28 Kasım 2015 Cumartesi

Terapiste mi Gidiyosun? Aman Sus, Sakın Kimseye Söyleme



Çekim yasası, enerji çalışmaları, enerji /alternatif tıp ile şifa bulmak, akupunktur, yoga, tai-chi, nefes çalışmaları.... Tüm bunlar, arkadaş toplantılarının "espiri konusu", bir kahkaha vesilesi, yeni çağ vesvesesi, hatta ünlü komedyenlerimizden birinin stand up show'una bile espiri malzemesi  olmuştur.. ("sevgi içimizde" dersem bazılarınız hatırlar belki=)

Özellikle de erkekler arasında "saçmalık" olarak nitelendirilen bu konular, daha ziyade iç sesleri ve duyguları ile daha sıkı bir iletişim içerisinde olan kadınlar tarafından ilgi çekici bulunmakta..Ancak, malesef halen, çoğunluk tarafından "paranın ve zamanın sokağa atılması" ve daha da tehlikelisi "delilik" olarak değerlendirilmekte..

Sadece enerji çalışmaları mı, tabii ki hayır, psikolog ve psikiyatristlere düzenli olarak giden kişilere "hasta" ve "deli" sıfatları yakıştırılmakta ve bu nedenle aslında ruhuna ihtiyacı olan desteği ve bakımı sağlamak isteyen kişiler dahi ya bu kişilere gitmemekte, gidenler ise bunu en yakınlarından bile saklamaktadır. Benim kendi terapistim dahi, "bana geldiğini sakın kimseye söyleme, senin iyiliğin için söylüyorum" şeklinde bu yargılardan zarar görmemem adına tavsiyede bulunmuştur.

Peki, sadece bizler arasında mı bu yargılama? Hayır, hangi kişisel gelişim kitabını okursanız, özellikle, bu alanda ün yapmış kişilerin kitaplarına bakarsanız, bu kişiler dahi alt yapılarında binbir çeşit enerji sistemi ile çalışmış olmalarına rağmen, belli bir noktaya geldikten sonra, kurumsal şirketlerde motivasyon eğitimleri verirken, çoğunluk tarafından kabul görmek adına "enerji saçmalığı" şeklinde kendi yaptıkları işi, eğitimlerini yadsımakta ve yaptıkları işi geleneksel tıp ve halühazırda bilim dalı olarak kabul edilen geleneksel psikoloji öğretilerine ve şemalarına yaklaştırmaktadırlar. Bu da yetmez, psikiyatristler, psikologları azımsamakta, psikologlar, psikiyatristleri eleştirmekte, ve her ikisi de, alternatif tıp ve enerji sistemleri ile çalışan koçları, ve reiki hocalarını "eğitimsiz, tehlike saçan cahiller" olarak nitelendirmektedirler.

Sonuç, ruhunuzla ilgilenmek için kime danışmaya giderseniz gidin, sizinle dalga geçecek, yaptıklarınızı "kınayacak", size deli diyecek, paranızı nereye harcadığınız konusunda ahkam kesecek, doktorlar, eş, dost, bilim insanı, aile ferdi, ve birileri mutlaka olacaktır. Netice; biraz cesaretliyseniz, kimseye söylemeden, saman altından bu çalışmaları yaparsınız, ya da ikna olup, bu konuları bir kenara bırakırsınız.. Genel durum böyledir..

Oysa ki, insanın elle tutabildiği şeylere gösterdiği özen, elle tutabildiği şeylere harcadığı zaman ve para bu tarz eleştirilere çoğu zaman maruz kalmaz... Kılık, kıyafet alışverişi, organik besin alışverişi, kuaför masrafı, evin giderleri, çocuğun masrafları..bunlar hep elle tutulabilen bir ihtiyacı (açlık, dış görünüş, eğitim, kariyer, beden sağlığı gibi) karşılamaya yönelik yapılan ve "gerekli" görülen masraflardır.. İnsanın eliyle tutamadığı, göremediği, zihin ve ruh sağlığına verilen vakit ve para ise bu eleştirilere maruz kalır. Kısacası, toplum, İNSAN BEDENİNDEN VE BEDENİNİN İHTİYAÇLARINDAN İBARETTİR" kodunu bas bas bağırmaktadır.

Çok güzel, demek ki hepimizin arabası var ama malesef ruhu yok ve çözümü de bulmuşuz..

O zaman neden herkes mutsuz? O zaman neden herkes "arayış" içerisinde?

Çünkü; insanlar "iyi hissetmek istiyor", "mutlu olmak istiyor", "özgür olmak istiyor"...ancak bunları maddesel olan, elle tutulabilir olanda, dış dünyada arıyorlar.. ve doğal olarak da bulamıyorlar...iç dünyaya bakış ise ayıp, komik ya da delilik. Yoksa aradığımız "içimizde mi?" Hala gülüyor muyuz?

E peki, psikolog mu, psikiyatr mı, nefesçi mi, ben kime gideceğim, ne yapacağım, onlarca insan, onlarca yöntem??? Bunun ehli kimdir?

Arkadaşlar, ne bir psikolog, psikiyatristten daha "ehildir" ne de bir psikiyatrist, hepsinden daha "doktordur", profesördür; ne de enerjiciler deli, yogacılar sirk "maskarasıdır". (Her meslekte, mesleğini suistimal eden kişiler olabilir bunları bir kenara koyalım)

Bu kişilerin her biri, aynı amaca yönlenen ancak farklı metotlar kullanan "şifacılardır". Şifacılığın amacı, kişinin KENDİ KENDİNE ŞİFAYI BULMASINA ARACI OLMAK, KİŞİSEL GÜCÜNÜ O KİŞİYE İADE ETMEK, KİŞİYİ KENDİSİNE İADE ETMEKTİR.

Size bu mesleklere mensup birileri başka bir şey söylüyorsa, hele hele farklı metotlar kullanan şifacıları acımasızca eleştiriyor ise, mesleğinin amacını anlamamıştır, henüz 40 fırın ekmek daha yemesi gereklidir. Hele hele, bu kişilerden herhangi biri sizi kendine bağımlı kılıyor ise, üstünlük taslıyor ve sizi kendine bağımlı kılacak şekilde metodolojiler kullanıyor ise, işte kaçınmanız gereken kişiler bu kişilerdir. İsterse 60 senelik profesör olsun, bu iş böyledir.

Tersi, bu kişilerden herhangi biri sizi kendinize iade etmiş ise, kaba tabirle "size iyi geldiyse", artık kendi kanatlarınızla uçabileceğiniz bir noktaya gelmenize aracı olmuş ise, kişinin sıfatı ve mesleği hiç önemli değildir, isterse bu kişi "arkadaş" olsun, isterse "reiki master" olsun, isterse dünyanın en ünlü profesörü olsun, hepsi geçerlidir, ve doğrudur.

Kendinize ve ruhsal mutluluğunuza yaptığınız yatırım en önemli yatırımdır, nihayetinde, mutsuzsanız, bir şeyler size hala eksik geliyor ise, bir uçak koleksiyonunuz, bir malikaneniz, üst düzey yöneticiliğiniz, CEO'luğunuz olsun neye yarar? Yarasaydı bunca ünlü ve zengin insan, intihara meyletmez, bu dünyadan göçüp gitmezdi..

Dış dünyanız kadar iç dünyanızla da ilgilenmekle siz siz olun gurur duyun, yayın, yayılmasını sağlayın.. ancak o zaman bu dünya değişecektir..

Sevgilerimle












27 Kasım 2015 Cuma

Evrenin Sembolleri



Evrenin resmi dili "titreşim" yani duygulardır. Dolayısıyla siz evrene hangi duyguyu yayarsanız, o duygudan daha fazlasını hayatınıza çekersiniz.

Bu ana kuralı daima hatırlatmaya çalışacağım, çünkü çekim yasasının sistematiği tamamen "duygular" üzerine kurulmuştur. Hakikaten de, bu sistematik sadece belirli bir dilin veya belirli bir yöntemin kullanılması üzerine kurulsaydı, hem herkes için eşit ve ulaşılabilir olmazdı, hem de bu sistem hiç adil olmazdı. Dolayısıyla Kaynak, Allah, Tanrı, Evren veya Yaratıcı nasıl isimlendirdiğiniz hiç farketmez, insanlar, kültürler, belirli gruplar, ve hatta dinler arasında bir ayrım gözetmeksizin, herkes için "eşit" ve "adil" ve oldukça dahiyane bir yaratım sistemi kurmuştur.

Evren için aynı zamanda "semboller" hatta "hareketler" de anlamlıdır. Semboller, zaman içerisinde büyük grupların kendilerine atfettikleri anlamları yani enerjiyi taşımaya başlarlar. Hristiyanların "haç", müslümanların ise "Allah" yazan kolyeler takmaları vb. takı ve aksesuarlar dahi, kendilerine atfedilen enerjiyi taşırlar. Bu nedenle, örneğin, her ne kadar şık da olsa, bir "kurukafa" kolyesi takmanızı önermem =) Zira, asırlar boyunca kurukafaya atfedilen enerji karanlık bir enerji olmuştur..Onun yerine, şans, bolluk, bereket, aşkı ifade eden sembolleri takı, aksesuar ve dekorasyon malzemesi olarak kullanmanız çok daha güzel enerjiler yayacaktır.

Hareketler dedik, peki bu ne demek... İnancınız ne olursa olsun, her inançta, bu inanca özgü "törensel" hareketler serileri bulunur, namaz kılarken yapılan hareketler, dua ederken yapılan el hareketleri, hatta paganların ve kızılderililerin doğa ana ile iletişime geçmek için (ki bu da onların inancıdır) dansa benzer ritmik hareketleri...Dikkat ederseniz, inancınız ne olursa olsun, ortak beden hareketleri her inanç ve kültürde bulunmaktadır. Ellerinizi yukarı doğru açmak, yaratıcıya iletişime geçmek anlamında bir çok inanç sisteminde kullanılmaktadır. Elleri kalbin önünde birleştirmek de aynı şekilde, hem ruhunuzla (kalp ve duygular aracılığıyla gerçekleşir) iletişime geçmek için hem de evrenle iletişime geçmek için kullanılan genel bir harekettir.

Hareketleri kullanmak için bu kadar kapsamlı bir tarih ve inanç bilginize sahip olmanıza gerek yok.. Günlük yaşantınızda, yaptığınız bir çok hareket, dünyanın her köşesinde aynı şekilde tekrarlanmaktadır. Mesela ev süpürmek, mesela temizlik yapmak, mesela duş almak...mesela makyaj yapıp, saç taramak, mesela yemek yapmak ve yemek!!

Bunları yaparken aynı zamanda enerji çalışmaları da yapabilirsiniz, örneğin, evi süpürürken "ben evimi süpürdükçe, evim tüm olumsuz duygu birikintilerinden, negatif enerjilerden arınıyor, ve tertemiz oluyor" şeklinde bir "emir" cümleciği ile, sadece evi görünür mikroplardan değil, asıl size etkisi olan negatif enerjilerden de arındırabilirsiniz..

Duş alırken sadece bedeninizi değil, aynı şekilde "ben duş aldıkça, su bedenimden aktıkça, üzerimde biriken tüm olumsuz duygular da bu su gibi akıp gidiyor, yenileniyorum" gibi bir cümle, yemek yaparken ve yerken "bu yemeğin faydalı tüm özelliklerini bedenim şimdi alıyor ve değerlendiriyor, bedenime gerekmeyen diğer özellikleri ise bedenimden akıp gidiyor" gibi bir cümlecik kullanabilir ve kilo kontrolünde kendinize destek olabilirsiniz . Makyaj yaparken "şimdi güzelleşiyorum ve enerjim de yüzüm gibi ışıl, ışıl parlıyor" gibi bir cümlecik ise auranızı canlandıracaktır ve size ilave bir karizma (yani insanlara çekici gelen enerji) katacaktır.

Bu örnekler çoğaltılabilir, mantığı anladığınızı düşünüyorum, denemeniz dileğiyle..

Sevgilerimle

19 Kasım 2015 Perşembe

Değişim İsteyenler Buraya!!



Hepimiz, hayatımızda bir şeylerin değişmesini istiyoruz, bir şeylerin daha iyiye gitmesini...yollar arıyoruz.. kitaplar okuyoruz..kimimiz ise bir takım önerilen teknikleri uyguluyoruz, kimimiz ise bir adım daha öteye giderek terapist, psikolog, yaşam koçu, reiki master'lardan danışmanlık alıyoruz..

Değişimi istiyoruz..

İstiyoruz...fakat çoğu zaman "bir işe yaramadı" diyerek hayal kırıklığı ile değişim yolundan cayıyor ve bir U dönüşü ile geldiğimiz yola geri sapıyoruz.

Ama size şöyle bir şey söylesem?  Aslında büyük çoğunluğumuz, "sözde" değişmek ister ama "özde" değişmek istemez. Evet doğru duydunuz, çoğumuz hem de büyük bir çoğunluğumuz aslında değişmek istemiyor... İsteseydi, Dünya bugün bu halde olmaz, mutsuz insanların oranı mutlu insanlara göre bu kadar fazla olmazdı..

Çünkü, isteyip de elde edemeyeceğiniz şey yoktur, evren çekim yasasına göre işler, siz ne isterseniz o olacaktır, siz kendinizi duygularınız ile nasıl tanımlarsanız, nasıl görürseniz,  siz o kişi olacaksınız..

Bunu sadece ben söylemiyorum, tarihler boyu ünlü düşünürler, liderler, bilim adamları, sanatçılar..kısacası tarihe adını kazımış tüm başarılı isimler, başarılarını ve bulundukları noktanın kuralını bu şekilde açıklarlar.. Hadi ben yanılıyorum diyelim, bunca insanın hepsi mi "tesadüfen" bulundukları noktalara geldi?

Peki değişmek istemek nedir?

Bahsettiğim,"sözde" değişmeyi istemek değildir.. Bunu zihnen, bedenen ve ruhen istemeniz gerekli.. zaten o zaman size faydalı olabilecek tüm öğretmenler ve araçlar da karşınıza kendiliğinden çıkar. Peki değişimi, zihnen, beden ve ruhen istemek ne demek?

Karşılaştığım çoğu kişi, her ne kadar kötü şartlarla çevrili olursa olsun, o şartlara, çevreye, ortamlara aşinadır, daha da önemlisi mevcut durumlarında o kadar uzun süredir kalmışlardır ki, bunu atsan atamayacağın satsan satamayacağın, arkasından devamlı söylendiğin ama gel gör ki, görüşmeye de devam ettikleri bir arkadaş gibi sahiplenmişlerdir.. sadece bunun farkında değillerdir.

Her nasıl ki,  bu tip insanlarla ne kadar kötü olursa olsun görüşmeyi kesemezsiniz, kesmeniz gerektiğinde de büyük bir boşluğa düşersiniz, mevcut şartlarınız da bilinçaltı için böyledir.

Bulunduğunuz şartları değiştirmek, bilinçaltı/zihin/ego için 30 senelik arkadaşınızla görüşmeyi kesmek gibidir. O kişi hakkında ne kadar söylenirseniz söylenin, varlığına alışmışsınızdır, nabzını bilir, şerbetini ona göre verirsiniz, o kişi sizin için tanıdıktır, savunmalarınızı ona göre geliştirmişsinizdir, kısacası bu kişi ile belli bir DÜZENİNİZ vardır.

Zihin/Ego için DÜZEN değiştirmek, BELİRSİZLİK anlamına gelir, ve bu aslında çok KAYGI verici bir durumdur... bunu yüzme bilmeyen ama suyun güzelliği karşısında da, o suya, o maviliğe kavuşmaya özenmekle örnekleyebiliriz.. Su çok güzeldir, masmavidir, yaz sıcağında sizi serinletir, ama yüzme bilmiyorsanız, denize girince boğulacağınızı düşünüp, denizin kenarında, denize uzaktan bakıp, sıcaktan bunalmayı tercih edersiniz..

Çünkü denizin size ne getireceğini bilmiyorsunuz, tatmadınız, bu deneyimi hiç yaşamadınız, ya boğulursanız? Oysa ki gerçek şudur, kendinizi denize bıraktığınızda, çırpınmadığınızda boğulmanız imkansızdır... çünkü suyun kaldırma kuvveti vardır, eksik olan ise sizin için yeni olan bu deneyime cesaret etmektir. Ama sorduğunuzda siz de "denize girmek istiyorum" dersiniz. Girmek istiyorsunuz ama kaygılarınızdan dolayı giremiyorsunuz..  En fazla ayaklarınızı ıslatır, ellerinizle kendinizi serinletirsiniz..

Değişmeyi istemek çoğu kişi için bu seviyededir..Değişmeyi isteriz, ama ancak ayakları suya sokacak kadar ileri gidebiliriz. İşte, terapilere, danışmanlara gidip, türlü araçlar kullanıp istediğiniz değişimi sağlayamamanın altında, aslında "denize girmek istememeniz" yatmaktadır.

Çünkü alışmış olduğunuz düzen sizi belirsizlik kaygısından korur, tanımadığınız yeni ortamlardan korur, tanımadığınız yeni deneyimlerden korur,  değiştiğinizde, yeni bir benlik haline geldiğinizde de "ya yine başarısız olursam" korkusundan korur, belki şimdi bu durumunuz sebebiyle insanlardan şefkat, acıma, özel ilgi görüyorsunuz, kendi ayaklarınız üzerinde durunca insanların tepkisini bilememekten korur, yeni çevrelere girmekten, dikkat çeken bir birey olmaktan korur,  kendinizle yüzleşmekten korur.... En azından şimdi türlü bahaneleriniz var, mevcut şartlarınız NEDENİYLE, bir çok şeyin olmadığına inanır, böyle böyle olduğu için istediğimi elde edemiyorum, böyle böyle değişse, o zaman olacak gibi ertelemelere başvurmanızı sağlar..

Değişimden o kadar korkarız ki, değişmemek için kendimize çok çok geçerli kanıtlar yaratır ve hayatımıza çekeriz.

Bunlar ne mi?  İnanması zor ama, maddi zorluklar, fiziksel memnuniyetsizlikler, rahatsızlıklar, yalnızlık, mutsuz iş ortamları, mutsuz ilişkiler, kazalar, belalar, kısacası türlü türlü engeller.. Kısacası sorumluluk almamak için elimizden geleni yapar, dış etkenleri sorumlu tutmak için, türlü olayları çekim yasası ile hayatımıza çekeriz.

İnanın durumunuz ne kadar kötü olursa olsun, değişemiyorsanız, durum budur.  Değişimin sadece kendi özgür iradeniz ve isteğinizle ve SADECE KENDİNİZ tarafından gerçekleştirilebileceğini KABUL ETMEK, SORUMLULUK ALMAK değişmenin diğer bir unsurudur.

Dışarıda, söylenen bir çok insan var, "ne denediysem olmadı"... xxx "işe yaramıyor"... Denize girmek için, denize atlamanız gereklidir, ayakları uzatmak yetmez.. ayaklarınızı uzatarak denize giremezsiniz, işe yaramaz.

Hayat da böyledir, hayata kıyısından bakarız, hayatın içine girmek, doyasıya yaşamak ürkütür.. Hayatta kaybedecek hiç bir şeyi olmayan en dipteki insanların tepeye çıkış öyküleri hiç de şaşırtıcı değildir, çünkü bu insanlar için kıyıda sıcaktan ölmektense, denizde boğulmak daha tercih edilesi bir "ölüm"dür.

Peki siz hayatın neresinde duruyorsunuz?

Sevgilerimle





11 Kasım 2015 Çarşamba

Hayatın Bilinmezliğine İlişkin Ne Yapmalı?


Hayattaki korkularımızın belki de en büyüğü.. bilinmezliktir..

Daha küçücükken, okul hayatımıza başlarız..derken başlar,  öğretmen beni beğenecek mi, arkadaşlarım beni sevecek mi, sınavı geçebilcek miyim kaygıları...

Devam eder hayat; kimimiz için kariyer seçimi, ve o kariyerde başarılı olacak mıyım, yeterli parayı kazanabilecek miyim, terfi alacak mıyım,  erkekler üzerinde para kazanma baskısı daha yoğunken, kızlar üzerinde, doğru düzgün bir eş bulabilecek miyim, eşim beni sevecek sayacak mı, bana sadık olacak mı kaygı ve soruları ile devam eder...

Devam eder hayat;  sağlığımıza düşkünleşiriz bir dönem... buzdolabını, direk topraktan çıkma besinlerle doldururuz, doğrudan sağlıklı olma kaygısı ile sağlığımızı kaybetmemek adına bir önlem olarak yaparız bunu..

Devam eder hayat; kendimiz ile bitmez, çocuklarımızın hayatı için de kaygılarımız ve bu kaygıları önlemek, ve bilinmezi bilinir kılmak adına bir dolu önlem alırız...

En basitinden çocuklarımız aç kalmasın diye sürekli yemeye teşvik eder, üşümesinler diye sürekli "sıkı giyin" telkinlerinde bulunuruz...sırf çocuklarımız üşümesin de hasta olmasın diye..

Bu kaygılarımıza ve kimi zaman aldığımız tüm "önlemlere" rağmen, pek de istediğimiz gibi gitmez hayat..

Bu yazdıklarımda ilk bakışta belki de acaip hiç bir şey yok...ama bir daha okuyun... hayatı yaşarkenki ana temanın "kaygı" ve "bilinmezlik" durumlarını önlemek adına alınan bir dolu "önlem" ve genel duruşun ise hayatın bilinmezliklerine karşı "savunma" olduğunu göreceksiniz.

Kaygı, önlem alma, ve savunma duyguları "bilinmezlik" duygusu karşısında yaşadığımız duygulardır.

Peki size şunu söylesem;  "kaygı", "önlem", "savunma" duyguları ile attığınız her adım kişisel gücünüzü yok saymanız ve dolayısıyla da hayatın "sürprizlerle" dolu beklenmedik olayları önünüze seren bir bilinmezlik yolculuğu olduğuna İNANMANIZ ve TASDİKLEMENİZ anlamına gelmektedir.

Peki hep ne diyoruz, çekim yasası İNANÇ ile çalışan bir sistemdir, siz neye inandıysanız, onu yaşadınız, siz neye inanırsanız onu yaşayacaksınız.

Buradaki çatışmayı görüyor musunuz, çekim yasası, hayatta bilinmezlik olamaz, çünkü hayatınızı an be an siz yaratırsınız der, bu durumda, hayatın bilinmez ve sürprizlerle dolu olduğu sadece sizin İNANCINIZ ve hayatınız ile ilgili SORUMLULUĞU almamanız anlamına gelmektedir.

Eğer hala, çekim yasasına tam olarak inandığınızı söylüyorsanız, bakın bakalım, hayatınızı nasıl yaşıyorsunuz, hayata karşı nasıl bir duruş sergiliyorsunuz...?

Örneğin, "ay sonunu getirebilecek miyim, bakalım", "terfi alabilecek miyim bakalım, bilemiyorum", "dışarısı çok soğuk, ince çıkmışım, hasta olabilirim" gibi içinde soru barındıran düşüncelerde buluyorsanız kendinizi, henüz hayatınızı kendinizin yarattığı konusunda ŞÜPHELERİNİZ var demektir.

Oysa ki evren sizin tarafınızdan kontrol edilmediği sürece otomatik olarak zaten sizin HAYRINIZA doğru akar, herhangi bir bilinmezlik, olumsuz bir olay ve benzerinin vuku bulması evrenin doğasında yoktur... yukarıda yazdığım herşey evrenin sürecine müdahele etmek, kontrol etme çabasından ileri gelir ki, bu akışı engellemeniz anlamına gelir...hoşlanmadığınız ne oluyorsa da işte bundan dolayı olmaktadır.

TESLİMİYET , GÜVEN ve İNANÇ... sır budur.

Sevgilerimle

 





7 Kasım 2015 Cumartesi

Kendini Tanımladığın Kadarsın...



Bize biraz kendinden bahset Ayse. Hm tabi ben Ayse Bilmemkimoglu Onemli Sirket A.S'de yonetici olarak calisiyorum.

Ne kadar tanidik degil mi? Kulaga garip gelen hic bir yani yok..

Sorun da budur, bir cok insan gunumuzde  kendini ilk olarak isinde kendine verilen pozisyonu ile tanimlar, kisisel ozellikler daha sonra gelir..

10 sene boyunca onemli kurumsal sirketlerde calismis biri olarak, calistigim her sirkette, kimi zaman akilsiz, kimi zaman dahi, kimi zaman sivri, kimi zaman ifade yetenegi guclu, kimi zaman yaratici, kimi zaman kural tanimaz, kimi zaman cekingen, kimi zaman fazla atilgan, kimi zaman duygusal kimi zaman duygusuz oldum...

Hayir coklu kisilik bozuklugum yok:) ben hic degismedim; degisen yoneticiler oldu sirketler oldu... tanimlandikca tanimlandim..

Peki ben aslinda kimim? Ben bunlardan hangisini oldugumu dusunuyorsam sadece o'yum..

Unutmayin, dusuncelerinizle an be an kendinizi ve hayatinizi siz tanimliyorsunuz ve an be an buna uygun deneyimleri de hayatiniza cekiyorsunuz..

Baskasinin sizi tanimlamasina izin verdiginiz gun, hayatinizi o kisinin yaratmasiniza izin vermis olursunuz.. Size yetersiz mi deniyor, akilsiz mi deniyor? Buna inanirsaniz, zamanla o kisi olursunuz, ve bunu kanitlar nitelikte olay ve kisileri de hayatiniza tek tek cekersiniz..

Arkadaslar, gunumuz egitim ve kariyer sistemi malesef hem cocuklari hem de eriskinleri yargilama, kaliplara sokma ve damgalamaya, kisacasi kisisel gucu kisilerin elinden almaya meyilli bir sistemdir.. bu sistem kitleleri yonetmenin etik olmayan en kolay yoludur.

Sistemi degistirmek uzun vadeli bir istir; yapilmasi gereken hem cocuklariniza; ama basta kendinize ne kadar degerli, ne kadar yetenekli, sevilmeyi ve takdir edilmeyi hakeden varliklar oldugunuzu ve bunu tasdik etmesi gereken tek kisinin kendiniz/kendileri oldugunu hatirlatmaktir.

Ruh ne aptaldir, ne de yetersizdir, ruh tamdir, eksiksizdir, bir butundur ve herseye muktedirdir, sinirlar sadece ona inanlar icin vardir.

Sevgilerimle

2 Kasım 2015 Pazartesi

Şakacı Evren




Günlerden 29 Ekim..Bağdat Caddesi muhtemelen kilit olmuş...ay keşke yollar boş olsa da...bir an önce spora yetişsem...yollar bomboş...imgeliyorum...biliyorum yollar bomboş....

Yola çıkılır... yollar bomboş!!! Işte bu!

Yalnız ufak bir problem var, yollar bomboş çünkü yollar trafiğe kapalı!!! Spora yine gidemiyorum..

Yakın bir arkadaşımın başına geçen gün gelen olaydan bahsediyorum.. kendisinin de izniyle.. çekim yasasının yanlış kullanımına ilişkin mükemmel bir örnek...

Oysa ki arkadaşımın isteği, sadece gideceği yere zamanında varabilmekti...yolların boş olmasına karşı özel bir isteği yoktu..

Evren der ki, sevgili ruh, dileğini söyle gerçekleştireyim.. yanlış duymadıysam yolların boş olmasını diledin... sözün emirdir, al sana yollar boş!!

Tüh.. hayır..aslında..dileğim..spora zamanında varmaktı =)

Kontrolcü insan aklı.. herşeyi en iyi o bilir...sonuca giden en kısa yolu o bilir, neyin mümkün olup, olamayacağını da o bilir, bir şey olacaksa dahi, onun düşündüğü şekilde olacak başka türlüsü mümkün değil..o bilir de bilir..

Sadece %4’ü keşfedilmiş uçsuz bucaksız Evrenin, Kaynağın, Allah’ın, adını ne koyarsan koy, senin benim aklımdan daha “akıllı” olmasını düşünemez bile..

Oysa bize düşen sadece sahip olmak istediğimizi doğru ifade edebilmektir.. siz siz olun bir şeyleri dilemeden önce, esas isteğiniz o mu değil mi bir kontrol edin..

Evren sınırsız olduğu kadar, biraz da şakacıdır =)

Sevgilerimle





Geleceği Bilmenin Sırrı

Geleceği bilmek istiyorsan, Kendini bil.  Geleceği mi bilmek istiyorsun, Dışarı çıkma, *Kendine gel!*,  Geleceği ...