30 Haziran 2018 Cumartesi

Ülkelerin Karmaları Olur mu?




Ülkelerin Karmaları Olur mu?

Hemen cevap vereyim, olmaz olur mu?

Esasında karmanın anlamı, enerjinin kaynağına geri dönmesidir, başka bir ifade ile karma, çekim yasasını tarif eder. Ne ekerseniz onu biçersiniz.

Elbette bu yazımda politik bir değerlendirme yapmayacağım. Politikanın içine girdiğinizde büyük resmi kaçırırsınız ve ister istemez bir taraf haline gelirsiniz. Bir taraf haline geldiğinizde de, ne sorunları görebilirsiniz, ne de bir çözüme ulaşabilirsiniz. Bu bizlerin küçük dünyaları için de geçerli, Dünya’nın tamamı için de geçerli. 

1900’lerden itibaren Türkiye’nin siyasi öyküsünü incelerseniz, çok benzer temalar ve döngülerin vuku bulduğunu görebilirsiniz. Ana tema ise elbette “kutuplaşma”. Bir tarafın yükselmesi ile birlikte diğer tarafın ezilmesi ve ardından ezilen tarafın yükselmesi ile birlikte daha önce yükselmiş olan tarafı ezmesi.. Yani öykümüzde daima bir “ezen” ve daima bir “ezilen” taraf bulunuyor. 

Dünyayı anlamak için yapmanız gereken tek şey insanı, ve insan ilişkilerini çok iyi anlamanızdır. Maalesef bizim siyasi yapımızda insan ve insan psikolojisine pek de önem verilmiyor bu nedenle de bu döngüler kırılamıyor, çıkan oy sonuçları eksik bir şekilde değerlendiriliyor. 

E biz de demiyor muyuz, eğer hayatınızdaki döngüleri kırmak istiyorsanız, farklı bir şekilde davranmalı, düşünmeli ve inançlarınızı revize etmelisiniz. Bu tüm Dünya için geçerli, sadece ülkeler ve bireyler için değil. 

Şimdi tekrar hatırlayalım, ne derim hep? Tüm insanlığın en derin arzusu; sevmek, sevilmek ve ait hissetmektir. 

Biz ne yapıyoruz, eğer A’yı seviyorsan, Z’den nefret etmen gerekir gibi bir zihin yapısına sahibiz. Bu ne demek? A’yı seviyorsan Z’yı ötekileştir, ayrıştır ve dışla.

Ah enerji böyle çalışmaz ama! 

Bastırmaya, yok etmeye çalıştığınız her ne ise, büyüyerek karşınıza çıkacaktır! İşte bizim siyasi öykümüzün bu kadar karışık olmasının nedeni bu. Birleştirici değil, ayrıştırıcı bir ideolojiye sahibiz. Dolayısıyla da dilediğimiz hızda ülkemizi gelişmiş medeniyetler seviyesine çıkaramıyoruz. 

Her zaman bahsettiğim gibi, tüm sorunlarımızın nedeni gölge taraflarımızı olduğu gibi kabul etmeyerek, dışlamamızdan ileri gelir, bunun adı “parçalanmadır”. Bu parçalanma hem mikro yani bireysel düzeyde hem de global çerçevede gerçekleşmektedir. 

Peki enerji neyin çabası içerisinde? Enerji hem bireyleri hem de daha büyük organizmaları enerjetik olarak “tamamlanma” yönünde hareket ettirir. 

Peki tamamlanmak için ne gerekli? Öncelikle o kabul etmediğimiz, hiç de hoşlanmadığımız bize göre “kusur” olan gölge kimliklerimizle ;

1) yüzleşmek, var olduklarını kabul etmek 

2) onları değiştirmeden yargılamadan, kabul etmek ve neden var olduklarına dair bir anlayış geliştirmek 

3) onları kendimizin bir parçası olarak dışlamak yerine içimize almak. İçeri almadığınız şey, dışarıda kalır, dışarıda kalan içeridekine karşı düşmanca duygular beslemeye başlar çünkü herkesin en derin arzusu sevmek, sevilmek ve kabul edilmektir. 

Bu kadar basit aslında, çok da kafa yormaya gerek yok. 

Bireysel “tamamlanma” süreci bu şekilde gerçekleştirilir. Bu çalışmayı bireysel olarak danışanlarımızla her gün gerçekleştiriyor ve harika sonuçlar elde ediyoruz. 

Bu ülkeler ve Dünya için de geçerli. Bunca çatışma ve savaşın olmasının nedeni maalesef güç zehirlenmesi, bu güç zehirlenmesinin altında yatan ise “yok olma korkusu”. Bu zihne sahip olan kişinin bilinci “kıtlık bilincidir”. Başka bir ifade ile, “tüm kaynaklar ve kontrol benim elimde olmaz ise, kendimi yeterince güvende hissedemem, varlığımı teminat altına alamam” Bu korkunun sebebi de geçmiş verilerdir, geçmiş dönemlerde kendisini belirli sebeplerden dolayı tehdit altında hisseden kişinin/grupların güçlü bir konuma geldiğinde bir daha böyle bir şeyin vuku bulmaması için ellerinden geleni ardına koymamaları kadar doğal bir tepki olamaz. Dolayısıyla kişiler/gruplar küçük (ego merkezinden) düşünür ve aynı döngü farklı karakterlerle tekrar edip durur. Dolayısıyla esasında ne A haklıdır ne de Z! Bu zihin yapısı toptan yanlıştır. Karakterlerin kim olduğunun hiçbir önemi de yoktur. Yani benden somut bir açıklama bekliyorsanız, şahsi görüşüm ülkedeki grupların hiçbirinin ideal bir duruş sergilemediğidir. 

Peki bu nasıl değişecek? Değişim tepeden değil, içeriden yani bireyden başlar. Bunu hep tekrarlıyorum! Bu değişimi 50 yaş üzeri kitle pek gerçekleştirecek gibi görünmüyor, zira kökleşmiş zihin ve davranış modellerini değiştirmek çok güç, imkansız değil ama çok güç. 

Gençler ise, farklı düşünüyor, gençler kavga etmek değil, mutlu ve huzurlu olmak istiyor, bunu her eğitimimde görüyor ve tekrarlıyorum. Gençlerimizde güç zehirlenmesi yok, onlar bir şeylere “sahip” olmak peşinde değil, “deneyim” peşindeler, bu nedenle de ülke sınırları, kalıplar, tabular bu deneyim zenginliğine engel oluyorsa, ne ideoloji, ne tabu, ne ülke sınırı, genç tarafından kabul görmüyor ve görmeyecek. Evrim bizleri “tamamlanmaya” sevsek de sevmesek de itiyor.

Nasıl mı itiyor? Yüzleşmek istemediğiniz gölgeleriniz daima karşınıza çıkacaktır dedik, şu an olan da bu.. Dolayısıyla bizler ayrışmanın hiçbir işe yaramadığı gibi bizlere zarar verdiğini toplu bir şekilde anlayana dek, bu zararları topluca yaşamaya devam edeceğiz. Kendi kişisel hayatınıza bakın, özellikle de ilişkilerinize… İnanç ve duygu durumunuzu, ve perspektifinizi değiştirmediğiniz sürece, gelen gideni aratmadı mı sanki? Taa ki, çektiğiniz acı ve sıkıntı size “yeter artık!” dedirtene kadar aynı hikayeleri yaşamadınız mı sanki?

Dolayısıyla bugün Dünya’da olan da budur. Kişisel hayatınızı anlamak için Dünya’ya, Dünya’yı anlamak için kendi ruhunuza bakın, çünkü Dünya, kollektif bilinçaltının birebir yansımasıdır, içeride olan dışarıya yansır. 

Bizler içimizdeki gölgelerle yüzleşip, onları bir parçamız olarak kabul edene dek ne bireysel, ne ülkesel ne de global bir çerçevede huzuru bulamayacağız. 

Nereden mi başlamak gerek… Bırakın şimdi siyasete girmeyi, kendinizi bir bütün olarak anladığınız gün, inanın bana tüm siyasi alimlerden daha net, berrak bir zihne erişir ve öngörü sahibi bir birey haline gelirsiniz.

Bu bireylerin sayısı arttığında ne olur? Empati gelişir.

Empati gelişince ne olur, anlayış gelişir.

Anlayış gelişince ne olur, kabul başlar.

Kabul başlayınca ne olur, birleşme meydana gelir.

Yani sizin yapmanız gereken artık sokağa çöp atmayı bırakmak, emniyet şeridinden araba kullanmayı bırakmak, sizinle farklı görüşe sahip insanları ezmeyi, dışlamayı bırakmak, canlıları sevmek ve en önemlisi de sizden farklı görüşe sahip insanları onaylamasanız bile sizin bir yansımanız olduğunu kabul edip, bir anlayış geliştirmek 

Hepimizin şikayet ettiği bir başka konu ise şu; gücü elde edince, güç zehirlenmesi yaşayan kişiler!

Oturduğumuz yerden yöneticilerimizi eleştirmek kolaydır. Siz hiç herhangi bir şeyin başkanı oldunuz mu? Ufakken sınıf başkanı olduğunuzda dahi arkadaşlarınızı kayırmadınız mı sanki?

Vakit dürüst olma vaktidir, bizlerin kollektif olarak içinde güce duyduğu bir aşk olmasa, inanın yansıma olarak böyle bireylerin yönetimde yer aldığını göremezdik. Demek ki kollektif bir şekilde, baskın olarak gücü seviyoruz, ve bu güç elimize geçtiğinde de bazı değerleri unutma eğilimi gösterebiliyoruz. Bu durumu değiştirmek istiyorsanız, kendinizden başlamalısınız. Makro değişimler, mikro hareketler ile başlar, unutmayın.

Sevgilerimle,

İrem




Not: Bireysel danışmanlık ve grup eğitimleri için fitsoulfitmind@gmail.com adresine sorularınızı ve taleplerinizi iletebilirsiniz. 













Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Geleceği Bilmenin Sırrı

Geleceği bilmek istiyorsan, Kendini bil.  Geleceği mi bilmek istiyorsun, Dışarı çıkma, *Kendine gel!*,  Geleceği ...