Tüm insanlığın en derin arzuları;
Sevmek
Sevilmek
Ait hissetmek ve kabul edilmektir (zira kabul edilmek de seviliyor hissetmenin başka bir formudur).
Bu duyguları hissetmek uğruna, insanın yapamayacağı, ve bugüne dek yapmadığı hiçbir şey yoktur, her ne kadar tür olarak bunun farkında olmasak dahi..
Bir bebek, suçlu olarak mı doğar? Yoksa bir insan mı suçluya mı evrilir?
Bir bebek, kötü kalpli olarak mı doğar? Yoksa bir insanın kalbi mi taşlaşır?
Bir bebek, mutsuz olarak mı doğar? Yoksa bir insanın zamanla ruhu mu hırpalanır?
Bir bebek, tastamam, ve bütün bir ruh ve zihin olarak doğar.. Ancak zaman içerisinde ruh birliğini korusa dahi, zihin, çevresel koşullara ayak uydurabilmek ve dıştan gelen saldırılara karşı korunabilmek adına zihnini bölümlere/kimliklere ayırır. Ben bu kimliklere “gölge kimlikler” diyorum..
Hani, bazen, bazı geçmiş derin olumsuz olaylara dair hatıralarınız zamanla “hatırlanamaz” silik anılara dönüşür ya…. sebebine gelin bakalım..
------
Zihniniz gerçekten de harika bir yazılım sistemine sahiptir. Telefonunuzda kullanmadığınız uygulamalar, bazen bir pencere olarak telefonunuzun arka tarafında çalışır halde unutulmaktadır. Peki siz bunu ne zaman farkedersiniz? Telefonunuz yavaşladığında veya kitlendiğinde... !
Zihin de, ihtiyaç duymadığı, gündelik hayatında sıklıkla kullanmadığı - kullanmak da istemeyeceği, derin olumsuz anıları arkalarda bir yere atar…bir süre sonra, özellikle siz erişkin bir bireyken, ve özellikle 30’lu yaşlardan itibaren, bir şeyler hayatınızda ters gitmeye başlar...bu terslikler o kadar arka arkaya olmuştur ki, dikkatinizi çekmeye başlamıştır. Bu bahsettiğim “terslikler”, telefonunuzun yavaşlaması kısmına tekabül eder. O zaman bir anda zihninizin arka kısımlarına bir bakarsınız ve seneler önce zihninizin arka tarafına atmaya karar verdiğiniz anı ve o anı nedeniyle oluşan gölge bir kimlik… ve hala çalışıyor, çalışmayı bırak, sizin tüm enerjinizi (tıpkı telefonunuzun şarjı gibi) siz hiç fark etmeden emiyor. Peki bu pencereyi kapatmak için ne yapıyorsunuz? İçeriği görmeden pencereyi kapatmıyorsunuz, görüyorsunuz ve ardından kapatıyorsunuz. Pencerenin varlığını farkettiğiniz an, telefonunuzun kontrolü size geçer.. çünkü neye neyin sebep olduğunu keşfetmişsinizdir! Dolayısıyla, ilk aşamada, zihninizin çöplüğüne attığınız ve mevcut erişkin enerji seviyenizi emen bazı olumsuz duygu hallerinin varlığını kabul edelim, bu ilk aşamadır, kontrolün artık size geçtiği ilk aşama…
Bu gölge kimliklerden bize en çok zarar vereni ise utanç ve suçluluk duygularıdır.
Bir bebek, herhangi bir şeyden utanarak doğar mı? Utanç ve suçluluk duygusu her bir kişiye münhasır olarak çeşitli seviyelerde var olan insan (toplum)-yapımı duygulardır.
Utanç ve suçluluk duyguları bir bireyin hayatını kökten şekillendiren, ancak bunu kişinin hiç de hayrına yapmayan, hayat amacını yaşamasını engelleyen, daimi bir eksiklik ve mutsuzluk hissi yaratan, içinde biraz da korku barındıran, son derece yok edici duygulardır.
Buna sizin sahip olmadığınızı düşünebilirsiniz, ama yanılıyorsunuz, bu duygular hepimizde belli bir oranda var! Çünkü hepimiz benzer nesillerin benzer koşullarında yetiştirildik, kimliğimiz, utanç ve suçluluk duygularının çok daha baskın olduğu bir nesil tarafından yani ebeveynlerimiz tarafından belirlendi.
Bir çocuğun geleneksel yetiştiriliş biçimine, genellikle hele bir de genç yaşlarda anne - baba olan kişilerin ebeveynlik metotlarına bakalım.
Anne, öncelikle, kızını, kendi hayaline uygun bir biçimde giydirir, hele hele bir de annesinin kıyafetinin aynısını giyen küçük prenseslere hiç değinmiyorum.
Baba, öncelikle, oğlunu, kendi hayaline uygun bir biçimde “güçlü” bir çocuk olarak yetiştirmeye başlar, vur oğlum, aslan oğlum, bağır oğlum, sana kız mı yok oğlum!....
Anne ve baba, dünyaya getirdikleri çocuğun “oyuncak bebek” olduğunu zannederek ebeveynliklerine başlarlar. Bu durum bebek size bağımlıyken elbette gerekli bir durum, ancak çocuk isteklerini ifade edebilmeye başladıktan sonra da devam eden “oyuncak bebek” sendromu, erişkin bir kişinin hayatını alt-üst edebilecek etkidedir.
Anne ve baba, kendi ideal kimliklerini, çocukları aracılığıyla görmek ve kendilerini tatmin etmek isterler. Anne ve baba çocuğa kim olması gerektiğini kodlar ve bu kişiler kendileridir.
Çocuğun bir tarafı, anne ve babanın onayını ve sevgisini kazanabilmek adına, anne ve babanın kimliğini kopyalar.
Kişilerin, ebeveynlerine benzeyen kişilere “çekilmesi” ve evlenmesi şaşırılacak bir durum değildir. Her ne kadar kişi, anne veya babasına benzeyen bir kişiyle asla evlenemeyeceğini söylese bile “kan çektiği” gibi tanıdık enerji de sizi bilinçaltı seviyesinde bu benzer kişilere “çeker”.
Çocuğun diğer tarafı, kendi ruhu ile bağlantıda olan özgün bir kimlik ve zihindir. Çocuk, bu özgün taraflarını ve düşüncelerini de ifade etmek ister, ama susturulur, hatta bu yüzden fiziksel bir cezaya bile uğratılabilir. Çocuk, kendi duygu ve düşüncelerini ifade etmek gibi doğal bir hareketin bir ceza / reddediliş / yargılamaya maruz kalmasının nedenini anlamlandıramaz, şaşırır…. fakat bir süre sonra bu durum tekrarlandığında, ufacık ve yeni yeşeren zihni ile, olumsuz durumlara kendisinin sebep olduğuna inanır..çünkü çocuk anlam arayışındadır, e tabi ebeveynler de, çocuk, sıradışı bir hareket yaptığında veya bir düşünce belirttiğinde, bu düşüncenin yanlış olduğunu çocuğa kanıtlamak için ellerinden gelen her türlü manipülasyonu yapacaklardır. Dolayısıyla çocuk zihni, olan olayı anlamlandırabilmek adına ailesinin tavırlarını baz alır, ve ne olmuş olursa olsun, bu durumun kendi suçu, aptallığı, eksikliği, kusuru, yetersizliği nedeniyle oluştuğuna karar verir. Artık, çocuk, anne-babası ile aynı takımdadır, aynı fikirdedir, onların grubuna aittir, onlara karşı değildir, artık kendi dahil herkes onu suçlamaktadır!!
Ve böylece başlar kendini gizleyen öz-nefret duygusu…
Öz- nefret yani kendinden nefret etme hali, öyle bir gizlenir ki, erişkin hayatınızda bu gizli duygu durumunuzun hiç farkında bile olmayabilirsiniz.
Öncelikle benim şahsi gözlemlerime göre, suçluluk-utanç ve kendini gizleyen öz-nefret duyguları aşağıdaki durumları deneyimlemiş kadınlarda ağırlıklı olarak ortaya çıkıyor:
Birden fazla flört ilişkisi yaşamak
Hiç ilişki yaşamamış olmak
Daha önce evlenip ayrılmış olmak
Hiç evlenmemiş olmak
Çocuk sahibi olamamak
Çocuk sahibi olmamayı seçmek
Kız çocuğu sahibi olup, hiç erkek çocuğu doğmaması
Kadın olmak
Çok güzel bir kadın olmak
Çok seksi bir kadın olmak
Çok çirkin bir kadın olmak
Çok erkeksi bir kadın olmak
Şişman olmak
Zayıf olmak
İş kadını olmak
Ev hanımı olmak
Aldatmak
Aldatılmak
Fiziksel şiddet ve türevlerine uğramak
Zeki olmak
Aptal olmak
Güçlü olmak
Naif olmak
Kendini ifade etmek
Kendini ifade edememek
vb….
Yani neredeyse tüm kadınlarda… erkeklere gelince, erkekler biraz daha şanslı ama onların da gizli toplumsal baskı altında olduğu unutulmamalı:
Utanç ve suçluluk ve kendini gizleyen öz-nefret duyguları erkeklerde:
İşsiz olmak
Zengin olmamak
Ailenin geçimini sağlayamamak
Ailesini mutlu edememek
Manevi olarak naif ve duygusal olmak
Fiziksel olarak minyon olmak
Hem cinse ilgi duymak ancak bunu bastırmaya çalışmak
Partnerini fiziksel açıdan tatmin edememek
Hiç ilişkisi olmamak
Diğer erkeklerden daha kapasitesiz olduğunu düşünmek
Çok sevmek / aşık olmak (bazı erkeklerde)
Avrupa ülkelerinde artık kadın-erkek şeklinde ayırabileceğimiz çok keskin hatlar yok, bizim toplumumuzda ise bu durum halen devam etmekte. Bu topraklarda yetişen insanlar olarak her birimizin (ulusların) toplu bilinçaltından etkilendiği unutulmamalıdır. Dolayısıyla, az ya da çok özellikle kadınlarımızda “cici/iyi kız” erkeklerde ise “güçlü erkek” arketipinin oldukça aktif bir şekilde devrede olduğunu düşünüyorum ve bu kriterleri tatmin edemeyen herkes ama herkes bir miktar öz-nefret duygusuna sahiptir, çünkü sahip olduğu veya olmadığı bir takım özellikler nedeniyle ona utanç ve suçluluk duyması gerektiği hem ebeveynler hem de toplum tarafından empoze edilmiştir. Dolayısıyla yetiştiği ortam, ona kendi özgün düşüncelerinin - eğer ebeveynlerininki ile uyuşmuyor ise - sevgiden yoksun kalmak anlamına geldiğini bir çocuğa ima ediyorsa, o çocuk, hayat boyu, sevgi kazanmak adına, kendi düşüncelerini ifade etmeyecektir. Alın size, kendi fikirlerine sahip olmayan, her nabza ayrı şerbet veren, veya kendini hayatta çok güçsüz, aptal, ve değersiz hisseden erişkinler!
Bu kişiler kendilerini güçsüz, aptal ve değersiz hissetmektedirler, çünkü, daha önce itiraz etmek istedikleri, kendilerini ifade etmek istedikleri davranışlar onaylanmamıştır.
Çocuk, bu durumun anne ve babasının kendileri ile ilgili olan problemleri yüzünden olduğunu anlayamayacak kadar ufaktır ve elbette ki azarlanan kendisi olduğu için konunun nedeninin kendi olduğuna eninde sonunda inanacaktır. Çocuğun bildiği bir şey varsa o da, hayatta kalmak için bu anne-babaya ihtiyacı olduğudur. Dolayısıyla, çocuk için anne-babanın karşı takımından yer almak tehlikelidir, elbette onların takımına geçecektir ve o da kendi iç sesini ve dürtülerini, arzularını her duyduğunda, tıpkı anne - babası kimi bu sesleri azarlayacak, suçlayacak, kendinden utanacak ve aptalca bulacaktır!
Bu durum bana şunu anlatır:
İnsan sevilmek uğruna, daha küçücük yaşlardan itibaren, kendinden bile nefret etmeyi göze alacak kadar sevgiye aç bir organizmadır.
Utandığınız ve suçluluk hissettiğiniz konuları bir düşünün bakalım…
Ya aptal gibi hissettiğiniz anlar…?
Başarısız olduğunuzu düşündüğünüz anlar..?
Değersiz olduğunuzu düşündüğünüz anlar…?
Özgüveniniz niye yok?
Utanç ve suçluluk duygularının doğal duygular olmadığını biliyorsunuz… Öyleyse, onları oraya birileri koymuş olmalı! Birileri sizin bu konular hakkında utanç duymanız gerektiğini, kendinizi reddetmeniz gerektiğini size “öğretmiş” olmalı!
Gözlerinizi kapayın…
Meditatif, sakin ve dingin bir zihin durumuna geçin…
İlk defa bu duyguları hissettiğiniz anlara gidin...çocukluğunuza…
Bu duyguların size değil, başkalarına ait olduğunu farkedin…
Bu duyguların doğal ve gerçek değil, basit bir kodlama hatası olduğunu anlayın…
Kendiniz hakkında bildiğinizi sandığınız birçok şeyi henüz bilmiyorsunuz!
Siz kim olduğunuzu ve bir çok durumla ilgili gerçekten ne hissettiğinizi bilmiyorsunuz, çünkü size bu konular hakkında ne hissetmeniz gerektiği önceden öğretildi.
O gruptan nefret et, o ulustan nefret et, o insandan nefret et! ….
Size hangi ilişki modelinin, hangi iş modelinin, hangi insan kimliğinin “uygun” olduğu öğretildi..Gerçekten neyin doğru neyin yanlış olduğuna sadece kendiniz mi karar veriyorsunuz?
Ve tüm bunları unutmayın sevilmek adına yapıyorsunuz!!! Sevilmek adına kendinizden vazgeçiyorsunuz!
Peki bu davranışın altındaki baskın titreşim / frekans nedir?
Kendinden nefret etme, kendini olduğu gibi sevmeme...
Peki bu frekans hangi hayat deneyimlerini ve kişileri hayatınıza çekecek?
Daha fazla kendinizi suçladığınız, kendinizi sevmediğiniz hayat deneyimleri ve kişiler.
Bir yaşa kadar bunun sorumlusu ebeveynlerinizdi, ama artık bu yazıyı okumaya kadar gelebilmişseniz, bu dakikadan sonra hayatınızda ters giden her şeye dair siz sorumlusunuz, sadece siz! Çünkü şu an bir farkındalık kazandınız.. Hayatınızda hoşunuza gitmeyen bir döngünün içerisindeyseniz, hayat size, ortada bir yanlış anlaşılma olduğunu bas bas bağırıyor demektir.
“Sen sevgiyi çok yanlış anladın, yöntemlerin işe yaramıyor!!!”
O yüzden, bu yazıyı okuyorsan, artık kendini omzundan dürtülmüş farzet…
Peki ne mi yapabilirsin?
Hayata yeniden doğabilirsin, her gün, kendine “ben bu konu ile ilgili gerçekten ne hissediyorum?” “hissime uygun davranıyor muyum?” “neden davranmıyorum?” sorularını sorarak başlayabilirsin… bu kendini tanımanın ilk ve en büyük aşamasıdır.
Sevgilerimle,
İrem
İrem
Not: Bireysel danışmanlık ve eğitim talepleriniz için fitsoulfitmind@gmail.com mail adresinden bana ulaşabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder