Realite = gerçeklik = hayat
Rüya = gerçek olmayan = hayatın dışında olan
Realite x Rüya
Peki gerçekten böyle mi? Realite olarak adlandırdığımız hayat ile uyku esnasında gördüğümüz rüya birbiri ile taban taban zıt mı?
Örneklerle inceleyelim;
- Rüyada öldüğümüzde, esasında ölmüyoruz,
-Rüyada başımıza her ne gelirse, uyandığımızda bunların hiçbirinin yaşanmamış olduğunu görerek bazen hüzünlü bir “of”, kimi zaman ise rahatlatıcı bir “oh” çekiyoruz.
Tüm bunlar bize rüyaların “gerçek dışı” olduğunu kanıtlıyor. Mu Acaba?
----
Tüm evren, Rezonans Kanunu ve Çekim Yasasına uygun olarak yaratılır ve işler. Evrende canlı cansız herşeyin yapıtaşı enerjidir, ve her “şey” gibi insanın da yapıtaşı enerjidir ve her nesne ve varlığın kendine ait bir elektromanyetik alanı (Aura) bulunur. Bu alandan dışarı doğru yayılan ve bu alan tarafından emilen frekanslar, hayatımızı yaratır.
Bu yaratım mekanizması şu şekilde işler:
Frekans, bilgidir… frekanslar, birbirlerine benzer frekans ile birleşirler, büyürler ve genişlerler, artık burada enerjetik olarak bir “yoğunluk” hali bulunur, bu yoğunluk hali sizin dış dünyaya kuvvetli bir sinyal göndermenizi sağlar, bu durum bir telefon çağrısı gibidir. Bu sinyalleri göndermekte olan kişi, benzer sinyallere sahip kişi, olay ve deneyimleri kendi hayat alanına çeker. Bunun adı çekim yasasıdır.
Bu sinyalleri oluşturan ise ağırlıklı olarak en derin duygularımız ve inançlarımızdır. Bu derin duygu ve inançlar, bilinçaltımızda veya sıklıkla göz ardı edilen üst-bilinç (yüksek benlik) tarafından salınır ve maalesef bizler ne bilinçaltımızda olan bitene ne de yüksek benliğimiz tarafından bize gönderilen bilgilere genellikle erişemeyiz, ve bu nedenle de, dış dünyaya nasıl bir sinyal yaydığımızın farkında olmayız.
İşte bu noktada rüyaların eşsiz değeri ortaya çıkmaktadır:
Uyanık bilincin, yani zihnin, gün içerisinde, bilinçaltı ve yüksek benliğe erişimi sınırlıdır, oysa ki özellikle yüksek benliğimiz, kendisini duyurmak için daima çalışmaktadır, bilinçaltımızda yer alan gölge kimliklerimiz de aynı şekilde kendini sürekli özellikle “bağırarak” var etmeye çalışmaktadır. “Neden Olmasın?” adlı kitabımda ego ve yüksek benliğin sesini ayırdetmek için bir çok kriter saymıştım, bu kısmı tekrar inceleyebilirsiniz.
Uyku haline geçtiğimizde ise, beyin dalgalarımız yavaşlar, ve uyanık zihin sessizleşir, artık uyku süreci, bilinçaltında yer alan gölge kimliklerin ve/veya yüksek benliğimizin kendisini net bir şekilde duyurması için harika bir platform haline gelmiştir. Başka bir ifade ile, uyku süreci esasında en ayık olmamız gereken anlardır, zira hayatınızı yaratan frekansların nasıl bir bilgi içerdiğini en net şekilde uyku veya meditasyon süreçlerinde farkedebilirsiniz. Fakat bu bilgiler size rüyalarınızda bir cümle halinde gelmez! Semboller halinde gelir ve siz uyandığınızda gördüğünüzün ne anlama geldiğini bulmak için rüya tabirlerine başvurursunuz!
Tekrar ediyorum, bilinçaltı/gölge kimlikler ve/veya yüksek benliğinizden yayılan frekansları rüyalarınızda bir “sembol” olarak görürsünüz. Bu semboller, kişiler, olaylar, hayvanlar, hisler olarak ortaya çıkar.
Yazımın en başında ne demiştim? Yaydığınız frekanslar, benzer frekanslara sahip olay, kişi, durum, hisleri hayat alanınıza doğru çeker.
Kısacası, rüyalar ile gerçek hayatın işleyiş mekanizması birbirine zıt değil, aksine, birbirinin tıpatıp aynısıdır. Ancak, bizler rüyalarımızda gördüğümüz sembollerin ne anlama geldiğini çözmek için sayısız kaynağa başvurmaya üşenmezken, uyanık hayatımızda karşılaştığımız, kişi ve olayların gölge kimliklerimiz/ yüksek benliğimizin bize gönderdiği birer sembol olduğunu hiç düşünmeyiz bile; benzer şekilde rüyalarımızda gördüğümüz bir çöp tanesinin bile anlamının ne olduğunu sorgularken, günlük hayatımızda karşılaştığımız ufak detayları es geçeriz. Bu açıdan bakacak olursak, hayat ile rüyanın arasındaki çizgi belli belirsizdir, günlük hayatımızda da gölge kimliklerimiz bize “hayat” adını verdiğimiz bin bir türlü sembolü gönderirken, bu süreç rüyalar aracılığıyla devam etmektedir; aradaki tek fark, uyku sürecinde, zihnimizin sakinleşmesi nedeniyle, odağımızın daha kuvvetli olması ve detaylara verdiğimiz önemdir.
Örneğin rüyanızda gördüğünüz bir yılan, “yılan” sizin için ne ifade ediyorsa (örneğin, düşman, kimileri için ise “bilgelik”) o kavramın sembolik olarak vücut bulmuş halidir. Başka bir ifade ile, korku frekansınız, “yılan” formuna bürünmüştür. Rüyalarınızda gördüğünüz sembolleri, rüya tabirleri aracılığıyla çözmeye çalışmanız sağlıklı bir yaklaşım olmayacaktır zira, semboller sadece sahiplerinin onlara atfettiği anlamları taşırlar, bu çerçevede kediden korkan bir insan için kedi korkuyu ifade edebilirken, kedilere bayılan bir insan bakımından kedi dostluğu ifade edebilecektir. Bu sembolleri çözmenin en kolay yolu, sembole karşı duyduğunuz hisse dikkat etmek ve kendi sözlüğünüzü oluşturmaktır.
Aynı işleyiş günlük hayatımızda da devam etmektedir, örneğin, sevgisiz kalmaktan korkan bir insan bakımından bu korku, katı ve sert insanlara maruz kalma şeklinde vücut bulabilmektedir veya, başarısızlık korkusu yaşayan bir insan bakımından, bu durum, kariyer hayatındaki aksaklıklar olarak kişiye geri yansıyabilmektedir. Ancak her zaman ama her zaman olan frekanslarınızın, yani en derin duygularınızın, “hayatınızda” bir sembol olarak somut bir şekilde karşınıza çıkmasıdır, bunun nedeni başta da anlattığım şekilde çekim yasasıdır.
Çoğunuz artık rüyalarınızı deşifre etme becerisine az çok sahipsiniz, ancak gözlemlediğim kadarıyla çok ama çok azımız hayatımızdaki unsurları bir sembol olarak ele alıp, kendisi için hangi anlama geldiğini çözmeye çalışmaktadır.
Bir dönem sık sık, rüyamda dişlerimi kaybettiğimi görürdüm, bu olay rüya içerisinde bana derin bir kayıp hissi, panik olma hali, kendini beğenmeme hali vb. olarak yansırdı. Buradan alınması gereken öğreti, rüyayı gördüğüm dönemlerde baskın frekans olarak “kaybetme korkusunu” yaydığım yönündeydi. Esasında her rüya bir haberci rüyadır, zira her rüya size baskın duygularınızı geri yansıtır, ve bu baskın duygular eninde sonunda uyanık hayatınızda da karşınıza somut olarak çıkacaktır. Bu nedenle ben rüyaları artık bilinçaltının yüzeye çıktığı rüyalar / gelecekten haber veren rüyalar olarak ayırmamaktayım, zira her rüya, sizin bastırdığınız, duymadığınız bir frekansın geri yansımasıdır, ve baskın frekanslar daima günlük hayatınızda da somut bir hal alacaktır.
Elbette her zaman olumsuz rüyalar görmüyoruz, harika bir rüya gördüğünüzü farzedelim, sabah harika bir duygu ile uyandınız. Ancak, gördüğünüzün gerçek değil bir rüya olduğunu farkettiğiniz anda, bu yüksek duygu halini hemen kaybedersiniz. Oysa ki bu gibi rüyalarda sizinle iletişim kurmaya çalışan bu defa yüksek benliğinizdir, ve tek amacı sizi uyandığınızda yaşadığınız o harika duygu durumuna yükseltmek ve bu durumu korumanızı/sürdürmenizi sağlamaktır!. Bu gibi rüyalardan çıkarılması gereken ders ise, aç olduğunuz duygu durumunu farketmeniz ve uyanık hayatınızda da o duyguyu kovalamanız gerektiğidir! Çünkü sizi mutlu edecek olan, tam da o duygu durumuna geçiş yapmanızı sağlayacak kişiler, meslek, olaylar ve hayat modelidir.
Anlamanız gereken en önemli konu, duygularınızın bir sembol olarak hayatınızda VE rüyalarınızda var olduğudur/gerçekleştiğidir. Rüyalarınızda var olan, hayatınızda var olabilir ve hayatınızda var olan rüyalarınız aracılığıyla size yansıyabilir. Hayat ve rüya birbirinden bağımsız değildir, aksine hayat ve rüya bir ve tektir.
Hiçbir rüya değersiz değildir, zihin de gerçekle rüyayı veya hayali birbirinden ayırdedemez, o kadar ki, stresli bir rüya gördüğümüzde bedenimizin verdiği tepkiler, günlük hayatımızda stresli bir durumda verdiğimiz tepkilerle aynıdır, ve bazı ağır kabusların günlük hayatımıza yansıyan travmatik etkileri olabileceği de saptanmıştır, zira rüya ya da uyanıklık hali farketmeksizin, hissettiğimiz duygular herhalükarda son derece “gerçektir”.
Şimdi gelin, bu yeni perspektifle hayatınızı inceleyelim:
Hayatınızı bir rüya olarak ele alın….
Bu rüyada sizin için önemi olduğunu düşündüğünüz olay ve kişilerle başlayın.
Partneriniz, dostlarınızı ele alın.
Artık bu kişilerin tıpkı rüyalarınızda olduğu gibi, bir frekansınızın somut olarak size geri yansımakta olan bir hali olduğunu biliyorsunuz.
Bu semboller (kişiler) sizin için neyi ifade ediyor? Bu kişilerin size hissettirdikleri duygulara erişin… Bu duygular sizin, dışarı doğru yaydığınız baskın duyguların bir yansımasıdır. Örneğin mevcut partneriniz, sizin sevgiye dair, anlayışınızın tamamını oluşturur ve bu anlayışın bir yansımasıdır. Sevgisiz, sadakat yoksunu, saygısız, egoist bir partneri ele alalım, bu partner dahi sizin sevgiye dair frekanslarınızın bir özeti, kokteylidir.
Eğer zorlanıyorsanız, böyle bir partneri “rüyanızda gördüğünüzü” farzedin.. Bu kişiyi uyandığınızda “ne?” olarak yorumlardınız?
Ben olsam muhtemelen, bu durumu acı çekmekten korktuğum şeklinde yorumlardım, ve hatta bu kişiyi “istemediğim” herşey olarak bile yorumlayabilirdim ve uyandığımda da büyük bir iç sıkıntısı çekerdim! Gerçek hayatımda da, bu hissi bana verdiğini farkettiğim tüm partnerlerin üzerini çizer ve istemediğim herşeyi bildiğime göre, tam olarak zıttını arayışa geçerdim! İlaveten, istemediğim herşey olan bu insanı hayatıma (rüyama) çeken frekansın ne olduğunu saptamaya çalışırdım. Kaybetme, sevgisizlik korkusu, özdeğer yoksunluğu?
Peki, neden günlük hayatımızda aynı şeyi yapmıyor ve kabuslarımızı inatla sürdürmeye çalışıyoruz? Niye uyumayı tercih ediyoruz? =)
Kimi zaman ise, oldukça klostrofobik rüyalar görürüz, gitmek istediğimiz yere bir türlü gidemez, çıkmak istediğimiz kapalı alanlardan bir türlü çıkamayız. Acaba bu durumu günlük hayatınızda başka hangi ortamlarda yaşıyorsunuz hiç düşündünüz mü?
Evet kabul ediyorum, hayatınızı bir rüya olarak ele alıp çözümlemeye çalışmak biraz pratik gerektiriyor, ama sizce de değmez mi?
Rüyalar ve hayatınız aracılığıyla yaşadığınız baskın frekanslarınızı tespit ettikten sonra, yeni bir frekans düzeyine geçmek için yapmanız gerekenleri “Neden Olmasın?” adlı kitabımda anlattım ve hepinize faydalı olmasını seçiyorum.
Peki ya “rüyaya yatmak”? Çocukken, uyumadan önce güzel güzel hayaller kurardık ki gece tatlı rüyalar görelim. Bu oldukça içgüdüsel bir davranıştır ve adı da “senaryolaştırma” tekniğidir. Tatlı rüyalar görmek için gösterdiğimiz bu keyifli çabayı, neden günlük hayatımızda da göstermiyoruz? Yani, neden uyandığınızda bir beş dakika gününüzün nasıl geçmesini istediğinizi “hayal etmiyorsunuz” veya “yazmıyorsunuz”. Bu çalışmayı daha uzun vadeli olarak da yapabilir ve hayatınızı geçirmeden önce, hayatınızı nasıl geçirmek istediğinizi senaryolaştırabilirsiniz, yani “hayata uyanabilirsiniz”.
Sevgilerimle
İrem
Bireysel danışmanlık, grup eğitimleri ve kurumsal eğitim talepleriniz için fitsoulfitmind@gmail.com adresine mail atabilir, bilgi ve randevu talep edebilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder