Ülkemizin içinde bulunduğu çalkantılı ve gergin günler, hepimizin göz ardı edemeyeceği şekilde yaşadığı ekonomik zorluklar bu yazıyı yazmama vesile ve ilham oldu.
Gündemi ve göz önünde olan hayran ve düşman kitlesi yoğunlukta olan kişileri özellikle takip etmekteyim. Bir insan veya bir olgu, toplumun büyük bir bölümünde büyük bir hayranlık veya büyük bir nefret kimi zaman ise iki duygunun da yönlendirildiği bir kimse veya olgu ise, kişi ve olgudan ziyade, söz konusu kişi veya olgunun toplumun zihninde tetiklediği "arketip" ve bu arketipe olan tepki, toplumsal olarak hangi kök kodlara sahip olduğumuzun açık bir göstergesi.
Bu arketiplerden ilkini özellikle bu günlerde memleket meselelerini yorumlayan kişiler arasında açık ve seçik olarak görebiliyoruz.
Buradaki arketiplerden ilki kendini "realist", "mantıklı", "bilimsel" olarak niteleyerek toplumun büyük bir kısmından daha fazla farkındalık ve öngörü sahibi olduklarını düşünerek yorumlarını en kötü senaryoyu çizecek şekilde yapan kimselerdir. Kendi savunduğu ideolojinin hakettiği değeri görmediğini düşünen bu grup "bizden hiçbir şey olmaz, memleketi kapatıp gidelim, gidecek ülke arıyorum, eziliyorum, azınlığım vs vs" şeklinde veryansınlarda bulunmaktadırlar. Bunlara karşılık diğer arketip ise, ne olursa olsun umudunu koruyan ve pozitif içerikli konuşma ve duruşta bulunan kimselerdir. Realist olduğunu iddia eden grup, diğer gruba "hayalperest", "kaç kere hayal kırıklığına uğradın dersini alamadın mı" gibi yakıştırmalarda bulunarak kendisinin görebildiğini kimsenin göremediğini savunan ve adeta haklı olmak uğruna "başarısızlığı" tercih eden kimselerdir.
Bakın bu son cümleme dikkat edin, insanoğlu işin ucunda haklı veya haksız çıkmak mevzu bahis ise, kendisi için daha hayırlı ve mutluluk getirecek olay ve durumların içten içe gerçekleşmemesini kovalamaya eğilimlidir. Çünkü bu şekilde, kişi her ne kadar mutsuz olacağını bilse dahi "haklı" ve "öngörülü" olabilmenin tatminini yaşayacak diğer yandan da, umut dolu beklentilerinin karşılanmaması olasılığı karşısında da bir savunma mekanizması geliştirmiş olacak, kendisini de bu şekilde olası bir hayal kırıklığından korumuş olacaktır. Kişi bu şekilde hem haklı hem de acı çekmeyen taraf olabilmenin sırrını bulduğunu düşünmektedir.
Aynı durum, mükemmel hayatlar yaşadığını düşündüğümüz, oldukça talihli olduğunu sandığımız kişiler açısından da geçerli. Kolay yoldan, hiçbir çaba göstermeden muhteşem bir hayata "konmuş" olan bu kişiler, gece-gündüz çalışan, çalışmasına rağmen standart belki de standardın altında bir hayat süren kimselerin adalet duygusunu sarsar. Hayata karşı adalet duygusu sarsılan bu kişiler, teselliyi, bu mükemmel hayatları yaşayan kişilerin açıklarını ve eksik yönlerini bularak ve ifşa ederek bulurlar. Hiçbir şey bulamazlarsa, ilahi adalete sığınarak, bu kişilerin bir gün tepetaklak olacağına kendilerini inandırırlar.
Yine benzer bir durum, yıllarca kurduğu düzeni, kariyerini ve mesleğini, hayallerini gerçekleştirmek adına kökten değiştiren kişilere karşı gösterilen tavır ve tutumda kendini gösterir. Bu cesareti gösteremeyen, gösteremeyeceğini düşünen kişiler, bu cesareti gösteren kişilerin "başarısız" olmasını içten içe daima beklerler, kimileri bu düşüncesini açıkça beyan etmekten de "bir dost/abla/ağabey tavsiyesi" sureti altında kaçınmaz, ve bu kişileri saçmalamak ve aptallıkla itham ederler. Zira bu kişilerin cesaretlerinin karşılığını alması, umutlarının meyvesini afiyetle yemesi, cesaret gösteremeyen kişi adına, inançlarının sarsılmasına sebep olur, kısacası bu durum, büyük bir şahsi hezimeti de beraberinde getirir. Bu hezimeti yaşamaktansa, kişi, umut sahibi kişinin umutlarını söndürmeyi tercih eder ve bunu da bilinçsizce ve farketmeden yapar.
Umut ve hayalleri için çalıştıktan sonra başarısızlık ihtimali ile yüzleşecek, böyle bir duruma göğüs gerecek, güç, öz cesareti ve özgüveni bulamayan her kimse, kendisini "realist", "zeki", "öngörülü" olarak etiketleyerek kendilerinde var olan "korkaklık" vasıflarının üzerini örtmeye çalışır.
Bu kişiler esasında;
Başarısız olmaktan korkar,
Acı çekmekten korkar,
Kaybetmekle yüzleşmekten korkar,
Hata yapmaktan ve yanılmaktan korkar,
Toplum tarafından onaylanmamaktan ve dışlanmaktan korkar,
Başarılı olmanın getireceği büyük sorumluluktan korkar,
Kendisinin hiçbir zaman içinde bulunduğu rutin hayatında "zengin" olamayacağına inandığından ötürü, parayı sevmez, zengini sevmez, ve paranın tüm kötülüklerin anası olduğunu savunur, maddesel değerlere sahip tüm insanları kötüler,
Kalp kırıklığından korktukları için, ilişkileri de pek yolunda gitmez, bu nedenle parayı sevmedikleri gibi tüm kadın ve erkeklerin de "kötü", ilişkilerin ise "yalan" olduğuna inanırlar.
Kısacası, her kim "umut" karşısında tepki gösteriyorsa, bu kişi umuda en çok ihtiyacı olan kişidir. Kendi karanlığından hiçbir çıkış noktası olmadığını, kendi standartlarının hiçbir şekilde ivme kazanamayacağını sanan veya bu gücü kendisinde bulamayan bu kişiler hayatları boyu büyük bir bedel ödediklerinin farkında değillerdir. Bu bedel, gerçek mutluluk ve başarıdır.
Mutluluk ve başarı ihtimali karşısında hayal kırıklığı ihtimali daima mevcuttur. İşte, olumsuz ihtimali göze almaktansa, tembellik yaparak, kendi kalıpları içerisinde yaşamayı tercih eden bu kişiler ne zeki, ne realist, ne de öngörülüdür, bu kişiler korkaklığın pençesine takılmış kişilerdir ve bunu kendilerine itiraf etmektense tüm hayatlarını aynı kalıplar içerisinde yaşamayı tercih edebilir ve çevrelerinde var olan umut dolu insanları da aşağı çekmekten çekinmezler.
Bu kişilerin umuda karşı duydukları büyük nefret esasında, her ne kadar kendilerine itiraf etmeseler de, hatta farkında dahi olmasalar da, kendi korkaklıklarına ve hayat koşullarına karşı duydukları büyük nefrettir.
Umuda sahip olanlar ise, bu koşulları değiştirmek için bitmek bilmeyen bir mücadeleyi göze alırlar ve çoğunlukla da er ya da geç daima başarılı olurlar.
"Umut fakirin ekmeğidir" deyişi, toplumumuzun umuda karşı genel olarak tavrını yansıtan bir sözdür. Bu sözün umut ve umutsuzluk duygularını bir arada barındırması sanırım dikkatinizi çekmiştir, bu sözün birinci anlamı "fakirin" ancak umutla kendini "teselli" edebildiğini ima etmektedir. Bu sözün diğer anlamı ise bir teselli olmaktan çok ötedir, potansiyele ve olasılıklara inanmaktır, inandığının uğruna mücadele etmek ve aksiyon almaktır ve işte bu kişi artık sadece hayal eden bir "fakir" olmakla kalmaz, eninde sonunda "zengin" olan bir birey haline gelir.
Bizim insanımız, harekete geçip ihtimalleri tüketmektense, neden harekete geçilmemesi yönünde sav ve teori üretmeye ziyadesiyle eğilimlidir. Bizim insanımız, neden başarılı olabileceğini düşünmektense, neden başarısız olacağını hesaplamaya ziyadesiyle eğilimlidir.
Artık diğer yazılarımdan da bildiğiniz üzere, düşüncelerin kendine has bir titreşimi vardır, ve bu titreşimler yani frekanslar Mhz olarak ölçümlenebilmektedir. Rezonans Kanununu duymayanlar varsa, kısaca tanımlamak isterim, frekansların birbirilerine uyumlanma özelliğine Rezonans Kanunu denir, düşük frekansta düşünce üreten bir bireyin, benzer frekansta birey, olay, durum ve deneyimleri hayatına çekmesi metafizik değil doğal ve bilimsel bir olgudur, bu konuda Einstein'in Sicim Teorisi'ni ve deneyini incelemenizi tavsiye ederim. 1995 yılında Rus Bilim Akademisi'nde Vladimir Poponin ve Peter Gariaev yönetimindeki araştırmalar ve deneyler Rezonans Kanununun teoriden kanuna geçişindeki yolda bir adım niteliği taşımaktadır, bu konu ayrı bir yazı konusunu oluşturmakta olup, bu yazının çerçevesinde bilmeniz gereken prensip şudur; Rezonans Kanunu uyarınca, kişinin frekansı benzer frekanstaki durumlarla daima etkileşim haline girecek ve uyumlanacaktır.
Dolayısıyla, bugün "umuda" sarılmanın boş olduğunu düşünen bir birey için, en büyük ideal ve hayallerinin gerçekleşmesi imkansızdır, zira büyük hayaller ve ideallere giden yolda tökezlemek ve düşmek olağandır, bu kişiler ise, bu cesareti gösteremeyecek kadar korkuya kapılmışlardır. Yaydıkları genel frekans "korku" olduğu için, bu kişiler hayatlarını daima "savunma" pozisyonunda geçirir, ve kazanmak değil, kaybetmemek yönünde mücadele vererek hakikaten de, kendi varlıklarını tehdit eden bir çok kişi olay ve durum içerisinde kendilerini bulurlar.
Aynı prensipten yola çıkarak, umutlarının gerçekleşeceğine inanan bir birey için, umudunun gerçekleşmesi yönünde olay, durum, fırsat ve kişiler zaman içerisinde karşılarına çıkacaktır, zira bu kişinin düşünsel frekansı ile hayaline dair frekansı rezonedir yani birbirine uyumludur.
Bu nedenle umut ve hayal fakirin değil zenginin de en değerli besin kaynağıdır. Evrenin "titreşimden" oluştuğu bir realitede (ki bu bir realitedir, bilimdir), hangi titreşimleri yaydığınıza dikkat etmek kelimenin tam anlamıyla hayatsal bir önem taşımaktadır.
Umut etmek ve hayal kurmaktan ve hayallerinizi gerçekleştirmek adına tekrar tekrar harekete geçmekten asla vazgeçmeyin.
Sevgilerimle
Rezonans Kanunu ve uygulamaları üzerine bireysel eğitim ve seanslarımız için fitsoulfitmind@gmail.com adresinden bana ulaşabilirsiniz.