Depresyon, çağımızın belki de en sık rastlanılan rahatsızlıklarından biri. Depresyon, günümüzde "depresyon tedavisi" başlığı altında çeşitli araçlarla "tedavisi" mümkün olan bir "hastalık" olarak tanımlanıyor.
Depresyonun tedavi yöntemlerinin başında, psikolojik/ruhsal terapi ve ilaç tedavisi geliyor.
Peki hiç şu soruyu sormayı düşündünüz mü?
Depresyon bir hastalık mıdır?
Gelin öncelikle hastalık nedir, ne değildir, ezoterik bir çerçeveden inceleyelim.
Hastalığın en yaygın tanımı şudur: "Hastalık ya da sayrılık, beden veya zihinde meydana gelen, rahatsızlık, dert ve görev bozukluğuna yol açan belirli bir anormal duruma verilen isimdir".
Türkçe'de hastalığı ifade eden malesef sayıca fazla kelimemiz olmamakla beraber, İngilizce'de "hastalık" olarak nitelendirilmeyen vefakat "rahat olmama haline" işaret eden "dis-ease" kelimesi bazı durumları açıklamak ve tanımlamak için kullanılmaktadır, bir çok hastalık ise biyolojik, mental, ve fizyolojik düzenin bozulmasına ilişkin olduğu için "dis-order" yani "düzensizlik" olarak ifade edilmektedir.
Her iki tanımda da dikkati çeken iki unsur vardır, rahatsız olma hali ve normal dışı durum (anormal durum, anomali).
Depresyonu ele alacak olursak, depresyon kişiyi rahatsız eden duyguların var olması, kimi zaman ise duygu ve duyarlılığı yitirmenin, boşluk hissinin vuku bulması ve bunun neticesinde kişinin fizyolojik olarak hayatı idame ettirme gücünü yitirmesi olarak tanımlanabilir.
Gördüğünüz gibi depresyonun doğuş noktası "duygulardır", fizyolojik olarak güç kaybı ise "rahatsız" eden duygular" veya "duygu yoksunluğu" halinde meydana gelir, bu nedenle ele alınması gereken durum fizyolojik belirtilerden ziyade kişinin "duygu halidir".
Depresyonun tanısı yapılırken, doktorlarımız özellikle, fizyolojik hayatınızı ne kadar idame ettirip, ettiremediğinize yönelik sorular sorarlar ve bunu anlamak adına, banyo, ev ve yemek düzeninizden tutun bir çok alanı deşerler, kısacası, duygusal durumunuza dair fizyolojik bir belirti de ararlar, Doktor, hayatınızı normal ve olağan koşullarda idame ettirebildiğinizi gördüğünde size "hafif depresyon" tanısı koyabilir veya böyle bir tanıyı hiç koymayabilir, ama kişi fizyolojik olarak hayatını olağan akışında idame ettiremiyorsa, genellikle terapi ile birlikte, anti-depresan ilaç tedavisine başlanır. Bakın burada, ilaç tedavisine başlayıp, başlamayacağınızı belirleyen en büyük etkenlerden biri hayatınızı "olağan akışında" idame ettirip ettiremediğinizdir.
Kullandığım kelimelere dikkat edin, "normal", "olağan". Ezoterik çerçevede son derece anlamsız olan bu iki kelimenin anlamsızlığını şu şekilde açıklamak isterim: Normal ve olağan, bir toplum içerisinde sıklıkla karşılaşılan durum ve davranışlar bütünüdür. Bu tanıma göre, siz kalıplaşmış davranış modellerinden farklı bir davranış modeli gösterdiğiniz anda doğrudan "anormal" ve "olağandışı" kapsamına girmektesiniz. Bugün, normal, olağan ve sıradanın ötesinde davranış biçimi gösteren birçok kişiye "hasta" tanımı yapılması da bu mantıktan ileri gelir. Gördüğünüz gibi, toplum standartlarının dışına çıkan bir çok kişi hasta olmakla itham edilme ile karşı karşıya kalmaktadır. Bu yapay hastalıkların başında, depresyon, eşcinsellik, üstün yaratıcılık (delilikle itham edilirsiniz), hiperaktivite (enerjinin doğru şekilde kanalize edilememesi),dikkat bozukluğu gibi durumlar gelir. Bu gibi hastalık olarak tanımlanan durumların her biri, kişinin enerjisini kendisi için doğru ve anlamlı bir kanala kanalize edememesi, ve enerjisini yönetememesinden kısacası, kendisine bahşedilmiş üstün kapasitesini kullanmayı bilmemesinden ileri gelir, ve hiçbiri de "hastalık" değildir. İlaç tedavisi, yapay yollar ve dışarıdan müdahele ile, bir takım hormon ve salgıların vücutta üretilmesini sağlayarak, kişiyi "stabil" bir hale getirerek, çevresine yeniden uyum sağlamasını ve hayatını "olağan" akışında idame ettirebilmesi adına gereken enerji ve gücü kendinde yeniden bulabilmesini sağlar. Bu yöntemle ancak bir makineyi tamir edebilir, ancak bir insanı şifaya kavuşturamazsınız.
Neden mi?
Kendini doğa ve evrenden ayrı tutan İnsan, çok önemli bir ayrıntıyı gözden kaçırmaktadır. Evren, kutupluluk, yani dualite prensibine göre işler. İyi kavramının ortaya çıkabilmesi ve tanımlanabilmesi için kötü kavramının, mutluluk kavramının ortaya çıkabilmesi ve tanımlanabilmesi için ise mutsuzluk yani depresyon kavramının varlığına ihtiyaç vardır, tıpkı her karanlığın bir aydınlığa, her aydınlığın ise karanlığa hayat vermesi gibi.
İnsanın kendini kötü ve güçsüz hissetmesini "anormal" olarak niteleyen bilim, "normal" olanın stabil ve dingin hissetmek olduğunu öne sürerek, bu olumsuz duyguların kişiyi hayat düzeninden koparmasını engellemek adına, dışarıdan müdahalenin gerekli olduğunu savunur. Bu durum, malesef insanoğlunun insanlık deneyimini reddederek daimi mutluluğun peşinde koşmasından ileri gelir, oysaki insan olma deneyimi içinde kutupluluğu barındırır ve ilahi tekilliği barındırmaz. Depresyonun bir hastalık olduğunu iddia etmek, insanın, insan olma deneyimini reddetmesi anlamına gelir.
Kutupluluk prensibine göre, mutluluk ve depresyon aynı frekansın iki zıt ucudur, tıpkı atalet, tembellik, duyarsızlık ve yaratıcılığın da aynı frekansın iki zıt ucu olması gibi. Bugün, yaratıcılık ve mutluluğun "doğal" olduğunu savunan insanın, aynı frekansın diğer ucunu "anormal" olarak nitelendirmesi mantıksızdır. Tüm duygular, insan içindir, ve sadece olandır, vardır. Burada görülmesi gereken husus şudur; depresyon bir hastalık değil, bir bakış açısıdır. Bu bakış açısı ise kişiyi "rahatsız" etmektedir. Dolayısıyla, yapılması gereken bakış açısının değiştirilmesidir, fizyolojinin değiştirilmesi değil. Depresyon, kurban bilincidir, mutluluk ise varlık bilincidir. Yokluk (kurban) bilincinden varlık bilincine geçmek için ilaca başvurmak yapay ve geçici sonuçlar doğurur.
Evren döngüler halinde çalışır, enerjinin akışı serbest bırakıldığında, doğal ve otomatik olarak olan, döngünün kendini kolaylıkla tamamlamasıdır. Örneğin, bugün bir ağaç sonbahar mevsiminde yapraklarını döktüğünde, depresyona girdiği için yapraklarını dökmemektedir, tamamen akışın parçası olan ağaç, zamanı geldiğinde tekrar çiçek açar, bu döngünün bozulmasına sadece dışarıdan müdahaleler engel olabilir. İşte biz insanlar da duygu döngülerinin anormal olduğunu kabul ederek, daima çiçek açmak yönünde kendimizi zorlamamız gerektiğine inanmaktayız. Bu nedenle de herhangi bir olumsuz duygu hissetmemiz halinde ilk tepkimiz, bu duyguyu savuşturmak, yok saymak, üstünü örtmek, çabucak gidermek yönünde olur, zira bize öğretilen bu duyguların "hastalıklı" duygular olduğu yönündedir, hatta bu gibi duygulara kapıldığımızda, dışarıya yansıtmamak adına da elimizden gelen tüm çabayı gösteririz, adeta böyle hissetmek utanılacak bir şeymiş gibi...
Evrende hiçbir mekanizma boşu boşuna veya tesadüfen yaratılmamıştır, herşey matematiktir ve matematikseldir, ve herşeyin bir formülü vardır.
Bugün bir ağacın yapraklarıı dökmesini "hüzünlü" ve "depresif" olarak nitelendirerek, bir "kayıp" olarak görmek bir bakış açısıyken, bu durumu, ağacın bahar mevsiminde yeniden yapraklarını açmak üzere hazırlık yapması, kendini yenilemesi ve yeniden doğuşu olarak görmek ise bambaşka bir bakış açısıdır, oysa olan olay tamamen aynıdır.
Ve herkes bilir ki, gecenin ardından gündüz gelir, yapraklarını döken ağaç, bahar mevsiminde yeniden çiçeklenir.
Tüm dünyamız ve doğa bu döngü içerisinde tüm "olağanlığı" ile hareket ederken, insanın yapraklarını dökmesini "anormal" olarak nitelendirmek, sadece tek bir bakış açısıdır. İnsanın bu döngüsüne hastalık olarak bakabilirken, dünyanın bu döngüsüne ise kimse "hastalık" gözü ile bakmamaktadır.
Evet, depresif duygular, melankoli, acı ve hüzün gibi duygular, duygu skalasının olağan parçalarıdır, ve hiçbir duygu sebepsiz yere ortaya çıkmaz. Depresyonun kişiyi rahatsız etmesi, depresyonun tanısının hastalık olarak yapılmasına ve tedaviye muhtaç olduğu görüşüne sebep olurken, rahatsızlık duygusunun esas sebebi bu duyguların neden ortaya çıktığını bilememekten kaynaklıdır.
Kısacası, neden böyle hissettiğini anlayamamaktan kaynaklı olarak rahatsızlık duygusuna kapılan kişi, bu duyguyu çözemediğinden dolayı, duygularının esiri olur bu da fizyolojik olarak güç kaybına yol açar. Yani, kişinin esas derdi, duygularının kendisine anlattığı mesajı anlamamaktan ileri gelir ve dünyadaki hiçbir ilaç, duygularınızın size ne anlattığını anlatabilecek kapasiteye sahip değildir.
Özetlemek gerekirse, evren ve dünyamız döngüler halinde hareket eder, ve evrimini bu şekilde gerçekleştirir, insanın gerek başarı çizgisi, gerek duygu çizgisi gerekse ruhsal gelişimi de döngüler halinde, iki ileri bir geri şeklinde gelişir ve evrilir. Daimi mutluluk, daimi yükseliş insana dair değildir, ilahidir ve tekildir. Bir gün o noktalara da geleceğimiz kesin olmakla beraber, mevcut durumumuz ve kapasitemiz "tekil" olmaya müsait değildir, dolayısıyla şu an için çok isteseniz dahi, "ikililik", "kutupluluk" deneyimine karşı koymanız anlamsızdır, boşa enerji kaybıdır, ve depresyonun esas sebebi de, insanın ikili doğası ile savaşmasından ve bu durumu "anormal" olarak nitelemesinden meydana gelir. Oysa ki savaştığınız ve mücadele ettiğiniz herşey baki kalır, başka bir ifade ile ilaç tedavisi ile normal akışınıza geri dönebilseniz dahi, depresyona girmenize yol açan esas sebep, henüz keşfedilmemiş bir şekilde toprağın altına gömülmüş ve tekrar kendini farklı suretlerde ifade etmek için pusuya yatmıştır.
Depresyon, bir yaprak dökümü ise, mutluluk baharın gelişidir. Depresyon ana rahminde karanlıkta bekleyen bebek ise, mutluluk bebeğin aydınlığa çıkışı ve doğumudur ve her biri de "doğal" olaylardır. Bu olayları anomali olarak nitelendirmek bir bakış açısıdır.
Vaktinden önce doğurtulan bebekte hayatı boyunca bir çok rahatsızlığın meydana gelebilmesi riski mevcuttur. Vaktinden önce zorla meyve verdirilen ağacın mahsülü içinde vitaminini barındıramaz. Depresyona dışarıdan yapılan müdahele de bu duruma benzer, ve kişinin döngüsünü tamamlayamadan, zorla yeniden ve erken doğumuna sebep olur.
Olumsuz duygularınız "depresyona" dönüşmek zorunda değil. Depresyon, insan yapımı, yapay bir rahatsızlıktır. Olumsuz duygularınız, mevcut hayat düzeninize dair, hoşnutsuzluğunuzu size yansıtan ve NEYİ DENEYİMLEMEK İSTEMEDİĞİNİZİ anlatan son derece kuvvetli mesajları içinde barındırır. Bu bir hastalık değil, ruhun kişi ile iletişim biçimidir, kişi kendisine anlatılan mesajı anlamaz, görmezden gelir veya dış müdahale ile bastırırsa, ruh kişiye vermek istediği mesajı, kişi anlayana kadar çeşitli suretlerde vermeye çabalayacaktır. Çünkü insanın kaderi evrimdir, evrim ve gelişim, kişinin blokajlarını, kusurlarını, onu en iyi versiyonuna ulaşmasını engelleyecek, düşünce kalıplarını tespit edip, bunlarla yüzleşip, şifalandırması ile mümkündür. Hiçbir insan yoktur ki, zehirlendiğinde, toksik besinleri içinde öğüterek, iyileşebilsin, zehir dışarı akıtılmadan, toksik besinle yüzleşilmeden, kişiyi şifaya kavuşamaz, sancısız doğum yani yaratım da mümkün olmaz.
Olumsuz duygular, bir sonraki yaratımdan hemen önce gelen aşamadır, yaratım ve yaratıcılığın önceki aşaması genellikle ağır olumsuz duygulardır, bu nedenle günümüzde isim yapmış, bir çok başarılı insanın hayatında hatrı sayılır derece travmatik ve acılı deneyim yer almaktadır, bu deneyimler, bu kişilerin en büyük yaratımlarının hemen öncesinde meydana gelen ve esasında "itici gücü" oluşturan temel ateşleyicilerdir.
Neden mi? Kişi en derin kuyuların en karanlık dibine vurduğunda, yapacak hiçbir şeyi kalmadığında, mecburen kendisini hayata teslim eder...bu teslimiyet noktasında "hiçlik" ve "boşluk" vardır. Hiçlik ve boşluktan evrenler yaratılmıştır ("Big Bang"), akışına bıraktığınızda hiçbir "hiçlik" ve "boşluk" duygusu sonsuza dek bu şekilde atıl kalamaz, kendi içinde doğurmaya, üremeye ve zıttını yaratmaya mahkumdur, zira sık sık tekrarladığım gibi dünyevi düzlemde "tekil" frekansı deneyimlemek şu an için imkansızdır. Tekillik Yaradan'a mahsustur, bunu hiçbir zaman unutmayın. Dolayısıyla, dingin bir şekilde "hiçlik" duygusunu yaşayan ve gözlemleyen kişinin eninde sonunda varacağı nokta "varlıktır".
Diğer bir yaklaşım ise şu şekildedir; dibe vuran kişi, dibi yaşamaktan rahatsız olduğunu farkettiği an, daha da önemlisi bu döngüden sıkıldığını farkettiği an, döngünün tersini yaratmak üzerine doğal bir güdü ile hareket etmeye başlar, artık buradan sonra gidilecek tek bir yol vardır o da yukarıdır.
Ancak her iki yaklaşımda da en önemli unsur, olanın farkındalığına sahip olmaktır. Bir çoğumuz olumsuz duygular içerisine girdiğimizde ve bu süreç bizim "beklentimizin" ötesinde bir süre boyunca devam ettiğinde, duygularımızı gözlemlemek yerine, o duyguların esiri olur, ve aynı duygulardan daha fazla yaratmaya başlarız, duygularımız bizi girdap gibi içine alır ve sürükler, oysa olması gereken, duygunun dışında kalarak, duygularınızı objektif bir şekilde izlemek ve analiz etmektir. Buradaki analiz sürecinde, duygularınız yok saymak ve bu duygularınızı hissetmenizi engelleyecek hareketlere girmek faydalı olmaz, örneğin gereğinden fazla sosyalleşme, dışarı çıkma, aktif bir hayat, kısacası, ne hissettiğinizi analiz edip, gözlemlemenizi sağlayacak vakti tanımanızı engelleyecek hareketlerden kaçınmanız gerekir.
Her ne kadar tatsız da olsa, bu süreçte, sessizlik, sakinlik ve içinize dönmenizi sağlayacak aktiviteler, bu sürecin en hızlı şekilde dönüşmesini sağlayacaktır. Hoşlanmadığınız bir duygu ile yüzleşmediğiniz sürece, o duyguyu dönüştürmeniz imkansızdır. Yüzleşmenin sonunda o duygunun oluşmasına kaynak sorunu görebilir, ve çözüme ancak o sorunun zıttına yönelerek varabilirsiniz, bir çok depresyon rahatsızlığına yakalanan kişi, depresyonunun kök nedenini araştırmaksızın, sadece iyi hissetmeye yönlenir, ve en başta depresyona yol açan kök sebebi göremez, dolayısıyla da depresyon rahatsızlığını yaşayan bir çok kişinin hayat süreçleri içerisinde birden fazla kere depresyona girmesi sıklıkla görülür.
Depresyona "girmek" yerine, depresyonun sizden geçip gitmesine izin vermeniz gerekir. Herhangi bir frekansın yoluna devam edebilmesi için ise, akışa müdahale etmemek gereklidir, her ne kadar egonuz tam tersini söylüyorsa da.
Bu süreçte, eğer meditayson, yoga ve içe dönüş pratiklerinizden herhangi bir fayda sağlayamıyorsanız mutlaka ruh bilimine hakim bir terapistten destek almalısınız. İlk uykusuzluk, kalp ağrısı, hayal kırıklığı ve umutsuzluk duyguları ile karşılaştığınızda ilaca sarılmak, kolaycılıktır ve esasında uzun vadeli olarak da herhangi bir işe yaramaz.
Burada elbette Psikiyatr'larımız benimle aynı fikirde olmayacaktır, hayatla fiziksel bağını da kesme noktasına gelmiş bir birey için acil müdahalelerin yapılması gerektiğine ben de katılıyorum, intihar eğilimi görülen, çok büyük travmalar yaşayan, kendine ve etrafına zarar verme ve şiddet eğilimi gösteren bireylere, acil müdahale edildikten sonra terapi sürecine girilmesi elzemdir. Ancak günümüzde bir çok kişi sadece kalp kırıklığı, hayal kırıklığı, uykusuzluk, aşırı stres ve sıkıntı hallerinde dahi, bu olumsuz duyguları hissetmemek adına derhal kısa çözüm olan ilaç yöntemine başvurmaktadır ki, işte bu yazı tam da bu kitle için yazılmıştır. Ancak tekrar ediyorum, hayatına son verme eğilimi olan, kendisine ve etrafına zarar verme ve şiddet eğilimi gösteren bireylerin kesinlikle Psikiyatrist desteği alması gereklidir ve elzemdir, diğer yandan, böyle bir eğilimi olmayıp da, "iç sıkıntısı" çerçevesinde olumsuz duygular ve takip eden fizyolojik güç kaybı yaşayan bireylerin ise, bu duygularını öncelikle analiz etmesi çok daha faydalıdır.
Bu durumu bir örnekle de açıklamak isterim, örneğin çok uzun bir süredir hayatınızın oldukça rutinleştiğini, ve bu rutin içerisinde bulaşık yıkamak, yemek yapmak hatta yemek, sosyalleşmek, kimi zaman kendine bakmak, işte gitmek gibi aktivitelerinizi dahi gerçekleştirmeyi canınızın istemediğini farkettiniz. Dolayısıyla da, işyerinizdeki performansınız da düştü, artık yöneticilerinizden olumsuz geribildirimler duymaya başladınız ki, bu durum da ilave bir stres sebebi oluşturmaya başladı, oldukça stresli olduğunuz için özel ilişkileriniz de bu durumdan yara almaya başladı, artık daha sık gerilir, tartışır hale geldiniz, bir de özel hayatınıza ilave bir stres kaynağı eklemiş oldunuz, içinizde devamlı surette bir sıkıntı, ve isteksizlik hali ve mutsuzluk duygusu var, kelimenin tam anlamıyla rahatsızsınız.. Bir doktora başvurdunuz ve ilaç aldınız, bir ay içerisinde hayatınıza farklı gözlerle bakar haline geldiniz... beş sene sonra ise, aynı duruma tekrar geri döndünüz...
Veya,
Aynı durumun nedenini anlamak üzerine bir terapistle görüşmeye başladınız, terapistinizle yaptığınız görüşmeler neticesinde, ki bu bir yaşam koşu, psikolog, kişisel gelişim uzmanı veya enerji terapistinden herhangi bir olabilir (zira tüm bu alanlar, kişilerin davranış biçimlerini, ruhsal ve analitik döngülerini anlamak ve dönüştürmek üzerine eğilen ve hizmet veren alanlardır), farkettiniz ki, bu duygulara sebep olan kök durum, mevcut hayat düzeninizi, belki işinizi, belki de eşinizi bırakmanıza veya kökten değiştirmenize işaret eden bir durum.
Arkadaşlar, insanoğlu için en büyük mücadele, güvenlik alanını terk edebilmesine dair iradesi ile verdiği savaştır, bir çok kişi, ruhunun çağrısını esasında duyar ancak duymamazlıktan gelir, zira bu çağrılar, kişinin güvenlik alanını terk etmesini, alışkanlıklarını değiştirmesini, cesur olmasını, kısacası yeniden doğmasını içinde barındırır. Bu sizi hayatta tutmak için ve acıdan korumak için elinden gelen herşeyi yapan egonun ölmesi/öldürülmesi anlamına gelir. Ölüm, yani yok olma korkusu, insanın en temel ve köklü korkularındandır, dolayısıyla insan kaba tabirle, ölmek yerine sürünmeyi farketmeden daima tercih eder, işte birçok kişinin ölür gibi yaşaması bundandır... Birçok hassas ruh ise, bu çağrıları yok sayamayacak kadar algıları açık kişilerdir, ve bu kişiler ağırlıklı olarak yaratıcılık yeteneğini kullanan veya kullanmak ve ifade etmek yönünde içten içe yanıp tutuşan kişilerdir. Bu çağrıları yok sayamayan hassas ruh, egosunun dayadiğı güvenlik alanından çıkarsa "öleceğine" dair bir korku da yaşadığından "depresif" bir duygu durumuna bürünür ve bu duygu durumunun sebebini "bilmemeyi" tercih eder. Terapistinizle veya kendi içinizde yaptığınız görüşmeler sonucunda, esas problemin, kendinizi gerçekleştirememek olduğunu - amaçsız kaldığınızı, ve bunu yapabilmek adına, (örneğin) işinizi/eşinizi bırakmanız gerektiğini veya yapmaktan çok korktuğunuz "o şeyi" yapmanız gerektiğini anladınız; işte bu sizin bir anlamda yeniden doğuşunuz, yeni bir yaratıma geçmeniz, evrilmeniz ve gelişmeniz anlamına gelir, ve evet bu süreç sancılı olabilir ama kesinlikle karlıdır.
Oysa ki eğer, hikayemizdeki bu kişi, bu analiz sürecinden geçmeksizin, doğrudan bir ilaç müdahelesi ile "iyi hissetmek" yolunu tercih etseydi, gerçekten başarılı olacağı bir kariyer, gerçekten mutlu olacağı bir eş, ve daha da önemlisi kendisinin maksimum potansiyelini yaşayacağı bir hayata kavuşma olasılığına sahip olamayacaktı, çünkü böyle bir dürtüyü (depresif/olumsuz duygular) hissetmemek üzere kendini dış müdahaleler ile "duyarsız" hale getirmiştir.
Bu nedenle depresyon bir hastalık değildir, veya daha doğru bir ifade ile, depresyon tanısı konulmuş birçok kişinin yaşadığı duygu durumu bir "hastalık" durumu değildir, ve bu durum bir rahatsızlık olmak zorunda da değildir, depresyon bir bakış açısıdır, depresyon mevcut bakış açınızın doğru olmadığına dair en önemli karinedir, depresyon size bakış açınızı değiştirmeniz için kendinize sunduğunuz en değerli bilgi mekanizmasıdır, bu anlamda depresyon bir felaket olabileceği gibi bir lütuf da olabilmektedir, ve bunun yolu sadece olanı anlamak yani farkındalıktan geçer.
Duygularınızı anlamak adına, duygularınızın içine girmek yerine, duygularınızı içe dönüş pratikleri ile (meditasyon, yoga, reiki, enerji terapisi, psikolojik destek) gözlemleyin, duygularınız boşu boşuna ortaya çıkmaz, her birinin size hayatınıza dair önemli mesajları vardır. Derhal ilaca sarılmak yerine, önce anlayış kazanmaya çalışın, ardından gerekirse ilave destek de alın, yine gerektirdiği takdirde ve önerildiği takdirde dış müdahale ile fizyolojinizi de bir dengeye sokun, ancak ve mutlaka, ön çalışma olarak kendinizi mutlaka gözlemleyin.
Sevgilerimle
Bireysel danışmanlık için fitsoulfitmind@gmail.com adresine yazabilirsiniz.