28 Ağustos 2015 Cuma

Kaosa Dur Demek...



Son günlerde artarak devam eden terör ve ölüm olaylarını herkes gibi ben de üzüntü ile takip ediyorum.

Her canlı ve cansız varlığın bir enerji alanı ve frekansı olduğu gibi ülkelerin de bir enerji alanı ve frekansı mevcuttur, bu enerji alanının frekansını belirleyen ise ilgili ülkenin toplumunun yaydığı titreşimlerdir.

Son gelinen durum itibariyle, ülkenin kaotik, huzursuz ve agresif bir enerji içerisinde olduğunu söylemek durumundayım.

Her gün hangi kanalı açsak, hangi gazeteyi okusak, facebook'taki haber akışlarında dahi, neredeyse sadece şehit haberleri, ölüm ve terör olaylarına rastlıyoruz. İçimizden herhangi biri, şahsına ait mutlu bir fotoğraf, bir tatil fotoğrafı vs. paylaştığı anda bile, biri çıkıp, bu kişiyi neredeyse taşlarcasına bu kara günlerde duyarsız olmakla itham ediyor. Karikatürlerde batının sahillerde yan gelip yattığı resmedilirken, doğunun kanlar içerisinde yattığı resmedilerek toplumun bazı kesimleri arasındaki farka dikkat çekiliyor.

Herkesin hemfikir olduğu ise bu şiddetin, gencecik evlatların yok yere göçüp gitmesine bir dur demek. Eminim ki, bu kaostan kişisel bir menfaat elde etmeyen herkes din, dil, ırk farketmeksizin bu şiddetin artık sona ermesinden yanadır.

Kanalların ve gazetelerin yayın akışının ardında yatan stratejiler çok farklı olabiliyor, ancak en azından sosyal medya üzerinden yapılan şahsi paylaşımların tek bir amacı var; o da bir farkındalık yaratmak, "duyarsız gibi görünen" kimseleri gerçeklere uyandırmak ve harekete geçirmek, "ben merkezcilikten" uzaklaştırarak, toplumun acılarına duyarlı kılmak.

Bu amacın altında yatan niyet çok ulvi olmakla beraber, gösterilmekte olan tavır malesef toplumun ve ülkenin en yüce hayrına bir katkı sağlamamaktadır.

Bu tavır, tam tersi, yönetimler tarafından yaratılmakta olan kaos ilüzyonuna kendimizi daha çok kaptırmamıza ve bizim için başkaları tarafından belirlenmiş toplumsal rolleri oynamamıza ve kaosun bir parçası olmamıza neden olmaktadır.

Hiç bir zaman unutulmamalıdır ki, insanlar taşıdığı dünyevi bedenlere hapsolmuş, dünyanın maksimum 90-100 senelik bir zaman diliminde ikamet edip, ardından yitip giden ve dünyanın koşulları ile sınırlandırılmış varlıklar değildir.

İnsanlar, canlı ve cansız her varlığın parçası olduğu sınırsız "evrenin", tekamül yolculuğunda olan, hiç bir koşul ve zaman dilimi ile sınırlandırılmamış ruh parçalarıdır, bedenler ise ruhların dünya koşullarını maksimum derecede deneyimleyebilmesi için ruhlarımızın kullanmakta olduğu araçlarıdır.

Bizler ruhsal seviyede daima evrenle ve yüksek benliğimiz ile iletişim halindeyiz, ancak dünyayı "insan" olarak deneyimlemenin bedelleri vardır, insan bedeni ve dünyanın fiziksel koşulları, "sınırlı" olma sanrısını da beraberinde getirmektedir.  Ancak, çağ artık, aydınlanma çağıdır, ve insanlığın özünü hatırlamasının vakti gelmiştir.

Ne olursa olsun, herkese ve her olaya rağmen zaman ve mekan kısıtı olmaksızın, evrenin her gezegeni, her varlığı için her zaman işlemekte olan yasa, çekim yasasıdır.

Bu doğrultuda, nefret, nefreti besler ve daha fazla nefret yaratır; şiddet, agresyon, panik, endişe gibi olumsuz duygular, olumsuz duyguları besler ve olumsuz olayları daha fazla yaratır.

Bu bağlamda, trajik olarak nitelendirdiğimiz olaylara verdiğimiz şahsi tepkiler, bütünün frekansını doğrudan etkilemekte ve yönlendirmektedir. Herhangi bir olayın içerisinde yer almasak dahi, şahit olduğumuz, gözlemlediğimiz her olaya ilişkin beslediğimiz düşünce, duygu ve tepkilerimizle olumlu veya olumsuz bütünün frekansını etkilemekteyiz.

Ülkemizin içinde bulunduğu dönem, bir kaos dönemidir, bu dönemde yaşanan olaylara verilecek tepki,  beslenecek duygu ve düşüncelerin ilüzyonun içinden değil, ruhsal seviyeden verilmesi toplumun, ülkenin ve evrenin en yüce hayrınadır.

Daha basit bir ifade ile, ülkeden yayılan ve her birimizin sorumlu olduğu bu güçlü negatif titreşimleri bertaraf etmenin tek yolu, yine her birimizin bütünün parçası olduğunu hatırlayıp, sorumluluk alarak, şiddete şiddetle, ölümlere nefretle, olumsuz olaylara vazgeçmişlik, çaresizlik ve kurban psikolojisiyle yaklaşmaksızın, ruhsal tekamül seviyesinde daha geride olan ve dünyevi deneyiminde şiddet, kaos, terör gibi olaylarda yer edinen ruhlara karşı olabildiğince nefret duyguları beslememek, var olan olaylar ne kadar trajik olursa olsun, hiç bir ruhun herhangi bir olayın kurbanı olmadığını, vefakat böyle bir olayın içerisinde yer alıyorsa, bunu ruhsal seviyede ruhsal tekamül yolunda bir ders edinmek için seçmiş olduğunu hatırlamaya çalışmak diye düşünüyorum.

Bu olaylara bir dur demek istiyorsak, her birimizin nefret, agresyon, kaygi ve endişe gibi duygulardan arınarak, sükunet ve huzur içerisinde, güvenli, mutlu, yaşam kalitesinin arttığı, barışçıl bir ortamı her gün en az 15 dakika imgelemesini ve daha da önemlisi "hissetmesini" öneririm.

Mümkünse, bir süre kara haberlerin verildiği kanallardan da kendinizi uzak tutun, bu haberlere her gün maruz kalmak özünüze ilişkin "farkındalığınızı" arttırmaz, tam tersi dünyevi ilüzyona daha çok kapılmanıza ve olumsuz duygular içerisinde hapsolmanıza neden olur, tek yapmanız gereken özünüze yani içinize dönerek, yaratıcı gücünüzü kullanarak, bütün için güzel ve huzurlu bir yaşam ortamının oluştuğunu hissetmek, ve eninde sonunda bunun olacağını bilmektedir.

Sevgilerimle




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Geleceği Bilmenin Sırrı

Geleceği bilmek istiyorsan, Kendini bil.  Geleceği mi bilmek istiyorsun, Dışarı çıkma, *Kendine gel!*,  Geleceği ...