ona aittir, ve uçağını en iyi tanıyan doğal olarak da kendisidir, yolcuları değil. Peki biz insanlar olarak, kendi düşüncelerimizden çok, kimin düşüncelerine önem veriyor ve uyguluyoruz? 

Başka bir ifade ile, siz kendi uçağınızı en iyi tanıyan bir Pilot olarak, hangi yolculara “buyur geç arkadaşım sen kullan, benim rotamı en iyi sen bilirsin, benim uçağımı en iyi sen tanırsın!” diyorsunuz?

***
Özet olarak ilk adımlarıız neymiş tekrar anlayalım:

1. Manuel olarak belirlediğiniz rota ile, oto-pilota girdiğiniz rota koordinatlarının EŞLEŞMESİ gerekir ki, siz istediğiniz yere rahatlıkla gidebilin. Dolayısıyla;


2. Uçağı uçurma kabiliyeti olan bir Pilot olduğunuzu kabul edin.


3. Bir uçağın tüm yetkisinin size verildiğini ve o uçağı uçurma kabiliyetinizin olduğunu kabul edin. Sorumluluk alın. 


(Pilot olduğunuzu anlayamıyorsanız, hayatınızın da bir uçak olduğunu anlayamıyorsanız, haliniz bu düzlemde şu an için vahimdir - ileride elbette kendi yolculuğunuzda vakti geldiğinde hakikati göreceksiniz, ama an’daki durum şu an için vahimdir çünkü size yardım edebilecek bir aracımız kalmamıştır-artık havanın iyi gitmesi için dua etmekten başka şansınız yok)


4. Pilot olduğunuz gerçeğinin farkındalığı ile bilinçli olarak bir rota belirleyin, ve bu rotaya hizmet eden bir check-list (duygu-düşünce-eylem listesi) hazırlayın. Tembel olmayın, bu check-list daima kontrol edilmeli, ekip ve yolcular da bu önlem ve davranış pakedi / prensipler hakkında bilgilendirilmelidir ve bu prensiplere uymayan yolcunun uçaktan “indirileceği” bilgisi de geçilmelidir. Check-list ve prensipler esnetilemez, bükülemez, kırılamaz, vazgeçilemez ancak uçak ve pilot geliştikçe check-list revize edilebilir. Ancak bir check-list daima vardır.

5. Sizin manuel olarak yaptığınız seçimlerle çatışmakta olan oto-pilot koordinatlarının varlığının farkına varın ve bu koordinatları da sizin girmiş olduğunuzu hatırlayın. Bu koordinatları şu ana dek gezdiğiniz rotaların sizi ne kadar keyiflendirdiğini/ mutsuz ettiğini irdeleyerek tespit edebilirsiniz. Bir kısmı gitmek istediğiniz rotanın tam tersi, bir kısmı da çok isabetli olacaktır. Örneğin, ilişki hayatınız bugüne dek istediğiniz şekilde ilerlemediyse, 1) manuel olarak ilişki rotanıza dair bilinçli bir seçim/yaratım yapmamış olabilirsiniz 2) oto-pilota girdiğiniz koordinatlar sizin gerçek rotanıza hizmet etmiyor olabilir. 


Oto-pilot yani ego tarafından girilen koordinatların tek amacının uçağı yolcuların bildikleri en iyi şekilde havada tutması, veya yolcuların menfaatleri ile uyuşan bir rotada götürmesi olduğunu unutmayın.


6. Bu nedenle, yolcularınıza küfretmek yerine, kokpitten çıkın ve bu yolcularla konuşun, sen neden, nereye ve nasıl gitmek istiyorsun? 300 yolcu yani 300 ayrı fikire rastlarsanız, bu 300 fikri de dinleyeceksiniz. Ama korkmayın, genellikle hayatımızın çeşitli alanlarında yüzlerce değil, kontrol edebileceğiniz belli bir sayıda inanç ve fikrin olduğunu göreceksiniz. 


7. Yolcular (ego/fikirler/çekirdek inançlar/sanrılar/korku/kaygı) ile konuştunuz, amacınızın ortak olduğunu ve yolcunun sizin düşmanınız olmadığını hatırlayın. Neticede hepiniz aynı uçaktasınız ve birbirinizden ayrı olamazsınız, ve hepiniz de kendi bildiğiniz en iyi yöntemle o uçağı götürmeye çalışıyorsunuz, yani hepiniz iyi niyetlisiniz ve esasında tüm yolcular bile Pilot olarak size hizmet etmeye çalışıyor. Aynı uçaktasanız, ya birlikte düşeceksiniz, ya birlikte çekeceksiniz, ya da birlikte keyif alacaksanız unutmayın.

8. Yolcular ile görüşürken, öncelikle, bir Pilot olarak onlara yolculuk prensiplerini ve bu prensiplerin konulmasının amacını anlatın. Yolcu sizden daha iyisini bilmiyor, bilemez ve bilmeyecek. Bu yetkinliğin farkında olarak yolcularınızla konuşun..Yolcu’nun inançları ile sizin belirlediğiniz Yolculuk Prensipleri çatışabilir, bu durumda Yolcu’ya her ne şekilde olursa olsun, gerek örneklerle, gerek tatlı tatlı konuşarak, gerek sevgiyle, gerekse onu yatıştırarak, bir terapist gibi sabır ve anlayışla bu prensiplerin onun’da en yüce hayrına olduğunu anlatın evet bu maalesef sizin göreviniz. Sorumluluk alın. Neticede her gün işinizden kovulmamak için ekip arkadaşlarınızla bazen istememenize rağmen bu şekilde iletişim kuruyorsunuz öyle değil mi, bunu egonuzla da yapabilirsiniz =) Hayatınız söz konusu arkadaşlar, mesleğiniz aracılığıyla kazandığınız üç beş liradan bahsetmiyorum. Ciddiye alın. Hayat büyüktür meslekten, unutmayın. Hayat mesleği kapsar, ama meslek hayatı kapsayamaz. Çekim Yasası'nı anlayan ve kullanan bir yaratıcı için maddi kaynağın akışı sorun dahi değildir, meslek sorun yaratabilecek bir alan bile değildir, Bu nedenle mantıklı olun. Mantığınızı bu gibi şeylerde kullanın, neye vakit harcayip, neye yeterli vakit harcamadığınızı görün. 

9. Bir yolcu en başta sizinle aynı fikirde olmayabilir ama ilk hedefiniz en azından onu rahatlatmak ve yatıştırmak olmalıdır. En azından onun artık koordinat girişleri ile ilgili ısrarcı bir tavır sürdürmesinin gerek olmadığını anlamasını sağlayın, Yolcu’nun ısrar etmeyi kesmesinin tek bir yolu vardır, Pilot’a güvenmek.. Yolcu, Pilot’un yanında GÜVENDE hissetmelidir. Yolcunuzun bu şekilde hissetmesi için ne gerekiyorsa yapın. Aksi takdirde öz-sabotaj dediğimiz durum meydana gelir. Yani siz, Yolcuların isyanını ve çatışmalarını görmezden gelerek, doğrudan manuel olarak kendiniz için belirlediğiniz rotayı girmeye çalışırsınız ama uçak yine de çekim yasası hak getire o rotaya doğru gitmez de gitmez..sonra da siz tüm bu yolculuk hikayesinin- hikaye olduğuna inanırsınız. Kişisel Gelişim alanının zırvalık olarak nitelendirilmesinin belki de tek sebebi budur. İnsan-varlık kaç katmanlı olduğunun hiçbir şekilde farkında değildir, ve birkaç olumlama ile veya birkaç imgeleme ve salt pozitif düşünce ile hayatının değişeceğine inanır- daha doğrusu kendisi bir bütün olarak inanmaz da, tembelliği yani egosu onu inanmaya iter.

Oysa ben size diyorum ki, tüm bunlar hikaye mi, hakikatın ta kendisi, eğer kokpitten çıkıp uçağınızda 300 farklı yolcu taşıdığınızı, kule ile bugüne dek hiç konuşmadığınız için, rotayı yolcularınıza sorduğunuzu ve daha sonra da bir anda kendi kendinize karar verip, yolcuların koordinatlarını bertaraf ederek yeni rotalar girmeye çalıştığınızı anlasaydınız, neyin neden işe yaramadığını çok net görürdünüz. 

Günaydın! Arkanızda kendi koordinatlarının neden girilmediğini anlamayan ve hayatları adına çılgınca endişe eden 300 panik halinde mutsuz yolcunuz var...radyonun sesini açtığınızda (kişisel gelişim eğitimleri) onların sesini kısabiliyor musunuz? Kısabildiğinizi düşünüyorsunuz da, bakın, uçağınız hala sizin seçtiğiniz rotada gitmiyor! Neden? Siz radyonuzun sesiyle uğraşırken- yani yolcularınızın sesini kısmaya uğraşırken- o yolculardan birtanesi kalkıp, sizin kendiniz için girdiğiniz koordinatları, hayatsal paniği nedeniyle korkudan kendi koordinatlarına çevirdi bile! Ve siz o kadar uykudasınız ki, rotanızın değiştiğinin, koordinatlarınızın arasında “parazitlerin” girdiğinin farkında bile değilsiniz! 

Enerjinin çekim yasasına uygun olarak “gerçekleşebilmesi” için, yani yaratımın meydana gelebilmesi için, enerjinin tek, yoğun ve odaklı olması gerekir, aksi durumda yaratım istediğiniz şekilde meydana gelemez, ya hiç gelmez, ya da karmakarışık bir şey ortaya çıkar. Burada bahsettiğim “parazit” yolcularınızın yok saydığınız veya bertaraf etmeye çalıştığınız (egonun) paniğidir. Tüm dünya size pozitif düşünmenin gücünden bahsededursun- ki pozitif düşünmenin gücünü tarif etmek imkansızdır- çok azımız size arkanızda “taşıdığınız” yolculardan da bahseder.. Bu yolcular, mesaidir, iştir, “sorundur”..niye daha fazla moralinizi bozalım değil mi?

Ama kişisel gelişim, bir iç rahatlatma alanı değildir...bir tatlı gülüş, bir tatlı huzur değildir..

İlk başlarda…

O durum zaman içerisinde varacağınız bir oluş halidir, ama bana bunu da yolcularınız ile entegre olmadan, bütün ve tek olmadan yapmanız imkansızdır. Demek ki neymiş, çok katmanlı insanın, katmanlarının TAMAMINA sevgi, anlayış, şefkat, saygı göstermesi ve katmanlarının tamamına sarılması gerekliymiş…

***

Bu yazıyı burada sona erdiriyorum… bu yazı içerisinde hayatınıza dair ne yapmanız gerektiğini anlatan birçok doğrudan veya sembolik olarak/benzetmeler yolu ile anlatılmış öğreti ve egzersiz fikri var, neden mi açıkça yazmadım?

Bu çok yeni aldığım bir karar hem sizlerle paylaştığım yazılar, postlar hem de bireysel ve grup eğitimlerimde artık hayatınızdan bir adım geri durmaya karar verdim, bunun belirli bir amacı var tamamen sizin hayrınıza...

 Dünyanın enerjisi istesek de istemesek de yükseliyor, insanoğlu eğer hayalindeki cenneti yaratacaksa, artık bunu hoş saatler geçirmek üzere aldığı kişisel gelişim kitapları ve eğitimleri aracılığı ile yapamayacak.. Astrolojik etkileri yakından takip ediyorsanız 2019-2022 arası etkilere bir bakın, ne demek istediğimi anlayacaksınız (evet ben anlatmayacağım, merak edenler bu baskın enerjileri internetten öğrenebilirler). Dolayısıyla, vakit temizlik ve bilgelik vaktidir. 

Ve;

Bilgi, bilgeliğe dönüşmedikçe size hizmet etmez… 

Ben yazdım, siz soracak, sorgulayacak, ve SİZ kendi metotlarınızı bulacaksınız ki bilgeleşin...çünkü ben sizin uçağınızın pilotu değilim. Ben olsa olsa, sizin uçağınızın bir "yolcusuyum". Bunu da bir düşünün... Dolayısıyla benim rotamı sorgulamadan otomatik olarak kabul etmeniz halinde, yine bir "yolcunun" koordinatlarını girmiş olabileceğiniz ihtimalini sakın gözden kaçırmayın. Enerji ile çalışmak böyle muhteşem ve garip bir şeydir...

Sizine paylaşabileceğim sadece kendi yolculuğumdur ve sizler için bu yolculuğun ilham olmasını dilemekten başka bir şey yapamam..

Gerisi size kalıyor..

Sevgilerimle

İrem






Bireysel danışmanlık ve grup eğitimleri için fitsoulfitmind@gmail.com adresine, isim-soyad ve danışmanlık konunuz ve talebinizi yönlendirebilirsiniz. (Bu adrese yönlendirmediğiniz taleplerinizi bazen gözden kaçırabiliyorum)


















Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Geleceği Bilmenin Sırrı

Geleceği bilmek istiyorsan, Kendini bil.  Geleceği mi bilmek istiyorsun, Dışarı çıkma, *Kendine gel!*,  Geleceği ...