30 Ekim 2017 Pazartesi

Negatif Enerjilerden Korunma Nedir ve Nasıl Uygulanır?


Bir önceki yazımda beddua, büyü, negatif enerjiler derken, hepinizin diğer yandan halen, "bu gibi olaylara karşı kendimizi nasıl koruruz?" sorusunu sorduğunu da tahmin edebiliyorum =)

Zaten bir çok danışan adayımdan gelen ilk talepler hep, negatif enerjilerden çok etkilendikleri, enerjilerinin hemen düştüğü ve bu konuda ne yapabilecekleri yönünde oluyor.

Madem öyle, bugün de biraz bu konuya değinelim.

Öncelikle ilk kuralımızı hatırlayalım:

Tüm olan bitenler arkadaşlar, zihninizin eseri, zihninizin dışında, dışarıdan size olan hiçbir şey yok! 

Bildiğiniz gibi kişisel gelişim öğretilerinde sıklıkla "ilüzyonlardan"  ve "ilüzyonları" aşmaktan bahsederler.. Ama bu ilüzyon meselesinin ne olduğunu hiçbirimizin tam olarak anladığını ve hatta biraz iddialı olacak ama sadece kişisel gelişim kaynakları aracılığı ile tam olarak anlatılabileceğini de sanmıyorum, en azından ben bir türlü ezoterik öğretiler aracılığıyla bu ilüzyon meselesinin tam olarak mantığını kafamda oturtamadım, taa ki kuantum fiziğinin temel kurallarını öğrenene kadar.

Yani, bu konuyu bir mantık çerçevesinden anlamak isterseniz- yani kafanıza tam olarak oturmasını dilerseniz,  o halde holografik evren teorisini ve kuantum fiziğinin temel öğretilerini işin içine katmanız gerekir. Kadim öğretiler konuyu biraz daha şiirsel bir dille anlatmakta olup, gerçek sandığımız herşeyin, bizim zihnimizin yarattığı ilüzyonlar olduğunu, evrende herşeyin bir ve tekin bir yansıması ve herşeyin özünün evrenin minik bir kopyası olduğunu belirtir. Holografik evren teorisi ise, bu oluşumu fizik diliyle anlatır ki, anlaması fizikçiler için bile oldukça güçtür =)

Yalın ve oldukça sadeleştirilmiş bir dille anlatmak gerekirse, evrenin tamamı enerji, ve enerjinin oluşturduğu maddeden oluşur.. Dolayısıyla teknik olarak bir kum tanesinin içinde evrenin özünü bulabilirsiniz, tıpkı minicik bir DNA molekülünün sizin fiziksel ve genetik özellikleriniz de dahil olmak üzere size ait tüm bilgileri içinde barındırması gibi .

 Dolayısıyla bir kum tanesinin özü ile sizin özünüz bir ve aynı, başka bir ifade ile bir kum tanesi sizin bir yansımanız ve sadece enerjiden oluşuyor ancak bizim gözlerimiz o kum tanesini katı bir madde olarak görüyor.. işte bu bir ilüzyondur.

Kum tanesinin değişmez gibi görünen katı yapısı ilüzyondur, sizlerin değişmez gibi görünen kaderi, bedensel yapısı, hücreleri tamamen enerjiden oluşur  ve bu değişmezlik algısı bir ilüzyondur.. 

Daha da ilerletiyorum, herşey enerjiden oluşuyor ise, bizim bedenlerimiz ile kum tanesinin arasındaki "ayrılık" gerçek midir, enerjiler arası bir sınır çizilebilir mi?

 Kum tanesi ile bizim bedenimiz arasındaki fiziksel uzaklık ve ayrılık, bu iki maddenin birbirinden ayrı olduğu kanısını uyandırsa da, iki nesnenin de enerjiden oluştuğunu bildiğimize göre, enerjinin sabit ve stabil değil, sürekli devinim halinde olan, genişleme, yayılma özelliği bulunan bir formu olduğunu da bildiğimize göre, esasında bir kum tanesi ile bedenlerimiz arasında enerjisel açıdan hiçbir ayrılık yoktur ve evrendeki canlı cansız tüm nesneler de yaydıkları enerji sayesinde bir örümcek ağı gibi birbirlerine bağlıdır ve belki de, bir okyanus damlasının kendisini evrenin tamamı zannetmesi gibi, bizler de kendimizi diğerlerinden ayrı ve evrenin merkezi gibi görürken, belki de büyük ve tekil bir enerji okyanusunun, kendisinin farkında olmayan minik damlalarıyız. İşte bu ilüzyonun ta kendisidir.


Peki minicik bir DNA molekülü kocaman bir insana ait tüm bilgileri içinde barındırabiliyor ve hatta bu bilgilerin diğer canlılara kopyalanmasını sağlıyor ise, bir DNA molekülünden ya hiçbir farkımız yoksa ve, bizler tüm evrenin bilgilerini içinde barındıran minicik DNA moleküllerinden ibaretsek?


Bu açıdan düşündüğümüzde, bir matruşka bebeği gibi, evrendeki herşey iç içe geçmiş bilgi halkacıklarından mı oluşmakta? İşte holografik evren teorisi de bu soruları sormakta ve kuantum formülleri ile bu teoriyi kanıtlama çabasındadır.

Kuantum fiziği ise, gözün sadece beklentisi dahilinde olanı gördüğünü, gözün, yani gözlemcinin, bir maddenin konum, form ve "kaderinin", gözlemcinin seçimine bağlı olduğunu iddia eder. Başka bir ifade ile, gözlemcinin gördüğü gerçek değil, seçimlerinin fiziksel bir yansımasıdır, yani ilüzyondur.  (Bkz. Çift Yarık Deneyi)

Umarım bilim ile kadim öğretileri sentezleyerek bir iki paragrafta açıklamaya çalıştığım ilüzyon kavramı biraz olsun daha anlaşılır hale gelmiştir. Dolayısıyla ilüzyon kavramı bir metafor değil, bilimsel bir gerçeklik olma ihtimali ile karşı karşıyadır.

Şimdi gelelim konunun psişik korunma ile ne ilgisi olduğuna..

-Psişik korunma, fiziksel olarak ayrı olduğunu düşündüğümüz kişilerin düşük dalgalı frekanslarından etkilenmemek için yapılan çalışmaların adıdır;

-Başka bir ifade ile bir okyanus damlasının kendisinden 10 m ileride hareket eden diğer damlalardan etkilenmemesi için aldığı önlemler bütünüdür;

- Daha başka bir ifade ile, psişik korunma, kişinin kendi yansımasından korunmak için uyguladığı kalkanlama sistemidir,

- Diğer bir anlatımla, psişik korunma, kendi yarattığınız ilüzyonlardan korunmak için uyguladığınız bir sistemler bütünüdür.

- Sonuç olarak psişik korunma, kişinin büyük çerçevede kendisinden korunmak için aldığı önlemler bütünüdür.

"Ay, İrem, çok süslü anlatmışsın, anlatmasına da, kendimden korunmayı bir kenara bırak valla geçen gün Aysel'in gözü değdi, ayağımı kırdım,  bu da mı ilüzyon" diyebilirsiniz ve son derece de haklı olursunuz =)

İlüzyon veya değil, rüya veya değil, benim için "gerçek" olan tek bir şey var, o da deneyimlerim.. Neticede, berbat bir rüya sonrasında kendimi gerçekten kötü hissediyor muyum, hissetmiyor muyum, ben ona bakarım.. Hissettiğime göre, bu konuda bir şeyler yapmalıyım, ilüzyon deyip geçmekle olmuyor öyle değil mi?

İşte bu noktada ben şahsen, hem kadim öğretilerden hem de bilimsel anlayıştan sıyrılıyor ve, "herşey çok doğru ve anlaşılır tamam ama tüm bu bilgilerin benim günlük yaşantımda bana faydası ne?" derken kendimi bulabiliyorum..

Merak etmeyin, herşeyin bir orta yolu var.. Bazı olaylara bakıp da, "ilüzyondur o, aşın onu!" demek, bana kalırsa kolaycılık ve faydacılıktan çok uzak..Ama bu bilgileri de es geçmemek gerek.

Şimdi, madem ki, herşey bizim gözlerimizin görmeyi, ve zihnimizin deneyimlemeyi seçtiği olaylardan oluşuyor. O halde Psişik Korunmanın bir numaralı kuralı ne olmalı?

Nazar, büyü, adına ne derseniz deyin (ben bunların tamamına düşük dalgalı frekans demeyi tercih ediyorum ve eğer merak ediyorsanız var olabileceklerine inanıyorum) bu gibi frekanslardan etkilenmemeyi SEÇMEK.

Peki biz ne yapıyoruz? Bizler, bu gibi düşük frekansların varlığına inanıyoruz, inandığımız için de KORKUYORUZ.

Korkunun enerji dilindeki ifadesi nedir?

"Korkuyorum, çünkü var olduğuna inanıyorum, var olduğu için de beni etkileyeceğine inanıyorum, beni etkileyeceğine inandığım için, benim elektromanyetik alanım (yaşam alanı gibi düşünün) bu etkilere AÇIK, korkumun temeli de, elektromanyetik alanımın bu etkilere açık olduğunu düşünmek, böyle düşündüğüm için de bu benim gerçekliğim haline geliyor ve elektromanyetik alanım bir mıknatıs gibi,  değil bu frekanslara karşı kalkanlama yapmak, tam tersi tüm negatif frekansları davet ediyor ve kendine çekiyor."

İşte neden bu negatif enerjilerden etkilendiğinizin kişisel gelişim çerçevesindeki açıklaması budur.

Etkileniyorsunuz, çünkü etkileneceğinize inanıyorsunuz, çevrenize bakıyorsunuz, bir takım olaylara şahit oluyorsunuz, bir şeyler duyuyorsunuz, biri diğerine Papaz Büyüsü yapmış, hasta olmuş ve eriyip gitmiş şeklinde başlayan ve biten hikayeler duyuyor belki de şahit oluyorsunuz. Tüm zihniniz hücrelerinize, sizin de bu gibi olaylardan zarar görebileceğinize dair adeta EMİR VERİYORSUNUZ.. yani bir ilüzyonu kendi adınıza artık gerçek kılıyor ve elbette buna bağlı olarak deneyimliyorsunuz!

İşte ilüzyon kavramının önemi bundan kaynaklanıyor, gerçek sizin yarattığınız ise, bu olayların sizi etkilemesi veya etkilememesi bir seçim meselesidir.

Bana "büyüye inanıyor musun?" diye sorduklarında, kısa cevap olarak  "büyü diye bir şey yoktur" şeklinde cevap veririm. Çünkü, büyü, benim şahsi evrenimde bana karşı uygulanabilecek bir şey değildir.. Bu anlamda da, benim elektromanyetik alanım, zihnim, yaşam alanım bu gibi etkileri "yok" sayar, "yok" saydığında ne olur, benim alanıma bu gibi etkiler giremez. Esas kalkanlama işte budur!

Size korunmanız için bir çok enerji tekniği verebilirim ve merak etmeyin birazdan vereceğim, çünkü egonuzun bir takım araçlara ihtiyaç duyduğunu biliyorum, ego bu araçları kullandığında korunduğuna inanır ise gerçekten de korunursunuz. Ama esas olan, yukarıda da belirttiğim şekilde, bu gibi durumlardan etkilenme veya etkilenmemeye dair tüm zihniniz, ruhunuz ve hücrelerinizle yaptığınız seçimdir.

15-16 yaşlarında, genç kız ve erkeklerin tek derdi, biraz okul daha çok ise gönül işleridir. Bir kız öğrenci, bana belli bir sebepten büyük bir öfke duyuyordu ve bana papaz büyüsü yaptığını iddia etmişti. Yaptı mı, yapmadı mı bilemem, ama bu işlerle ilgili olduğunu bildiğim için benim için bu çok da şaşırtıcı olmamıştı.. Arkadaşlar size şöyle söyleyim, değil herhangi bir şekilde etkilenmek, hayatım takip eden seneler de gayet de güzel bir ivme almıştı.

Kişisel Gelişim sektöründe, profesyonel olarak yer alıyorsanız, Star Wars vari bir takım savaşlara maruz kalabilirsiniz. Kulağa komik geldiğini biliyorum ama bizler enerji nedir, ne değildir, nasıl yönlendirilir bilen insanlarız, sektörde bu bilgilerini egosal amaçlarla kullanan kişiler bulunabilir, sizin işlerinizi sekteye uğratmak için bir takım çalışmalar yapıyor olabilirler. Bunlar işe yarıyor mu? Hayır bir çoğumuz için bunlar beyhude çabalardır ve bu gibi blog yazılarında komedi olsun diye anlatılır, ama bu gibi etkilere açık olan, korkan insanlar için ise bu durum tam bir kabustur.

Neyin gerçek, neyin olmadığına sadece siz karar verebilirsiniz. 

Gel gelelim, Psişik Korunma için aşağıdaki önerilerimden faydalanacağınızı düşünüyorum.

1. Olumlama / Kodlama / Telkin / Tekrar : 

Normalde, hiçbir olumlama "olumsuz" bir ifade içermemelidir, ancak ilk aşamada kendinizi rahat ve güçlü hissedebilmeniz adına sık sık, " negatif hiç bir enerji benim yaşam alanıma giremez" şeklinde tüm hücrelerinize ve zihninize emir verin.  Bir süre sonra bu olumlamayı "Sadece hayrıma olan yaşam alanıma girebilir" şeklinde olumlu bir forma sokun.

2. Cam Mavi Boncuk / Doğal Taş

Bazılarınızın bu önerime çok güleceğini biliyorum ama büyüklerimizin uygulamalarına ben şahsen daima saygı göstermiş ve en azından kulak vermişimdir. Bilgi asla ölmez, ve bilgilerin edinilme kaynağı sadece fakülteler, kitaplar ve seminerler değildir, evrenin tüm bilgeliğini içinde barındıran varlıklar olarak (baştaki açıklamalarıma uygun olarak) neyin işe yarayıp, neyin yaramadığını özellikle eski insanlarımız  gayet de biliyor gibiler =)

Camın kristalize yapısı, ilaveten koyu mavi rengin yaymakta olduğu frekans, düşük dalgalı frekansları bir sünger gibi emer, böyle bir taşı üzerinizde taşımanız halinde ise, düşük dalgaları sünger gibi emen siz değil taşınız olur. İşte bu kadar basit. 

Doğal taşlar arasından ise, benim negatif enerjilere karşı en etkili bulduğum taş ise Siyah Turmalin taşıdır.

Siyah turmalin taşı, antik çağlarda, özellikle büyü ve sihirden korunmak amaçlı kullanılan doğal taşların başında yer almıştır. Ayrıca siyah turmalin taşının bir diğer özelliği de radyasyondan koruma sağlamasıdır.

Doğal taş kullanmayı tercih ederseniz 2-3 günde bir taşınızı temizleyin. Basit bir temizleme işlemi olarak, taşınızı bir gece boyunca bir bitkinin saksının toprağına gömebilir, güneş ışığı ile yıkayabilir, veya taşınızın zarar görme durumunu kontrol ederek tuzlu su veya akan suyun altında temizleyebilir veya adaçayı tütsüsünün dumanından geçirebilirsiniz.

3. Eviniz İçin Koruma

Evinizi ağır ve düşük frekanslı enerjilerden korumak ve temizlemek için ise aşağıdaki önerilerime kulak verin:

Adaçayı tütsüsü: Adaçayı Tütsüsü antik çağlardan bu yana negatif enerjilerden korunmak adına kullanılan bir tütsü türüdür. Tercihen aktardan alacağınız adaçayını yakarak evinizin tüm odalarını dolaşın, veya bulamıyorsanız, hazır adaçayı tütsülerinden de faydalanabilirsiniz. Ben adaçayı tütsüsünü özellikle, en çok ziyaret alan evimin salonunda kullanmayı tercih ediyorum =)

Sirke: Haftalık temizliğinizi yaparken suyun içine bir kaç kapak sirke (marketten alabileceğiniz herhangi bir sirke) dökün, sirkenin negatif enerjileri temizleme özelliği bulunurken aynı zamanda müthiş bir parlatıcı ve mikrop öldürücü olduğunu da belirtmeliyim!

Himalaya Tuzu: Bu uygulama her ne kadar evinize gelen misafirler tarafından garip karşılanacak olsa da, oldukça etkili bir uygulamadır. Tuz, özellikle işlenmemiş kaya tuzu, antik çağlardan beri, "kötü ruhları", modern bir ifade ile düşük frekanslı enerjileri yaşam alanından uzak tutan bir araç olarak kullanılmaktadır.  Dilerseniz, odalarınızın kapısının dışına 1 gece bekletmek üzere, bir bardak temiz su içerisine dökeceğiniz bir tutam himalaya tuzunu kullanabilirsiniz.

Klasik Müzik: Evinizi müziksiz bırakmayın, arka fonda çalan klasik bir müzik, evin tüm frekansını yükseltmeye yardımcı olacaktır.

Canlı Bitkiler: Elbetteki bitkilerin yaydığı pozitif enerjiyi bilmeyen yoktur, özellikle kaktüs bitkisinin radyasyonu da çektiği bilgisine sahipken, evinizi canlı bitkilerle donatmayı unutmayın =)

Reiki Uygulayıcıları : Bu uygulamayı sadece Reiki uygulayıcıları kullanabilmektedir. Evinizin "dip köşelerine" güç sembolü çizerek evinizi koruma altına alabilirsiniz. Güç sembollerini tercihen her gün çizmelisiniz.

4. Kalkanlama

İngilizcede "shielding" olarak da bilinen bu tekniğin esasında mantığı kişinin enerji alanını düşük frekanslara karşı kapamasıdır.

Artık hepinizin bildiği gibi hepimiz enerjiden oluşuyor ve sürekli dışa doğru çeşitli frekanslarda sinyaller yolluyoruz, aynı şekilde yine çeşitli dalga boylarındaki frekanslara maruz kalıyoruz. Enerjinin varlığının farkında olmayan ve olan kişiler bakımından bir benzetme yapmak gerekirse, evinin kapısını daima açık tutanlar ile, evinin kapısını çeşitli durumlar karşısında kapamayı bilenler olarak bir ayrım yapabiliriz.

Kalkanlama için yapmanız gereken tek şey imgeleme ve tereddütsüz inanç ve niyet.

Nazar boncuğunun mavi rengini düşünün, nazar boncuğunun renginin koyu mavi renk olması tesadüf değildir, yine bilge kadim atalarımız, renklerin frekanslarını öğrenmiş olacaklar ki, koyu mavi rengin "temizleme" ve "koruma" özelliği olduğunu tespit etmişler =)

Yapmanız gereken tek şey negatif enerjilerden korunma niyetinizi içinizden geçirerek tüm bedeninizin etrafını masmavi bir frekans ile çerçevelemeniz.

Benim kullandığım niyet cümlesi ise şu şekildedir:

"Kendimi koruma enerjisi ile sarmalıyorum, bu alana sadece en yüksek hayrıma olan pozitif enerjiler girebilir, negatif hiçbir enerji benim yaşam alanıma giremez"

Kafanızda daha net canlandırabilmeniz adına imgenizin aşağıdaki görsel ile parallelik göstereceğini düşünün:

Eğer, enerjinizin düşeceğini bildiğiniz kişi veya kişiler ile birlikteyseniz, kalkanlamanın en etkin yolu beden dili ile birlikte kullanılmasıdır. Yine antik çağlardan beri kullanılan sembolik hareketlerin bilinçaltımızda son derece etkili sonuçları bulunur. Etkin iletişim ve beden dili kitaplarında önemli toplantı ve görüşmelerinizde kesinlikle yapılmaması gereken bir kol hareketi bulunur, aslında bu hareketi hepiniz biliyor ancak ve sadece bilinçli olarak kullanmıyorsunuz =)


Bu hareketin tek bir anlamı vardır, "senden gelene açık değilim", e haliyle de böyle olunca önemli görüşmelerinizde olumsuz bir intiba bırakmamak adına bu hareketi yapmamanız tavsiye edilir, peki ya gerçekten de belirli bir kişiye karşı "kapalı" olmak istiyorsanız ne yapacaksınız? İşte o zaman yine içinizden korunmaya niyet ederek oturuş pozisyonunuzu çakralarınızı karşıdan gelen etkiye kapatacak şekilde çapraz bir şekilde tutabilirsiniz.

5. Reiki Uygulayıcıları

Güç sembolünü bedeninizin önü, arkası, sağı ve soluna çizin ve korunmaya niyet edin.

6. Benim Uygulamalarım /İleri Seviye

Evrende çeşit çeşit dalga boylarında seyreden bir çok enerji türü bulunur, bunlar negatif, kötü, veya  pozitif, iyi şeklinde nitelendirilseler de, esasında enerji negatif veya pozitif değildir, farklıdır ve nötrdür.

Enerjilerden etkilenme biçimimize göre biz enerjileri negatif veya pozitif olarak ayırırız. Ve sınırlı beyin kapasitemizle yaptığımız bu ayrım da esasında bir ilüzyondur.

İşin gerçeği her bir deneyim içerisinde bir öğreti barındırır, bu bakış açısından baktığınızda negatif deneyim diye bir şey de yoktur.

Bir de şöyle düşünün, diyelim ki hakikaten nazardan veya düşük enerjili insanlardan etkileniyorsunuz. İlk tepkiniz ise, "bazı insanların enerjilerinden çok etkileniyorum, benim de enerjimi düşürüyorlar, nasıl korunabilirim?" şeklinde bir tepki oluyor, oysa ki esas sorun diğer insanlar değil, sizin onlardan neden etkilendiğinizdir. Enerji kaçağı olmayan, kendi öz frekansı yüksek olan bir kimse zaten ve sadece eş frekanslı kişileri hayatına çeker ve onun evreninde düşük enerjili insanlar ve olaylar barınamaz. Dolayısıyla böyle bir kişinin zaten düşük enerjilere karşı kalkanlama yapmasına da gerek yoktur. Neticede olmayan bir şeye karşı neden kalkanlama yapasanız?

Kalkanlama da esasında korku ve kaygının neticesinde ortaya çıkan bir araç değil midir? Kalkanlama teknikleri de esasında bu gibi enerjilerin sizin alanınıza etki edebileceğini onamaz mı?

Bu nedenle ben çoğu zaman kalkanlama yapmayı tercih etmem, zira her deneyim, bir öğretidir, ve hiçbir öğretiden de mahrum kalmayı istemem bu nedenle benim şahsi hayatımda uyguladığım felsefe şudur: " Tüm öğretileri yumuşak ve keyifli bir şekilde almayı seçiyorum"

Evimde kokusunu sevdiğim ve evimin frekansını yükselttiğini bildiğim için 2-3 günde bir adaçayı tütsüsü yakarım, klasik müziğimi açarım, ara sıra da Alışveriş Merkezı gibi oldukça kaotik ve karışık enerjilere sahip kalabalık mekanlarda ise Reiki Sembollerimi kullanırım, işte bu kadar.

Ancak yine tekrarlıyorum, ben kimilerinizin bildiği "psişik atak" olayları ile karşılaşmış biri olarak, yolumun başlarında size önerdiğim tekniklerin her birini kullandım ve güzel sonuçlar aldım, zira Egonuzun bir takım yeni bilgilere ikna olması için öncelikle bir takım araçları kullanması gerekir. Bu nedenle sizler de bu yolun başındaysanız, bu başlık altında yazan "hiçbir şey yapmama" tekniği ile başarılı olamayabilirsiniz ve bu son derece doğaldır, bu dediklerim aklınızın bir köşesinde bulunarak, korunma tekniklerinden etkin bir şekilde faydalanabilirsiniz. 


Ve her zaman hatırlatacağım şekilde, hayat enerjisi yüksek bir insanın yaşam alanında sadece eş frekanslar barınabilir, bu nedenle hayattan keyif almanız, içsel huzur ve mutluluğunuzu sağlamanız, gereken tüm korunmayı sağlayacağı gibi, hayatınıza nice güzellikler de getirecektir.


İlüzyonlarınızın farkına varmanız dileğiyle,

Sevgilerimle


Not: Bireysel danışmanlık ve eğitimlerim hakkında bilgi ve randevu talepleriniz için fitsoulfitmind@gmail.com adresinden bana ulaşabilirsiniz.





24 Ekim 2017 Salı

Beddua, Nazar ve Çekim Yasası İlişkisi





Herkese merhaba, 

Bugün, özellikle bizim toplumumuza has bir konudan bahsetmek istedim. "Beddua" hepimizin korktuğu bir kavram.. Türlü türlü talihsizliklerden başını kaldıramayan kişiler, eğitimi, sosyokültürel yapısı, çevresi farketmeksizin, eninde sonunda kendilerini şu soruları sorarken bulabiliyor!

"Nazar mı var üzerimde?"

"Birinin Ah'ını mı aldım acaba!?"

Bunların bir adım ötesi ise, "bende büyü mü var?" olarak karşımıza çıkıyor.

Bu sorular ile o kadar çok karşılaşıyorum ki, artık bu konuda bir yazı paylaşmanın zamanı geldi diye düşünüyorum. 

Beddua ile başlayalım o zaman..

Beddua kelimesinin etimolojisini incelediğimizde, farsça olan "bet" kelimesinin , İngilizce'deki "bad" kelimesinden evrilmiş olduğunu ve "olumsuz olan, kötü" anlamına geldiğini görüyoruz.  Kısacası beddua - kötü dua anlamına gelmektedir. 

Beddua olgusu daima ilgimi çekmiştir; neden diyecek olursanız, daha ufacıkken, bir yerlerden duymuş olduğum "beddua" kavramını ailem "ne olursa olsun, ne kadar kızarsan kız kimseye beddua etme, mutlaka sana döner" şeklinde açıklamış ve beddua benim için edilmemesi gereken, yasak bir kelime haline gelmişti.

Ama neticede 3-4 yaşlarında ufacık bir çocuktum, ve tabii ki ailem bazen beni o kadar ama o kadar öfkelendiriyordu ki, bir gün haksız yere azarlandığımı düşündüğüm bir an arabayı kullanmakta olan babama "inşallah kapın açılır aşağı düşer ve ölürsün!" deyiverdim, sonra aklıma bedduanın gerçekleşebilme ihtimali gelerek ve çok korkarak, "hayır, değiştiriyorum, ölme, ama arabanın üzerindeki bisikletlerin uçsun parçalansın inşallah!" şeklinde bedduamı değiştirdim, (o sırada seyahatteydik ve arabanın üzerine bisikletlerimizi bağlamıştık). Bunu söyledikten iki dakika içerisinde ani bir rüzgar çıktı ve gerçekten de bisikletlerimiz arabanın üzerinden uçuvererek yollara saçıldı. 

Dediğimin gerçekleşmesinin hayreti bir yandan, tekrar azarlanma ihtimali diğer yandan oldukça sarsılmıştım. Elbette ve tabii ki tekrar azarlandım =). Ancak kendimi de savundum, haksız yere azarlandığımı düşünüyordum ki gerçekten de herkes bu konuda hemfikirdi, ve eğer haksız olmasaydı babamın başına böyle bir şey gelmeyeceğini iddia ettim=)

Bakın normalde, bir insan 3 yaşına kadar yaşamış olduğu olayları pek hatırlamaz, ama bu olay beni o kadar ama o kadar etkilemişti ki, hiçbir zaman unutmadım. Kimse de unutmamış olacak ki, o günden sonra beddua etmemem için zaman zaman uyarıldım =) Ufaktım, ama iyi niyetliydim ve kimsenin de zarar görmesinden esasında haz duymuyordum o nedenle ne kadar öfkelensem de, ve ne kadar haksız yere kalbimin kırıldığını düşünsem de, beddua silahıma sarılmamam gerektiğini biliyordum. Peki ben ne yaptım? Beddua etmedim, ama bu defa da haksız yere kalbimin kırıldığı her an herkesi beddua etmekle tehdit ettim =) 

Daha sonra başka bir şeyi daha farkettim, yürüyen birilerinin ayaklarına uzun süre baktığımda o kişiler ya takılıyor ya düşüyordu (buna nazar da diyebiliriz öyle değil mi?) Babam, kendisinin de bunu yapabildiğini hatta çocukken arkadaşlarıyla eğlence olsun diye kaldırıma oturup önlerinden geçen insanları tökezlettiklerini ya da düşürdüklerini anlattı, bazen de kontrolsüzce çok beğendiğim arkadaşlarımın kalemlerini yine "gözümle" kırabiliyordum ve bundan dolayı da hem utanıyor, hem de mutsuz oluyordum.

Yani,  bu durumumdan pek de haz duymuyordum zira bedduanızın tutması veya insanları düşürebilmek, kalemleri kırmak hayatta faydalanabileceğiniz özellikler değil ve ben ne kadar ufak da olsam bunun farkındaydım ve bunların hiçbirinin de özel yetenekler olduğunu da düşünmüyordum (ki değildir; birazdan değineceğim).

Gerçekten de bu durum ilgimi çekmişti, belki de "çekim yasası" üzerine uzmanlaşmaya karar vermemdeki en önemli etken bile bu olaylar diyebilirim. 

Bedduanın ve "gözümün" etkisinin farkında biri olarak hayatımda bu durumu -saydığım için biliyorum - 3-4 kereden fazla kullanmadım. 

Bir keresinde ise, yine haksız yere kalbimin çok ama çok kırıldığı bir basketçi arkadaşıma, dönüp "inşallah o bana kaldırdığın elin kırılır ve bir daha basket oynayamazsın" demiştim, bunu dediğimde de 13-14 yaşlarında olmalıydım, maalesef sonraki hafta elini kıran bu arkadaşımın basket hayatı okul hayatı boyunca sona ermişti, yani beddua silahımı yine kullanmıştım ve bir daha da asla beddua etmemeye yemin ettim - ne olursa olsun. 

Ancak kafamda bu olayı da değerlendirmek istiyordum, evet "gözüm" değiyordu, evet beddualarım tutuyordu, ama neden ve nasıl?

Çocuksu aklımla bir insanın kalbi "haksız" yere kırılırsa, adaletin yerini bu şekilde bulduğu gibi bir formül  gelmişti. Peki "göz değmesi" neydi? Sokakta yürüyen insanların ne günahı vardı ki ben uzun süre baktığımda o insanlar düşüyordu? Cevap bu değil, başka bir şey olmalıydı. Çocukken, gözden ve ağızdan çıkan enerjinin (o zamanlar enerji nedir bilmiyordum, sadece güç diyordum) maddeye etki edebildiğine kanaat getirerek, aynı mantıkla eşyaları da hareket ettirebileceğim gibi bir fikre kapılmıştım; ve başladım denemeye =)

Bu işe ne zaman başladın diye sorduklarında 13 yaşları cevabını verdiğimde şaka yapmıyordum, gördüğünüz gibi gerçekten de bu olayları kendimce bir şekilde irdelemeye başladığım yaş değil 13 esasında çok daha ufak yaşlardı..

Gelelim denemelerime, ilkokul zamanı, sınıflarımıza çıkan merdivenlerin başında öğrencilerin yapmış olduğu resimler asılırdı, o panoda bir de koltuğunda oturan bir oğlan çocuğunun resmi vardı, 5-6 yaşlarında, o resmi bakarak aşağı düşürmeden, sınıfıma çıkmazdım.. Fakat daha sonra başka nesnelerle çalıştığımda başarılı olamadım.. başarılı olamadıkça da artık bu konu üzerinde pratik yapmayı bıraktım, ama düşünmeyi bırakmadım.

Peki, benden çıkan bir güç insan ve nesneleri etkileyebiliyorsa;

1) Bu güç neydi?
2) Bu güç olumlu şeyler yaratmak için de kullanılabilir miydi?
3) Bu güç daima her nesne için çalışmıyordu, bazen de istemsizce çalışıyordu, yani formülü neydi?

İşte, benim kişisel gelişim yolculuğumun başlangıç öyküsüdür bu...

Bu aşamadan sonra, benim sözde "yeteneklerimi" daha da geliştirdiğimi düşünerek adeta ayaklı bir lanet makinesi veya bir medyuma dönüştüğümü düşünebilirsiniz, zira tüm kitapların başlangıç öyküsü de böyle değil midir? O çok özel insanların ufakken başına gelen olağandışı olaylar sonucu, daha da özel insanlar haline gelerek, yetenekleriyle dünyayı değiştirdikleri o öyküler...

Hayır, benim öyküm bu şekilde devam etmedi =) Zaman içerisinde bu konuları sadece "teorik" olarak incelemeye devam ederken, bu gibi olayları çocukken gayet "doğal" olarak kabul eden ve uygulayan ben, iyice mantığımın kölesi olmuştum belli ki ve artık bu gibi olayları ister istemez bir "yetenek" ve "olağandışı" ve hatta kimi zaman ise "hayal ürünü" olarak değerlendirir olmuştum.  Derken, bu gibi "yeteneklerin" kişinin 3.gözünün ne kadar aktif olduğu ile ilintili olabileceği bilgisini edinince, başladım 3.gözüm (6. çakra) üzerinde çalışmaya, ne kadar zorlasam, ittirsem de, bir kaç ufak gelişim emaresi dışında elle tutulur bir sonuç elde edemediğimi söylemeliyim. Oysa küçükken herşey ne kadar doğal bir şekilde meydana geliyordu, hiç bu şekilde ittirma kaktırmaya gerek olmuyordu.  

Genç kafam yeterince çalışmamış olacak ki, ben inatla çalışmalarımı sürdürdüm, bu çalışmamın karşılığını da birçok sene sonra aldım..Zor muydu? Zordu. Çok mesai ve para harcadım mı? Hem de nasıl! Değdi mi? Evet değdi.. Peki tek yolu bu zor yol muydu?

İşte genç kafam yeterince çalışmamış demek ki derken kastettiğim tam da buydu!

Çok çalışarak elde edemeyeceğiniz hiçbir şey yoktur arkadaşlar! Bu iddiamın altına imzamı atarım.  Ancak bir şeyler sadece çok çalışarak mı elde edilir?

Evrende canlı ve cansız herşeyin yapıtaşının enerji olduğunu düşünecek olursak;

Enerjinin son derece hareketli, devinim halinde olan, yok olmayan vefakat form değiştiren, akışkan bir yapısı olduğunu düşünecek olursak;

Enerjinizi "zihinsel" ve "fiziksel" olarak çok çalışarak yönlendirebilir misiniz?

Cevap uzun vadede evet, kısa vadede hayır.  Ben uzun vadeli yolu tercih ederek, sonunda kısa vadeli yolun ne olduğunu keşfedebildim, ama sizler benim gibi bu uzun ve meşakkatli yollardan geçmek zorunda değilsiniz. 

1. Fiziksel yoğunluğu yüksek olan bir nesneyi istediğiniz hedefe yönlendirebilmeniz için "fiziksel" olarak bir güç uygulamanız gerekir.  Fiziksel güç de bir çeşit "enerji" türüdür.

2. Diyelim ki, masanızın üzerinde duran bir bardağı 5cm ileriye itmek istiyorsunuz, bu durumda, elinizi bardakla temas ettirerek, eliniz aracılığıyla "itme gücünü" bardağa uygulamanız gerekir. 

3. İşte bu yukarıda yazdığım formülü (itme gücü = başarı) , hayatımızın her alanında, her hedefimize uyguladığımızda hızlı bir şekilde sonuç alacağımızı düşünürüz.  Kariyerimizi, ilişkilerimizi, sevgili adaylarımızı, sağlığımızı "ittire, ittire" istediğimiz noktalara getireceğimizi zannederiz. Kimi zaman başarılı olsak da çoğu zaman başarılı olamayız, ama her halükarda ciddi şekilde yorulur, bitap düşeriz. 

4. Aynı formülü kişisel gelişim çalışmalarında da uygulamak yönünde eğilim gösteririz, hakikaten de, kişisel gelişim ve metafizik alanında çalışan birçok kişinin görece başarısız olmasının sebebi, bu öğretileri de zihinleriyle "ittirerek" uygulayabileceklerini sanmalarındandır. Hele ki konu çekim yasası, yani enerjinizi hedeflerinizi yaratmak için kullanabilme/yönlendirebilme sanatı olunca, enerjiyi de "ittirerek" hedeflerimize ulaşabileceğimizi zannederiz ve çoğu kişi en fazla 3-5 senenin sonunda kişisel gelişim çalışmalarından da "yorulur" ve pes eder. 

5. Oysa ki örnek deneyimizdeki bardağa fazla güç uygularsanız ne olur?

 - Bardak hedefinden daha farklı bir noktaya kayar.

- Elinizi fazla kastığınız için hiç gerekmeyecek şekilde fazladan efor göstermiş olursunuz.

- Bardak elin baskısı sonucu kırılabilir.

Bardağa gerekli olandan daha az bir güç uygularsanız veya hedefin neresi olduğunu tam olarak kestiremezseniz veya aynı elinizle aynı anda başka bir nesneyi de tutar ve ittirmeye çalışırsanız ne olur?

- Bardak hedefine ulaşamaz.

- Muhtemelen nesnelerden ikisini de hedefe oturtturmak isterken gücünüzü böldüğünüz için iki nesneyi de hedefine oturtamazsınız hatta hafif de sakar biriyseniz, nesnelerden biri veya ikisini düşürüp kırmanız da olasıdır.

İşte tüm hayatımızı bu formülü yanlış uygulayarak geçiriyor ve sürekli neden isteklerimizin gerçekleşmediğini sorguluyoruz. 

Şimdi gelelim doğru formüle ve konumuzun beddua ile ne alakası olduğuna...

Her birimiz hiç istemesek de hayatımızda en az bir kere bir beddua etmiş ve bu bedduamızın tuttuğunu görmüş, birilerine de nazar değdirmişizdir. Şimdi anılarınızda bir yolculuğa çıkın ve bu anlardan birine gidin.

Beddua/nazar anında ne hissettiniz, ne yaptınız iyice tüm detayları ile hatırlayın... çünkü daha sonra bu anıyı olumlu niyetlerinizi gerçekleştirmek için bir referans olarak kullanacaksınız. 

Birine beddua etmeniz için:

1. Deşarj olmamış (tatmin edilememiş) bir öfke veya hüzün içerisinde olursunuz ve o kadar çaresiz ve "dolmuş" hissedersiniz ki, bu duyguları dışa akıtmanın tek yolu o an beddua etmek gibi görünür.

2. Beddua ettikten sonra, herkes ama herkes istinasız daha sonradan pişman olsa dahi, o an büyük bir rahatlama içine girer. Bunun sebebi yukarıdaki maddede bahsettiğim "birikmiş enerjinin" dışa doğru beddua aracılığıyla akıtılmasıdır, yani hedefine doğru "yönlendirilmesidir."

3. Beddua eden kişi kesinlikle haklı olduğuna inanır, ve bu inancın kuvvetiyle o an hiçbir tereddüt yaşamadan hareket eder. 

Birine istemeden veya farketmeden nazar değdirmeniz için ise:

1. Biri ve birinin sahip olduğu herhangi bir nesne ile ilgili olarak çok kısa bir süreliğine yoğun bir "imrenme", "beğeni" veya "kıskanma" duygusu ile dolarsınız.

2. Bu enerjiyle doluyken, muhtemelen aynı esnada gözünüzle de o kişi veya nesneyi görüyor veya imgeliyor olursunuz. Kısacası enerjinizi karşınızdaki/zihninizdeki,  kişi/nesneye yönlendiriyor olursunuz, duygunuzun doruk noktasına ulaşması ile birlikte, konuyu da unutup gidersiniz.

3. Konuyu unutup gittikten sonra , o an veya kısa bir süre içerisinde o kişi veya nesne ile ilgili olumsuz bir haber alırsınız. 

Benzer bir durum "içinizden geçenin olması" olayında da meydana gelir ve hatta "içimden başka bir şey geçirseymişim olacakmış demek ki" şeklinde de açıklamalarımız bulunur.

İçinizden geçenin olduğu bir anınıza gidin; ne hissettiniz, ne yaptınız?

1. Tüm dünyadan bir kaç saniyeliğine koparak "kalbinizden" yoğun bir şekilde bir konuyu geçirdiniz ve bu konuyu geçirirken yüksek ihtimalle aynı anda da zihninizde bir imgeye sahiptiniz.  Yani yoğun enerjinizi imgenizdeki hedefe yönlendirdiniz.

2. Ardından böyle bir şeyi içinizden geçirdiğinizi unutup, yani enerjinizi hedefine doğru salıp, hayatınıza devam ettiniz.

3. İçinizden geçen olunca, tekrar konuyu hatırlayıp, "başka bir şey dilesem olacakmış" dediniz.

Arkadaşlar, beddua da, nazar da, içinizden geçenin olması da esasında enerjinizi belirli bir hedefe yönlendirmekten başka bir şey değildir! Çekim Yasası, Rezonans Kanunu, Pozitif Düşünmenin Büyüsü, Secret gibi kavramların temeli tamamen enerjinin hedefe yönlendirilmesine dayalıdır. Dolayısıyla nazara, bedduaya inanıp da, çekim yasasına inanmamak kocaman bir saçmalıktır, zira bu kavramların çalışma mekanizması tamamen aynıdır! Bugün bedduanızın tuttuğu, nazarınızın değdiği, içinizden geçenin olduğu tek bir anınız var ise, siz çekim yasasını hayatınızda en az 1 kere başarı ile kullanmışsınız demektir! Tabii, maalesef olumsuz bir sonuç için!

Peki neden bedduanız, nazarınız kolaylıkla tutuyor da, pozitif düşünmenin herhangi bir büyüsüyle henüz karşılaşamıyorsunuz? Bed-dua tutar da, dua neden tutmaz?  İşte benim senelerce üzerinde düşündüğüm, çalıştığım sorunun cevabı esasında çok ama çok basit ve gözünüzün önünde!

Yukarıdaki bardak deneyine ve adım adım yazdığım beddua ve nazarın formülüne çok dikkatli bakın, özellikle kalın harflerle yazdığım kelimelere! Şimdi Formülü biraz daha netleştirelim:

1. Bir duygu türü ile (öfke, mutluluk, hüzün, coşku, aşk, nefret vb.) dolmak, o duyguya kısa bir süre için de olsa (genellikle 10 saniyeden uzun değildir) çok yoğun bir şekilde odaklanmak ve başka hiçbir şey düşünmemek, adeta duygunun kendisi haline gelmek ve bunun hiçbir şekilde zorlamadan kendiliğinden meydana gelmesi;

2. Bu duyguyu (yani enerjiyi) hedefe doğru "akıtmak" yani "yönlendirmek";

3. O duygunun (yani enerjinin) dışa yani hedefine akıtılması ile beraber gelen "boşluk", "hiçlik" ve rahatlama hissi

Bir de Çekim Yasası'nın bize anlatılan formülüne ve aradaki farklara bakalım ve Çekim Yasası'nı neden kullanamadığınızı açık ve seçik bir şekilde görelim:

Çekim Yasası'nın En Bilinen Formülü : İsteğinizin sizde uyandırdığı duygu ile mevcut duygu durumunuzu eşleştirmek ve ardından da isteğinizi serbest bırakmak.

Özellikle duygu/frekans skalasının olumsuz tarafında yer alan öfke, kıskançlık ve ağır hüzün gibi duyguların yapısı hepinizin bildiği gibi neredeyse elle tutulur derecede yoğun ve odaklıdır.  Bu duygulardan birini yaşarken mutfakta kaynayan tencerenizi veya ay sonunda ödenecek faturalarınızı düşünmezsiniz, dünya adeta o bir kaç saniye için durmuştur, gözlerinizden ateş fışkırmaktadır.

Peki hanginiz, olumlu bir dileğinizi düşünürken, imgelerken, meditasyon yaparken, bu kadar kuvvetli bir coşku, neşe, zenginlik, sevgi, sağlık, bereket (hedeflerinize ait duygular) duygusu ile doluyorsunuz? Bugüne dek yüzlerce kişiyle çalıştım, bu kişilerin öfkeli, hüzünlü ve coşkulu anlarına bizzat şahit oldum ve hiçbirinin olumlu skaladaki duygusu ile olumsuz skaladaki duygusunun "yoğunluğu", "odağı", "kuvveti" aynı değildi.  Hiçbirinin gözünden "aşk", "zenginlik" çıkmıyordu ama öfkelendiklerinde vücut ısıları dahi değişiyor gözlerinden adeta ateş çıkıyordu.. Evrenin mekanizmasında iyi veya kötü diye bir algı yoktur, sadece enerji ve enerjinin farklı frekanslardaki türleri vardır.  Bu frekanslardan en baskın olanı ise gerçekliğinizi yani hayatınızı oluşturur ve maalesef bizlerin baskın ve kuvvetli duyguları genellikle OLUMSUZ FREKANSLARA ait olan duygularıdır, bu nedenle de, beddua, nazar gibi olaylara, içinizden geçenin olmasından çok daha sıklıkla rastlarız!

Gelelim diğer bir konuya, beddua ettikten sonra, birine küfür ettikten sonra, veya bir kişi/nesneye dair içimizden kuvvetli bir duygu geçirdikten sonra daima ama daima sakinleşir, rahatlar ve bir süreliğine de olsa o konuyu unutur gideriz, yani enerjimizi salarız, kendimizde tutmaya devam etmeyiz. Oysa ki Çekim Yasası çalışmalarımızı gerçekleştirirken, maalesef, isteğimizin gerçekleşmesine o kadar tutkuyla odaklanırız ki, enerjimizi kendimizde tutmaya devam ederiz ve bir türlü hedefine ulaşması için "salamayız". Enerjimizi salmayı başarsak bile, bir kaç gün sonra, gerek tereddütlerimizden , gerekse kaygılarımızdan dolayı, enerjimizi adeta hedefine giderken "kendimizde doğru, geri çekeriz".  

Bu mekanizmayı daha iyi anlayabilmeniz adına, bir tekneden, iskeleye doğru bir ip attığınızı düşünebilirsiniz. 

- İpi sıkıca tutmazsanız, o sırada başka bir işle ilgilenirseniz, veya ipi yeterince kuvvetle iskeleye atamazsanız, ip denize düşer.

- İpi sadece sıkıca tutarsanız, tekne hiçbir zaman iskeleye bağlanamaz, akıntı nereye çekerse oraya gider (tıpkı hayatınız gibi).

- İpinize odaklanıp, sıkıca tutup, gerekli kuvvetle tam hedefine doğru salarsanız, karşınızdaki kişi ipi tutar ve tekneyi bağlar -> başarı

- İpinize odaklanıp, sıkıca tutup, gerekli kuvvetle tam hedefine doğru saldıktan sonra, karşınızdaki kişi tam tutacakken, kaygılarınız yüzünden ipi yeniden tutmaya kalkarsanız, ip size doğru geri çekilir ve yine tekneyi bağlayamazsınız. 

Bardak deneyimizle de birleştirecek olursak, aynı anda,  aynı elinizle, hem bardağı, hem de başka bir nesneyi itmeye kalkarsanız, gücü, yani enerjinizi nesneler arası paylaştırmak durumunda kalırsınız ve iki nesneyi de hedefine yönlendirmek konusunda başarısız olma ihtimaliniz yükselir. 

İp deneyimizde de aynı anda, aynı elinizle hem ipi atıp, hem de başka bir nesneyi tutmaya kalkarsanız, ne ip hedefine ulaşır, ne de diğer nesne.. Bahsettiğim konu YOĞUN ODAKTIR ve kişisel gelişim çalışmalarının heyecanı ile kişi aynı anda hem para, hem aşk, hem kariyer, hem sağlık konularını halletmek isteyebilir. Meditasyon esnasında tek bir konuya odaklanmaya çalışırken zihninin arkasında kredi kartı borcu, kariyeri ve ilişkileri gibi diğer konular da kaynıyor olabilir.. Bu ufak gibi görünen detaylar, esasında mekanizmanın çalışıp, çalışmamasını belirleyen en önemli etkenlerdir ve maalesef üzerinde genellikle hiçbir kaynakta fazlasıyla durulmaz.. 

Çekim Yasası çalışmalarının genellikle sonuç vermemesi, bahsettiğim formülün aşamalarından birinde tökezlenmesinden dolayı meydana gelir. Oysa ki, beddua ve nazar gibi kavramlarda bu süreç, biz farkında olmadan, rahatlıkla, adım adım yerine getirilir. Bedduanın sadece haksızlık karşısında tutması ise bir kural değildir, aksine, haklı olduğuna tamamen inanan kişinin içinde adaletin yerine geleceğine dair tereddütsüz bir inanç vardır, ve bedduayı gerçek kılan da bu kuvvetli inançtır. Haksız olduğunu içten içe bilen ancak kendine bile itiraf etmekten çekinen kişi veya olayın oluşmasında payı olabileceğini biraz olsun düşünen bir kişi açısından ise, yukarıda anlattığım süreç tereddüt, suçluluk, kaygı, pişmanlık gibi duygular ile "kuvvetini" yitirir ve beddua "tutmaz".  

İşte Çekim Yasasını bilinçli olarak kullanamamanız, zorlanmanız, ve sayısız kitapta anlatılan hiçbir tekniğin işe yaramamasının nedeni, yukarıda yer alan formülün bu kadar net bir şekilde anlaşılamaması, anlatılamaması ve maalesef uygulanamamasından ileri gelir. 

Evet çekim yasası son derece basit bir mekanizmaya sahiptir, ama zor olan ve üzerinde çalışılması gereken, kuvvetli tekil odak, kuvvetli duygu yüklemesi, ve ardından bu duygunun hedefine doğru "salınmasıdır" ve akabinde serbest bırakılmasıdır

Çekim Yasası mekanizması yine yukarıdaki düşünce deneylerinden de anlayabileceğiniz gibi "metafizik" olmaktan çok uzaktır, ve fizik kurallarına tamamen uygun bir şekilde işler. Ancak insanın doğası bir şeylerin aşırı çabalayarak ve zorlanarak elde edebileceğine inanmaya meyilli olduğundan, hayallerinizi gerçekleştirmenin yolunun bir bardağı itmek ile bir ipi iskeleye atmak kadar basit olabileceği aklınızın ucundan geçmez.

Çekim Yasasına inanıyor olsanız dahi (gerçi çekim yasası evrenin çalışma mekanizmasının ta kendisidir  ve inanmasanız da her saniye işlemektedir) , bu defa da Çekim Yasasını "parçalayarak", iterek, kakarak uygulamanız gerektiğine inanırsınız ki, bu da esasında enerjinizin hedefine doğru salınamamasına neden olur. 

Bu bilgiler ışığında, zihninizde, dilekleriniz, beddualarınızın, nazarın gerçekleştiği anlara gidin ve o anki duygu yoğunluğu, odak kuvveti gibi durumlarınızı inceleyin- burada yazdıklarımı ancak bu şekilde siz de hissedebilir ve içselleştirebilirsiniz ve ardından aynı mekanizmayı bu defa olumlu niyetleriniz için çalıştırın! =)

Kasım ayı içerisinde raflarda olacak "Neden Olmasın?" adlı kitabımda, odağınızı ve enerjinizi hedefinize doğru yönlendirmenin basit, rahat ve eğlenceli tekniklerini öğrenme fırsatını elde edebileceksiniz.

Umuyorum ki, bir gizem ve doğaüstü bir olay gibi anlatılan çekim yasasının mekanizmasını sizler için hem kitabım hem de blog yazılarım aracılığıyla daha anlaşılır, mantıklı  ve pragmatik bir forma sokabilmişimdir =)

Yayınlanacak olan kitabım, yazmakta olduğum diğer kitaplarım ve blogum daima birbiri ile etkileşim halinde olacak şekilde hazırlanmış olup, bu kaynaklar, enerjinin akışkan ve genişleyen doğasına uygun şekilde,  bilginin büyümesi, genişlemesi, paylaşılması, kimi zaman revize edilmesi ve güncellenmesine olanak sağlamayı niyet etmektedir.

Takipte kalmanız dileğiyle, 

Sevgilerimle



Not: Çekim Yasası ve Enerji Terapisi hakkında daha fazla bilgi ve bireysel danışmanlık talepleriniz için bana fitsoulfitmind@gmail.com adresinden ulaşabilirsiniz. 


9 Ekim 2017 Pazartesi

Sizi Bir Niyet Deneyine Davet Ediyorum! #Powerof2



Herkese merhaba, 

Bugün sizleri çok eğlenceli bir oyun, hatta çok etkili bir deneyin parçası olmaya davet edeceğim.

Ünlü kişisel gelişim uzmanlarından ve yazarlarından Lynne McTaggart'ın ülkemizde "Niyet Deneyi" adıyla yayımlanan kitabından esinlendiğim bu proje esasında sevgili Taggart'ın asırlardır uygulanmakta olan "bir elin nesi var, iki elin sesi var" sözümüze uygun olarak, birden fazla kişinin enerjisi ve odağını tek bir niyet üzerine odaklayarak, o niyeti gerçekleştirmesine dayalı bir enerji çalışması...

Lynne McTaggart, "Niyet Deneyi" adlı kitabında, tüm okurlarının www.theintentionexperiment.com adlı sitesinde yer alan niyetlere odaklanmak üzere bu deneyin bir parçası ve katılımcısı olabileceklerini belirtmekte, ve söz konusu deneyin Dünya üzerinde katılımcı sayısı en fazla olan ve enerjinin maddeyi etkilediğine dair gerçekleştirilmiş en büyük deney olduğunu ifade etmektedir.  Bu kitabı okumuş ve siteyi incelemiş biri olarak,  Taggart'ın sunduğu bilimsel verilerin son derece mantıklı ve makul, bugüne dek deneylerinden almış olduğu sonuçların ise, biz kişisel gelişim ve metafizik uzmanları tarafından tahmin edilebilir ama yine de oldukça şaşırtıcı derecede olumlu olduğunu söyleyebilirim.

Niyet Deneyinin mantığı ve temeli, evrende yer alan canlı ve cansız herşeyin yapıtaşının enerji olduğuna dair bilimsel bilgidir. Yapılan araştırmalar sonucunda DNA moleküllerimizin dahi, foton (yani ışık, yani enerji) emen ve dışarı doğru yayan bir yapıya sahip olduğu kanıtlanmış ve tüm varlıkların doğasının enerjiyi önce toplayıp, sonra dışarı yaymak gibi bir özelliğe sahip olduğu öne sürülmüştür.  Gerçekten de bu önermenin etrafımızdaki nesneleri, olguları ve canlıları inceleyerek dahi ne kadar doğru olduğunu anlayabilirsiniz.

Esasında tüm evren, ev sahipliği yaptığı tüm canlı ve cansız nesneleri ile birlikte adeta bir "kalp atışı" gibi çarpmakta, bir göz kırpışı gibi, kapanıp (büzüşüp) yeniden genişlemektedir (açılmaktadır).
Nazar Boncuğu - Camdan yapılmış nazar boncukları, ortamdaki negatif enerjileri emer ve ardından da kimi zaman bu yoğun enerjiyi depolacayak ve dönüştürecek hadleri dolduğunda "kırılarak" dönüştürülmüş ve nötr hale getirilmiş enerjiyi yeniden ortama kazandırırlar. 

Bitkiler - Bitkiler güneş ve sudan aldıkları enerjileri besine dönüştürür, büyür ve fotosentez aracılığıyla dünyaya geri salarlar

İnsanlar - İnsanlar büyümek, gelişmek ve hayatlarını idame ettirebilmek için besinler aracılığıyla bedenlerine enerji depolar ardından da bunu ısı ve hareket olarak dünyaya geri salarlar.

Mevsimler ve doğa - Mevsim döngüleri, fırtına ve doğal afetlerin her biri de, enerjinin toplanması, birikmesi ardından da yeniden daha büyük bir etkiyle yayılma eylemine geçmesidir.

Tüm süreçlerimiz enerjinin toplanması ve yayılması etrafında şekillenmektedir. Tüm bu doğal süreç Tanrı'nın zar atması sonucu meydana gelmiş bir süreç değildir, bir ritmi, mantığı, matematiği, formülü ve hatta kendine has bir bilinci vardır.  Kendine has bir bilinci vardır dedik, bunu nereden çıkardık? Kuantum Fiziği'nin gelişmesi ile birlikte, gerçekten de geleneksel fizik kuralları ile açıklanamayan "kendi aklına sahipmiş" gibi hareket eden parçacık-dalga kuramının ortaya çıkması ile birlikte bu süreci en azından mikro (parçacık düzeyinde) "gözlemcinin" yönlendirebildiği kanıtlanmıştır. Gözlemci kim mi? Elbette bizleriz. 

Bu konuda daha detaylı bilgiyi Kasım ayında raflarda olacak Neden Olmasın? adli kitabımda daha detaylı bir şekilde irdeliyor olacağım. Bu bilgiyi alıp, günlük hayatınızda nasıl kullanabileceğinize dair bilgiler de yine kitabımda yer alıyor olacak.

Şimdilik bu yazının amacına uygun olarak bilmeniz gerekenler şunlar:

1) Bizler beyinleri, zihinleri, düşünceleri ve duyguları ile her nesnenin yaptığı şekilde enerjiyi emen, dışarı yayan ama en önemlisi ÜRETEN yaratıcılar ve gözlemcileriz.

2)Biz gözlemcilerin, gözlemledikleri enerji ve frekansları yönlendirebilme, bu enerjilere biçim verebilme, maddeyi etkileme ve maddeden aynı şekilde "etkilenme" özellikleri bulunur. (Nazarın ne olduğunu düşünmüştünüz?)

3) Bir enerji kaynağından çıkan enerji bir barem enerji ise, iki enerji kaynağından çıkan enerji iki baremdir, bir ağaç oksijen üretir, ormanlar dünyayı kurtarır, bu düz matematiktir. Dolayısıyla aynı niyete odaklanan birden fazla kişi bulunması halinde, o niyete gönderilen enerji daha yoğun olacağı için, enerjinin maddeyi etkileme oranı bir kişinin yapabileceğinden çok daha kuvvetli olacaktır.

Taggart'in Niyet Deneyi adlı kitabında, profesyonel laboratuvar şartlarında gerçekleştirilen deneylerin sonuçlarını www.theintentionexperiment.com sitesinden takip edebilirsiniz.

Bu deneylerin içerisinde şiddet olaylarının yoğun olarak varlık gösterdiği bölgelerde barış üzerine odaklanılması sonucunda şiddet olaylarının oldukça düştüğü, bitkilerin daha hızlı büyüdüğü tespit edilmiş, kirli sular temizlenmiş,  hastalıkların şifa bulması gibi sonuçlar elde edilmiştir.

Niyet deneyinin bir benzerini de  Japon Araştırmacı ve Girişimci Dr. Masaru Emoto suyun kristal yapısı üzerinde gerçekleştirmiştir. Bu konuyu daha derinlemesine inceleyen yazımı okumanızı tavsiye ederim. http://fitsoulfitmind.blogspot.com.tr/2015/10/okunmus-su-deneyi-de-neymis.html

Benzer bir deney Türkiye'de de gerçekleştirilmiştir, detayları şu şekildedir, maalesef blog sahibi kişinin sayfasına ulaşamadım ancak alıntı olarak aşağıdaki şekilde deneyimini paylaşıyorum:

15 gün boyunca her gün toplam 5 dakika, 1 numaralı kaptaki ekmek dilimine “Senin varlığın için şükrediyorum. Seni seviyorum.” olumlu niyeti gönderildi. Ve yine toplam 5 dakika olmak üzere, 2 numaralı kaptaki ekmek dilimine “Senden nefret ediyorum.” olumsuz niyeti gönderildi.

Deneyde, kendisine hiçbir niyet gönderilmeyen, numarasız kapta bulunan bir ekmek dilimi daha vardı. 

Deney, niyet gönderme işleminin sürdüğü ilk 15 günden sonra da devam etti.

15 gün sonunda en çok bayatlayan ekmek numarasız kaptaki, kendisine hiçbir niyet gönderilmeyen ekmek oldu. En çok ufalanan, üzerindeki delik sayısı en fazla olan ekmek dilimi numarasız kaptaki ekmek dilimiydi. Ona olumlu ya da olumsuz hiçbir niyet gönderilmemiş, onunla hiç ilgilenilmemişti –uzaktan bile olsa.

Tazeliğini, gevrekliğini koruyan ekmek 1 numaralı kaptaki, kendisine olumlu niyet gönderilen ekmek oldu. 1 numaralı kaptaki ekmekte ufalanma hemen hemen hiç olmadı. Üzerindeki deliklenme sayısı da oldukça azdı.

2 numaralı kaptaki, kendisine olumsuz niyet gönderilen ekmek dilimi, üzerindeki deliklenme sayısı bakımından; 1 numaralı kaptaki, kendisine olumlu niyet gönderilen ekmek diliminden üstünlük gösteriyordu. Ama niyetler, olumsuz da olsa, 2 numaralı kaptaki ekmek dilimini bayatlamaya karşı bir miktar koruma altına almıştı. Çünkü 2 numaralı kaptaki, kendisine olumsuz niyet gönderilen ekmek dilimindeki bayatlama oranı; numarasız kaptaki, kendisine olumlu ya da olumsuz hiçbir niyet gönderilmemiş ekmek dilimine göre daha azdı. 

Ekmeklerdeki bayatlama durumlarındaki bu farklılık 15 günlük niyet gönderme işlemi bittikten sonra da kalıcılığını korudu; hala koruyor.

Deneye Hazırlık

Deneyde kullanılan ekmekler 9x9 cm ebadında tost ekmekleriydi. Her bir ekmeği, renkli bir kalemle 1,5x1,5 ebadında karelere böldüm. Amacım ekmeklerdeki küflü kare sayısına göre bir karşılaştırma yapmaktı ama şu ana kadar herhangi bir ekmekte herhangi bir küflenme olmadı.

Deney Katılımcıları

Deneye toplam 54 kişi başvurdu. 

Deneye başvuran kişilerin 9’unun, niyetlerini gün içinde hangi zamanlarda yaptıklarına dair e-postası bana hala ulaşmadı ve bu yüzden katılımları iptal edildi. Başvuranlardan biri gönderdiğim deney ayrıntılarını okuyunca, deneyin hoşuna gitmediğini söyledi ve deneyden ayrıldı. Başvuranlardan başka bir kişi deneyi yanlış anlayıp kendi evinde yaptığı için katılımı iptal edildi. Başka biri, planlamadığı olaylarla karşılaştığını ve deney süresince hiç niyet gönderemediğini söyledi ve katılımı iptal edildi. Geriye toplam 42 deney katılımcısı kaldı.

Bu 42 katılımcının bir kısmında niyet gönderme işlemlerinde bazı eksiklikler vardı (bazı günler niyet gönderilmenin unutulması vs.) ama deney mantığına aykırı bir durum oluşmadığı için bu katılımcılar deneyin içinde yer aldılar.

42 katılımcının 40’ı kadın, 2’si erkekti. 

Ve katılımcıların 20’si İstanbul’dan, 9’u Ankara’dan, 4’ü İzmir’den, 2’si Bursa’dan, 1’i Antalya’dan, 1’i Konya’dan, 1’i Kütahya’dan, 1’i Gaziantep’ten, 1’i Kocaeli’nden, 1’i Adana’dan ve 1’i de Edirne’den deneye katılmıştı.

Deney Bana Neler Hissettirdi?

Deney ilhamının bir anda gelmesiyle beraber içimde kocaman bir kütle halinde bir cesaret belirmişti. O cesaret ve bir şeyler gerçekleştirme arzusunu kalbimle karnım arasında kalbime daha yakın bir bölgede hissediyordum. Bu büyük enerjiden olacak, fikrin zihnime düşmesinden, harekete geçip deneyi düzenlemem arasında çoook az bir vakit geçti.

Deneyin başından beri, daha önce buna benzer bir deney yapmış olmamdan dolayı kendime bir güven hissediyordum. (Daha önce yaptığım deneyin ne olduğunu “Haydi Deneye!” adlı yazımda paylaşmıştım.) Deneyin sonuçları bize muhakkak bir şey öğretecekti. Bundan emindim. Zaman zaman da sonucun ne olacağını zaten biliyor gibi deneyi hafiften bile alıyordum. Çünkü zaten bildiğim bir şeyi, düşüncelerin etkisini, tekrar etmeye ne gerek var diye bile düşündüğüm oldu. Sonucu nasılsa biliyordum.

Ama ekmekler bana sürpriz yaptı, bir tanesinde bile herhangi bir küflenme olmadı. Bu da zaman zaman kendimi çaresiz ve başarısız hissetmeme neden oldu. Deney sırasında bir ara şu anda okuduğunuz bu yazının başlığını “Başarısızlık” koymayı bile düşünmüştüm...

Neyse ki zaman içinde hiçbir küflenme olmasa da bayatlama konusunda ekmekler bir hayli farklı görüntü çizmeye başladılar. Hatta bayatlama konusundaki bu farklılık, deneyin içeriğinden haberi olmayan bir arkadaşım tarafından bile fark edildi.

Deney Sonu Yorumu

Yaptığımız bu deneyden de gördüğümüz üzere “uzaklık”, “yakınlık” vs. gibi fiziki gerçekliklerin zihin düzeyinde anlamı kaybolup gidiyor. Bizler düşüncelerimizle bir şeyleri etkileyebiliyoruz. Düşüncelerimizi yönelttiğimiz şey, düşüncelerimizden etkileniyor. Hatta düşüncelerimiz olumsuz bile olsa, düşüncelerimizi yönelttiğimiz şey üzerinde olumlu etkisi olabiliyor. Bu deneyde düşüncelerimizi ekmek dilimlerine yönelttik ve onları etkiledik. Anladığımız kadarıyla düşüncelerimizin etkisi sadece bizle sınırlı kalmıyor, uzaktaki şeylere kadar uzanıyor. Belki de “uzaktaki o şeyler” de biziz, kim bilir? Yani bilgeler haklı olabilir.

ALINTIDIR

Sizleri sıkmamak adına, bilimsel bilgileri en kısa ve en yalın haliyle aktarmaya çalışıyorum. Beni uzun süredir takip edenler bilirler, kendi denemediğim, araştırmadığım, okumadığım, inanmadığım hiçbir bilgiyi ne eğitimlerimde, ne de yazılarımda asla paylaşmam..Dolayısıyla yukarıda anlattığım bilgiler sizler için ne kadar henüz "şüpheli" de olsa benim için çoktan bir gerçeklik halini almıştır.  Yine beni yakından tanıyanlar bilirler, kişisel gelişim çalışmalarını eğlenceli kılmak benim için en önemli gerekliliklerden biridir. Neticede keyif almadan yaptığınız herşeyi düşük bir enerji ile beslersiniz, daha doğru bir ifade ile besleyemezsiniz ve sonuç alamazsınız. 

Dolayısıyla da sizleri her ne kadar ulvi bir amaç olsa da, Dünya barışına odaklanmak için bir niyet deneyine davet etmeyeceğim, belki ileride buna da vaktiniz ve gönlünüz olur, ama öncelikle, aldığımız bu bilgileri kendi küçük dünyamızda "kanıtlamadan", "deneyimlemeden" ve kendi gerçeğimiz haline getirmeden büyük dünya projelerine adım atmaya da gerek yok =). Kaldı ki şüpheyle karışık yarım bir inançla adım attığınız büyük bir projeden alacağınız sonuç ile, "kırılmaz bir inançla" adım attığınız bir projeden alacağınız sonuç da elbette farklılık gösterecektir.

Esasında bu bilgilere sezgisel olarak sahip olan atalarımız, özellikle de kadim kadınlarımız, tüm şifa ve enerji çalışmalarını, tek kişi gerçekleştirmektense, "kızkardeş" dedikleri güvendikleri ve kendileri ile aynı inanç ve odağa sahip birden fazla kişiden oluşan özel grupları ile gerçekleştirmekteydi. 

O zaman haydi şimdi eğlenceli kısma geçelim:

1. Bir Niyet Deneyi Grubu Oluşturun

Bu deney için, insanın zihninden öte bir varlık olduğuna inanan, esnek zihinli, enerji ve kişisel gelişim çalışmalarına meraklı sizden başka en az bir partner daha buluyorsunuz. Elbette ne kadar çok kişi bulursanız o kadar iyidir ancak, bu çalışmaların özenle, disiplinle, belirli bir mahremiyet içerisinde, ve bencillikten çok uzak bir şekilde, tamamen bir diğerinin hedefi için kendisinden belirli bir süreyi bu işe vermeye gönüllü kişiler tarafından gerçekleştirilmesi gerektiği için ben az 2 en fazla 4 kişiden oluşan bir grup kurmanızı öneririm.

Benim kendi kurduğum grubun ismi #powerof2 (İkinin Gücüdür).  Sadece niyetiniz üzerine konuştuğunuz bir whatsapp/ e-mail grubu açın. Bu grupta lütfen konudan sapmayın =) Dedikodularınızı başka bir platformda yapabilirsiniz =) 

2. Bir Niyet Belirleyin

Bu çalışmamızda niyetlerimiz üzerine şu şekilde çalışıyor olacağız:

 -  7 gün boyunca tek bir niyet üzerinde çalışılacaktır.

-   Her hafta tüm grup üyeleri, tek bir grup üyesinin tek bir niyeti üzerine odaklanacaktır. Başka bir ifade ile sıra size gelene kadar, grubunuzun belirlediği süreler dahilinde, sadece ama sadece bir başkasının niyeti üzerine tüm enerjinizi odaklayacaksınız.  Elbette, şahsınıza münhasır günlük hayatınızda uyguladığınız başka enerji çalışmalarınız vs. varsa bunlara devam edebilirsiniz. Ancak grubunuza ayırdığınız süreler içerisinde sadece niyet sahibinin niyetine odaklanmanız gerekmektedir.

- Belirlenen niyet herkesin en yüce hayrına olacak şekilde belirlenmeli, bir başkasının zarar görmesini içermemeli, sevgilileri ayırmak, eski sevgiliyi yeniden kendine aşık etmek gibi bir başkasının özgür iradesini manipüle edecek niyetleri içermemelidir. Bunu denemeyin bile zira böyle bir çalışmadan olumlu sonuç almanız imkansızdır. Bunu daha önceki yazılarımda da detaylı olarak anlatmıştım. Ancak elbette yeni ve mutlu bir ilişkiye niyet etmeniz uygundur. 

- Bu ve benzeri çalışmaları daha önce gerçekleştirmediyseniz, lütfen ilk etapta küçük niyetlere odaklanın, bir anda BMW marka bir otomobile odaklanırsanız, muhtemelen bu dileğinizi,  yeterli inanca ve kuvvetli odağa sahip olmadığınız için gerçekleştiremeyeceksiniz. 

- İlk haftalarda maddi ve manevi değeri sizin için çok yüksek olmayan, varlığı ve yokluğu çok da büyük bir önem teşkil etmeyen konulara odaklanın.  Örneğin o çok istediğiniz bluz, çanta, ayakkabı, havadan önünüze düşen bir 100 TL, hediye çeki, kitap, çiçek,  vs. vs. gibi...

- Ufak hedeflerinizi gerçekleştirdikten sonra, inancınız ve odağınız kuvvetleneceği için ilerleyen haftalarda daha büyük hedeflere de geçebileceksiniz. Ama başarının sırrı disiplinli tekrar ve kırılmaz inançtır bu nedenle, bu iki prensibi zihninizde temellendirene kadar ufak hedeflerle çalışmanızı öneriyorum. 

3. Niyetinizi Detaylandırın

Gruptaki niyet sıralamanızı belirledikten sonra, birinci kişinin niyetini detaylarıyla ortaya koyun. Örneğin, geçenlerde yabancı bir yazarın bir eserinin ana dilinde yazılmış versiyonunun  90 TL'ye satıldığını farkettim, bir kitap için 90 TL biraz pahalı gelmekle beraber, bu yazarı sevdiğimi bilen birinin bana bu kitabı hediye etmesi ne iyi olurdu öyle değil mi? Tabii ki, ben kitap delisi bir insan olarak her ne kadar doğrudan ve derhal kitabı satın almış olsam da, bir niyet deneyi için bu gibi bir hedef oldukça uygundur.

Niyetinizi belirlerken:

- Niyetinizin fiziksel özelliklerini ve niyetiniz gerçekleştiğinde yaşayacağınızı düşündüğünüz tepkileri, duyguları, düşünceleri, beden hislerinizi listeleyin.

Bu bir kitapsa, kitabın kapağını, renklerini inceleyin, dokusunu tanıyın, bilin, sayfaları çevirirkenki hislerinize dikkat edin, okurkenki keyfinizi düşünün vs vs.

Bu bir bluz ise, bluzun renklerini, dokusunu, giydiğinizdeki hislerin ne olabileceğini belirleyin.

Bu bir 100 TL ise, o 100 TL ile ne yapacağınızı, bu para elinize geçtiğindeki hislerinizi hayal ederek listeleyin.

Önemli olan niyetinize dair, niyetiniz gerçekleştiğinde yaşayacağınız duyguları, hissedeceğiniz bedensel duyuları, niyetiniz gerçekleşmeden önce mümkün olduğu kadar detaylı listelemektir. 

Farkettiyseniz odaklanmanız gereken hep "duyular" ve "duygulardır".

Tüm bunları bütün grup üyelerinizle birlikte belirleyin ve listeleyin. Bu noktada da whatsapp/e-mail grubunun önemi ortaya çıkıyor =)

Yukarıda bahsedilen ön hazırlıkları tamamladıysanız, artık tüm grup, hangi niyete, hangi duygularla odaklanacağını biliyor demektir. Bu şekilde, herkes aynı "cins" enerjiyi aynı "niyete" odaklamayı başarabilecektir.  

Ancak tam da bu noktada çok önemli bir hususa dikkatinizi çekmek istiyorum:

Diyelim ki bu hafta Ayşe'nin niyetine odaklanacağız. Ayşe bizlere dilediği kitap eline geçince yaşayacağı duyguları belirtti, bizler de katkıda bulunduk, ancak kitabı kendimiz için değil Ayşe için istiyoruz, bu nedenle niyete odaklanırken, kitabı kendi ellerimizde tuttuğumuz gibi bir imge doğru bir imge olmayacaktır, Ayşe'nin imgesi, kitabı kendi elinde tutmak yönünde olacakken, diğer grup üyelerinin imgesi ise kitabın Ayşe tarafından tutulduğunu görmek yönünde olacaktır. Diğer grup üyeleri ön hazırlık sürecinde yapılmış listeden dolayı Ayşe'nin niyeti gerçekleştiğinde nasıl bir duygu yaşayacaklarını bilmektedirler. Diğer grup üyelerinin imgelemesi gereken ise Ayşe'nin bu duyguları yaşadığına "şahit olmaktır". Diğer grup üyelerinin tek görevi böyle bir olaya "şahitlik ettiklerini" ve Ayşe'nin duygularını paylaştıklarını hissetmek, ve onun adına "mutlu olmak" ve "empati" kurmak yönünde olmalıdır.   Kısacası grubun tamamı kendi için değil sadece Ayşe için çalışmakta ve Ayşe'yi enerjileri ile desteklemektedirler.  Ayşe kitabı elde ettiğinde tam da sizleri söylediği duyu ve duyguları yaşayacaksa, siz geri kalanlar, Ayşe bunu başardığında ne hissedeceksiniz?

Diğer grup üyelerinin listelemesi gereken duyu ve duygular da bunlardır.

Ayşe kitabı elde ettiğinde hissetmeyi beklediğim duygular:

- Onun heyecanını, keyfini, mutluluğunu paylaşmak

- Kitabın elde edildiği anda whatsapp grubundan mesaj almak =)

- Onun kitaba sevinçle sarıldığını görmek, kitaba dokunmak vs vs..

Kısacası Ayşe'nin imgesi ile diğer grup üyelerinin imgesi tam olarak aynı olmayacaktır. Her hafta niyeti için çalışılan kişi dışında, diğer kişilerin görevi, tamamen ve sadece bencillikten arınmış bir şekilde başkasının mutluluğunu, duygularını, empati yolu ile paylaşmak yönünde olacaktır. İşte tam da bu nedenle, bu çalışmayı ilk etapta güvendiğiniz, sevdiğiniz yakınlarınızla ve az kişiyle yapmanızı önerdim, çünkü başkası adına mutluluk enerjisi üretmek, eğer siz çok mutsuz bir bireyseniz, büyük bir yük gibi görünebilir! Benzer şekilde grup üyelerinden bir kişinin onaylamadığı bir niyet üzerinde çalışmak da anılan sebeple etkili olmayacaktır, tam da bu nedenle işte, özgür irade, etik ve ahlak prensiplerine uygun olarak, kimseye zarar vermeyecek, sadece hayrınıza çalışacak ve kimsenin özgür iradesine müdahale etmeyecek niyetlere odaklanmalısınız.  Örneğin niyetiniz terfi almaksa, bunun sadece diğer bir kişinin başarısızlığı neticesinde olabileceğini düşünüyor olabilirsiniz, ancak bu doğru değildir, niyetinizin nasıl gerçekleşeceği kısmı sizi ilgilendirmez, sizin niyetiniz "terfi almaktır", başkasının "ayağını kaydırmak" değil, bu nedenle odaklanmanız gereken kısım sadece "terfi almak" olmalıdır. 

Diğer grup üyeleri hemen sıkılmasın, üzülmesin, 1 hafta boyunca başkasının mutluluğu için çalışmak dahi, sizin enerjinizi yükseltecek ve sizlerin de beklemedik sürprizlerle karşılaşmanıza yol açacaktır. Kısacası diğer grup üyeleri de boşuna çalışmıyor, ister kendiniz, ister başkası için yüksek bir frekans / enerji üretin, neticede ürettiğiniz enerji sizin elektromanyetik alanınızdan (Aura) çıkıyor, döneceği yer elbette yine sizin alanınız olacaktır.  Bu çalışma neticesinde esasında hepimizin "bir" ve "tek" olduğunu da rahatlıkla farkedebilirsiniz, başkası adına yüksek enerji üretiyormuş gibi görünürken esasında siz kendi enerjinizi de yükseltiyorsunuz! Bunun sonuçlarını elbette sizler de doğrudan yaşayacaksınız! Bu nasıl olabilir ki diyorsanız, şu basit örneğime kulak verin; sokakta gördüğünüz kedi yavrularını sevdiğinizde ve hatta beslediğinizde , o katı kalbiniz yumuşar, ne kadar mutsuz olursanız olun, o kedicikleri gördüğünüzde içiniz ve kalbiniz pır pır eder, kedi sevildiği ve beslendiği için mutludur, siz ise kediyi desteklediğiniz ve onu severkenki hissettiğiniz yumuşacık duygular sayesinde mutlusunuzdur. Kazan-kazan! 

4. Enerji Üretme, Yollama, Odaklanma

Bu çalışma için ihtiyacınız olan toplam süre acemilik döneminiz boyunca her gün yaklaşık 15 dakikadir.

15 dakikanın ilk 5 dakikasında yapmanızı istediğim tek şey, rahat ve rahatsız edilmeyeceğiniz sakin bir ortama geçerek sadece derin derin nefes alıp vererek zihninizi rahatlatmanız.. Bu 5 dakika içerisinde, nefesinizin size verdiği duyulara, nefesinizin ritmine veya sesine, kalp atışlarınıza veya burnunuzun ucuna veya ellerinizi kavuşturduysanız parmak uçlarınıza odaklanabilirsiniz. Buradaki amacımız, zihninizi tek bir uyarana odaklayarak sakinleştirmek ve alfa durumuna geçirmektir.  5 dakika içerisinde halen rahatlayamadığınızı hissediyorsanız, rahatladığınızı hissettiğiniz ana kadar bu çalışmanızı devam ettirin.  Bu çalışmayı tekrarladıkça, zaman içerisinde yaklaşık 1-2 dakika gibi kısa bir süre içerisinde rahatlayabildiğinizi farkedeceksiniz. Bu çalışmayı gözleriniz kapalı yapmanızı öneririm, zira bu şekilde çok daha hızlı bir şekilde zihninizin sakinleştiğini farkedeceksiniz..
Zihninizin ve bedeninizin sakinleştiğini farkettiğiniz noktada, niyetinize odaklanmaya başlayabilirsiniz.

Niyet Sahibi:

Ön hazırlık aşamasında, niyetinize dair tüm fiziksel duyularınızı ve niyetiniz gerçekleştiğinde hangi deneyim ve duyguları yaşayacağınızı listelemiştiniz. Şimdi, o listeyi "deneyimleme" vakti..

Gözleriniz kapalı, imgenize başlıyorsunuz.. Bu noktada sizden tek istediğim 5 dakika boyunca sadece niyetinizin gerçekleştiği AN'I, yani o son kareyi zihninizde canlandırmanız, niyetinizin size hangi yolla geldiği gibi detaylara imgenizde yer vermenize hiç gerek yok, tek yapmanız gereken, o son nihai kareye hızlı çekim bir şekilde ilerlemek ve o karenin içine girmek. Evet, niyetiniz avucunuzda...

Nasıl hissediyorsunuz? Keyifli, heyecanlı, mutlu?

Niyetinizin nasıl bir dokusu, duyusu var? Eğer maddi bir şey istiyorsanız ona dokunmak nasıl bir his?

Evet tek yapmanız gereken bu, niyetinizin gerçekleştiği son kareye ışınlanarak, niyetinizi gerçekten de tüm hisleriniz ve duyularınız ile "yaşamak".

Çalışmanızı bitirdikten sonra, grubunuza izlenimlerinizi, sezgi ve hislerinizi yazabilirsiniz, ancak bu çalışmanın ardından mutlaka günlük, basit, bambaşka bir işle hayatınıza devam etmenizi ve çalışmanızın üzerinde fazla durmamanızı öneririm, zira bu şekilde enerjinize tutunmamış ve onu dışa doğru salmış olursunuz.

Niyeti Destekleyen Grup Üyeleri:

Çalışmanın ilk 5 dakikası sizler için de aynı olacak, ikinci aşamada kendinizi hazır hissettiğinizde, sizler de daha önce listelemiş olduğunuz duyu ve duyguları yukarıda anlatılan şekilde aynen yaşıyor olacaksınız, tabii tek fark, imgenizde, niyete sizin değil arkadaşınızın sahip olduğunu görmek, onun hislerini ve coşkusunu paylaşmak. Lütfen sizler de sadece niyetin gerçekleştiği son kareye odaklanın, hatta tavsiyem bu son kare üzerinde de önceden grupça bir fikir birliğine varmanız, bu şekilde herkes aynı kareye odaklanabilecektir kaba tabirle "ışınanabilecektir" =).

Siz gözlemciler, arkadaşınızın niyeti gerçekleşti:

Nasıl bir duyguya şahitlik ediyorsunuz? Arkadaşınızın sevincini paylaşabiliyor musunuz? Heyecanlı ve sevinçli misiniz, biraz da şaşkınsınız belki, tatlı bir imrenme hali var mı peki? Bu niyet somut bir dokuya sahip ise, ellerinizde tuttuğunuzda size nasıl bir his veriyor?

Sizler de çalışmanızı bitirdikten sonra, günlük işlerinizle hayatınıza olduğu gibi devam edebilirsiniz.

Bu çalışmanın etkinliğinin akşam saatlerinde ve aynı anda yapıldığında çok daha kuvvetli sonuçlar verdiğini tespit ettim, bu çalışma için fiziken bir arada olmanıza gerek yok ancak aynı anda başlayıp aynı anda bitirebiliyorsanız optimum koşullarda çalışmanızı gerçekleştirmiş olursunuz. Bazı günler herkesin aynı anda bu çalışmayı gerçekleştirmesi mümkün olmayabilir, siz yine de her gün farklı saatlerde de olsa çalışmalarınıza disiplinle devam edin! Ritüellerin (yani birlikte aynı saatlerde yapılan çalışmalar) etkisi enerjisel olarak çok kuvvetli olmakla birlikte, bireysel olarak yapılan çalışmalar da son derece etkilidir. Seçim size kalmış!

7 günün sonunda ise, çalışmalarınızın sonuçlarını birbirinizle paylaşmayı unutmayın, enerji çok gizemli ve anlaşılmaz şekillerde çalışır, ilk etapta, hayatınızda sadece hareketlenmeler görebilir, istediğiniz bluzun size değil de yan masanızda oturan iş arkadaşınıza geldiğine şahit olabilir ve bunun gibi absürd gibi görünen bir çok olayla karşılaşabilirsiniz, moraliniz bozulmasın, aksine tüm bu absürd gibi görünen durumlar, enerjinin çalıştığına delalettir. İlk etapta niyetlerinize tam olarak ulaşamayabilirsiniz, bu durum da çok normaldir, zira hayatınızda daha önce hiç enerjiyi yönlendirmeye ve bu denli odağınızı toplamaya çalışmadıysanız, ilk etaplarda yeterli kuvvette enerji üretememeniz de normaldir. Tam da bu nedenle ufak hedeflerle başlamanızı önermekteyim.  

İlk 7 gününüzün sonunda diğer bir niyete geçebilirsiniz, bu şekilde hem bir önceki niyetten odağınızı çekmiş olacak ve enerjinizin rahatlıkla salınmasına izin verebileceksiniz hem de enerjiyi yönlendirmeyi çok daha ustalıkla tecrübe etmeyi öğrenebileceksiniz.

Sıra yeniden size geldiyse, ve ilk niyetiniz gerçekleşmediyse, aynı niyet üzerine tekrar çalışabilir veya farklı bir niyet deneyebilirsiniz. Artık bu kısım tamamen sizin sezgilerinize göre hareket etmeniz gereken kısım, ancak tecrübelerime dayanarak bir niyete dair yaklaşık olarak 3 hafta sonunda bir hareketlenme görmüyorsanız, bazı konuları yeniden düşünme vaktiniz de gelmiş demektir. Böyle bir durumda ben yolunuza farklı bir niyetle devam etmenizi, tercihen daha ufak bir hedef belirlemenizi tavsiye ediyorum. 

Bir kere bir niyetiniz gerçekleşti mi, o niyete dair deneyiminizi "referans" olarak kullanarak, aynı yöntemleri izleyerek diğer ve daha büyük bir hedefinizi gerçekleştirebilirsiniz. Referans olarak aldığınız niyet sürecini inceleyin, neyi nasıl yaptınız, gerçekleşmeyen niyetinizden farklı olarak, gerçekleşen niyetinizde farklı bir duygu durumunda mıydınız? Farklı olan neydi?

Tüm bunları tespit etmek için de adeta bir bilim adamı gibi bu 7 günlük süreçlere dair izlenimlerinizi ve sonuçlarınızı whatsapp/e-mail grubunuzdan yazılı olarak paylaşın, paylaşın ki ilerleyen zamanlarda nerede ne hata yaptığınızı, neyin işe yarayıp, neyin yaramadığını daha net bir şekilde kendi adınıza farkedin.

Benim size önerim, bir niyetiniz gerçekleşene kadar, ufak hedeflerle, çalışmalarınıza devam etmeniz, bu yolu izlemeniz halinde, bahsettiğim şekilde bir kez bir niyetiniz gerçekleşti mi, bu sürece dair tüm detayları (duygu durumunuz, odaklanma ve enerji üretme kuvvettiniz, rahat hissedip hissetmediğiniz, sonuca olan bağımlılık durumunuz, fazla istekli veya fazla isteksiz olma haliniz, niyetinize dair heyecan ve istek durumunuz, hedeflerinizin büyüklüğü, inanç durumunuz vs.) kopyalarak daha büyük niyetleriniz için kullanma olanağına sahip olursunuz.

İlk etapta büyük hedeflerle başlamanız halinde, başarısız olma olasılığınız yüksek olacağı için, büyük ihtimalle pes edecek ve tüm bu zihin oyunlarının saçmasapan şeyler olduğuna kanaat getireceksiniz. 

Gerçekten de çekim yasasını bilinçli bir şekilde kullanmaya çalışıp da başarısız olan bir çok kişinin temel sorunu da budur! Büyük hedeflerle başlayarak, hedefleri gerçekleşmeyince pes etmek! Yani sabırsızlık, bir de keyfiniz kaçacak kadar stres yapıp, zorlamak, unutmayın bu çalışmaların eğlenceli olması gerekiyor! =)

Çekim yasasını bilinçli ve hatasız bir şekilde kullanmaya dair elbette kocaman bir kitap yazacak kadar detay mevcut. Sıklıkla yapılan hatalar, yanlış anlaşılan konular.... Merak etmeyin tam da bu nedenle bu konu üzerine kocaman bir kitap yazdım, sadece 1 ay daha beklemeniz gerekiyor. 

Bu kitaptaki tüm detaylara hakim olana kadar, arkadaşlarınızla "niyet projeniz" üzerinde çalışmaya başlayabilir ve ilerleyen günlerde çok daha büyük hedeflerinizi gerçekleştirmek üzere yapacağınız bireysel çalışmalarınız için harika bir zihinsel zemin yaratabilirsiniz.

Çabasız başarı diye bir şey yoktur, bu nedenle sizden en azından zihinsel ve enerjisel olarak niyetleriniz için günde 15 dakika çaba harcamanızı bekliyorum, geri kalan tüm detaylar zaten oldukça şaşırtıcı bir şekilde su yolunu bulur gibi önünüze akacaktır ve hallolacaktır.

Haydi bakalım kaybedeceğiniz hiçbir şey yok, güçlenecek arkadaşlıklar da kremalı pastanın üzerine çilek olsun =) 

Sevgilerimle

Not: Çalışmalarınızın sonuçlarını,  #powerof2 #nedenolmasın #fitsoulfitmind hashtagleriyle Instagram üzerinden benimle de paylaşırsanız çok sevinirim=)










Geleceği Bilmenin Sırrı

Geleceği bilmek istiyorsan, Kendini bil.  Geleceği mi bilmek istiyorsun, Dışarı çıkma, *Kendine gel!*,  Geleceği ...