30 Ocak 2016 Cumartesi

Herkes Sizin Pes Etmenizi Bekliyor!



Evet yanlış duymadınız! Herkes ama herkes sizin pes etmenizi bekler.

Ne demek istediğimi açıklayayım.. Toplumda, belli başlı kalıplar vardır, siz bu kalıpların bir tık ötesine geçmeye niyet ederseniz, neden bunun iyi bir fikir olamayacağını söyleyen bir sürü insan çıkar karşınıza, bu insanların başında da dostlarınız ve aileniz gelir. Bu çok doğaldır, çünkü, insanlar garanticidir, risk almayı sevmez, ve güvenli alanlarında olabildiğince kalmayı sağlamaya çalışırlar, bu alanın ötesi bir bilinmezdir ve tehlikelerle doludur, dolayısıyla size sunacakları fikir ve öğütler de kendi bildikleri kadar olabilecektir.

Diyelim ki, birine bağlı çalışmaktansa, işinizi bırakıp, kendi işinizi kurmak istiyorsunuz, bu fikrinizi ailenize ve arkadaşlarınıza açtığınızda ağırlıklı olarak duyacağınız şeyler şunlardır "sermayen var mı, birikmiş paran var mı, kiranı nasıl ödeyeceksin, kendini nasıl geçindireceksin, her ay sonu maaşın yatıyor, emin misin, sürünmeyesin", en iyi ihtimalle ise şu sözleri duyarsınız " iyi düşünmüşsün, yürümezse, yine bir işe giriverirsin".

Tüm uyarılara rağmen diyelim ki projenize koyuldunuz, bu defa sessiz bir bekleyiş hükümsürer "acaba ne zaman vazgeçecek?", oldu ki, bir zorluğa düştünüz, hemmen şunları duymaya başlarsınız "acaba, tekrar bir işe mi girsen? bu kadar cefaya değer mi?" ama çok az kişiden şu sözleri duyarsınız "dayan, biraz daha dişini sık, biz sana nasıl yardımcı olabiliriz?, sana güveniyorum". En yakın dostlarınız dahi, kolay kolay size bu güven ve destek sözcüklerini söylemez. Bakın dikkat edin, tatlı sözler duysanız dahi, hiç kimseden  ama hiç kimseden "sana ben nasıl yardımcı olabilirim, bir yardımım dokunur mu?" şeklinde bir destek göremezsiniz.

Bu kötü niyetten değildir, hatta dostlarınız, aileniz sizin daima iyiliğinizi istemektedir, ancak siz her bir kalıbı kırıp, hayalinizi yaşamaya kalktığınızda onların kendi hayatını sorgulamasına neden olursunuz!

Çünkü istisnasız herkesin gerçekleşmemiş hayalleri, yaşamayadıkları alternatif bir hayat vizyonu vardır. Bu hayallerini gerçek kılmak için harekete geçen insan sayısı o kadar azdır ki! Çoğu insan, karşılaşacağı olası riskler ve olumsuzluklar nedeniyle harekete geçmeye korkar, çünkü mevcut durumları en azından alışmış oldukları kendilerine belli bir standardı sunan bir düzeni sağlamaktadır. Yeni bir hayat düzenine geçmek o kadar korkutucudur ki, kaldı ki kimsenin hayali ona tepeden inmez, bu hayali gerçekleştirmek adına bir takım aksiyonların alınması icap eder, tüm bunlar emektir, üstelik sonunun ne getireceğini bilemedikleri bir emek. O kişiler de belki de hesap kitap yapmış ve sonunda vazgeçmiştir, o kişiler de ben kendim için ne yapabilirim diye düşünmüş, ama belki de yeteneklerine güvenemeyip, daha başlamadan pes etmişlerdir.

Şimdi siz kalkıp bu kişilere "ben hayalimi gerçekleştiriyorum!" dediğinizde, ister istemez karşınızdaki her insandaki düşünce şu olur "ya gerçekleştirirse!?" bu kıskançlık değildir, bu durum o kişilerin tamamiyle kendileri ile ilgilidir. Sizin her başarınız, her yıktığınız kural, bu kişilerin kendi içlerine dönüp yaşayamadıkları hayatlarını, denemeye bile cesaret edemedikleri yenilikleri hatırlatır, ve sizin başarmanız, onların BAŞARAMADIĞINI, hatta DENEMEYE BİLE CESARET EDEMEDİĞİ her konuyu yüzlerine bir tokat gibi çarpar. Bu düzende EGO baskın gelir, çoğu kişi şunu düşünemez "o başarıyorsa ben de başarabilirim, umarım başarır ve bana ilham olur!" .

Siz sanıyor musunuz ki, o arkadaşınız, geceleri, o alternatif hayalini yaşamanın nasıl olacağını hiç düşünmedi, hatta hesap kitap çıkarmadı? Tam tersi, bunları yaptı, ve mevcut gerçekliği, ulaşmak istediği gerçekliği yaratmasına engel oldu...

Bu nedenle, bir yola çıkmaya niyet ettiyseniz,  o yolda, kendi gücünüze ve odağınıza güvenmeniz ve buna dayanmanız çok önemlidir, etrafınızdan geleceğe desteğe güveniyorsunuz, bunu ilk zamanlarda bulamamanız olasıdır, ama bunun sizi aşağı çekmesine izin vermeyin.

Sevgilerimle











25 Ocak 2016 Pazartesi

Zihnin Tercüme Yeteneği (Yoksa Yeteneksizliği Mi Desek)


Zihniniz bir bilgisayar gibi işler, çoğu zaman farkında dahi olmadan zihninize göndermekte olduğunuz baskın duygu ve düşünceler zihin tarafından tercüme edilir, ve bir kod halinde getirilir.  Hayatınızı oluşturan da bu kodların ta kendisidir. Zihin aynı zamanda duygu ve düşüncelerinizi tercüme eden bir tercüme programıdır.

Ancak her tercüme programında olduğu gibi, zihin de her dediğinizi olduğu gibi malesef birebir tercüme edemez.

Zihin, sizin ona gönderdiğiniz her duygu ve düşünceyi sizin İSTEĞİNİZMİŞ gibi algılar!!

Örneğin, diyelimki sıklıkla, maddi durumunuz hakkında endişe ediyorsunuz ve para kaybetmekten ve maddi olarak güç durumda kalmaktan korkuyorsunuz.

"Para kaybetmekten korkma/güç duruma düşme" duygusu "korku" ve "kayıp" duygularını içinde barındırır,  bu duygu zihin tarafından şu şekilde tercüme edilir:

"Para kaybetmek istiyor, güç duruma düşmek istiyor, korku ve kayıp duygularını deneyimlemek istiyor" . Siz her ne kadar da "hayır hayır tam tersi istemiyorum!" diye bağırsanız da, zihnin yazılımı herşeyi sadece ve sadece "istek" olarak tercüme edecek şekilde progamlanmıştır. Dolayısıyla siz bir de üzerine "hayır istemiyorum" şeklinde bir ilavede bulunursanız zihin bunu "istiyor hem de çok istiyor!" şeklinde tercüme edecek ve korktuğunuz şeyin başınıza gelme olasılığı artacaktır.

Bu programın nasıl işlediğine dair ufak da bir test yapalım.

Şimdi size "Önünüzdeki 1 dakika boyunca sakın kırmızı bir elma düşünmeyin!" desem...

Gözünüzün önüne ne geldi?

Kıpkırmızı bir elma değil mi? İşte zihin de böyledir, sizin asıl isteğiniz "elma görmemek" iken zihin bunu tam tersi "elma görmek" olarak tercüme eder ve size hemen isteğinizi sunar.

Meditasyon esnasında "düşünmemeye çalışmak" çabasının beyhude bir çaba olmasının nedeni tam da budur. Zihin bu talebinizi "daha fazla düşünce" olarak tercüme eder ve olan, daha fazla düşüncedir.

Size daima, istemedikleriniz değil, istedikleriniz üzerinde odaklanmanızın tavsiye edilmesi de bu nedenledir. İsteklerinizin gerçekleşmesini istiyorsanız, tercüme programına uygun hareket etmelisiniz, çünkü zihin tarafından tercüme edilen emir, evren tarafından yerine getirilir, dolayısıyla evrenle iletişiminizi doğru kurmak istiyorsanız, zihinin tercüme programını iyi anlamanız ve kullanmanız önemlidir.

E madem, zihin bir bilgisayar programı gibi, o zaman ben girdiğim bir emri nasıl değiştireceğim diyecek olursanız, size çok basit bir yöntem sunayım; malum alışkanlıklar kolay değişmiyor ve kendinizi sık sık, bir şeyleri "istemezken" bulabilirsiniz, bu gibi bir düşüncenizi yakaladığınız anda "iptal, iptal, iptal" diyerek girdiğiniz emri iptal edebilirsiniz, madem zihin bir yazılım gibi çalışıyor, elbette ki "iptal" sözcüğünü anlamayacak tek bir yazılım dahi olamaz.  "İptal" sözcüğü, dikkat edin, özünde herhangi bir duygu barındırmaz ama evrensel anlamı, girilen bir emrin geri alınması yönündedir.

Artık, zihnin nasıl çalıştığınıza anladığınıza göre çekim yasasını çok daha etkin olarak kullanabileceğinize inanıyorum.

Sevgilerimle



20 Ocak 2016 Çarşamba

Ruhsal Anlaşmalar- İyi Ruh vs. Kötü Ruh



Bu yazımı "kabul etmeniz" için değil "sizi ikna etmek için" değil, tamamen açık ve yargılardan arınmış bir zihinle, yeni bir perspektif üzerine sadece düşünmeniz niyetiyle yazıyorum..

Evrenin resmi dili titreşimdir, yani duygulardır. Hayatınızda var olan herşey, her kişi, başınıza geldiğini sandığınız her olay, istisnasız, sizin baksın duygularınızın eseridir.

“Tamam ben çekim yasasına inanıyorum ama, mesela xxx olayı da ben yaratmış olamam ya! Deli miyim ben, o olay hakikaten talihsizlikti, benim ilgim, etkim yok!” diyebilirsiniz, hatta dediğinizi biliyorum. Evrenle ilgili kuralları açıklarken, bu kurala geldiğimde, hemen ilk duyduğum itiraz cümlesi “ küçücük bebeğin başına gelenler de mi bebeğin seçimi”, “sokakta öldüresiye dövülen, tacize, tecavüze uğrayan kadın da mı o olayı kendi istedi!?”.

Evet kendi istedi...bunun “aması”, istisnası yok. Arkadaşlarım, kabul etmesi ne kadar zor da olsa, herkesin hayat yolu kendine aittir, seçimleri ne kadar yıkıcı ve akıl almaz görünse de, hatta kendine ait olamaz gibi görünse de, kendine aittir.

Öncelikle şunu belirtmek isterim, iyi ruh, kötü ruh diye bir şey yoktur. Tekamül yolunda ilerleyen, kimi daha ileri seviyede olan, kimi ise henüz yolun başında olan ruhlar vardır. Herkesin eninde sonunda varacağı nokta ise Kaynak’tır, Yaradan’dır. Buradan yola çıkarak lütfen “ay evet Ayşe çok tekamülsüz!” diye etrafınızdaki kişileri sınıflandırmaya kalkmayın. Zira, Shakespeare’in de dediği gibi dünya bir sahnedir, hepimiz de belli rolleri oynayan oyuncularız.  Kimi zaman bir oyunda, başrol, kahraman, diğer bir oyunda ise kötü adamı oynuyor olabiliriz.  Her nasıl ki, oyunun sonunda, kötü adamı kimse asmaz, hatta oyunculuğundan ötürü tebrik eder, oyunun sonunda tüm oyuncular birbirine sarılır, fikrimce, sezgimce, ruhsal seviyede de olan budur.

Ancak,  kahramanı oynamak kolay ve keyifliyken, kötü adamı oynamak çok büyük bir fedakarlığı gerektirir, çünkü iyi bir oyuncu, rolünü kimi zaman o kadar iyi oynar ki, seyirci onu gerçek hayatta da yuhlar, dışlar, hakaret eder. Nuri Alço herhalde bunun en iyi örneğidir, benzer şekilde günümüz dizilerinde kötü adamı oynayan kişinin sokaklarda rahat yürüyemediğini söylediğini de çok duyarız.

İşte evren de tam bu şekilde işler, hepimiz sahnedeyiz, oyuncu arkadaşlarımız var, her birine bir rol tayin ediyoruz, bu kişiler ise o rolü oynamayı kabul ediyorlar - buna ruhsal anlaşma denmektedir ve bu iki ruh, birbirlerine tayin ettikleri rol konusunda el sıkışıp, böyle bir anlaşmayı dahi yaptıklarını unutup, sahneye çıkıyorlar, yani dünyada vücut buluyorlar.

Daha sonra, oyuncu arkadaşınız, sizin ona verdiğiniz senaryoya uygun olarak, size/başrole asla kabul edilemeyecek korkunç bir şey yapıyor, ve siz de yaptığınız ruhsal anlaşmayı hatırlamadığınız için, bu benim/başrolün başına nasıl gelir diye düşünüp duruyorsunuz.

Oysa ki, ruhun tekamül seviyesine uygun olarak , kendine tayin ettiği bir takım dersler vardır, rolleri, senaryoyu buna göre KENDİ belirler, eğer siz çalışkan bir öğrenciyseniz, dünyada, hemen şimdi bu yaşantınızda, “aydınlanarak” , belli bir “farkındalığa” ulaşarak, mevcut anlaşmalarınızı, senaryolarınızı iptal edebilirsiniz.

Tekamülün en büyük adımı, hedefi, uyanıştır, farkındalıktır, bu uyanışı, farkındalığı ne zaman kazanacağınız ise tamamen size kalmıştır. Bir öğrenci,  bir eğitim süreci içerisinde belli bir potansiyel ve performans gösterir, buna göre alması gereken dersler önceden belirlenir, ancak o öğrenci performansını arttırırsa, alması gereken derslerin içeriği ve sayısı yeniden belirlenir. İşte bizim çalışmalarımızın hedefi de sizin performansınızı arttırarak, derslerinizi, rotanızı yeniden belirlemektir.

Örneğin, siz bugün bu yazıları okumuyor olsaydınız, belki de çekim yasası, enerji, düşünce gücü vs. gibi konularda kendi yetkinliğinizi bilemeyecektiniz, ve hayat yolunda rüzgarın akışına göre sürüklenip gidecektiniz, bu bir yoldu, ve bir olasılıktı, ve bu yazılanları uygulamazsanız, denemezseniz, halen de bir olasılık olarak var olmaya devam edecektir, veya, tersi, azimle çalışabilir, ve kendi rotanızı belirleyebilirsiniz, bu da bir olasılıktır, seçim ise size kalmıştır.

Kader dediğimiz şey olasılıklardan ibarettir, seçim ise sadece size aittir.

Kisacası, her ne zaman başkasının hayatı hakkında kendinizi yorum yaparken bulursanız, unutmayın ki siz sadece bir seyircisiniz, kötü adam, kahraman, iyilik perisi ise sadece kendilerine verilen bir rolü oynuyorlar ve her biri birbirlerine ruhsal seviyede hizmet ediyorlar. Kötü adam,  belki de ruhsal olarak çok büyük bir fedakarlık yapıyor, bu dünyada lanetleneceğini bile bile, bütüne bir şeyler anlatmak, ders vermek, başrolün hayatını değiştirmek için dünyevi seviyede çok zor bir rol üstleniyor, bunları bilemeyiz.

Bu nedenledir ki, ruhsal farkındalık seviyesi çok yüksek olan, “gerçek” bilgeler, "her zaman düşmanınıza teşekkür edin, size en büyük hizmeti onlar verirler" nasihatını vermektedir.

Diğer yandan kimin hangi kötü gibi görünen bir durumdan, ruhsal olarak nasıl bir menfaat sağladığını, hangi dersi aldığını, bu gibi olayların kendisine hayat ve tekamül yolunda nasıl katkı sağladığını biz hiç birimiz bilemeyiz. Kaldı ki, bir çok olumsuz olay neticesinde, aydınlanan, ve hayat yolu kökten değişerek bambaşka mükemmel hayatlar yaratan insanların sayısı azımsacanak gibi değildir. Siz sadece o kişinin hayatının bir kesitini, ve dıştan görünüşünü görüyor, ve bu görünüm hakkında subjektif yorumunuzu yapabiliyorsunuz.

Daha somut örnekler vermek gerekirse, eğer bugün Hitler felakete yol açan işlere imza atmasaydı, soykırımın, dünya savaşlarının ne kadar kötü olduğunu çocuklarımıza öğretemiyor olabilir, belki halen birilerine nükleer bombalar fırlatmaya devam ediyor ve ırk ayrımını çok daha yıkıcı şekilde deneyimliyor olabilirdik. Hitler bu dünyadaki rolü ile lanetlenmiştir, kötü adam rolünü üstlenmiştir, bunun dünyevi seviyede kabul edilebilir hiç bir yanı yoktur. Ancak ruhsal seviyede, bu yargıları yapamayız.

Burada, bahsedilen nokta, kötü adamı onamak ve kabul etmek değildir, zaten kötü adamın bu rolü üstlenmesinin amacı da “onanmak” ve "kabul edilmek" değildir, tam tersi lanetlenmektir, lanetlenmelidir ki, benzer olaylar yaşanmasın.

Elbette, “burada yazılanlara dair kanıtın var mı İrem? diye sorabilirsiniz. Size şunu söyleyebilirim, ölüp de yeniden dirilip size malesef aradaki süreci KANITLARIYLA sunacak kadar bir veri elimde yok. Hipnoz ve regresyon gibi çeşitli tekniklerle edinilen bir takım bilgiler var, regresyon benim de gerçekleştirdiğim bir çalışma, bu çalışmalar her ne kadar anlattıklarımlaa daima paralellik gösterse de, kabul edelim, bunları kendiniz deneyimlemeden bilemezsiniz, ancak her zaman "bilgisel" değil,  "sezgisel" olarak bir takım şeylerin nasıl işlediğine dair bir düşünce geliştirebilirsiniz.

Hayatınızı değiştirebilmenin en önemli adımı, öncelikle o hayatın senaryosunu kendininizin yazdığı fikrine açık olmakla başlar. Kendı yazdığınız bir senaryoyu kendiniz değiştirebilirsiniz, ancak birilerinin sizin için yazdığını düşündüğünüz bir senaryoyu değiştirmek, diğer yazarları da ikna etmenizi gerektirir, eğer, bu kişilere ulaşabilirseniz.

Tekrar ediyorum, buradaki amacım, asla sizi ikna etmek, inandırmak değil, ancak biraz daha düşünmeye sevk ederek, ön yargılarınızdan arınarak, kendi sezgilerinizle sizi kavuşturmak, çünkü bazı şeyleri değiştirebileceğinizi ve bazı şeylerin değişmeyebileceğine, sizin dışınızda geliştiği düşüncesine tutunursanız, ilk engelde pes etmeniz çok olasıdır.

Sevgilerimle

18 Ocak 2016 Pazartesi

"Hayalden Gerçeğe" Atölyesine Davetlisiniz !!



21 Şubat 2016 tarihinde "Hayalden Gerçeğe" Atölyemizi düzenliyoruz.

Atölyede tüm isteklerinizi gerçekleştirebilmenin çekim yasasına dayalı 4 adımlı özel formülü anlatılacak ve Formül uygulanırken sıklıkla karşılaşılan engeller ve ipuçları paylaşılacaktır.

Atölyemiz, uygulama ağırlıklı olup, atölyemizde, katılımcılar gerçekleşmesini istedikleri bir dileklerini seçecek ve bu dileklerine Formül'ü uygulamayı öğreneceklerdir.

Çekim yasasını deneyimlemek isteyenler, deneyip de başaramayanlar, ve bir düşü gerçeğe dönüştürebilmenin sistematik bir yolunu arayan tüm yolcular ve gezginler atölyemize davetlidir.

Atölyemiz İstanbul'da gerçekleştirilecek olup, katılım ücreti 100 TL'dir.

Unutmayın, Formülü bilmek bir şey, Formülü doğru bir şekilde uygulayabilmek ise bambaşka bir şeydir, ve hayal ile gerçek arasındaki uzaklık bilmek ile deneyimlemek arasındaki uzaklık kadardır.

Katılım taleplerinizi, ve atölye programı hakkındaki sorularınızı fitsoulfitmind@gmail.com adresine iletebilirsiniz.


Sevgilerimle

16 Ocak 2016 Cumartesi

Düştüğünüzde Sizi Kaldıracak Tek Şey Odağınızdır


Başarıya, zenginliğe giden yol zor olmak zorunda değildir.

Yolunuzun ne kadar açık olacağını, kıvrımlarını, virajlarını,  yolun zorluk seviyesini sadece siz belirlersiniz.

Yolun nasıl olacağı ve olması gerektiği sadece bir bilinç durumudur.

"Başarıya giden yolda, zorluk çekilir" bir zihin kodudur, evrene verdiğiniz bir emirdir, bu emre göre evet siz başarılı olacaksınız ancak belli ki zorluk da çekeceksiniz.

En büyük zorluk nedir biliyor musunuz?

Kendi yolunuzun önüne yine KENDİNİZİN çıkmasıdır, kendi kendinize çelme takmanızdır.  Çünkü siz bir şeye niyet ettiğinizde, evren bu niyetin gerçekleşmesi için gereken tüm araçları önünüze getirir, bunun aksinin olması imkansızdır, çünkü evrensel kural budur.

Ancak, egomuz çoğu zaman, sadece bizi KORUMAK  adına, ve en ilkel duygu olan "hayatta kalma duygusu" ile, neden bir şeyleri yapmamanız gerektiğini, ve olası kötü sonuçları bize sıralar.

Hatta daha ilginci, egonun bu düşünceleri o kadar baskın ve aslında ikna edicidir ki, kendi yolunuzda yürümek isterken, karşınıza sizi yolunuzdan alıkoyabilecek ilk bakışta çok cazip başka fırsatlar dahi çıkarabilir. Örneğin siz kendi işinizi yapmak için tüm cesaretinizi toplamışken, hayatınız boyunca karşınıza çıkmamış şartları mükemmel olan iş teklifleri sıralanmaya başlar.

Bunları evrenin sizi isteğinizde ne kadar samimi olup olmadığınızı ölçmek için önünüze attığı sınavlar şeklinde görmek gereklidir.  Aslında burada olan egonun sizi olanca gücüyle eski rahatlık alanınıza döndürmek için çabalaması ve ikna etmeye çalışmasıdır. Benzer şekilde ego sizi ikna etmek ve eski alışkanlıklarınıza döndürmek adına, sizi can damarınızdan, en zayıf noktanızdan vurmaya kalkar, bu kimi zaman "birden bire çıkan aksilikler", "maddi güçlükler", "ailevi/ilişkisel problemler" gibi problemler kimi zaman da sizin başınıza gelmesinden en korktuğunuz olayları etrafınızda gerçekten yaşayan birilerini duymak gibi olaylar şeklinde tezahür edebilir.

Değişimin karşısındaki en büyük zorlukları KENDİNİZ yaratırsınız, en büyük çelmeyi yine siz kendinize takarsınız, çünkü ego değişimden korkar, ego bilmediği ufuklardan korkar, tek bildiği hayatta kalmak ve sizi korumaktır.

Burada yapılması gereken tek şey, ilk önce bunu egonun bir tepkisi olarak "FARKETMEK" ardından da, egoyu ikna ve telkin etmektir. Biz çoğu zaman farketme noktasında takılıyoruz ve pes ediyoruz.

Bugüne dek ismini bir yerlere taşıyabilmiş, hayallerini yaşayan kişilerin hayat öyküsünde, onları yollarından alıkoymak için bunlara benzer bir çok olay tezahür etmiştir.

Apple'ın kurucusu dahi Steve Jobs, Apple'i bir ortağı ile birlikte kendi evinin garajında kurmuştur, tek amacı, insanlığın görebileceği en akıllı işletim ve bilgisayar sistemlerini yaratmaktır. Çok hızlı büyüyen Apple'ı kurumsal bir hale sokma gerekliliğini farkeden Jobs, Pepsi'nin CEO'sunu kendi şirketine CEO olarak transfer etmiştir. Uzun seneler herşey yolunda gitmiştir, ancak Jobs, daima uzun vadeli planlar yaparak öngörüsünü kullanarak, ve hiç bir sınır tanımayarak çalışmaya devam ederken, bu durum CEO ve Yönetim Kurulu'nu kızdırmıştır. Jobs'un Macintosh'u geliştirme ideallerı üzerinde fazlaca vakit ayırdığından ve kurumsal ilkelere uymadığından bahisle Apple'ın Yönetim Kurulu Jobs'u kendi kurduğu şirketinden ortak kararla kovdurtmuştur! Bunu da, Macintosh projesine ilişkin Jobs'un elinden tüm yetkilerini alarak yapmıştır. Kendi kurduğu şirketten bir kişi nasıl kovulabilir diye soruyorsanız, kısaca bu hukuken oldukça mümkündür demekle yetineceğim.

Jobs bu karara karşılık, öncelikle yıkıldığından bahseder, bir kaç ay ne yapacağını bilmediğini, kendi bebeğinin kendi getirdiği yöneticiler tarafından elinden alındığından bahseder ancak daha sonra şunu farkeder; "Benim bir idealim vardı, insanlığın görebileceği en akıllı işletim ve bilgisayar sistemlerini yaratmak, ve işimi seviyorum!". Jobs, idealine, odağına geri döner ve yepyeni bir yazılım şirketi kurar "NeXT".

Jobs'un ayrılması ile birlikte, Apple'ın hisseleri müthiş bir düşüş gösterir ve Apple iflasa doğru sürüklenmeye başlar, ve şirkete yeni bir ivme kazandırma gerekliliği doğar, kadere bakın ki bu ivmeyi kazandırabilmek adına Apple'ın ihtiyacı olan yazılımı NeXT üretmektedir.

Bunun neticesinde Jobs KENDİ KARARLARI ve KENDİ PROJELERİNİ hayata koyabilmesinin mümkün olduğu bir pozisyonda NeXT ile birlikte Apple'a geri dönmüştür. Sonrasını hepimiz biliyoruz, bilmeyenler ellerindeki telefonlara bakabilirler=)

Jobs'un karşılaştığı yenilgi, yarattığı şirket kadar büyük bir yenilgidir, buradan geri dönmek büyük bir motivasyon ve cesaret gerektirir. Jobs'un geri dönmesini sağlayan tek şey ODAĞI VE İDEALİNİ HATIRLAMASIDIR.

Jobs'un hayatı hakkında vermiş olduğu en önemli tavsiyelerden biri şudur:

"Dünya'daki zamanınız kısıtlı, bu zamanı başkalarının hayatlarını yaşayarak geçirmeyin- kaidelerin ve kodların tutsağı olmayın- ki bu, başkalarının düşünce ve fikirlerinin sonuçları ile yaşamaktır. Başkalarının düşüncelerinin kendi iç sesinizin sesini kısmasına izin vermeyin. Ve en önemlisi, kalbinizi ve iç sesinizi takip edecek cesareti bulun. Çünkü, bunlar, sizin gerçekten ne olmak istediğinizi bilirler. Geri kalan herşey önemsizdir, ikincildir"

Bu sadece tek bir hayat hikayesi, çevremizde buna benzer bir dolu hikaye var, ancak bu hikayede ortak olan nokta, her kahramanın, her liderin, ismini bir yerlere taşıyabilmiş her kişinin odağı ve idealinden asla vazgeçmemesidir.

Sevgilerimle

Yönetimlerde Yargıladığınızı Kendi Hayatınızda Yapıyor Olabilir Misiniz?


Şifacılık ve kişisel gelişim yolunda yürüyen kişiler siyaset ve politika ile uğraşmaz. Çünkü bilirler ki;  bir çok yönetim sistemi, toplumların psikolojik ve duygusal notalarına göre planlanmış, yapay, ve kişinin, kişisel gücünü elinden almaya yönelik sistem ve metotları içinde barındırır; ve bu yüzyıllardır da böyle sürüp gitmektedir.

Bu nedenle bu ve diğer hiç bir yazımda siyaset ve politika ile ilgili hiç bir şey göremeyeceksiniz.

Ancak,  ülkemizin ve hatta Dünya'nın mevcut kaotik durumu göz önünde bulundurulduğunda, bizim de kendi adımıza yapabileceğimiz bir şeyler var mıdır, buna bir bakmak gerek.

Dünyanın herhangi bir yerinde, başta ülkemizde olmak üzere, bir terör olayı meydana geldiğinde ki, aslına bakacak olursanız bu tip olaylar malesef ülkemizde her gün yaşanmaktadır- ve sadece izin verildiği ölçüde bu olaylardan haberimiz olmaktadır-  hepimizin ilk yaptığı şey, kınama, öfke, lanetlemeye yönelik duygusal boşalmalar yaşamak, özellikle sosyal medya savaşları gözden kaçacak gibi değil.

Şahsi facebook sayfamı açtığımda,  sadece terör olaylarını kınamak da değil, aynı zamanda BİRBİRİMİZE de verdiğimiz ve VERMEDİĞİMİZ tepkiler yüzünden saldırıyoruz. "Fransa'ya dualar eden avrupa çocukları, şimdi nerdesiniz?", " bir çok evlat ölürken, nasıl olur da sen tatil fotoğraflarını paylaşırsın?", "bu terör olayının sebebi sizsiniz! bilmemkimlere oy vermiştiniz" , "ölenler arasında Türk var mı?, oh neyse ki yok", " Bu ülkede artık yaşanmaz" ve daha bir sürü paylaşım ve tepki.

Arkadaşlar, bu gibi tepkilerin ne kendinize ne de BÜTÜNE hiç bir faydası olmadığı gibi, salınan bu öfke dolu enerji, ülkenizin, Dünya'nın ve hatta Evrenin yani BÜTÜNÜN titreşimini düşürmektedir, yani aslında herkese kötülük yapıyorsunuz.

Üzülmeyin demiyorum, yas ve üzüntü bu gibi olaylar sonucunda açığa çıkan DOĞAL duygulardır ve bu duyguların YAŞANMASI, HİSSEDİLMESİ ve bir süre sonra da dönüştürülmesi gerekir.  Ancak, DEVAMLILIK gösteren öfkeli ve tepkisel davranışların kimseye bir faydası yoktur, ayrıca hiç düşündünüz mü, belki de sizden istenen, beklenen de, tam da bu, daha fazla öfke, öfkenin sonucunda ayrışmak, saldırganlık vs vs? Bir yazımda belirtmiştim, terörün amacı korku salmaktır, amacına ulaştığı sürece de devam eder.

Peki ne yapalım, öylece sessiz kalıp, hiç bir şey yapmadan, konuşmadan duralım mı?

Size uzun vadede gerçekten işe yarayacak bir şey söyleyeyim mi, eğer topluma, ülkenize, Dünya'ya yardım etmek istiyorsanız, işe kendinizden başlamalısınız. Zira siz, toplumun, ülkenin, Dünya'nın en küçük birimisiniz, ve yönetim sistemleri özellikle terör grupları ve hatta şirket gibi içinde yönetimi barındıran tüm gruplar,  bu küçük birimlerin toplamından oluşan ÇOĞUNLUK GRUBA yönelik, bu grupları kontrol altında tutmaya ve tepkilerini yönlendirmeye yönelik metotları uygular.

Yani, BİZ BUGÜN, HER BİRİMİZ KENDİMİZİ RUHSAL VE DUYGUSAL YÖNDEN UYANDIRMADIĞIMIZ VE GELİŞTİRMEDİĞİMİZ SÜRECE, BİRİLERİNİN BİZİM DUYGULARIMIZI VE DAVRANIŞLARIMIZI KONTROL ETMESİ DOĞAL BİR SONUÇTUR.

Kaldı ki, NE EKERSİNİZ, ONU BİÇERSİNİZ, toplumda beğenmediğiniz, sizi rahatsız eden herşeyde sizin de bir parça rolünüz var, aksi takdirde bu olaylar gerçekliğimizde var olmazdı...

Hayatınızda gördüğünüz bir şeyleri beğenmiyor musunuz? Yönetimden memnun değil misiniz? Terörize olma tehlikesi altında mı hissediyorsunuz?

Size  soracağım sorular şudur:

Sen hayatında kimleri yönetiyorsun; aileni, iş arkadaşlarını mesela. Onları nasıl yönetiyorsun? Korku, itaat, muhtaçlık temelli bir sistem mi belirledin? Kendini üstün görüyor ve daima senin sözünün dinlenmesini mi bekliyorsun? Anne, baba, patron statülerini kullanarak daima KENDİ istediğini mi yaptırmaya çalışıyorsun, ataerkil bir sistem belirlemiş olabilir misin? Birilerine baskı yapıyor olabilir misin?

Sen hayatında kimleri terörize ediyorsun? Terör sadece bomba ile olmaz, sen kimlerin hayatında "terör estiriyorsun", birileri senden korkuyor ve içten içe sana öfke duyuyor olabilir mi?

Sen, terörize edilen kişi; buna karşı ne yapıyorsun, maddi kaygı ve korkuların nedeniyle bu sisteme hizmet etmeye devam mı ediyorsun? Yoksa bu kaygı ve korkuların üzerinde çalışarak, kendi gücünü geri kazanmaya çalışıyor musun?

Sen, kimlerin kalbini kırıyorsun, kimleri manen yok ediyorsun?

Sen, kalbi kırılan, başkasının kalbini kırması, seni yok etmesi için onlara izin veriyor musun? Buna meydan tanıyor musun?

Ne zaman kendini kurban gibi gördün? Ne zaman kendini mağdur hissettin? Oysa ki sen çok iyi biliyorsun ki, evrenin resmi dili duygudur,  evrende senin başına gelen hiç bir şey yoktur, sen ne hissedersen onu daha fazla yaşarsın. Bu konuda çalışıyor musun?

Toplumları, bireyler oluşturur, bireyler değişmedikçe hiç bir şey değişmez.

Sevgilerimle

11 Ocak 2016 Pazartesi

Birbirinize Belki, Ama Evrene Asla Yalan Söyleyemezsiniz


Ne yaptığınız, ne söylediğiniz değil, neyi hangi duygu ile yaptığınız, neyi hangi duygu ile söylediğiniz evren tarafından dikkate alınır. Kısacası birbirimize yalan söyleyebiliriz ama evrene yalan söylememiz mümkün değildir.

Çekim yasası çalışmalarında farkettiğim en zorlu durum, çekim yasasının bilgisel seviyede çok iyi kavranabilmesi ancak gün içerisinde belki de farkında bile olmadan yaptığımız hareketler ile bu yasayı kökten yadsıdığımızdır.

Nasıl mı?

Hayat düzeni, rekabetçi düzen üzerine kurulmuştur, buna göre daima bir kazanan ve kaybeden olacaktır. Bu kodlar zihnimize nesillerden nesile bu şekilde aktarılarak gelmiştir. Bu nedenle herkes, bir diğerinden kaba tabirle "koparabildiğini koparmaya çalışmaktadır".

Mesela şirketler, en az maaşa, en kaliteli çalışanı alıp, bu çalışanlardan alabilecekleri en çok verimi almaya çalışmaktadır. Şirketlerin çok büyük bir çoğunluğu matematiksel bir hesap yapsanız, çalışanının Şirkete kazandırdığının yüzde 1'i kadarını bile çalışana maaş olarak vermemektedir. Dolayısıyla yüzeyde her ne kadar kazan-kazan gibi bir durum varmış gibi yansıtılmaya çalışılsa da (her ay sonu garanti maaş) durum tamamen aksidir. Sistem çalışanı değil, şirketi zengin etmek yönünde kurulmuştur.

Çalışan da doğal olarak, benzer şekilde, kendinden bir değer katmak yerine, mesai saatini en kolay şekilde geçirmenin yollarını aramakta veya, bu düzene inanan biri ise, sürekli daha iyi bir yere gelebilmek için kendini tüketene kadar hep daha fazla çalışmaktadır.

Bu durum sadece iş dünyasında mı böyle?

Hayır, biraz derine indiğiniz zaman, evli bir çiftin çocuk yapma duygusunun altında dahi, yaşlılıkta yalnız kalmama, toplum tarafından "aile" olabilmek için çocuk yapma gerekliliğinden doğan çocuk yapma, evliliği kurtarma, can sıkıntısı (çocuk aileye "neşe" getirir) gibi duygulara rastlamak mümkündür, ve hatta çocuğa yapılan yatırımlar ve masraflar ileride çocuktan beklenen bir beklenti karşılanmadığında "ben seni yedirdim, içirdim, büyüttüm, bugünlere getirdim" şeklinde çocuğa da hatırlatılmakta, yani çocuk ile aile arasındaki alış-veriş ilişkisi ve karşılıklı borç bakiyesi masaya yatırılmaktadır.

Özel ilişkilerde dahi, özellikle kız tarafı, hep "daha çok sevilen taraf" olmayı beklemektedir. Yani eşit bakiye yine çoğu zaman yeterli olmamaktadır =) Çoğu insan sevdiğine değil, kendisini sevene gider.

Mesela hepimiz, "bedava" şeylerin peşinden koşuyor, daima pazarlık yapıyoruz, kopya dvd ve kitap bile satın alıyoruz,  hatta yakın arkadaşlarım arasında sürekli yarışma ve çekilişlere katılmak gibi hobisi olanlar dahi var, bu çekilişlerden birinde bir ikramiye alsa, başka bir çekiliş yine aynı ödülü veriyor olsa dahi tekrar kazanmak için aynı çekiliş ve yarışmaya büyük bir hırsla yeniden katılıyor.

Başka bir tanıdığım ise, sürekli eşine dostuna hediye alır, nedensiz (!) sevgi kelebekliği yapar, karşılında çok mu seviliyor sizce? Hayır! Tam tersi, daima kendisinden faydalanıldığını, yalnız olduğunu, bu kadar iyiliğinin "karşılığını" insanlardan göremediğini ve insanların çok bencil ve hatta yalancı=) olduğunu söyler..

Bütün bunları yapma sebebimiz ise,  "eksiklik", "kıtlık", " ve "tek taraflı elde etme" duygusudur. Bu kadar kıt kaynakların olduğu bir düzende, biz de doğal olarak, en az bedelle en fazlasını toplamaya çalışıyoruz...ama malesef, pek bir sonuç da elde edemiyoruz!

İşte bunun nedeni evrene yalan söyleyememekten ileri gelmektedir.

Yanlış anlaşılmasın hiçbirimiz bunu kötü niyetle, hatta farkında olarak bile yapmıyoruz, sadece hayatta kalabilmek için, bildiğimiz tek kod, bildiğimiz tek yöntem bu...ama bu değiştirilemez de değildir.

Gelelim çekim yasasına.. çekim yasası, evrende herkes için herşeyin sınırsız olarak var olduğunu söyler, bolluk bereketin herkes için mümkün olduğunu, evrende güzel şeylerin stoklarla sınırlı olmadığını hatırlatır. Paranın "biten" bir şey olmak zorunda olmadığını, paranın daima akabileceğini söyler.

Ve daha da önemlisi;

Evrende daima bir akış vardır "Ne verirseniz, onu alırsınız, vermediğiniz bir şeyi ise, almayı bekleyemezsiniz".

Buna para da dahil, aşk da, sevgi de, ilim de bilgi de..

Bunların her birini siz de vermeye istekli olmalısınız ki, enerjisel olarak akışa izin verebilin. Siz bunların hepsini kendi elinizde tutma niyeti ile hareket ederseniz, idareli kullanmaya çalışırsanız, sadece almak için verirseniz, tam da şimdi olduğu gibi, aşk da, para da, sevgi de, başarı da size damla damla akar.

Peki ne yapmak lazım?

Değer yaratmak ve yaratılan değerlere saygı göstermek...

Bu ifadeyi daha maddesel bir forma sokmak gerekirse, şöyle söyleyelim..

Eğer size evrende herşeyin size doğru otomatik olarak sınırsız bir şekilde akacağı bilgisi kodlanmış olsa idi, sevgi, güven duygusu, bolluk-bereket, aşk, başarı, sağlık, zenginlik... yaptığınız şeyleri yine aynı bugünki tavırla mı yapardınız? Yine aynı adamla/kadınla mı beraber olurdunuz, aynı yerde mi çalışırdınız, sevgi kelebekliği yapmaya devam mı ederdiniz, pazarlık yapar mıydınız, çocuk düşünür müydünüz, peki ya evlilik?

Sevgilerimle




8 Ocak 2016 Cuma

Ah Şu Fazla Kilolar!



Bugün size en az maddi problemler kadar canımızı sıkabilen bir konudan bahsedeceğim =)

Fazla kilolar!

Özellikle biz hanımlar, bir de Akdeniz vücut tipine sahip Türk Hanımları, daha hayata başlarken, iklimimizin olumsuz taraflarını hopp bedenimize indirerek, kilo maratonuna 1-0 geride başlıyoruz. Şanslı kuzeyliler.. =)

Yediğimiz lokmaları tek tek sayıyor, su bile yarayabildiği için içtiğimiz sıvıların bile miktarına dikkat ediyoruz. Hayatımızın yarısı diyet yapmakla geçiyor, çeşit çeşit... hepimiz fahri diyetisyen olduk bile!

Diyetler işe yarıyor yaramasına, kilo da veriyoruz, ama hayat her gün diyetle mi geçer diye de arasıra isyan ediyoruz.

Şimdi hazırsanız, size ilginç bir şey söyleyeceğim. Herşey enerjidir dedik, çekim yasasına inanıyoruz dedik.. peki fiziksel özelliklerimizi neden bu denklemin dışında bırakalım?

HERŞEY GİBİ, KİLO DA SADECE VE SADECE ENERJİNİN FİZİKSEL OLARAK TEZAHÜR ETMİŞ HALİDİR!

Beyler, hanımlar, kilo yemek yiyerek elbette alınabilir, bu bilimsel bir gerçektir, ama kiloyu bedende tutmamızın, ve gram üstüne gram biriktirimemizin sebebi YEMEK DEĞİLDİR!

Öyle olsaydı, bugün bir erkek gibi yiyip (şaka değil, sıradan bir erkekten, eşimden çok daha fazla yiyorum), düzenli spor yapmayan (malesef) biri olarak en başta benim nasıl senelerdir 38 beden kalmayı başardığımı nasıl açıklayacağız? Beni geçiyorum, etrafınızdaki sinir bozucu çıtı pıtılara bakın, herşeyi yiyip yiyip asla kilo almayan, gıcıkları=) ne yapacağız.

Kilonun, fazla kilo olarak bedende var olmasının ana sebeplerı şunlardır:

1. Yemek ile olan ilişkiniz
2. Hayat ve kendiniz ile olan ilişkiniz

Yemek ile Olan İlişkiniz (Kilo Almanın Ana Sebebi) :

Bizler yemeği, ve bir takım gıda ürünlerini "düşman" olarak kodlamaktayız. "Mantı, cips, kola, fast food, pilav, makarna, patates, pasta, börek vb. şişmanlatır" , "çok yağlı yemek şişmanlatır", "çok yedim, şişmanlayacağım", "bunu yememem lazım",  "keşke bu kadar yemeseydim" ve bunun gibi artık ağzımızdan otomatik çıkan bir çok cümle BEDEN İÇİN BİR EMİRDİR. Çekim yasası ne der hatırlayalım, "herkes duyguları ile kendi gerçekliğini yaratır" . Bu noktadan sonra artık ağzınıza attığınız her lokma bedeninize attığınız bir bombadır. Yemek yerken, her lokmayı ağzınıza atarkenki o suçluluk duygusu ise verdiğiniz emri duygu ile besler ve emrinizi "gerçekleştirirsiniz".

Çekim yasasını bilinçli olarak kullanmaya dair tüm adımları farkında olmadan yemek yerken yerine getirmektesiniz:

1.Emri verdiniz -> fazla yedim, xx şişmanlatır, ayy şişmanlayacağım
2.Verdiğiniz emri gerçekleşmiş gibi hissettiniz, ve duygularınız ile desteklediniz -> çok şiştim, suçluluk hissediyorum
3. Sonuç -> Kilo
4. Kiloya odaklanma -> şişmanladım, şiştim, şurdan yağlarım fırtladı
5. Odaklandığın şey büyür
6. Sonuç -> Artan kilo

Hatta bu formülü hayatınızdaki diğer herşeye bu şekilde, bu istikrar ve inançla, uygulasanız şu an elde edemeyeceğiniz hiç bir şey olamayacağını size garanti ediyorum.

Hiç bir gıda ürünü, siz onu damgalayana kadar bedeninize olumsuz bir etki veremez, bedeniniz, işine yaramayan tüm kısımları atmaya ve her gün kendini iyileştirmeye programlanmıştır. Bedeninizin her gün kanserli hücre ürettiğini ve bu hücreleri iyileştirdiğini biliyor muydunuz! Ancak sizin sözünüz beden için emirdir ve bu programı duygularınızla aslında her gün sekteye uğratma kabiliyetine sahipsiniz.

Ve elbette bu kodu tamamen tersine çevirerek herhangi bir diyete dahi gerek duymaksızın fazla bir kaç kilonuzdan kurtulmanız mümkündür. Ancak kilo sorunu bir kaç kilonun ötesine geçen kişiler bakımından, sadece kodlar değil aynı zamanda hayatla ve kendileriyle olan ilişkileri ile yakından ilgilidir.

Hayatla Olan İlişkiniz (Kilo Almanızın ve Verememenizin Ana Sebebi):

Kilo almanın ana sebebini yukarıda açıkladık, peki kilo verememenin, ya da versek bile geri almanın sebebi nedir?  Hayatta farkında olsanız da olmasanızda yarattığınız herşey sizin bir duygunuza hizmet etmektedir. Kilo size hizmet etmektedir!

Fazla kilolarımızı bedenimizde tutmanın altında çoğunlukla duygusal sebepler yatar.

Örnekler

- Fazla kilo, hayatta bir çok şeyi yapamamanızın, elde edememenizin çok güzel bir bahanesini oluşturur. Sığındığınız bir sığınak gibidir.

Eğer biraz daha az kilolu olsaydım daha mutlu olurdum, zayıflasaydım bir ilişkim olurdu, zayıf olsaydım çok daha enerjik olabilirdim bu da kariyerime olumlu şekilde etki ederdi, zayıflasaydım daha sosyal olabilirdim. Bunları yapamama sebebim kilolarım. Bir kilo vereyim de bak neler yapacağım. Tamam, peki kiloları vermeye ne dersin? Olmuyor! Bunun altında yatan sebep çoğu zaman kilo verdiğinizde, hayatınızın hala dilediğiniz gibi olmadığını görmekten korkmakta yatar, o nedenle kilo vermemek sizin için çok daha güvenlidir, ve hayatla yüzleşmemeniz ve hatta hayata dair korkularınız ile yüzleşmemeniz için çok güzel bir sığınaktır. Düşünsenize, şimdi herşeyi kilonuza bağlayabilirken, kilo ortadan kalktığında ve hala istediğinizi elde edemediğinizi görürseniz, o zaman ne yapacaksınız? Bu soruyu cevaplamak zorunda kalmamak size daha rahat geliyor olabilir.

- Fazla kilo sizi koruyor olabilir.

Hayatla ve insanlarla ilgili güven problemi yaşayan kişiler, özellikle hayatı tekin olmayan belirsiz ve tehlikelerle dolu gören ve incinmekten ürken kişiler, farkında olmadan kalp çakrasının etrafını etten bir duvar ile örerek kendilerini duygusal olarak koruduklarını zannederler. Dolayısıyla bu kalkanı indirmek, hayata karşı "çıplak" ve "savunmasız" kalma riskini barındırır.

- Fazla kilo duygusal bir açlığa işaret ediyor olabilir.

Sevgisizlik, mutsuzluk, öfke, içe atma ve benzeri olumsuz duyguların yarattığı "yokluk" hissini yiyerek tamamlamaya ve uyuşturmaya çalışıyor olabilirsiniz. Yemek yemek bir köklenme metotudur. Köklenme bedendeki olumsuz enerjiyi akıtarak, enerjinizi dengelemeniz için gerekli bir sistemdir. Ne zaman bir olumsuz duygunuz ortaya çıksa artık refleksif olarak yemeye yönleniyor olabilirsiniz. Ancak yemek yemek, kısa süreli bir çaredir ve etkisi geçtikten sonra "yokluk" duygunuz yeniden ortaya çıkar. Bu duyguyu dünyadaki hiç bir diyetle çözemezsiniz, çünkü diyet yüzeyde görünen bir sorun ile ilgilenir. Oysa ki sorunun kaynağı duygusal seviyededir.

- Fazla kilo ile kendinizi veya başkalarını cezalandırıyor veya kendinizden uzak tutuyor olabilirsiniz.

Özellikle ufak yaşlardan itibaren erkekler ile yaşanan olumsuz tecrübelerden dolayı kadınlar erkekleri kendilerinden uzak tutmak üzere bedenlerini farketmeden daha az çekici kılma eğilimi gösterirler, kilo bunun bir numaralı yöntemidir.

Benzer şekilde, özünüzde hissettiğiniz kendini sevmeme duygusu nedeniyle, kendinize duyduğunuz öfkeden dolayı, bedeninize ağırlık ile eziyet çektiriyor olabilirsiniz.

- Fazla kilo enerjinin sağlıklı bir şekilde akmadığına işarettir ve enerji dengesinde bir sorun olduğuna işaret eder.

Hiç en iyi falcıların "kilolu" olduğuna dikkat ettiniz mi? Bunun sebebi bu kişilerin ruhsal sezgilerine yoğunlaştıklarından dolayı, dünyevi meseleleri yöneten alt çakraların ihmal edilmesinden kaynaklanır.

- Fazla kilo ile ilgi ve sevgi çekiyor olabilirsiniz.

Fazla kilolu insanlar "şirindir" ve "tontondur" ve yaptıkları bir çok hareket de bu sevimlilikleri nedeniyle diğer kişilere oranla daha fazla tolere edilir.

Bunlar sadece örneklerdir; ve çoğu kişi bu duygu durumuna sahip olduğunu çoğu zaman farketmez. Bunlar çoğunlukla altta yatan duygulardır ve uyanık zihni sinsi sinsi yönlendirmektedirler.

Ve malesef, altında duygusal ve enerjisel sorunlar yatan fazla kilo problemlerinin KALICI olarak çözülmesinin tek yolu bu iki ana unsura odaklanmaktan geçmektedir; veya daha zor olan ebedi diyet yöntemini de deneyebilirsiniz, ancak unutmayin insan ruhu dayatmalardan, limitlerden ve kısıtlanmaktan hoşlanmaz diyet insanın ruhuna aykırıdır ve "yokluk" ve "kıtlığı" temsil eder. Yanlış anlaşılmasını istemem diyetler son derece işe yaramaktadır, ve belirli bir zaman planında kilo vermek için oldukça geçerli ve faydalı yöntemlerdir. Ancak diyet fiziksel olanın ötesi ile ilgilenmez, ve kilonuzun altında yatan esas sorun fizikselin ötesinde ise diyetlerin kalıcı bir çözüm olması mümkün değildir, demek istediğim budur.

Söz konusu duygusal sorunlar çözüldükten sonra, kilonun kendiliğinden zaman içerisinde kaybolması hiç şaşırtıcı değildir, ve bunu gerçekleştirebilen bir çok kişi vardır.

ÖNEMLİ NOT: İnternette kolaylıkla erişebileceğiniz kilo vermeye ilişkin olumlamalar, kilonun altında yatan duygusal sorunlar çözülmeksizin sizi fazla bir sonuca malesef götüremez. İlaveten, "her gün biraz daha inceliyorum" şeklinde bir olumlama her gün ne kadar kilolu olduğunuzu size hatırlatıyor ise, bu kilonuza odaklanmanıza sebep olur ve unutmayın ODAKLANDIĞINIZ ŞEY BÜYÜR. Dolayısıyla bu olumlamaları dikkatle ve gerçekten sizi mutlu kılıyor ise kullanmanızı öneririm. Unutmayın, bulunduğunuz durumu reddetmek yok saymak onu baki kılar, öncelikle mevcut durumunuzu kabullenin ardında da bu durumun değişebileceğine inanın.

Sevgilerimle


























7 Ocak 2016 Perşembe

Çekim Yasası Zaman'a Yenik Düşüyor



Bu yazımın, çekim yasasına kalben inananlar için faydalı olmasını, henüz şüphesi olanlar için ise, konu üzerinde tekrar düşünmeleri için bir fırsat olmasını seçiyorum.

Çekim yasası der ki, duyguların ne ise, yaşadığın da odur.

Bunun ötesi yoktur. Bunu çoğumuzun farketmemesinin sebepleri; hatta çekim yasasına inanmamasının sebebi;

1. Duygularımızın farkında değiliz, bu nedenle duygumuz ile meydana gelen olay arasında herhangi bir bağlantı göremiyoruz.

2. Duygularımızın farkında olsak dahi, bir duygunun, hayatınızda varlık göstermesi 3 boyutlu dünya koşullarında zaman alır. Zaman bizim algımıza göre doğrusaldır, yani zaman geçmiş, an ve gelecekten oluşur. GEÇMİŞTE ürettiğiniz bir duygunun elle tutulur, gözle görülür bir hal alması AN'da gerçekleşir. AN'da yani bugün ürettiğiniz duygular ise GELECEKTE gerçekleşir. Geçmiş, an ve gelecek arasındaki ZAMAN FARKI, duygunun unutulmasına sebep olur, dolayısıyla elde edilen sonuçları, o sonuca sebep olan duygu ile bağdaştıramayız, çünkü yaşadığımız olayları yaratan kök duyguları çoktaaan unutmuşuzdur bile.

Netice olarak, meydana gelen olay ile duygularımız arasındaki bağlantıyı göremeyiz. Bunun sebebi ZAMANDIR.

Bir de şöyle düşünün, zamanın doğrusal olmadığı bir boyuttasınız.. Ne düşünürseniz, ne hissederseniz hemen önünüzde beliriveriyor... o zaman çekim yasasına inanırdınız değil mi? Çünkü o zaman "ben bunu düşündüm ve karşıma geldi" , "ben korku duyguları hissettim ve karşımda korkuyu sembolize eden kişiler ve olaylar oluşuverdi" diyerek neden-sonuç ilişkisini hemen kuruverirdiniz. Hatta 3-4 tekrardan sonra, ne düşünürsem hemen meydana geliyor ise, dur ben biraz güzel şeyler düşüneyim der, bu mekanizma ile oynamaya başlardınız..hatta istemeden kötü bir şeyler yarattığınızda dahi, aynı hızda değiştirebileceğinizi bildiğinizden bunu hiç dert etmez, hemen yeni bir düşünce üretiverirdiniz..

Peki bunu neden ŞİMDİ yapmıyorsunuz? Oyunun kuralları BİREBİR aynı.. farklı olan tek şey.. ZAMAN algısı, sonuçları HEMEN görmemeniz..

Bundan böyle, eğer ZAMAN algısı doğrusal olmasaydı, yani herşey ANDA meydana gelebilseydi, başka bir ifade ile, her duygunuz ve düşünceniz direk önünüzde hemen şimdi belirecek olsaydı, ne yapacaksanız, her gününüzü bu şekilde geçirmeye gayret gösterin..çünkü kural budur...ve işlemektedir..

Sevgilerimle

4 Ocak 2016 Pazartesi

Kişisel Gelişim Polyannacılığı



Bugün kişisel gelişim ile ilgili en çok yanlış anlaşılan konulardan birinden bahsetmek isterim.

"Kişisel gelişim çalışmaları insanı "polyanna" olmak yönünde uyuşturan bir afyon gibidir, etkisi geçince insan ilk başladığından daha mutsuz bir yerde bulur kendisini."

Bu ve bu manaya gelen bir çok eleştiri, ve kişisel gelişim alanında bir kaç sene çalıştıktan sonra, pes eden kişilerden duyduğum buna benzer bir çok söz..

Aslına bakarsanız, kişisel gelişimi afyon olarak kullanmak isterseniz, elde edeceğiniz sonuç tam da budur. Kişisel gelişim çalışmalarını, 10 kg vermek üzere yaptığınız bir diyet gibi görürseniz, 10kg'yu verdikten sonra..geri aldığınızdaki düşünceniz de tam da bu olacaktır.

"Kişisel gelişim bir hayat yolculuğudur" denilirken ifade edilmeye çalışılan şey, şairane bir sözden çok ötesidir, kişisel gelişim çalışmaları hayata bakış açınızı değiştirerek, arabanızın direksiyonuna hakim olmanızı sağlayan ve daima daha da ustalaşmanıza alan tanıyan bir HAYAT BİÇİMİDİR.

Kişisel gelişim asla Polyanna olmanızı amaçlamaz veya size DAİMİ mutluluğu garanti etmez.  Hayat zıtlıklardan oluşur, önce bunu kabul etmek gereklidir. Hayatta mutlu da olacağız, üzüleceğiz de, yas da tutacağız, umutsuzluğa da kapılacağız. Bu alanda eğitim veren tüm gerçek öğretmenlerin hayatlarına bir bakın, hepsinin hayatında hastalık da olmuştur, üzüntü de, yas da, fakirlik de, depresyon da.

Zaten bunları deneyimlememiş bir öğretmenin, bunları deneyimleyen birini anlaması ve rehber olması imkansız değil ama zordur,  örneğin hayatında Kapadokya'yı hiç gezmemiş bir rehberin, o güzel vadilerden sizi geçirmesi, nereye girilir, nereye girilmez bilmesi, elbetteki gezen bir rehbere oranla hatrı sayılır derecede azdır. Bu nedenle gerçek bir kişisel gelişim gönüllüsü, hayatın engebeli olduğunu bilen, deneyimleyen ve en önemlisi KABUL EDEN kişidir.

Peki diyeceksiniz, e o zaman ne anladım ben bu kişisel gelişim macerasından?

Diyelim ki yepyeni bir araba aldınız, ama biraz acemisiniz, ve hopp kaldırıma tosladınız, ağaca çarptınız, arabayı pert ettiniz.. Ne yaparsınız, ne hissedersiniz?

1) Arabam pert oldu, bir daha asla araba kullanmayacağım, trafik de tehlikeli zaten, kaza olasılığı çok riskli, bir daha yola çıkmayacağım, valla keyfinden çok cefasını çekiyorum..ben en iyisi bir daha araba kullanmayayım.. her yere yürüyerek gideceğim.

2) Arabam pert oldu, hay allah, bir sürü masraf çıktı başıma..neyse ama acemiliğime denk geldi, bir daha panik olup, fren yerine gaza basmayayım en iyisi..neyse ders oldu...

Bu iki farklı perspektif kişisel gelişime gönül veren ve onu yadsıyan kişinin hayat görüşü arasındaki farktır... her ikisi de aynı olumsuz olayla karşılaşabilir, ama biri o olumsuz olayı en iyi ve en hızlı şekilde dönüştürerek, araba kullanmadaki ustalığını arttırırken, diğeri hayatını ya heryere yürüyerek giderek geçirir ya da olayda nerede hata yaptığını görmeyerek, kaldırıma ve ağaca sinirlenmeye devam ederek aynı hataları yapmaya devam eder.

Kişisel gelişim çalışmalarında garanti edilebilecek tek şey varsa o da hayat yolundaki ustalığınızı arttırarak, aynı hatalara düşmekten kendinizi alıkoymanızdır. Yoksa, HİÇ BİR ZAMAN HATA YAPMAMAK...HİÇ BİR ZAMAN MUTSUZ OLMAMAK...bunlar ütopik şeylerdir..

En ünlü kişisel gelişim hocalarına bakın, terörü "LANETLİYORLAR".. ama ilk derslerinde anlattıkları şey, öfke duyduğun, karşısında durduğun herşey sabit kalmaya mahkumdur, e noldu demin barışa odaklanmak yerine terörü "lanetliyordun"?

Demek istediğim şu ki, insan olmak, içinde kusurları, hataları, öfkeyi, mutsuzluğu ve benzeri olumsuz duyguları da içinde barındırır, iyi olmadan kötü var olamaz, karanlık olmadan ışık var olamaz..Ama terörü lanetleyen bu hoca, 365 günün 250'sini farkındalıkla yaşayan, ve direksiyonunu gitmek istediği yere yönlendiren kişidir, depresyonunu, mutsuzluğunu, öfkesini 365 gün değil 3-4 gün yaşar ve dönüştürür, yoluna devam eder.. Ama, farkındalık sahibi olmayan bir kişi TÜM HAYATINI mutsuz olarak geçirme olasılığı ile karşı karşıyadır ve bu mutsuzluğun içinden nasıl çıkacağını da bilemez.

Dolayısıyla kişisel gelişim çalışmaları bir kişiye nasıl Polyanna olması gerektiğini öğretmez, bunu da tavsiye etmez.. bu çalışmalar, kişiye hayattaki tüm his kataloğunu anlayıp, kabullenip, yaşayıp, ardından da nasıl dönüştürmesi gerektiğini öğretir..

Mutsuz olmaktan ancak, o mutsuzluk ve o zorluk içinde hapsolup kalabileceğiniz ihtimali nedeniyle korkarsınız ve mutsuz hissettiğiniz ilk durumda, zorluğa düştüğünüz ilk durumda da, bu hisleri savurmaya çalışırsınız, yokmuş gibi davranmak istersiniz, yani DİRENİRSİNİZ, ve netice hüsran olur..Polyannacılık budur. Mutsuzluk yokmuş gibi davranmaktır.. Mutsuzluk da mutluluk kadar doğal bir histir, ne ayıptır ne de yanlıştır. Bu duygularınızı da kabullenerek, rahat olmak, hatta dilediğiniz kadar yaşamak hakkınızdır, yeter ki, yine dilediğinizde rotanızı başka bir yöne çevirmeyi de bilin.. işte o zaman hiç bir duygunuzdan korkmanız gerekmez..

Sevgilerimle













1 Ocak 2016 Cuma

2016 Senesi Numerolojik Değerlendirme



Yeni Yıla Hoşgeldiniz!! Hepinize harika bir sene dilerim..

Sizlere bu senenin numerolojik olarak taşıdığı enerjiden bahsetmek isterim.

2016 senesinin numerolojik sayısı 9'dur. 9 rakamının enerjisi tarotta "HERMIT" (bilge), "SEEKER" (arayan)  "YALNIZ ADAM", "YAŞLI ADAM", "MÜNZEVİ" ve "ERMİŞ" gibi isimlerle temsil edilir.

9 rakamı, tarot kartlarının isminden de anlayabileceğiniz şekilde, spirituel olarak bir içe dönüşü sembolize eder. Bu sene, kendi gerçeklerinizi aradığınız, doğru olarak inandığınız düşünce ve inançlarınız hakkında daha derin düşündüğünüz, hayattaki yerinizi sorguladığınız, ve hayatınızın gerçek amacını bulmak üzere yolculuğa çıkmak için büyük bir dürtü duyduğunuz bir sene olabilir.

Bir süredir böyle bir arayış ve içe dönüş halindeyseniz, bu sene aradığınız cevapları bulduğunuz ve aydınlanmalar yaşadığınız bir sene olabilir. (dikkat edin kartta yaşlı adam elinde bir ışık taşımaktadır ve bu aydınlanmayı sembolize etmektedir). Saklı kalan konular, yıllardır açığa çıkmamış durumlar bu sene muhtemelen açığa çıkacaktır. İnsanların gerçek yüzünü daha net görebileceğiniz, kendinizle de yüzleşmeler yaşayacağınız durumlar ortaya çıkacaktır. Sık sık "ben ne yapıyorum" diye kendinizi sorgularken bulabilirsiniz!

ERMİŞ, aynı zamanda bilgeliği temsil eder..bilgeliğimizin büyük bir kısmı ise yaşadığımız olumsuz olaylardan kendimize çıkardığımız dersler sonucu edinilir. Geçmiş senelerden kendinize edindiğiniz derslerin meyvesini verdiğini göreceksiniz. Bu dersler sizi "bilge" kılacak ve bu bilgeliği kullanmaya başladığınız bir sene olabilir. Kimileri için ise, böyle bir sürecin başlangıcı söz konusu olabilir, daha önce sizi "ruhen" zorlayan olaylar yaşamadıysanız, bu sene, ruhunuzun böyle bir yolculuğa başlayacağı sene olabilir. Bu nedenle uyanık olun, bu senenin sizin önünüze getirdiği olumlu ve olumsuz her türlü olay, sizin hayatınıza her zamankinden çok daha fazla hizmet edecek değerde olacaktır.

Sosyal kelebekler ise bir içe dönüş durumu yaşayabilir ve yalnız kalmayı tercih edebilirler, zira bu senenin enerjisi sosyallik değil, ruhunuzla başbaşa kalmayı destekler bir enerjiyi taşımaktadır.  Bu sene, herşeyin anlamını biraz daha sorgulayacağımız bir sene olacaktır. Bu sorgulama, dışa dönük, tepkisel bir sorgulama değil, sessiz, dingin ve kendimizle "hesaplaştığımız" bir şekilde gerçekleşecektir.

Bunu duymak biraz ürkütücü gelebilir ancak, 9 rakamı aynı zamanda tamamlanmalara işaret eder. Yani geçmiş senelerde yapmış olduğunuz iyi kötü ne varsa karşılığını göreceğiniz bir sene olacaktır, bunu vicdanınızla yapacağınız bir hesaplaşma gibi düşünebilirsiniz. Dolayısıyla geçmiş senelerde çoğunlukla kendinize iyi hizmet etmiş iseniz, bunun geri dönüşümü olumlu olacak ancak, sizi ruhen rahatsız edecek bir takım olaylarda yer almışsanız da, bunun sonuçları ile yine ruhen hesaplaşma durumunda kalacağınız bir sene olacaktır. Yani KARMA iş başında olmaya devam edecek.

Kişisel gelişime gönül vermiş kişiler bakımından ise bu sene oldukça verimli geçecek, çünkü senenin enerjisi ruhsal gelişimi destekler bir enerjidir, ve sezgilerinizin arttığı ve iç sesinizi çok daha berrak bir şekilde duyabileceğiniz fırsatlar her zamankinden fazla karşınıza çıkacaktır.

2016 senesinde aradığınızı bulmanız dileğiyle,

Sevgilerimle

Geleceği Bilmenin Sırrı

Geleceği bilmek istiyorsan, Kendini bil.  Geleceği mi bilmek istiyorsun, Dışarı çıkma, *Kendine gel!*,  Geleceği ...