1 Aralık 2018 Cumartesi

Eleştiri - Şifa mı, Yıkım mı?




“İlişkilerimizi ve benliğimizi derinleştirmek ve geliştirmek istiyorsak, partnerimizi (burada “partnerden” kastım, yakın bir ilişki içerisinde olduğumuz herhangi bir kimse) eleştirebilmeli ve bize yöneltilen eleştirileri de değerlendirmeli ve kabul edebilmeliyiz.”


Bu minvaldeki tavsiyelere çeşitli kaynaklarda sıkça rastlıyoruz. Peki bu tavsiyenin üzerine düşünmeden hareket ettiğimizde, “yapıcı” olma niyetiyle başladığımız eleştiri sürecinin, ilişkilerimizi yıpratabileceğini veya yıkabileceğini de hiç düşündük mü?

Acı en iyi öğretmendir derler ya hani, maalesef ben de, bu konuyu ancak, benim “başıma” geldiğinde düşünmeye başladım ve sizlerle de bu konuyu paylaşmak istedim =)

***

Öncelikle şu soruyu sorarak başlayalım:

“Her” eleştiri aldığınızda içinizde bir şeyler “büzüşüyor mu?” Yoksa, eleştiriyi yapan kişinin kim olduğuna göre, eleştiriye karşı tepkiniz değişiklik gösteriyor mu?

Kendi adıma konuşmak gerekirse, zaten “gelenek” dışı bir iş yaptığım için ve grupların yani kollektifin genel düşünce kalıplarından ayrılan bir düşünce biçimine sahip olduğum için, ben sıkça “eleştiriye” maruz kalan biriyim. (Tanınırlık oranım nispeten az olduğu için, tanınırlık oranı yüksek olan kişilere oranla çok daha huzurluyum elbette, diğer meslektaşlarıma da sabır ve güç diliyorum =)

Ancak, farkediyorum ki, ben, beni eleştirmesine izin verdiğim kişilerin fikirlerinden keyif alıyorum, çünkü, bu kişilerin fikirleri benim için değerli ve söyleyebilecekleri herhangi bir söz, verecekleri herhangi bir fikir bana mutlaka bir yerinden bir katkı sağlıyor. 

Vefakat, yine geçenlerde farkettim ki, beni eleştirmesi yönünde “izin vermediğim”, zihin durumlarının / farkındalık seviyelerinin bana göre/ benim subjektif fikrime göre, beni ilgili konu hakkında, “eleştirmeye” yeterli olmayacağını düşündüğüm kişilerden gelen fikirleri ise kabul etmiyorum ve bu tarz eleştirilerden de rahatsız oluyorum, çünkü böyle bir durumda “eleştirinin” benim üzerimde bıraktığı his “saldırı” hissi oluyor. Bakın bu, benim, subjektif fikrimdir, sizin için, bu önermem, doğru olmayabilir elbette. Zaten, bu yazımda, tam da bunu anlatıyor olacağım=) 

Başka bir kişi, rahatlıkla, "bu işi yapan biri olarak, her koşulda "anlayışlı" olamıyor musun?" diye sorabilir. Belki başka bir eğitmen veya bir "guru" olabilir, ama ben biri guru olmadığım için, benim de blokajlarım, gölgelerim ve duygularım olduğu için, cevabım şu şekilde olacaktır: Anlayışlı olabilirim, bazen de olmayabilirim! An ve duruma göre değişiyor. =)


Dolayısıyla “eleştiri” veya “geri bildirim” dedik mi, her eleştiri veya her geri bildirimin, zaman, yer ve kişi farketmeksizin her daim kişilere “olumlu katkı” sağladığı görüşüne katılmıyorum.


Gelin irdeleyelim biraz…

Eleştiri, esasında, bir kişinin bir fikri veya belli bir tavrına yönelik verilen geri bildirimdir.


Peki neden bu geri bildirimi yapma ihtiyacı duyarız?


Kendi subjektif fikrimize göre, karşımızdakinin söz konusu durumla ilgili “düzeltilmesi” gerektiğini düşünürüz ve bunu yaparken de esasında çoğu zaman iyi niyetle hareket ederiz, iyi bir şey yaptığımızı ve karşımızdakine katkı sağladığımızı düşünürüz.

Peki şimdi size şu soruyu sorsam:


Karşınızdakinin “düzeltilmesi” gerektiğine dair düşünceniz, objektif bir gerçeklik mi, yoksa sizin subjektif düşünceniz mi? Başka bir anlatımla, size göre düzeltilmesi gereken kişi, bir başkası için daha da önemlisi kendisine göre “doğru” bir şekilde hareket ediyor olabilir mi? Kısacası, “kime göre, neye göre?”


Evet işler işte tam burada karışıyor!

Çünkü dünyada var olmuş, var olan, ve var olacak birçok fikir, düşünce, duruş “subjektiftir”. Doğruluğu, yanlışlığı ve hatta gerçekliği dahi tartışmaya açıktır! (Elbette kriminal olayları ve kanun tarafından açıkça yasaklanmış eylemleri bu tartışmanın dışında bırakıyoruz, bir kişinin diğer bir cana psikolojik veya fizyolojik şiddet göstermesinin doğru veya desteklenebilir herhangi bir tarafı olamaz)

Evet günlük hayatımızda kendi adımıza savunduğumuz birçok ilke, düşünce, inanç subjektif / görecelidir. 

Bu nedenle bize göre “yanlış” olan birçok şey, diğer kişilere göre “doğru” olabilmektedir. Burada biraz hassas bir konuya değineceğim ama, Tanrı’nın varlığı bile sizin subjektif inancınızdır =) Kendi hayatınızda Tanrı’nın varlığını açıkça kanıtlarıyla hissetmiş, görmüş olabilirsiniz ama bunu “göremeyen, hissetmeyen” kişiler bakımından Tanrı’nın var olduğunu iddia etmeniz dahi “kabul” görmeyecektir. Düşünsenize bu konu ile ilgili kutsal kitaplarımız olmasına rağmen, bunların hiçbirine halen inanmayan milyonlarca insan var=) İnanmayacaklarsa, inanmıyorlar.

Yine hassas bir konuya değineceğim; sizin ilişkilerinizdeki “sadakat” anlayışınız ile, hatta “olması gereken ilişki modeli” anlayışınız ile, diğer bir grubun / kişinin sadakat ve olması gereken ilişki anlayışı aynı olmayabilir. Bu nedenle, örneğin, size göre “aldatma” sayılan birçok eylem bir başkasına göre aldatma sayılmayabilir, sizin etik ve ahlak anlayışınıza uymayan bir çok eylem, ilgili kişilerin etik ve ahlak anlayışına uyabilir… Bu örnekleri çoğaltabiliriz.

Kısacası, burada önemle ve vurgulayarak anlatmak istediğim, evrendeki varlık sayısı kadar farklı fikrin, inancın ve ilkenin olabileceği, ve olduğudur..


Eleştiri, ifade özgürlüğü müdür, kendini ifade edebilen herkesin kullanabileceği bir özlük hakkı mıdır?


Bu soruyu cevaplayabildiğimizde, biraz daha netleşeceğimizi düşünüyorum.

Benim subjektif düşünceme göre;

- Eleştiri ile ifade özgürlüğünün hiçbir ilgisi yoktur.

- Eleştiri bizlere doğuştan bahşedilen bir özlük hakkı da değildir. 

Ve bana göre;


Eleştiri yetkilendirme dahilinde yapılıyorsa şifa, yetki dışı yapılıyorsa bir ilişkide yıkım getirir. 



Yetkilendirilmiş eleştiri nedir?


- Bir kişinin diğer bir kişiye açıkça fikrini sorduğu her durumda, kişi karşı tarafı onu eleştirmesi yani geri-bildirim vermesi konusunda yetkilendirmektedir.

- Kişiyi eleştirme yetkisini doğası gereği bize veren bir statümüz olabilir (örn. özel ilişkiler, çalışması organik/fiziksel olarak birbirinin uyumlu performansına bağlı olan kişi ve kurumlar)



Eleştiri, doğası gereği, dinlenilmesi, anlaşılması ve uygulanması gereken bir fikir paketi midir?


Yetkilendirilmiş eleştiri durumunda dahi, kişinin eleştiriyi uygulamak/kabul etmek yönünde bir zorunluluğu yoktur, buradaki tek zorunluluk, yetki verilmiş olduğu için eleştiriyi saygı ile “dinlemektir”. Kişi eleştiriyi uygulamadığı veya kabul etmediği takdirde bir takım sonuçlarla karşılaşabilir ve bu durum dahi onun kendi özgür iradesi ile seçtiği bir durumdur.

Örneğin, işyerinde bir üstünüz sizi eleştirebilir, böyle bir yetkisi konumu gereği vardır, onu dinlemek de bizim görevimizdir. Peki ya uygulamak veya kabul etmek? Hayır. Uygulamadığımızda ne olur, işten çıkarılırız ve bu bizim seçimimiz olur. 

Özel ilişkilerimizde de, partnerimizin ilişkinin “hayrı ve gelişimi hatta şifası için” bize yönelttiği eleştirileri dinlemek zorundayız, ama kabul etmek veya uygulamak? Hayır.. Uygulamadığımızda ne olur, ilişkiden “çıkar/çıkarılırız” ve bu bizim seçimimiz olur. 


Dolayısıyla eleştirinin uygulanmasına veya kabul edilmesine yönelik hiçbir surette hiçbir zorunluluk da bulunmamaktadır. Eleştirinin uygulanması veya kabul edilmesi bir seçim meselesidir! 


Birini eleştirirken, bu konuda bize açıkça yetki verilmiş olmasına rağmen, o kişinin bu eleştiriyi uygulamama veya kabul etmeme hakkı olduğunu ve eğer eleştirilen biz isek de, o eleştiriyi uygulamama veya kabul etmeme hakkımızın bulunduğunu daima hatırlamalıyız bana göre... 

Bugüne dek farkettiğim o ki, birçok kanal ve kaynak, eleştiri denildi mi, bizlerin bunu otomatik olarak dinlemesi, anlaması ve uygulaması gerektiğine dair bir görüşe sahip ve bu durumu da “gelişmişlik seviyesi” ile bağdaştırıyor.

Peki neden?

Eğer bir kişi, bir şeye inanıyor ise, inandığı şeyden memnun ise, inandığı şeyi sorgulamıyor ise, bir başkasının görüşünü de sormuyor ise, yani kendi varlık halinden memnun ise, bu inanç bizim varlık halimize “doğrudan” zarar vermiyor ise, bizler tam olarak hangi “temele” dayanarak o kişiye inancının “yanlış” olduğunu, bizi dinlemesi ve bizim inancımızı kabul etmesi gerektiğini söyleyebiliriz? (Toplumların içinde yer alan çatışmaların dahi birçoğu bu konu yüzünden meydana gelmektedir - “ben haklıyım”, “hayır ben haklıyım”,sonuç= kutuplaşma)

Maalesef, söyleyemeyiz (evet maalesef, çünkü bazen, bize göre bir kişi o kadar ama o kadar saçmalıyordur ki, hayret ve içsel isyanımız neticesinde dilimizi tutmak çok ama çok zor olabiliyor, ben bir kişinin saçmaladığını düşünebilirken, bir kişi de benim inanılmaz saçmaladığımı düşünebiliyor, bu hepimiz için geçerli =).

Şimdi daha da iddialı belki de sizi rahatsız edecek bir şey söyleyeceğim:

Bu tarz yetkilendirilmemiş eleştirinin altında gizli kibir yatmaktadır.

Gizli kibir şu demektir: “Ben, senin bu düşüncenin doğru olmadığına ve kendi düşüncemin doğru olduğuna inanıyorum ve senin de bunu farkedip, benim inancımı, düşüncelerimi ve gerçeğimi kabul etmeni istiyorum - seni zorlamam bu sebeple, benim görüşümü kabul etmen yönünde seni ikna etmeye, manipüle etmeye çalışıyorum, sen ikna olmayınca da sinirleniyorum”

Peki, biz kimiz ki, karşımızdakinden daha zeki, daha donanımlı ve daha “doğru” olduğumuzu düşünüyoruz?

Şimdi, size göre, siz o kişiden daha zeki, daha donanımlı ve daha “doğru” olduğunuzu düşünebilirsiniz. Düşünmekte hiçbir problem yok, ve bu sizin gerçeğinizdir ve sizin için de doğrudur! İdeal olanı elbette kimse için böyle düşünmemeyi başarmaktır, ama hiçbirimiz peygamber değiliz, dolayısıyla "asla böyle düşünmeyin" demek, uygulamayacağımızı bildiğimiz ütopik bir tavsiyeden öteye gitmeyecek =)

Kaldı ki, kendi gerçeklerinize saygı duymak ve kendinize güvenmek kendinize borcunuzdur. 

Ancak sıkıntı, size açıkça yetki vermemesine rağmen, bunu karşınızdakine “ifade” etmenizde ve çoğu zaman ifade etme biçiminizdedir.

Çünkü sizin iyi niyetle başlattığınız bu ifade süreci, karşınızdaki tarafından “saldırı” olarak algılanabilmektedir. 

Karşı taraf siz bu yetkilendirilmemiş eleştiri sürecine girdiğinizde genellikle şunları düşünür.:

- Sana fikrini sormadım
- Senin fikirlerini kabul etmiyorum
- Senin fikirlerini kabul etmeyeceğim (edecek olsa zaten sizi yetkilendirmiş olurdu)
-Neden inatla bana bir şeyi kabul ettirmeye ve benim yanlış olduğumu söylemeye çalışıyorsun?
- Neden “üzerime doğru” geliyorsun?
- Üzerime doğru geldiğin için şimdi ben de senin üzerine doğru gelme yönünde büyük bir “ateş” duyuyorum.

Netice: Karşılıklı olarak kırgınlıklar ve öfke

Bakın buradaki “üzerine doğru gitme/gelme” gerçekten de yetkilendirilmemiş eleştiri sürecinde enerjetik olarak meydana gelendir. (Benzer bir durumun örneğini görsel olarak, The Celestine Prophecy adlı kitabın uyarlaması olan ve Youtube'dan tamamını ücretsiz olarak seyredebileceğiniz yine aynı ada sahip  2006 yapımı "The Celestine Prophecy" adlı filmin bazı sahnelerinde görebilirsiniz. Aşağıda çok kaba bir örneğini görebilirsiniz.


Bunu biliyorum çünkü, bazılarınızın-özellikle-çalıştığım arkadaşlarımın bildiği gibi, enerjinin hareketini ya görüyorum, ya biliyorum, ya hissediyorum. 

Böyle bir durum olduğunda, enerji yoğunlaşır, hedefine doğru hareket eder- karşı taraf enerji alanını bu istenmeyen “yabancı” yoğunluğa karşı kapatır (defansa/savunmaya geçer) veya mizacına göre, aynı şekilde kendi enerjisini size doğru yönlendirmeye başlar, iki zıt enerji ÇARPIŞIR. Bu iki cins enerjinin savaşıdır. Dolayısıyla neticesinde herhangi bir olumlu kazanım gerçekleşmez. Eleştiri süreci, güç savaşına dönüşüverir.

Peki yetkilendirilmiş eleştiri esnasında enerjetik olarak ne oluyor?

-Bir taraf diğer tarafa “enerji alanını açıyor”
-Diğer taraf geri bildirimini yapıyor.
-Eleştirilen kişi, enerji alanını karşı tarafa açtığı için, enerjiler birbirleriyle “çarpışmıyor”
-Eleştiri hoşumuza gitmeyebilir elbette ama burada bir “çatışma” yoktur. Enerji esnek ve yumuşaktır, karşı taraftan gelen fikirleri esneyerek, darbe almadan, çarpışmadan “alanına kabul eder”. Daha sonrası ise, yani değerlendirme süreci ise, seçim meselesidir. 

Dolayısıyla, yetkilendirilmemiş eleştiri, esasında, eleştirilen kişi tarafından, kişinin enerji alanına yani yaşam alanına yapılan bir saldırı ve “taciz” olarak algılanabiliyor, zira bir kişinin enerji alanına yaptığımız her türlü izinsiz giriş çabası, taciz ve saldırının bir türüdür, ve frekansı fiziksel şiddet ve taciz ile aynıdır. 


(Böyle bir durumun oluşabileceğinin farkında olan ve insan doğasından biraz olsun anlayan kimseler ise, bir eleştiride bulunmadan önce "naçizane bir şey ekleyebilir miyim, haddime değil ama bir eleştiride bulunabilir miyim?" türevinde sorular ile cümlelerine başlayarak karşı tarafın icazetini arıyorlar ve alıyorlar. Hiç farkettiniz mi?Belki de siz de bu kişilerden birisiniz=))


Herhalde bu durumdan en çok mağdur olanlar, tanınırlık oranları yüksek olan kişilerdir, özellikle internetin bize sağladığı platformlar sayesinde birçok kişi, dilediği herşeyi, dilediği herkese söyleyebileceğini düşünmektedir, olur da platform sahibi, bu kişilere karşı agresif bir tavır sergilerse de, o kişinin “eleştiriyi kabul etmediği” ve “saygısız” olduğu damgasını da bu kişilere yapıştırıveririz. Oysa ki o kişinin hissettiği, saldırıya ve tacize uğrama halidir. Dolayısıyla o kişi bizlere agresif bir tavır gösterdiğinde, unutmayın ki aldığı etkiye, tepki vermektedir ve subjektif olarak- kendine göre- o da son derece haklıdır. Bizler de “e ama yorum almak istemiyorsan, yorumları kapat” deyiverip işin içinden çıkarız, ama kendimizi “o kişi” yerine koymayız, gerek duymayız çünkü kendi düşüncemize göre biz de son derece haklıyız ve yine bize göre yorum yapabilme olanağı sağlandığı için bu konuda yetkilendirildiğimizi düşünürüz. (Zamanında ben de bu mantık hatasına düşmedim mi, düştüm elbette, düştüğüm için biliyorum=)

Oysa ki; böyle bir durum hiçbir zaman söz konusu olmamıştır.

Dilimizin ucuna gelen herşeyi, sadece ifade edebildiğimiz için, ifade etmemize fiziksel bir engel bulunmadığı için veya aklımıza geldiği için ifade etmek “yetkilendirme” değildir. 

Gelelim ifade özgürlüğü, medeni tartışma platformlarına ve özel ilişkilerimize:

Benim düşünceme (ve çoğu zaman kanunların emrine) göre,  kendi görüşünüzü, bir başkasını oklarınızla hedef almadan ifade ettiğiniz sürece, yani onu “bilerek” yaralamadığınız sürece ifade özgürlüğünden bahsedebilirsiniz. 

Özgürlük, karşısındakine doğrudan veya dolaylı olarak saldırma yetkisini kimseye tanımaz, çünkü bu tarz bir özgürlük anlayışı başkasının yaşam alanının daralmasına yol açar, gizli sözlü tacizdir, provokasyondur, ezme ve ezilmeyi meşru kılar.

“İfade özgürlüğü” ve “medeniyet” kavramlarına sığınarak veya sadece biri bizi engellemediği için, canımızın istediğine herhangi bir platformda yetkimiz olmadan alevli enerji okları atmak gizli saldırıdır. Neden mi? Çünkü “eleştiri yapabilme” ve “eleştiriyi kabul edebilme” özellikleri medeniyet ve gelişmişlikle bağdaştırılmaya çalışılmaktadır, bunu bilen akıllı insanlar olarak, alevli oklarımızı attıktan sonra “ben sadece eleştiriyordum, sen ise eleştiriyi kabul etmiyorsun, hiç medeni değilsin, saygısızsın” türevi düşüncelere kapılmak, ve bu anlama gelecek ifadelerde bulunmak belki bilerek, belki de bir ihtimal hiç farkında olmadan kaçak oynamaktır =)

Özellikle yetkilendirilmemiş eleştiri yapma ihtiyacımızın altında çoğu zaman kendi düşüncemiz için aradığımız onay, takdir ve teyit ihtiyacı bulunur, yetkilendirilmemiş eleştiri, çoğu zaman bizi karşı tarafın bir ifadesi ile “tetiklemesi” sonucunda meydana gelir, peki biz neden tetikleniyoruz? Konu karşı taraf değil de, bizimle ilgili olabilir mi? Ve de öyledir.

Yetkilendirilmiş eleştiri ise karşılıklı ve gönüllü bir görüş alışverişidir, bambaşkadır ve kıymetlidir. 

Gelelim özel ilişkilerimize…

Özel ilişkilerimizde, sahip olduğumuz konumlar nedeniyle (eş, partner, çok yakın dost, kardeşlik vs.) otomatik olarak yetkilendirildiğimizi düşünürüz, bu kısmen de doğrudur. 

Ancak böyle bir durumda dahi, karşı tarafı “ikna etmek, manipüle etmek, fikrini değiştirmek” yönünde atılgan, girişken, saldırgan, ileri doğru hareket eden bir enerji ile eleştirilerimizi gerçekleştirmek yapımdan çok yıkıma neden olur. 

Örneklerle açıklayayım:

Ayşe: Bu kadar sigara içmeni istemiyorum, kendine, sağlığına, ciğerlerine yazık ediyorsun, hem beni de boğuyorsun, bu evde sigara içmeni istemiyorum, git balkonda iç. 

Ahmet: Bu ev senin evin olduğu kadar, benim de evim, sigarayı bırakmayı düşünmüyorum, sen olmadığında evde de içerim, sen olduğunda balkonda içerim.

Ayşe: Hayır, ev sigara kokuyor, ben yokken de, balkonu kullanmanı istiyorum.

Bakın burada, Ayşe ile Ahmet partnerdir, ve birlikte uyumlu bir şekilde hayatlarına devam edebilmeleri için rahatsız oldukları konuları birbirlerine iletmek durumundadırlar. Buraya kadar herşey tamam. Ancak Ayşe’nin öfkelendiği konuya dikkat edin, Ayşe’nin öfkelendiği konu Ahmet’in göz göre göre önce kendisine, daha sonra Ayşe’ye zarar vermesidir. Ama diyaloğun hiçbir yerinde Ayşe bu esas niyetini/duygusunu Ahmet’e ifade etmemiştir, doğrudan haklı olduğunu düşünerek Ahmet’e ne yapması gerektiğini “dikte etmiştir”. Dolayısıyla Ahmet saldırı altında hissettiği için Ayşe’ye karşı defans veya karşı-saldırıda bulunabilecektir ve maalesef kendine göre o da haklıdır. 

Söylemesi elbette çok kolay ama uygulaya uygulaya, uygulaması da nispeten kolay bir hale gelecek bir şeyden bahsediyorum:

Burada Ayşe’nin hiç bu tartışmalara girmeden yapması gereken şey şudur.

Ayşe;

- Ahmet’in sigara içmesinden rahatsızdır - Ahmet’e değer vermektedir.
- Ahmet’in evde sigara içmesinden rahatsızdır - Kendine değer vermektedir.

Ahmet’in sigara içmemesi için Ayşe’nin tüm iyi niyetiyle Ahmet’i ikna etme çabası bir noktadan sonra Ahmet’i öfkelendirmeye başlayacaktır. Çünkü Ayşe sadece Ahmet’i eleştirmekle kalmayıp, kendi fikrini Ahmet’e empoze etmeye ve onu kontrol etmeye çalışmaktadır (Ayşe elbette eleştirisini bu niyetle yapmamaktadır, ama Ahmet’in hissettiği tam olarak budur, dolayısıyla Ayşe düşüncelerinin neden öfkeyle karşılandığını anlamaz, ya kalbi kırılır ya da o da öfkelenir)

Aynı evde yaşadıkları için Ayşe, sigara dumanından rahatsız olduğunu ifade etmektedir. Yalnız unuttuğumuz şu ki; Ahmet de aynı evde yaşamaktadır. Dolayısıyla eve dair Ayşe ile Ahmet’in söz hakkı eşittir. Objektif olarak sigara içmek size zarar verir ve evin içerisinde sigara içmek evde yaşayan herkese zarar verir ancak bu objektif gerçeklik dahi Ayşe’nin ev hakkında Ahmet'ten daha fazla söz hakkına sahip olmasını sağlamaz (maalesef=). 

Buradaki gizli hata, Ayşe’nin objektif bir sağlık konusunu masaya yatırmasından ve ilgili herkesin sağlığını iyi niyetiyle düşünmesinden dolayı, Ahmet’in Ayşe’nin söylediklerini kabul etmesi ve uygulaması gerektiği ve aynı konuda defalarca konuşabilmesi yönündeki Ayşe'nin inancıdır / yanılgısıdır.  (Arkadaşlar, eski bir hukukçu olunca olayları çok daha objektif değerlendirebiliyorsunuz, bazen hoşunuza gitmese de=)

Oysa, Ahmet de, Ayşe de söz konusu durumla ilgili olarak bir seçim yapmak zorundadırlar. 

Ayşe- eğer Ahmet bu eleştiriyi uygulamaz ise, Ahmet ile aynı evi paylaşmaya devam edecek mi, Ahmet- Ayşe’nin ikna çabaları karşısında öfkelenmeksizin, anlayış gösterip, Ayşe ile aynı evi paylaşmaya devam edecek mi?


Dolayısıyla her iki tarafın da, seçim hakkı mevcuttur. Kimsenin de kimseyi kontrol ederek, tek bir çatı altında buluşması yönünde bir diğerini zorlamaya hakkı yoktur, bu ilişkilerde zaman içerisinde bir tarafın diğer tarafça “yönetildiği, kontrol edildiği ve değişime zorlandığı” yönünde olumsuz hisler üretmesine neden olur ve genellikle kadın-erkek ilişkilerinde meydana gelen çatışmaların çoğu da bu denklem yüzünden alevlenmekte ve büyümektedir. 


Böyle bir durumda, tarafların her ikisinin de “kazanması” için ortak bir yol bulmaya niyet etmeleri de bir seçim meselesidir. (Bu durum gerçek olsaydı ki, bireysel görüşmelerimde inanın bu konu ciddi bir konu olarak ara ara karşıma çıkar =), benim danışman olarak tavsiyem, Ayşe’nin evde bulunduğu süre içerisinde kesinlikle evde sigara içilmemesi olurdu, Ayşe’nin olmadığı durumlarda ise, Ayşe ile konuşularak, ev içi-balkon-havalandırma düzeneği oturtulmalı).

Ancak diyelim ki Ahmet, çok inatçı bir karakter ve, inatla da balkonda sigara içmeyi kabul etmiyor, böyle bir durumda Ayşe’nin cinnet getirmesine:) ve Ahmet’in sigara kutularını yakmasına neden olacak haklı bir temeli yoktur. Ayşe cinnet getirmekte haklı gibi "görünse de", esasında “haklı” değildir, Ayşe bu noktada artık Ahmet'i nasıl ikna edebileceğini düşünmek yerine,  ilişkisi/konu ile ilgili KENDİSİ bir karar vermelidir. İlişkide, bu şartlarda kalacak mı, gidecek mi? Çünkü belli ki, Ahmet’in seçimi, ortak bir noktada buluşmamak yönündedir, onu kim suçlayabilir? (maalesef)

Daha olumlu bir süreç şu şekilde gerçekleşebilirdi:

Ayşe: (Ahmet zaten sigaranın sağlığa zararlı olduğunu biliyor, tekrar tekrar hatırlatmaya gerek yok) Sigarayla ilgili düşüncelerimi biliyorsun, bu konudaki düşüncelerim tamamen önce senin sağlığına ardından da kendi sağlığıma değer vermemden ötürü (esas niyet belirtilir). Sigara içilmesinden rahatsız oluyorum bu nedenle de, evimizin içinde rahat yaşayabilmem için benim vaktimi geçirdiğim alanlarda sigara içmemeni rica edeceğim. (çözüm önerisi)

Ahmet: (diyelim ki itiraz ediyor)

Ayşe: Anlıyorum, ama bu durumda da, benim mutsuz olduğum seninse mutlu olduğun bir ev ortamında yer alıyor olacağız. (kazan-kaybet durumuna dikkat çekilir- dikkat çekilmelidir çünkü böyle bir tartışma ortamında, karşınızdaki bunu düşünemeyebilir)

Ahmet: (diyelim ki hala umurunda değil)

Ayşe: Seçim yapmalı, ve seçiminin arkasında durmalı, eğer bu rahatsızlığı evini terkedecek boyutta değilse, Ahmet’e boş yere eleştiride bulunması ise belli ki hiçbir işe yaramayacak, artık aynı eleştiri ile Ahmet’e gitmesi yersiz, Ahmet fikir değiştirmiyor. 

Burada Ayşe’nin değerlendirmesi gereken Ahmet’in win-lose (kazan-kaybet) denklemi karşısında bir rahatsızlık duymaması, win-win (kazan-kazan) denklemi için ortak bir noktaya gelmek istememesi, bakın burada konu sigaradan artık çıkıyor,  konu Ahmet’in Ayşe’nin huzurunu dikkate almaması durumuna evriliyor- bu işte, bambaşka bir konudur, ama yine de, her halükarda, tartışmayı ve kavgayı gerektirmez. Zaten böyle bir durumda, böyle bir tavırla sunulan eleştiri karşısında, karşınızdaki kişi sevgi bağı ile size bağlıysa ilk hedefi sizinle ortak noktada buluşmak olacaktır, ama o kişiyi sizinle ortak bir noktada buluşmak yönünde zorlayamazsınız.

Elbette bu çok basit bir örnekti, daha kompleks ve karışık durumlarla her daim karşılaşıyoruz, ancak izlenecek prosedür daima esas niyet/duygu, ortak çözüm önerisi ve kazan-kazan / kazan-kaybet ve ardından son olarak seçim hakkı durumlarına dikkat çekmelidir.

Başka bir ifade ile, anlatmak istediğim şudur, özel ilişkilerimizde eleştirimizi “neden” yaptığımızı karşı tarafa açıklamak zorundayız ki bizi anlasın, ve eğer karşı taraf eleştirimize “hak vermiyor” ve itiraz ediyorsa ikinci adım olarak “ortak nokta” arayışına girmeliyiz, ortak nokta arayışımız da çözüm sunmuyorsa, artık bir seçim yapma vakti gelmiş demektir. Bu süreçlerin hiçbirinde “kavga” ve “öfke dolu” tartışmalara girmek esasında gerekli değildir.

Gelin size kendimden bir örnek vereyim o halde:

Bizim evimizde de (maalesef) sigara içiliyor. Ancak evimizin salonunda sigara içilecekse, evin tüm pencerelerinin açık olması gerekir (isterse hava -20 derece olsun). Salon ve mutfak dışında evin diğer hiçbir yerinde sigara içilemez. Oysa ki, ben eski bir sigara bağımlısı olarak, eski evimde yatak odamda dahi sigara içebilen biriydim (ayy, ıyy, bööö demeyin, ben bir guru değilim, insanım=). Eşimle evlendiğimizde, bu konuyu netleştirmemiştik, taa ki kendisi odada bir küllük görene kadar =) Ardından, ikimiz de sınırlarımızı birbirimize anlattık ve bir düzenek kurduk. Artık- bu defa,  ben az sigara içen biri olarak elbette ailemize bir çocuk girmesi halinde, sigarayı sonsuza dek bırakıyor olacağım, böyle bir durumda da yine eşimle netleştirdiğimiz üzere, kendisi Ayşe-Ahmet denkleminde olduğu gibi bana yardımcı olmak adına, benim gözümün gördüğü =) veya içinde bulunduğum ortamlarda sigara içmeyecek- bu kadar basit. Neden basit? Çünkü aramızda sevgi bağı var. Aramızdaki bağ bu gibi ortak çözümleri kaldıracak seviyede, aramızdaki bağ, herkesin "kazanmasını" hedefliyor, eğer bir gün bağımız herhangi bir ortak çözüm karşısında güçsüz kalırsa, veya birimiz için diğerinin kaybetmiş hissetmesi bir şey ifade etmez ise,  o zaman ilişki yeniden değerlendirilir elbette. 

Sevgi, bir diğerinin menfaatini, kendi menfaatin olarak kabul edebilmektir =) Bu kuralı hatırlarsanız, iletişiminizin güç savaşı, inat, öfke temelinden mi, yoksa sevgi temelinden mi gerçekleştiğini kontrol edebilirsiniz, tespit edebilirsiniz.

Gelin bu defa topluluk içindeki eleştirilerle ilgili bir örnek verelim:

Bildiğiniz gibi ben düzenli olarak çeşitli mekanlarda çeşitli konularda eğitim vermeye devam ediyorum. Katılımcılarım da benim verdiğim bu bilgileri bir ücret karşılığında satın alıyorlar. Katılımcılarımdan çok ender de olsa bazıları, benim öğretilerim karşısında “rahatsız” hissedebiliyor, bu normal çünkü zaten benim çalıştığım alan, gölgelerimizi, rahatsızlıklarımızı keşfedip, şifalandırmak yönünde- ve her zaman söylerim- benim çalışmalarımın sizin için çok eğlenceli olacağı yönünde hiçbir zaman bir garanti vermem, ama şifayı-isterseniz-bulacağınızı garanti ederim. Ve yine benim çalışmalarıma ne olursanız olun, ne yapmış olursanız olun, nasıl bir insan olursanız olun, katılabilirsiniz, çünkü sizi yargılamıyorum, hatta anlıyorum. Ancak benim hiçbir durumu yargılamamam, ve her durum karşısında "aslında olabilir?" gibi bir düşünceye sahip olmam ve kimsenin görmediği gölge durumlara işaret etmem karşısında hayret eden =) ve kendi inançları, gerçekleri zedelenen kişiler olabiliyor.

Bu rahatsız olan kişilerin bu durum karşısında bir seçim hakkı vardır:

Eğitimde yer almamayı seçerek ücretinin iadesini talep etmek. Aslında bu kadar basit.

Ama ne olabiliyor, o kişiler sadece belirli bir ücret verdikleri için gerek diğer katılımcılarla gerekse benimle rahatlıkla dakikalarca “tartışabileceklerini” ve kendi düşüncelerinin “doğru”, diğerininkinin “yanlış” olduğunu dillerinde derman kalmayana dek ifade edebileceklerini düşünüyorlar (bu durum çok ender olmasına rağmen, olduğunda, hem katılımcıların hem de benim huzurum son derece bozuluyor çünkü “saldırı” altında hissediyoruz)

Böyle bir durumda, platformun yöneticisi / eğitmen ben olduğum için, saatlerce tartışmak yerine, bilginin ve platformun sahibi/yöneticisi ben olduğum için şu prosedürü elimden geldiğince izliyorum:

Kişiden öncelikle tartışmayı sonlandırmasını/sessiz olmasını birkaç kere rica ediyorum, talep ediyorum ve gerekirse hiç hoşlanmama rağmen aynı uslup ve tonda dikte etmek durumunda kalıyorum , (kazan-kazan) O kişiyi eğitimde tutup (kazan), sürecime devam etmek (kazan) ilk hedef.

Genellikle, alevli bir halde konuşan kişi bu ricayı yerine getirmiyor/hatta duymuyor =)

Dolayısıyla, ben bir seçim yapma noktasına geliyorum:

-Ben bilgimi bu kişiyle paylaşmaya devam etmek istiyor muyum? 
-Benim platformumda yani kendi alanımda bu enerjiyi tutmaya devam etmek istiyor muyum?

Cevabım hayır ise, ben bu kişiden ücretinin tamamını iade ederek ayrılmasını rica ediyorum. Bu seçim hakkını uyguladığımda neler mi oluyor? Ne siz sorun, ne ben söyleyeyim.

Şu kadarını söyleyeyim, kişi sadece belirli bir ücret verdiği için o süre zarfında tıpkı internet platformlarında olduğu gibi, kendisine sınırsız bir ifade özgürlüğü tanındığını düşünüyor ve daha da sinirleniyor, iadesini almasına rağmen kendisine yapılanı saygısızlık olarak niteliyor.

Oysa olan şudur, ben size enerjimi, nefesimi, bilgimi, “satmamaya” karar veriyorum, bu nedenle de size kalan zamanınızı ve paranızı iade ediyorum. Bu da ne kadar "ideal" olmasa da halen bir kazan-kazan denklemidir.

Peki şu olduğu takdirde ne olur?

Kişi ücretini verdiği için, eğitim süresi boyunca beni veya diğer bir katılımcıyı huzursuz ediyor ise, ve ben buna müsaade edersem, diğer bir katılımcının hakkını yerim, kendi ve belki de diğerlerinin huzurunu bozarak, kendime ve diğerlerine saygısızlık ederim, kazanan tek kişi ise, o tek katılımcı olur. Herşeyi geçtim, benim huzurum bozulduğu takdirde performansım düşer, ve kimseye faydalı olamam. Bu bir kazan-kaybet denklemidir. Üstelik tüm bunları ben "şahsen" yerine getiriyorum, diğer eğitimciler ise bu gibi durumlara kendileri hiç girmeyerek doğrudan "güvenlik görevlilerini" kullanıyorlar. Ben ise, bunu seçmiyorum- böyle bir yetkim olmasına rağmen (biraz sonra "otorite kapasitesi" kısmında ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksınız- aynı durumun gece klüplerinde daha ağır şekillerde uygulandığını bilirsiniz, güvenlik görevlisi sebep göstermeksizin sizi içeri almama, içeri aldığını ise, dışarı çıkarma hakkına sahiptir, siz ise bu durum karşısında hiçbir şey yapamazsınız, gece klubü size o hizmeti satmamayı seçmiştir-üstelik hiçbir gerekçe göstermeden)

Ancak buradaki öfkenin nedenine de dikkat çekmek isterim: 

Katılımcı kişi, kendince son derece haklıdır, haklı olduğunu düşünmese zaten, tartışmaya gerek duymaz. Ve o kişi kendince "haklı olmasına rağmen" neden bu "muameleyi" gördüğünü anlayamaz ve bunu saygısızlık olarak niteler. (Gece klubü önünde çıkan tartışmalar da, bu sebeple çıkar zaten =)

Oysa;

Tıpkı, Ayşe- Ahmet örneğindeki sigaranın sağlığa zararlı olmasının bilinmesine rağmen (birçok konu subjektiftir, ancak sigaranın sağlığa zararlı olduğu objektif bir gerçektir- BUNA RAĞMEN)  Ahmet’i sigaraya bırakmaya zorlayamayacağımız gibi, her ne surette olursa olsun, size bu konuda yetkilendirilme verilmiş olsun veya olmasın, maalesef hiçbir kimseyi kendi düşüncemizi kabul etmek yönünde zorlayamayız- dediğim gibi bu artık eleştiri değil, pasif kimi zaman ise aktif olarak taciz ve şiddete girmektedir, biz her ne kadar bu eleştiriyi o kişinin "iyiliği" için yapıyor olsak dahi, özgür irade ve kişinin sınırlarına ve tercihlerine saygı duyulması gereği nedeniyle "zorlama" hali, yüksek ihtimalle karşı tarafça da hoş karşılanmayacaktır- yani hiçbir işe yaramayacaktır. (Ne anlatmaya çalıştığımı anlamak için, ebeveynlerinizle yaşadığınız çatışmaları düşünmeniz yeterli, onlar bizlerin daima iyiliğini ister, ama bizler kimi zaman sınırlarımıza basıldığını hissettiğimizden dolayı onlara elimizde olmadan öfkeleniriz)

Hele hele herhangi bir durumla ilgili bir seçim hakkımız var ise, bir tarafı kendi tarafımıza geçmek yönünde zorlamaktansa, bu seçim hakkını kullanmak daima daha akıllıcadır, daha huzurludur ve enerjetik olarak daha olumlu olana vesile olur.

Yine kendimden bir örnekle devam edeyim:

Bazılarınızın bildiği gibi, benim dünya tatlısı iki oğlum var (bu oğlanlar kedi türü=), ve kedilerim benim ailemin koparılamaz bir parçasıdır ve ileride doğacak evladımla "neredeyse" eş değerdir (bakın bu da size garip gelebilir elbette, bu konuda uç noktalarda olduğumu biliyorum, ne yapayım? Çocuğun olsun görürüz demeyin, bir şeyin değişmeyeceğine karine olan birçok durumda bulunuyorum=)) 

Danışanlarımdan kimileri kedilerden korkuyor bu nedenle onları danışmanlık süresi boyunca başka bir odaya koyuyorum - bana göre/benim subjektif inancıma göre, bir insanın kediden korkması şifalandırılması gereken bir sorundur, normal değildir ve altında yatan kök neden/gölge benim için çoğu zaman oldukça bellidir-şifası da kolaydır, ama bu karşı tarafın kedilerden samimi anlamda korktuğu hatta korkmasa bile rahatsız/huzursuz olduğu gerçeğini ve o kişinin kedi fobisi için değil başka bir konuda danışmanlık almak yönündeki talebini de değiştirmez, bertaraf etmez,  dolayısıyla danışanımı "kedi fobisini" aşması yönünde zorlamam, bu konuda tek bir laf etmem, sıkıştırmam, eleştirmem, ağzını aramam- bu fobi hakkında çalışıyor olmama rağmen,  ukala bir şekilde, kedi fobisi üzerinde çalışmayı dahi önermem, teklif etmem, bu teklif danışanıma aittir ve dolayısıyla her iki tarafın da kazanması için kediler odaya kapatılır. Bu kadar basit. 

Ancak kediye alerjisi olan ve bu alerjisi dayanılmaz boyutlarda olan kişileri maalesef ya Skype üzerinden görüşmeye alabiliyorum (kazan-kazan) ya da yüz yüze görüşmek istemeleri halinde maalesef alamıyorum (seçim hakkı).

Bakın, bu da bir seçimdir. Sadece kedi mi, hayır elbette, birilerinin bana kanı ısınmayabilir veya benim kanım birilerine ısınmayabilir, böyle bir durumda karşılıklı olarak veya tek taraflı olarak çalışmalara devam etmeme hakkı her iki taraf için de mevcut! Ama zihinlerimizde sanki bu hak sadece “hizmeti alanda” bulunuyormuş gibi bir izlenime kapılabiliyoruz.. (bu doğal, bazen arzu nesneleri karşısında bana dahi oluyor-gece klubü örneğini hatırlayın-gençliğimde beni almadıkları durumlarda hiç de tatlı ve sakin kalamadığım olmuştur). Profesyonel danışmanlık kapsamında yaptığım görüşmelerin çok azında böyle bir durum, benim kararım neticesinde yaşandı. Ancak tıpkı, topluluk içinde olduğu gibi, yine bir "hizmet alımı" söz konusu olduğu için kişiler "reddedilmiş" hissettiler ve elbette bana ya öfkelendiler, ya da kırıldılar- onlar da kendilerince haklıdır. Ama sadece "iyi insan" olarak anılmak namına, bir insanın tercihlerinize ve sınırlarınıza basmasına izin vermek- tacize izin vermekle aynı şeydir. Bu dediğimi bir düşünün- çünkü hepimiz- "kötü" olmamak adına, bir çok sınırımızın üzerine basılmasına müsaade ediyoruz. 



SINIRLAR = KİŞİSEL TERCİHLER


Eleştiri, geri-bildirim, ifade özgürlüğü, özel ilişkilerimiz, genel ilişkilerimiz, topluluk içi eleştiri, özel alanda eleştiri...bakın farkında olmadan hepsi tek bir noktaya işaret ediyor:

Kişisel sınırlar! =) Daha güzel bir ifade ile:

*Kişisel Tercihler* (Kurumlar için ise, bu durum "kurumsal tercih" olarak nitelenebilir)


Birine sadece “kişisel tercihinizi” belirtmeniz, kendi içinde, hiçbir şekilde vefasızlık, saygısızlık, sivrilik, uyumsuzluk anlamına gelmez. Tıpkı bir işyerinin hiçbir sebep göstermeksizin sizi görüşmeye dahi çağırmaması veya sizi işe almamasının size karşı yapılan bir saygısızlık olmaması gibi- ama yarattığı duygu elbette tatsızdır. Biriyle çatışacağınızı bildiğiniz bir tercihinizi, sadece "kötü insan" olmamak uğruna ifade etmemek, kendinize yaptığınız bir haksızlıktır. Çatışmanın hoş bir duygu olmamasından dolayı, kişiler karşı tarafı suçlama, kötü insan / saygısız olmakla yargılama haline ister istemez düşebiliyor, ama bu dediklerimi de lütfen hatırlayın. Esasında çoğu zaman olan,  kişilerin tercihlerini belirtmesi, bizim ise, o tercihlerle uyuşmamamızdan dolayı duyduğumuz şahsi mutsuzluk hali ve o mutsuzluk halini o kişiden çıkarma dürtümüzdür. 


Kişisel tercihler, her zaman, her yerde, her konuda, her kişinin kişisel tercihi ile çatışabilir. Bu hayattır. 

Kişisel tercihlerimiz, dünyadaki tek bir kimse ile dahi uyuşmayabilir. Bu “benliktir”.

Bu nedenle, herhangi bir kimsenin, benlik/varlık alanınıza sizin izniniz olmadan bir girişte bulunmasını önlemek, bu girişe izin vermemek, kendi benliğinizi, varlığınızı, koruduğunuz anlamına gelir ki bu en başta “kendinize” saygı gösterdiğiniz anlamına gelir. Aynı şey kurumlar için de geçerlidir. 

Aksi bir durum her ne kadar dışarıdan bakıldığında “anlayışlı” ve “iyi” bir insan izlenimi vermenize yol açsa da, zaman içerisinde kişisel tercihlerinizin üzerine basılmasına izin verdiğiniz için, bu kendinize verdiğiniz değerin azalmasına, enerji kaçaklarına, hastalıklara ve mutsuzluğa yol açar.

Hepimiz insanız, kimi zaman da dilimizi tutamayacağız. Böyle durumlarda da aklımızda şunu tutarsak yine gereksiz çatışmalardan kendimizi bir nebze koruyabileceğimizi düşünüyorum.

Baktınız kendinizi tutamayacaksınız =) Kimse de size fikrinizi de sormadı, o dilinize geleni dışarı atmak zorunda hissediyorsunuz. O halde cümlelerinize dikkat edin.

- Öncelikle, nezaket adına, böyle bir eleştiriyi yapmadan önce, karşı tarafın iznini isteyin, söz hakkı talep edin, kişi bu talebi kabul edebilir ya da etmeyebilir, buna hazırlıklı olun.

- Hiçbir zaman, böyle bir durumda, belirli bir kişiyi hedef alarak, eleştirmeye başlamayın. Sadece kendi düşüncenizi söyleyin ve susun. 

- Karşı taraf sizi hedef alarak size itiraz eder ise veya agresif bir tavır sergilerse, ki bu olabilir, bunun olabileceğini bilerek, kabul ederek konuşmaya başlayın, o halde de, tekrar tekrar aynı düşünceyi dile getirmeyi bırakın, bu yangına körükle gitmektir ve bir kişiyi ikna çabasına girer. Kimseyi ikna etmeye çalışmayın, çünkü ikna olmayacaklar. Böyle bir durumda, “ben düşüncemi dile getirdim, daha fazla bir şey eklemek istemiyorum” diyerek olası bir tartışmaya engel olun.


Tartışmalar ancak, o tartışmanın ortak bir kazanıma yönlendiği durumlarda yapıcıdır. Ortak kazanıma yönlenme niyeti ise, ancak ve sadece (maalesef), iki tarafın görüş alışverişi konusunda birbirlerine izin verdikleri noktada mümkün olabilir. Dolayısıyla her tartışma yapıcı değildir, her eleştiri de yapıcı değildir. 


Hakikat şudur:

- Yetkilendirilmiş olsun veya olmasın, hiçbir kimse, hiçbir kimsenin eleştirisini hiçbir surette “kabul etmekle” yükümlü değildir.

- Bu kabul etmeme hali -yetkilendirilmiş eleştiri- çerçevesinde bir takım sonuçlara yol açabilir, bu bir seçimdir.

- İnsanları, her ne kadar onların hayrına olacağından emin olsak dahi, değişime zorlayamayız.

- Hiçbir kimseye maalesef, neden geri bildirimlerimizi dinlemek istemediklerini, dinlemediklerini veya neden uygulamadıklarını da soramayız, çünkü cevap açıktır, kişi size “uymamak” yönünde seçimini yapmıştır, bu bir isyan bayrağı, saygısızlık, vefasızlık, dik kafalılık değil, kişinin realitesi ile eleştiriyi yapanın realitesinin uyuşmaması sonucunda, tarafların kendi gerçeklerinin arkasında durmayı seçmeleri halidir, ayrışmadır ve hiçbirimiz maalesef bir kişiyi bizden ayrıştığı için suçlayamayız ne kadar sinirlensek veya üzülsek de…

- Bu kısım ise avukatlık kariyerimden gelen bonus bir tavsiyeyi içeriyor =)

Eleştirilerinizi yaparken, ortamdaki “yetkinliğinizin/otoritenizin kapasitesinin” farkında olun, uyanık olun, kalbinizi kırılmaktan kurtarın=)

İlgili ortamda herhangi bir otoriteye sahip değilseniz, (işyeri, eğitim platformları, okullar, devlet kurum ve kuruluşları, gece klüpleri =) vb.) veya otoritenizin bir limiti var ise, ana otoriteye sahip kişi tarafından, o kişinin “seçimi” doğrultusunda, o ortamdan bertaraf edilebilir, susturulabilir, eleştirilebilir, yerilebilir, etkisiz hale getirilebilir ve kalbinizin kırılmasına yol açabilirsiniz! (Hukuk sistemi doğası gereği hiyerarşik bir yapıdadır, toplantılar daima çatışma üzerine kuruludur, herkes kendi fikrini çok kuvvetli bir şekilde savunur, ikna ve kontrol çabası mevcuttur, son sözü en yüksek otoritenin söylediği durumlarda, diğerleri saçlarını yolarak susmak zorunda kalırlar, yaşadım biliyorum=)

Ancak, özel ilişkilerinizde de bunun tam aksi, partneriniz kadar otoriteye sahip olduğunuzu ve sizin de seçim haklarınız olduğunu mutlaka hatırlayın! Oysa biz özel ilişkilerimizde gücümüzü teslim edip, genel ilişkilerimizde "kaplan" kesilebiliyoruz, öyle değil mi? =)

Genelde partnerlerimize duyduğumuz sevgi, kaybetme korkusu ve sair endişeler nedeniyle böyle bir seçim hakkımız olduğunu unutabiliriz, çaresizliğe düşebiliriz, ama hatırlayın, siz de otoritesiniz, sizin de bir seçim hakkınız var, sizin de kişisel tercihleriniz var, ve bu tercihlerin arkasında durmak, en başta kendinize saygı duymaktır ve size saygı duyulmasını talep ediyorsanız, çekim yasası gereği önce kendinize saygı duymaya başlamanız gerekir ve unutmayın ki, sevgi bağı, herkesin kazanmasını destekleyen bir bağdır, aksi yönde bir hisse kapılıyorsanız, lütfen ilişkinizi yeniden değerlendirin =)

Diğer yandan, herkesten gelen her eleştiriyi dikkate almak yönünde toplumsal bir baskı hissediyor olabilirsiniz, en azından ben bir dönem böyle hissediyordum, taa ki kafamın karıştığını ve benlik halimi sorgulamaya başladığımı farkedene kadar. Ne dedik, insan sayısı kadar farklı fikir var dedik, peki her karşılaştığımız insanın bizim düşüncelerimiz hakkında yorum yapmasına izin verir, bir de bu yorumları değerlendirmek ve uygulamak zorunda bir dürtü hissedersek ne olur? 

Günün sonunda, kendinize olan güveniniz yıpranmaya başlar, kendinizi sorgulamaya başlarsınız, kafanız kim olduğunuza dair iyice karışır, nerede doğru, nerede yanlış yaptığınızı kestirememeye başlarsınız. Kısacası, herkesin, sizinle ilgili bir fikir beyan etmesine izin verirseniz, bir de üzerine her fikri değerlendirmek ve uygulamak gibi bir zorunluluk duyarsanız, zaman içerisinde kişisel tercih ve kişisel sınırlarınızın başkaları tarafından sizin namınıza belirlenmeye başlar, bu bir nevi özgürlüğünüzü, kişisel gücünüzü ve netice olarak hayat akışınızı başkalarına teslim etmektir. Bu nedenle, kimin fikirlerini dinleyeceğinize, kimin fikirlerini soracağınıza ve kimin fikirlerini değerlendireceğinize önceden karar verin, bu kişiler partnerleriniz, belirli yakın dostlarınız ve aile üyeleriniz olabilir veya olmayabilir buna siz karar vereceksiniz.


Bu yazının hepimiz için zihin ve kalp açıklığına ve tüm ilişkilerimizin şifasına vesile olmasını dilerim.

Sevgilerimle

*****


Gelecek Eğitimler:

Talep üzerine Reiki 1. Seviye- Reiki 2. Seviye ve  Reiki 3. Seviye eğitimlerimiz her zaman açılabilmektedir. Reiki eğitimini bireysel olarak veya en az 4 kişi olmanız halinde derya@humanart.info / fitsoulfitmind@gmail.com adresine mail atarak her zaman talep edebilirsiniz.

Gölge Kimlikler 101 Eğitimi - Zorlu PSM - 4 Aralık 20.00 - 23.00- Biletix
Gölge Kimlikler 101 Eğitimi- Zorlu PSM -  23 Aralık 14.00-17.00- Biletix
Tuhaf Ritüeller- Arınma Gecesi - Tuhafier- 16 Aralık 17.00-00.01 (Biletler satışa çıktığında bilgilendireceğim)

Bireysel Danışmanlık:

Bireysel danışmanlık konusu ile birlikte talebinizi fitsoulfitmind@gmail.com adresine yönlendirebilirseniz çok sevinirim. Maalesef Instagram DM üzerinden gelen taleplere zamanında yetişemiyorum, cevap veremiyorum- kusuruma lütfen bakmayın.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Geleceği Bilmenin Sırrı

Geleceği bilmek istiyorsan, Kendini bil.  Geleceği mi bilmek istiyorsun, Dışarı çıkma, *Kendine gel!*,  Geleceği ...