23 Aralık 2015 Çarşamba

Hayattaki En Büyük Rakibine Karşı Hazırlıklı Olmak


"Hayat şartları zor", "hayatın ne getireceği hiç belli olmaz, temkinli olmalı", "hayatla mücadele etmek gerekir"..

Hayat.....sanki köşedeki ağacın arkasından hopp diye çıkıp, ayağımıza çelme takmaya hazır sinsi, muzir bir çocuk...bazen düşman...ama kesinlikle güvenebileceğimizi arkamızı dayayabileceğimiz bir dost değil! Hayat ....yanımızda yürüyen bir yoldaş değil, hayat.... sanki bize hep karşıdan bakan, bizim de ondan gelecek hamleye göre hamlemizi en akıllıca şekilde belirlememiz gereken bir satranç rakibi....sanki hep açığımızı arıyor, ilk bulduğu açıkta da bizi yerle bir ediyor... biz de rakibimizden gelecek her hamleyi olabildiğince düşünüp hazırlıklarımızı yapıyor, gardımızı kuşanıyoruz..

Çekim yasası diyoruz.. çekim yasası var, bilimin ta kendisi, hayal değil diyoruz.. bir dolu kitap okuyor, sayfayı takip ediyoruz... ama önemli bir noktayı atlamıyor muyuz?

Biz "hayata karşı" çekim yasasını "silah" olarak kullanmanın yollarını aramıyor muyuz çoğu zaman? Hayatı, bizim dışımızda gelişen, bir belirsizlikler silsilesi olarak düşünmüyor muyuz aslında? Çekim yasasını da bu belirsizlikleri "belirli" hale getirmek için kullanmaya çalışmıyor muyuz?

 Kısacası, hayatı kendimizin dışında kişiselleştirerek, sağı solu belli olmayan pek de tekin olmayan bir "kişi" gibi görmüyor muyuz?

Bakın dikkat edin, bugün motivasyon için yazılmış bir dolu söz, öğüt de, hep hayata "KARŞI" dik durmanın, vazgeçmemenin öneminden bahseder..

Özünde iyi niyetle verilen tüm bu öğütler, başarıya giden yolu bizim için oldukça "ZOR" kılmaktadır. Ben ki çekim yasası ile 15 senedir çalışıyorum, bu küçük nüansı farketmem çok uzun seneler aldı.. Umarım sizin için bu şekilde olmamıştır, olduysa da umarım bu yazı uyanışa giden ilk adımınız olur!

Hayat ne sizin rakibinizdir, ne düşmanınızdır, ne de sizden habersiz hareket edebilen, kararlar alabilen, size çelmeler takan muzır bir çocuktur, hayat sizin "KARŞINIZDA" duran bir KİŞİ değildir.. Hayatın ta kendisi sizsiniz! Bunu bu şekilde söylediğimde kavramak oldukça güç biliyorum, hele uygulamaya koymak daha da güç ve pratik değil.. Spirituel öğretilerde yer alan bilgileri hayata geçirememizin en önemli sebebi de, zaten, bu bilgileri hayata geçirecek pratik tanımlamaları yapamamamız!

Biz insanlar ki, Allah'ı, Tanrı'yı, Yaratıcı Güc'ü dahi kavramak için O'nu kişiselleştirmek (insan özellikleri atfetmek) zorunda kalıyoruz ve zamanla bu yaratıcı gücü, saygı duyulması gereken, ulaşılmaz, dokunulmaz, gazabından korunması gerekilen adeta Yunan Mitolojisinde yer alan Tanrı figürlerine benzetiyoruz,  bu çok doğaldır çünkü insan ancak bir diğerini kendi gibi tanımlayabilir, kendisinin ötesinde olan bir gücü tanımlaması çok zordur, bu nedenle Hayatı da tıpkı Yaratıcı Güc'e yaptığımız gibi insanlaştırıyoruz..İşte işleri bu noktada zorlaştırmaya başlıyoruz...çünkü SİZ HAYATTAN NE BEKLERSENİZ, HAYATTAN ANCAK ONU ALIRSINIZ... şimdi bu cümlede "hayat" kelimesi yerine "kendinizi" koyun... SİZ KENDİNİZDEN NE BEKLERSENİZ, KENDİNİZDEN ANCAK ONU ALIRSINIZ.. dolayısıyla, ne zaman hayata "karşı" bir önlem almaya kalkarsınız, işte o zaman KENDİNİZE karşı bir dolu önlem almaya başlarsınız, ki bu çekim yasasının özünün daha ilk aşamasında ANLAŞILMADIĞI anlamına gelmektedir, çünkü çekim yasası akışa-hayata yani kendinize güvenmeyi içerir, siz kendinize karşı önlem alırsanız, siz kendinizi tekin olmayan bir rakip gibi görürseniz, çekim yasasının hayatınıza kolaylıkla akmasını nasıl beklersiniz? Yasasın tam önünde SİZ duruyorsunuz!

Bir önceki paragrafta da dediğim gibi, insan, ancak kendi kadar bir başkasını tanımlayabilir ve buna hayat da dahildir, bu nedenle "hayat benim, benden öte başka hiç bir şey yok" gibi bir kodlama, zihin için ilk başta "uçuk-kaçık" bir önerme gibi gelebilir..

O yüzden size ilk aşama olarak önerim, hayatı ve evreni rakip değil "bir dost" gibi görmeye çalışmanız, size karşı duran değil, hep sizinle yürüyen, hep sizi kollayan, dinleyen, anlayan, koşulsuz seven ve yardım eden bir dostunuz gibi düşünmeye başlayın, bir zorluğa düştüğünüzde "hayat bana yardımcı olacak bir şeyler bulur, o hep bana yardım eder" diye düşünün...çünkü dostlar böyledir...zor zamanlarınızda size destek olur, ilham verir....  bu önermeyi zihnin kabul etmesi çok daha kolaydır..

Hayat bir dost olsaydı, sizin için neler değiştirdi bir düşünün bakalım...

Perspektifinizi küçük bir hamle ile değiştirmek mucizelerin hayatınıza akması için yeter de artar bile..

Sevgilerimle


22 Aralık 2015 Salı

Çok İyi İnsanların Başlarına Gelen Çok Kötü Şeyler



"Ben bu kadar kötülüğü, yalanı, dolanı hakedecek ne yaptım"

En çok karşılaştığım isyan cümlesidir bu.. Bunu söyleyen kişi kendisinin yaptığı binbir türlü iyiliğe rağmen, özel ilişkilerinde bir türlü aradığı mutluluğu yakalayamadığını bir de üzerine güvenini zedeleyecek bir dolu olayla karşılaştığını söyler.

Size dürüst olacağım, işin başlarında bu cümleyi ben de çok ama çok kereler kurdum.. taa ki bu senaryoyu kendim için değiştirmek üzere bir içsel yüzleşme yaşayana kadar..

Öncelikle hemen ana kuralı hatırlayalım, dış dünya sizin onlar için yazdığınız senaryo ve rollere uygun olarak hareket eder, siz iç dünyanızda ne yaşıyorsanız, dış dünyanız bunun birebir yansımasıdır ve bunun hiçbir istisnası yoktur.

"Çok iyi" bir insanın kendi öz rızası ve isteği dışında "çok kötü" insanlarla karşılaşması mümkün değildir. Yanlış anlaşılmasın, iyi ve kötü kavramları sadece toplum tarafından belirlenmiş normlardır, kimin iyi kimin kötü olduğunu takdir etmek bizlere düşmez. Burada sadece genelleme yapıyorum. Anlaşılması gereken nokta söz konusu karşılaşmaların bizim tasarımımız olduğudur.

Nasıl mı?

Daha ufacık yaşlardayken "ağladığımızda", "düştüğümüzde", "hasta olduğumuzda", "başımıza kötü bir şey geldiğinde" başta annemiz olmak üzere, birilerinin bizi düştüğümüz yerden kaldırdığını, ağlayınca hemen yemek verdiğini ve başımıza kötü bir şey geldiğinde hemen fazladan sempati ve sevgi gösterdiğini anladık, gördük, yaşadık.. Hep ne diyoruz, zihin 5 yaşına kadar edindiği verileri hayatı boyunca kullanır.  Bu 35 yaşında da, 75 yaşında da değişiklik göstermez, zihin hala başına kötü bir şey gelirse, fazladan ilgi, sevgi, yardım ve koruma göreceğini zanneder.

İşte bir çoğumuzun "kurban psikolojisi" dediğimiz duygu durumunda olmasının nedeni de genel olarak bu ihtiyaçlardır, ancak ne yazık ki küçücükken edindiğimiz bu kodları hatırlamayız bile!

Hayatınızda hiç haketmediğinizi düşündüğünüz olaylarla karşılaştığınızı düşünüyorsanız, kendinize şunu sorarak başlayabilirsiniz "bu olumsuz olaylar bana nasıl hizmet ediyor?", " ben bu olaylardan ne gibi bir menfaat sağlıyorum?"

Elbette başımıza gelen her olumsuz olayın nedeni sevgi, ilgi açlığı olmayabilir, her kişinin alt-duyguları, kök düşünceleri yaşadığı deneyimlere göre farklılık gösterebilir, ama ortak olan bir durum var ise o da, bu durumların kendi yaratımımız olduğu ve bizim bir duygumuza hizmet ettiğidir.

Belki de içsel olarak o kadar da iyi bir insan olduğunuzu düşünmüyorsunuz? Bu nedenle de kendinizi olumsuzluklarla cezalandırıyorsunuz?
Unutmayın, siz kendiniz için ne düşünürseniz "iyi insanım", "kötü insanım", "değerliyim", "değersizim", dış dünyanız bunu size kanıtlamak için gerekli tüm olay ve kişileri hayatınıza getirir.

Çoğu insan "iyi insan olmak" için, ruhunun dileklerini, isteklerini ve öz benliğini görmezden gelir ve birşeyleri hep "fazla fazla" yapma ihtiyacı duyar. Birilerine fazla sevgi vermek, fazla korumacı olmak, hep kendinden vermek.. ama bu davranışların kökünde iyilik, güzellik yoktur, biraz acımasızca gelebilir ancak bu davranışların özünde KAYGI, KORKU ve YETERSİZLİK duyguları yatar. Kendinizden fazla fazla vermezseniz, yeterince iyi insan olmadığınızı, insanlar tarafından sevilmeyeceğinizi, sevdiklerinizi kaybedeceğinizi düşünüyor olabilirsiniz. Hal böyle olunca başlangıç noktanız "sevgi" olmadığından "korku ve kaygı" olduğundan, deneyimleriniz de sevgi deneyimi değil, çoğunlukla "kaybetme" deneyimi olacaktır.

Unutmayın, kimsenin sizin onamasına veya sizi tanımlamasına ihtiyacınız yok, siz kendinizi nasıl tanımlarsanız zaten dış dünyanız ve geri kalan insanlar sizin bu tanımınızı onaylayacak şekilde hareket edeceklerdir.

Sevgilerimle





17 Aralık 2015 Perşembe

Ne Kadar Güç Uygularsan O Kadar İleri Gider



Bir şeyi götürebileceğiniz kadar uzağa götürebilmek için, diyelim ki bir masa, bir sandalye, ona uygulayabildiğiniz kadar güç uygulamanız gerekir, gücünüz bittiği nokta masa ve sandalyeyi ulaştırabildiğiniz en ileri noktadır, veya bir taş düşünün..küçükken deniz kenarında oynardık..taşı en uzağa kim atacak...kollara kuvvet..kim en kuvvetliyse, taşı en uzağa uyguladığı güç ile o atar, kazanırdı.

Kısacası, herhangi bir şeye ne kadar güç uygularsanız o kadar ileri gider, temel fizik kanunu...

Deyip de geçmeyin...

Bu temel kanun...bizim zihinlerimizde bir kod hem de köklü bir kod olarak yer almakta..nasıl mı?

Birini ne kadar çok seversem, birine ne kadar çok sevgimi verirsem, o da mutlaka beni sever.
Bir seyin/kişinin peşini ne kadar kovalarsam, mutlaka o şey/kişi benim olur.
Çocuğumu ne kadar korursam, o kadar güvende olur.
Ne kadar çok çalışırsam, o kadar da para kazanırım (şaşırdınız değil mi, bu kısma geleceğim)
Kışın ne kadar sıkı giyinirsem, hasta olma ihtimalim o kadar az olur.
Ne kadar çok konuşursam, o kadar iyi anlaşılırım, hatta kimi zaman sesimi yükseltirsem, o zaman beni dinlemek zorunda kalırlar.
İstediğim bir şeye ne kadar odaklanırsam, o şey bir gün mutlaka gerçekleşir (sanırım, yine şaşırdınız=)
Ne kadar yediklerime dikkat edersem, o kadar fit ve de o kadar sağlıklı olurum.

Peki bu önermelerin hepsi hem doğru, hem de yanlış desem? Bu önermelerin doğruluğunu da yanlışlığını da siz belirliyorsunuz desem?

Eğer bu önermelerin hepsi yüzde yüz ve TARTIŞMASIZ doğru olsa idi, hepimiz şu an Brad Pitt, Angelina Jolie ile evli olur (zira temel kanuna göre, bu kişileri kovalarsak elde etmememiz imkansız), en çok çalışan en zengin olur, en sıkı giyinen hiç hastalanmaz, buzdolabı organik gıdalarla dolu olan kişi, kansere hiç yakalanmaz, sigara içenlerin hepsi kanser olur, çocuklara hiç bir şey olmaz, hayatında 1 kere diyet yapan ilk seferde başarılı olmaz mıydı? Daha da güzeli, çekim yasasını öğrendiğimiz gün, isteklerimize kısa zamanda kavuşmaz mıydık? E kavuşamıyoruz?

Peki burada aksayan noktalar nedir?

a) Bağımlılık....saplantı...."fazla güç uygulama"
b) Toplum tarafından belirlenmiş kanun ve "limitlerin" tek gerçek olduğuna inanmamız.

Peki aslolan nedir ?

a) Kedi gitmesin diye kuyruğundan tutarsanız, iyi ihtimalle kaçar, büyük ihtimalle kaçmadan da sizi tırmıklar. Sonuç: Kedi Gitti

Çekim yasası böyle bir şeydir, siz bir şey sizin olsun diye, hem de herhangi bir şey, para, sağlık, aşk, kariyer... devamlı kuyruğundan tutarsanız, her gün her saniye bu konuya odaklanır, o konudan başka bir şey düşünemez hale gelirseniz,  o şeyin size doğru akışını bloke edersiniz, daha da kötüsü, zamanla olanı da "kaçırırsınız".. yani kedi gider, kimi zaman da sizi tırmıklayarak gider.

Şöyle düşünün.. "başka bir şey dilesem olacakmış valla" dediğiniz anlarda, hiç o olan dileğiniz üzerinde fazlaca odaklandınız mı? Her gün onun üzerinde mi düşündünüz.. muhtemelen hayır.. içinizden geçirdiniz.. bir iç çektiniz..saldınız/unuttunuz gitti... ve oldu.. işte bu kadar basit aslında..

Çocuğu korumak kollamak konusuna gelince, öncelikle hiç bir birey diğer bir bireyin özgür iradesine müdahale edemez, çocuk bedeninde yer alan ruh, olgun bir ruhtur ve kendi realitesini o da an be an yaratmaktadır. Bu nedenle çocuğunuzu, koruma güdüsüyle sıkboğaz etmek yerine, evrenin daima yanında olduğunu ve güvende olduğunu aşılamak çok daha faydalı olacaktır.

b) Eğer toplumun inandığı gerçeklerin tamamı tartışmasız doğru olsaydı bugün günde 3 saat çalışıp, caddelerde günün her saati fink atıp zenginlik içinde yaşayan tek bir insan olmaz, sebze meyve ile beslenen tüm insanlar sağlıklı olur, her türlü önlemi almasına rağmen, kaza belaya rastlayan insan hiç olmazdı.

Toplum ve aileden öğrenilen kodlar, özünde taze bir beyin için herhangi bir anlam ifade etmez, taa ki siz de herkes gibi onları kendi gerçekliğiniz olarak kabul edene kadar veya bu kodları farkedip, kendi gerçekliğinizi kendiniz yaratana kadar.

Topluma (bilinçli olarak) aşılanan en büyük kod "gecelere kadar çalışırsan, özel hayatından, sosyal hayatından feragat etmeye hazır olursan, işte o zaman bir yerlere gelir ve zengin olursun" kodudur. Bu kod nedeniyle, "modern kölelik" sistemi başgöstermiştir.

Oysa evren bu şekilde işlememektedir, evrende herşey SINIRSIZDIR ve daima HERKESE DOĞRU AKAR..Taa ki, bu akışı zihin kodlarımız ile biz kendi elimizle bloke edene kadar.

Evrende doğru, yanlış, kural, sınır, limit diye bir şey yoktur...evren olasılıklar evrenidir, ve siz hangi beklenti içerisinde olursanız, o olasılık sizin için gerçek olur.

Peki, siz bugün kendiniz için hangi olasılığın gerçek olmasını seçtiniz? Hangi kedilerin kuyruğundan tutuyorsunuz?

Sevgilerimle





5 Aralık 2015 Cumartesi

Hayattaki Değeriniz Kendinize Biçtiğiniz Değer Kadardır



Hayattaki değeriniz, kendinize biçtiğiniz değer kadardır... Siz kendinize ne değer biçerseniz, evren (ve barındırdıkları da) size o kadar değer verir.

Ben değerliyim..ben değerliyim....ben değerliyim.... olumlamasını tekrarlamak kadar zahmetsiz olsaydı keşke..

Ama bir tık ötesine gitmek gerek...

Kendinize biçtiğiniz mevcut değeri anlamak istiyorsanız, hayatınıza bir bakmanız yeterli....

Hayattaki değeriniz, sadece hangi şirkette çalıştığınız, hangi pozisyonda yer aldığınız, ne kadar maaş aldığınızla veya sadece mesleğiniz ve gelirinizle ilgili değildir. Şaşırtıcı değil mi? Bugün oysa ki bir CEO unvanının kendisini çok değerli kılacağını düşünerek gecesini gündüzüne katan, özel hayatını, sağlığını geri plana atan binlerce genç var..

Evet bu kendinize biçtiğiniz değerinizin bir parçasını oluşturur ama iş bunla bitmiyor...

Peki bir şeyi değerli kılan nedir?

Şöyle örnek verelim;

Semt pazarında 1000 TL'ye satılan bir bluzun değerli olduğunu söyleyemeyiz, o bluz sadece "pahalıdır". Bu sizin kariyerinizi/gelirinizi/iş hayatınızı temsil etsin...

Peki kumaşı? Hm.. bulunmaz hint kumaşı ise...nadir bulunması sebebiyle "değerli" diyebilir miyiz?

Bluzun kumaşı da,  sizin kumaşınızı yani "benliğinizi" temsil etsin...

Herkes aslında bulunmaz bir hint kumaşıdır, farklıdır, özeldir ve aslında bu nedenle doğuştan "değerlidir"....yeter ki, bu kişiler öz benliklerinin bu nadideliğini ve gerçek potansiyelini farkedebilsin, ve bunu uygulayabilecek cesarete kavuşabilirsin.. Ancak malesef etraf kendini sentetik sanan bir dolu bulunmaz hint kumaşı ile dolu =)

Aksini söyleyenlere, sizin kumaşınızın sentetik olduğunu söyleyenlere inanmayın...bu birini güçsüz ve birilerine veya bir yerlere bağımlı kılmak için söylenen bir numaralı yalandır. Patronunuz söyler, "burda herkesin yeri doldurulur! (altyazı, kendini bir şey sanma, senin gibileri buradan ankaraya sırada bekliyor ayağını denk al her an gidebilirsin).. Sevgiliniz, eşiniz şöyle der; sen de herkes gibisin, benim gibi seni seveni/sana bakanı zor bulursun, bensiz sürünürsün (altyazı: daha iyisini bulamayacağını düşünerek/geçinemeyeceğini düşünerek korkmanı ve bana bağımlı kalmanı istiyorum)

Gelelim tekrar bluzumza, bulunmaz hint kumaşından yapılmış son derece pahalı bir bluz...değerli gibi duruyor... Diyelim ki bu bluz giydiğiniz ikinci seferde elinizde kaldı? E siz bu bluzu "değerli" diye almıştınız, "çöp" oldu?? Bu da sizin, ruh ve beden sağlığınızı temsil etsin.

Peki markası? Arkadaşlar, marka bir şeyin ne değerli, ne de kaliteli olduğunu garanti etmez,  bu sadece bir ilüzyondur,  fiyatı son derece yüksek olan herhangi bir ürünün değerli olduğunu "zannederek" alan bir çok kişi vardır, oysa ki bu tamamen bir pazarlama hilesidir, çok para verdiğinizde, o ürünü alan sayılı insanlardan olduğunuzu "hissederek", "değerli" bir şey almış gibi hissedersiniz, ve daha da önemlisi KENDİNİZİ DEĞERLİ HİSSEDERSİNİZ, oysa ki ürünün kumaşı, ürün ömrü vb. herhangi bir üründen farklı olmayabilir, bunu da zamanla giydikçe anlarsınız, ama çoğunlukla kimse bu gerçeği kendi değerinden de bir şeyler götüreceğini düşünerek yüksek sesle dile getirmez=).

Marka da, günümüz insanını temsil etsin... Günümüz insanının hedefi "marka" olmaktır, başka bir ifade ile "değerli" olduğuna dair bir ilüzyon yaratmak ve bu ilüzyona kendisi de inanarak altı doldurulmamış bir "değer" algısı yaratmaktır.

Peki sonuç?

Yukarıda saydığımız özelliklerin her birini içinde barındırmayan bir bluz (yani hayat) yeterli değeri haiz bir bluz (yani hayat) değildir. Ne demiştik, herkes özünde nadide bir hint kumaşıdır, ancak, bunu farkedenler, farketseler bile bunu hayata geçirenlerin sayısı çok çok azdır, bunun yerine "marka" olarak yüzeyde bu görüntüyü yaratmak çok daha zahmetsizdir. Bu da genelde, kariyer, para, iş, gelir, konum ve maddi zenginlikle yaratılabilen bir görüntüdür; yani hayatınızın tek alanına odaklanmanız bu görüntüyü yaratmak için yeterlidir.

Oysa ki, keyifle harcanamayan para, istediğinizi yapacak zaman ve özgürlüğü bulamadığınız yaşam koşulları, hepsi olsa bile, tatminsiz mutsuz bir ruh ve/veya sağlığını/enerjisini yitirmiş bir beden...

İşte kendinize biçtiğiniz değeri anlamak için, bu unsurların tamamına bir arada bakmak gereklidir.. Bu unsurlardan herhangi birindeki bir boşluk, sizin kendinize yeterli değeri biçmediğinizi gösterir.. Kendinize yeterli değeri biçmediğiniz her an, hayat da bunun karşılığını size fazla fazla verir...

Başka bir ifade ile, siz sağlığınızı bir şeyler için göz göre göre feda ediyorsanız, evren size sağlık ve sıhhat vermez, size ancak, sizin kendinize layık gördüğünüz kadar enerji ve sağlığı verir;

Siz, özel ilişkilerinizi, kariyeriniz için feda ediyorsanız, evren size daha fazla sevgi vermez, bu kişinin sevgiye biçtiği değer verdiği önem budur der, ve kısıtlı bir oranda sevgi akışı sağlar;

Ya da tersi, özel ilişkiniz uğruna kendi gelir kapınızı mı kısıyorsunuz? Evrene ben parayı önemsemiyorum mesajını verdiniz, zenginlik beklemeyin...

Veya, işiniz, aileniz, özel ilişkileriniz, çocuklarınız nedeniyle kendi isteklerinizi yapacak vakit mi bulamıyorsunuz? Evrene ben hep ikinci plandayım mesajını verdiniz, çevrenizin sizi suistimal etmesine ve bencil insanlarla dolmasına şaşırmayın ...

Dolayısıyla, hayatı bir bütün olarak ele almak elzemdir..Hayatınızın herhangi bir alanını, diğer bir alanı yok sayacak ve feda edecek şekilde yaşamak, kendinize biçtiğiniz değeri gösterir ve esasen uzun vadede mutsuzluğun ve tatminsizliğin sebebi de budur.

Bir düşünün bakalım, siz kendinize gerçekten ne kadar değer veriyorsunuz?

Sevgilerimle

Geleceği Bilmenin Sırrı

Geleceği bilmek istiyorsan, Kendini bil.  Geleceği mi bilmek istiyorsun, Dışarı çıkma, *Kendine gel!*,  Geleceği ...