31 Ocak 2017 Salı

Doktorlarımızın Reiki Hakkındaki Görüşleri




5 mayıs 2006 tarihinde NTV televizyonunda konusunda uzman iki profesör doktorun Reiki ile ilgili açıklamaları tıp dünyasında reikiye olan bakışın hangi noktada olduğunu açıkca göstermektedir. İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Onkoloji Estitüsü Müdürü Sayın Prof. Dr. Erkan Kopuz ve Marmara Üniversitesi Hastanesi Çocuk Hematoloji ve Onkoloji Bölüm Başkanı Sayın Prof.Dr Cengiz Canpolat’ın bu konudaki görüşlerini ilgili televizyon programından alınan alıntılardan okuyabilirsiniz.

PROF. DR. ERKAN TOPUZ, İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ İSTANBUL TIP FAKÜLTESİ ONKOLOJİ ENSTİTÜSÜ MÜDÜRÜ

Hastalarımıza tıbbi tedavinin yanı sıra meditasyon, yoga reiki gibi yöntemleri de öneriyoruz. Ayrıca resim yapmalarını, dans etmelerini, müzik dinlemelerini de öneriyorum.

Yoga,meditasyon uygulamaları tedavi edici değildir ancak hastanın direncini artırıp, onu daha güçlü kıldığı için çok önemlidir.Dolayısıyla bu tür spiritüel uygulamalar hastalığın iyileşme sürecini olumlu etkiliyor ve hastanın hastanede kalış süresini kısaltıyor.

İlaç, ameliyat ya da radyoterapi her şey demek değildir. Bu tür uygulamalar hastanın psikolojik durumun düzeltip hayata bağlanmasında son derece etkili oluyor. Hasta kendisini daha güçlü hissediyor, ağrılara ve acılara daha kolay katlanıyor.

Bütün bunlar da bizim işimizi kolaylaştırıyor, çünkü karşınızda zor bir hastalıkla mücadele eden bir insan var ve onun psikolojik yapısı, gücü ve genel durumu sizin işinize de yansıyor. Bu yöntemler, hastada bir arınma sağlıyor. Meditasyon ve yoganın yanı sıra bu etkiyi dualar ve inanç tedavileri ile de görebiliyoruz. Dünyada bir çok yerde özellikle kanser gibi, koroner hastalıklar gibi kronik hastalıklarda hastalara bu yöntemler önerilir. Örneğin, katoliklerin yaptığı dua çalışmaları vardır. Kalp damar hastaları üzerinde yapılan bu dua çalışmaları hastanın ruhi durumunu düzeltiyor, endorfin hormonunun açığa çıkmasına neden oluyor, hastayı hayata bağlıyor ve yapılan tedavinin daha başarılı olmasını sağlıyor.

MARMARA ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ ÇOCUK HEMATOLOJİ VE ONKOLOJİ BÖLÜM BAŞKANI PROFESÖR DOKTOR CENGİZ CANPOLAT

Spiritüel tedavi yöntemlerinin özellikle kanser gibi hastalıkların tedavisinde çok yararlı bir destekleyici olduğuna inanıyorum. Sadece meditasyon, reiki, yoga da değil akupunkturun da olumlu etkileri var. Literatürde bu öğretilerin özellikle kanserli hastalarda, anksiyeteyi, ağrıyı, huzursuzluğu, uykusuzluğu, kemoterapinin yan etkilerini ve fiziksel bir takım şikayetleri ciddi derecede azalttığına ve hastanın bütün bu durumlara toleransını artırdığına dair bilgiler yer alıyor. Tabi ki bunlar konvansiyonel tıbbi tedavinin yerini alabilir diye bir şey söz konusu değildir. Bunlar ancak konvansiyonel tedaviye yardımcı olabilir. Araştırmalar göstermiştir ki bu tür uygulamalar vücudun endojen mekanizmalarını hareket geçiriyor. Mutluluk veren endorfin hormonunu artırıp, adrenal ve kortizon sentezine etki ederek stresi ve anksiyeteyi azalttığı görülmüştür. Yine hücresel immünüte üzerinde etki ettiğini gösteren, pozitif bulgular vardır.

Önceleri panik atak, stres, depresyon gibi psikolojik hastalıkların tedavisinde kullanılan bu yöntemler üzerinde yapılan çeşitli araştırmalarda kalp ritminin yavaşladığı, kan akışının düzene girdiği,kan basıncının düştüğü, beyin yarım kürelerinin dengelendiği, adrenalin hormonunun ve kolesterolün azaldığı, oksijen tüketiminin düştüğü görülmüştür.

Yoga, reiki ve meditasyon gibi spiritüel yöntemler, insanın içindeki enerjiyi kullanabilmesini ve kendi zihinsel gücünün farkındalığını sağlıyor diyebilir miyiz?

PROF. DR. CENGİZ CANPOLAT: Ben kendi fiziksel ve ruhsal sağlığım için birinci ve ikinci derece reiki öğrendim ve bundan çok yarar görüyorum. Vücudumda birikmiş negatif enerjiyi uzaklaştırıyor, yorgunluğumu alıyor, zihinsel konsantrasyonumu artırıyor ve beni sakinleştiriyor.

Açıkçası yararını gördüğüm için herkese tavsiye ediyorum.

Bazen ağrılarımda ilaç kullanmama gerek kalmıyor. Ağrı azaltmada bunun çok etkili olduğuna inanıyorum.

Reiki'yi hastalarınız üzerinde denemeyi düşünür müsünüz?

PROF. DR. CENGİZ CANPOLAT: Henüz hastalarım üzerinde böyle bir uygulama yapmadım. Aslında kullanılabilir ancak henüz Türkiye’de ve hastane ortamında böyle bir uygulama yok. Zaten böyle bir talep de yok, çünkü bizde çok iyi bilenen şeyler değil. Örneğin yurt dışındaki hastanelerin hemen hepsinde hem dua merkezleri hem de hastalara rahatlama sağlayacak birimler var. Psikolog ve pedagoglar hasta çocukların rahatlatılması ve tedaviye hazırlanması için çalışmalar yapıyor. Yani batıda inanç tedavileri ve relaksasyon tedavileri çok daha fazla kullanılıyor. Bence bu tür yöntemleri tamamen yadsımamak gerekir. Ben bu tür rahatlatıcı tedavileri hastalarımıza uygulamamız gerektiğine inanıyorum.

PROF. DR. CENGİZ CANPOLAT: Ben bu tür tedavilerin geleceğini parlak görüyorum, çünkü zaman inişli çıkışlı bir seyir gösteriyor.

Yani insanların bir noktada bu tür olaylara daha fazla önem vereceklerine inanıyorum. Çünkü hastalıklar bir noktada insanlardan bir adım önde gidiyor. Enfeksiyonlar direnç geliştiriyor. O zaman bizim de farklı yöntemleri işin içine katmamız gereken zamanlar çok uzak değil.İnsanoğlu daha farklı bir bilinç düzeyine doğru gidiyor, belkide gelecekte bu yöntemler konvansiyonel yöntemlerin yanında eşdeğerde yer alabilecek.

Bunların olmasını ben çok uzak bir gelecekte görmüyorum.

30 Ocak 2017 Pazartesi

Sadece bir Yetenek ile Bir Erdem Seçme Hakkınız Olsaydı, Hangilerini Seçerdiniz?


Erdem

Birkaç zamandır, çevremi gözlemliyorum, benim şahsi çevrem son derece eğitimli, aklı başında, kültürlü insanlarla çevrilidir. Ancak daha geniş çembere baktığımızda ise, her renkten ve çeşitten insanla da iç içe olduğumu söyleyebilirim.

Gözlemlerim sonucu şunu farkettim; insanlara yapıştırdığımız "eğitimli, zeki, kültürlü, sağcı, solcu" vb. etiketler hiçbirimize hiçbir fayda sağlamıyor.

Bizler her şeyden önce evrende keşfedilebilmiş "en üstün" ırka yani, insanlık türüne mensubuz. Bu etiketi de kendimize elbette bizler yapıştırdık.

Hadi diyelim, gerçekten de en üstün ırkız. Peki, siz, bugün, insan olmanın temel özelliklerini taşıdığınıza inanıyor musunuz?

İnsan olmanın temel özelliklerini öncelikle Kutsal Kitaplarda bulabiliriz. Binlerce sayfa okumanıza gerek yok, hepsinin üstüne basa basa tekrarladığı ilk ana kurala bakalım.

"Kendine gösterilmesini istemediğin bir tavrı, başka hiçbir canlıya gösterme".

Bugün inandığınız kitabın, Peygamberin veya liderin, bu tarzda bir sözü hiç söylememiş olduğunu iddia edecek tek bir kimse yok.

Bu ana kural üzerinden gidelim. Siz hayatınızdaki her hareketinizde, seçiminizde, sözünüzde, bu kuralı uyguladığınıza inanıyor musunuz?

Benim şaşkınlığım şu olmuştur, herkesin dilinden düşmeyen bu söz, uygulamaya gelince kimse tarafından uygulanmıyor. 

"Ben bir sokak köpeğini asla incitmem", "ben fakirlere yardım ederim" gibi çok bariz temel hareketleri bir kenara bırakalım, evinizin içine özel hayatınıza girelim, örneğin sizi aramasını istediğiniz bir kimseyi siz arıyor musunuz? Size yalan söylenmesini madem bu kadar istemiyorsunuz, siz hiç mi yalan söylemiyor, dedikodu yapmıyorsunuz? Siz karınıza kocanıza bağırabildiğinize, psikolojik veya fiziksel şiddet gösterebildiğinize göre, herhalde bu gibi davranışların kendinize de yapılmasını onaylıyorsunuz? Bu sözü küçük günlük eylemler skalasında değerlendirin, bu sözü nasıl uygulamadığınızı hayretle siz de göreceksiniz. Hayatınızın yüzde 70'nde bu kuralı uygulayabiliyor olmanız bile büyük bir erdemdir, devam edin. 

Bakın, ne kadar dininize bağlı olduğunuz veya ne kadar kültürlü, eğitimli olduğunuz bambaşka konulardır, bugün kültürüyle ve ibadetiyle övünen kimse, İnsan olmanın temel olan bu özelliğini yerine getiremiyor ise, ne yaptığı ibadet, ne de geliştirdiği kültür, ve aldığı eğitim bir anlam ifade eder.

Etiket arkadaşlar, bitmiş ve satılmaya hazır bir ürünün üzerine yerleştirilir, siz bir "ürün" olarak kendinizi rafa çıkmaya hazır, dikişleri sağlam bir ürün olarak görüyor musunuz? Dikişleri sağlam olmayan, yırtık pırtık, sökülmüş bir ürünün üzerine istediğiniz kadar etiket yapıştırın, o ürün ne alınır, ne satılır, ne giyilir. 

Bizim bugün yaptığımız da budur. Kendi durumumuza bakmadan, sürekli başkalarından saygı, sevgi ve dürüstlük talep ediyor, hak, hukuk, adalet, etik ve ahlak kavramlarını dilimizden düşürmüyoruz. İnsan olmanın ilk ve ana temel kuralını yerine getirmeden, bu kuralın bizim lehimize işlemesini bekliyor ve maalesef hiç anlamadığımız, kendimizin dahi uygulamadığı diğer bu ikincil kavramlar üzerine ahkam kesiyoruz. Bakın esas cahillik budur, cahillik eğitimle bir nebze giderilebilir, ama gerisi bizlere kalmıştır. 

Dindar olmak veya kültürlü olmak bizi daha fazla insan veya daha erdemli kılmaz, sadece daha fazla dindar veya daha fazla kültürlü kılar.  Dindarlık, kültür, eğitim, zeka, insanı değerler arasında değildir. Önce o çok övündüğümüz insanlık türünün gereklerini yerine getirerek, insan olmayı öğrenelim.

Yetenek

Gelelim diğer konuya, her gün, "ben bilime ve maddeye inanırım" diyerek kendini daha zeki ve "aydınlanmış" zanneden bir çok kişi ile karşılaşıyorum. Hep söylerim, cahil bir insanı eğitmek kolaydır, ama eğitimli bir cahili yönlendirmek, işte bakın bu çok zordur.

Bu kişiler ben kendilerine "enerji terapisti" olduğumu ifade ettiğimde, "bu işin dayanağı nedir" gibi bir soruyu sorarlar. Ben de sorunun cevap bulma niyetiyle sorulduğunu düşünerek, bu kişileri özellikle Nikola Tesla, David Bohm ve Carl Sagan gibi bilim adamlarının makale ve kitaplarına yönlendiririm. Gerçekten cevap bulma niyetinde olan kişi, bu kaynaklara yönlenen kişidir, ama bana bu soruyu defalarca soran kişileri gördüğümde sorunun "muhalefet olma" amacıyla sorulduğunu, soruyu sormuş olmak için sorduklarını da anlarım. 

"Ben maddeye ve gördüğüme inanırım, ben bilime inanırım" diyen kişiye, madde nedir? evren nasıl oluşmuştur? gibi en basit soruları sorduğunuzda, biraz konuyla ilgilenen kişi size atomlardan, büyük patlamadan bahsedecektir. Bir tık ileri gidip, atomu parçaladığında içinde ne var diye sorduğunuzda, kişi sizin suratınıza boş boş bakıyor ise, kendi hücresinin özü ile her şeyin özünün atom ve atomun içindeki saf enerji olduğunu henüz hiç duymamış ise, gördüğüne ve makinelerine inanan bu kişi, insanın görüş skalasının ne kadar dar olduğunu bilmiyor, makinelerinin 25 sene sonra değişeceğini ve dolayısıyla inancının da değişeceğini farkedemiyor ise, bu kişi inandığı şey hakkında esasında zerre bilgisi olmayan eğitimli bir cahil olduğunu size kanıtlamış demektir.

Bilimi takip ettiğini söyleyen kişiye Tesla kimdir diye sorduğunuzda, size ampülü bulmuştur diyorsa, E=mc2 dediğinizde, bu formülün sadece fizik kimya problemlerinde kullanıldığını düşünüyorsa, Pi sayısını da benzer şekilde sadece geometride kullanıyor ise, içinde yaşadığı dünya ve canlıların varlığını Büyük Patlama ile bağlayamıyorsa, maddeye bu kadar inandığını belirten kişi, maddenin özü ile insanın özünün aynı olduğunu keşfedememişse, bu kişi arkadaşlar bilime dair de esasen hiçbir şey bilmiyor demektir, isterse Harvard'tan, Oxford'tan mezun olsun. 

Geçenlerde, yine övünerek kendisinin bilim insanı olduğunu söyleyen ama ruha inanmadığını belirten bir kişiyle karşılaştım. Bundan daha komik bir açıklama olamaz. Bilim hakkında ufak bir bilginiz var ise, insanın bedeninden yayılan ölçümlenebilir bir enerji olduğunu biliyorsunuz demektir, bilim hakkında yine temel bir bilginiz var ise, enerjinin yok olmadığını da biliyorsunuz demektir, peki ölüm anında gerçekten ölen ne? Bedeniniz mi? Peki enerjinize ne oluyor? Ölmediğini biliyorsunuz? Bir şeye mi dönüşüyor, yoksa siz bedeninizden ibaret değil misiniz? Yoksa ölüm gerçek değil mi? Bakın bildiğim tek bir temel bilgiyle hayat ve ölüme dair birçok soruyu sorabiliyorum, bunların cevaplarını bilmeniz gerekmez, zaten varmanız gereken nokta da budur, ruh yoktur, ölümden sonra hayat yoktur sadece bilim vardır demeden önce, "BİLMİYORUM" deme erdemini ve alçakgönüllüğünü gösterebilmeniz gerekir. Bilimin amacı da bu bilinmeyenlere bir cevap bulmaktır. 

Dolayısıyla, bugün bilim insanı olduğunu ifade eden bir çok uzman kişi, esasında bilimin temel öğelerini bilmeyen, okumayan araştırmayan, ve gelişimin esas unsuru olan soru sormayı bilmeyen kişilerdir. E ne oldu okuduğumuz 10 senelik fakülteler? Çöp oldu arkadaşlar. 

Bilim enerjiyle ilgilenen daldır, kişisel gelişim ve felsefe bu bilgileri günlük hayata kanalize etmenin yollarını öğreten düşünce öğretilerinin bütünüdür. Bu dallar birbiriyle çatışmaz, birbirini devamlı besler.  Bunu anlamanız için her iki dalla ilgili de bir bilgi dağarcığınızın olması gereklidir. Bu yoksa elbette ki, ampulü bulan adamın, esasında en büyük kişisel gelişim üstadlarından biri olduğunu bilemezsiniz. 

"Bilmiyorum" demek cahillik değildir, bilmeden konuşmak, işte esas cahillik budur. 

Bu nedenle, ben cahilliğin çok da eğitimle alakalı olduğunu düşünmüyorum, elbette eğitim şart bunu tartışmayalım bile, ama eğitim cahilliğimizi giderecek tek araç değildir, bu araçlardan bir tanesidir. Sadece eğitimli olmamız, cahil olmadığımız anlamına gelmez. Zeka bizlere doğuştan bahsedilmiştir, kullanmadığımız zekamız bizi aptal kılar. Bugün çok zeki olup da hayatında tek bir akıllı hamle yapmamış, tek bir akıllı soru sormamış, bir dolu aptal insanla karşılaşıyorum. 

Aptallık şahsi bir seçimdir.

Bir gram zekanız da olsa,  hatta zeka geriliğiniz dahi olsa, var olan zekanızı işlevsel şekilde kullanabilmeniz, sizi bir çok insandan daha akıllı kılar. Dolayısıyla zekamızla faydalı bir şeyler yapmıyorsak, biz de herkes kadar aptalız.

Hayatta tek bir yetimi geliştirebilecek olsaydım, bu soru sorma yeteneğim olurdu, hayatta tek bir erdeme sahip olabilecek olsaydım bu, bana yapılmasını istemediğim şeyleri, başkasına yapmamak olurdu. 

Sadece bu iki temel beceri üzerinde çalışmanız dahi, bir çok insandan daha kültürlü, daha erdemli, daha başarılı, daha akıllı ve daha iyi bir insan olmanızı sağlar.

Sevgilerimle

29 Ocak 2017 Pazar

Hayata Dair Tavsiyeler -1-




1. Uyuyun; size kaç saat uyumanız gerektiğini herhangi bir uzmandan ziyade, bırakın bedeniniz söylesin. Bedeniniz ve ruhunuzun kimi zaman 9-10 saat uyumaya ihtiyacı olabilir; kimi zaman ise 4-5 saat uykunun dahi size yeterli geldiğini göreceksiniz. 

2. Uyumadan yarım saat önce, gündemle ilgili hiçbir şey okumayın, seyretmeyin, uykudan önce yaptığınız her aktivite uykunuzun ve rüyalarınızın kalitesini belirler. Uyku seviyesine yaklaşmış zihin, her türlü veriyi bilinçaltına sünger gibi emerek kaydeden bir araca dönüşür. Benim tercihim, uyumadan önce, gerçekleştirmek istediğim bir olayın resmini zihnimde imgelemek ve seyretmekten yanadır. Çekim Yasasını en etkin kullanabileceğiniz en etkili saatler de yine uyku öncesi (ve uyandıktan hemen sonraki) saatlerdir.

3. "Multi-tasking" yani aynı anda bir çok işi yapabilme yeteneği size faydadan çok zarar getirir. Bir durum, kişi,olay veya hedefe ne kadar odağınızı ve enerjinizi verirseniz, geri dönüşünü de o oranda alırsınız. Bu evrensel kanunundur. Enerjinizin tamamını tek bir amaca yönlendirin, o amaç gerçekleştikten sonra diğer bir hedefinize yönlenin. Aynı anda birden fazla işle uğraşmanız, enerjinizin bölünmesine neden olur, geri dönüşünü de bu bölünmüşlüğe uygun olarak alırsınız, kimi zaman ise, hiçbir dönüş alamazsınız. Başta çekim yasası olmak üzere, bir çok tekniğin "işe yaramaması", odağınızın o amaçla ilgili zayıf kalmış olmasından ileri gelir. 

4. Şeker ve alkol tüketmemeye çalışın. Bedene zarar veren tüm maddeler arasında, şeker ve alkol en tehlikeli olandır, şekerin ve alkolün fiziksel beden ve enerji bedenine hiçbir faydası olmadığı gibi, zararı vardır.  Dondurmanın, çikolatanın hatta gereğinden fazla meyve yemenin (meyve de şeker ihtiva eder) dahi size bir faydası olmaz.  Kanser hücreleri EN FAZLA şekerden beslenir. Şekeri tamamen kesin. Alkolü azaltın. Günde 7 adet sigaradan fazla sigara içmemeye çalışın. Sigaranın zararı sayısı ile doğru orantılıdır, günde 3-5 sigara size kalıcı hasar vermez, hatta bu sayıda içtiğiniz sigaranın beyne yararları da olduğu saptanmıştır (nikotinin alzheimer hastalığına yakalanma riskini azalttığı bilimsel bir gerçektir),  ancak bu sayı arttıkça sigaranın da kalıcı hatta hayatsal zararlarını görmeye başlarsınız. Sigarayı bırakamıyor veya azaltamıyorsanız, endüstriyel paket sigaralar yerine, saf tütün içmeniz sizin için daha az zararlı olacaktır. 

5. Her bağımlılık yaratan maddede olduğu gibi, günde 1 paket sigara içerken, ertesi gün bırakma kararı alarak bir anda sigarayı bırakmayın. Bu damar yapınızda bir takım yan etkilere sebep olabilir. Sigarayı azaltarak bırakın, vücudunuza adapte olması için zaman tanıyın. 

6. İçerisinde florür olan diş macunlarını kullanmayın, florür 6.çakranızı (üçüncü göz) bloke eden ve hiç bir yararı olmayan zehirli bir maddedir.  İngiliz bikarbonatını suya karıştırarak, suyunuzu alkali hale getirin, alkali su beden PH dengesini sağlar, kanser gibi bir çok hastalık ise asidik ortamda var olur. 

7. Sadece acıktığınızda yemek yiyin, doyduğunuzda ise yemeği bırakın. İnsan bedeni size ne zaman acıktığını ve ne zaman doyduğunu belirten sinyaller göndermektedir, bu sinyalleri bertaraf ederek, size 3 öğün yemek yenmesi gerektiği söylendiği için, acıkmamanıza rağmen o öğünü yemeyin. Bir hafta bedeninizden gelen bu sinyalleri takip edin, beden senelerce en az 3 öğün yemek yemeye alıştığı için acıkmamasına rağmen size öğün saatini acıkmışcasına bildirecektir. Bu bildiriler sanal bildirilerdir, bir hafta boyunca bedeninizi dinleyerek gerçekten ne kadar yemeğe ihtiyacınız olduğunu anlayabilirsiniz. Size kilo aldıran yemeğe karşı olan bu geleneksel ve duygusal yaklaşımınızdır.  -Yemek yemek hem fiziksel bedeni hem de enerji bedenini yorar, esas olan, uzakdoğulu bilgelerin yaptığı gibi bedene sadece ihtiyacı olan minimum oranda vefakat besin değeri çok kaliteli olan besini vermektir, bu şekilde çok daha zinde ve enerjik hissedersiniz. Elbette bunu ilk zamanlar yapmanız mümkün olmayacaktır, ama zaman içerisinde, bedenin gerçekten de çok az bir miktar kaliteli besinle "memnun" olduğunu farkedeceksiniz. 

8. Et yemeyi azaltın. Duyguları olan her canlı, acıyı, mutsuzluğu, öfkeyi, korkuyu ve nice duyguları enerji bedeninde barındırır. Malesef yediğimiz her et, öldürülen bir hayvanın tüm korkusunu, endişesini, acısını da elektromanyetik alanında barındırır, her et yediğinizde bu olumsuz duyguları olduğu gibi enerji bedeninize alırsınız. Et yemeyi azaltamıyorsanız, gidin doğal ortamında etini yediğiniz hayvanlarla iletişim kurun, onların da sizler gibi sevgi dolu, duyguları olan canlılar olduğunu farkettiğinizde, artık et yerken ikinci kere düşüneceğinize eminim.

9. Kendinizi mutsuz veya hasta hissettiğinizde, kendinize sormanız gereken ilk soru "ben neden böyle hissediyorum?" sorusudur, ikinci soru "bu durumu nasıl dönüştürebilirim?" sorusudur. Eğer kendinizde bu durumu değiştirecek gücü bulamıyorsanız, durumunuzla savaşmayın. Bedeniniz ve ruhunuz size bir şeyler anlatmaya çalışıyor, bu öğretiyi anlamanın en iyi yolu, akışa teslim olmaktır, bırakın tüm mutsuzluğunuz ruhunuzdan akıp gitsin, böyle bir durumda düşünmeden aksiyon almaktansa, kendinize sakin, sessiz bir ortam yaratıp, kendinize zaman tanımanız en hızlı şekilde yeniden ayağa kalkmanızı sağlayacaktır. Beden ve ruh otomatik olarak sağlıklı ve mutlu olmak yönünde programlanmıştır, zaman içerisinde kendinizi nasıl yenileyebileceğiniz bilgisini mutlaka güdüsel ve sezgisel olarak edinirsiniz.

10. Hayata dair yaptığınız yeni seçimler, daha önce bu seçimleri hiç deneyimlememiş olmanız sebebiyle, beraberinde, en başlarda bir takım zorlukları da getirecektir. Bu zorluklar, sadece siz yeni seçiminize adapte olana kadar kendini gösterecek ardından da azalarak kolaylığa dönüşecektir. İşin zorluk kısmını bertaraf ederek doğrudan kolaylık aşamasına atlamak istediğinizi biliyorum, ancak bu canlıların doğasına aykırıdır, ancak canlılar bu zorlukları kolaylığa dönüştürmek üzere "adaptasyon" kabiliyetine sahiptir. Bir zorluğun kolaylığa ne kadar hızlı dönüştüğü sizin adaptasyon kabiliyetinize bağlıdır, esasen bizim "zor" olarak adlandırdığımız hiçbir şey "zor" değildir. Bu bizim yeni koşulları etiketleme biçimimizdir, başladığınız yeni bir şey, her ne olursa olsun 3 hafta sonra artık "zor" olarak etiketlenmeyecektir. Bu da göstermektedir ki, bizlerin "zor" olarak etiketlediği hiçbir şey özünde zor veya kolay değildir. Bu bizim yenilikleri algılayış biçimimizdir. Yeni bir şeye dair yaptığınız her ön hazırlık ve bilgi edinme çalışması adaptasyon sürecinizi hızlandırır. 

Sevgilerimle

27 Ocak 2017 Cuma

Why Should You Get Advice From Coaches?



Life Coach, Relationship Coach, Career Coach, some think that these are new non-sense, new age business models which are provided by people who have no relevant background or expertise in the field. 

Nothing can be further from the truth.

Although I agree that there are indeed incompetent people who are acting like professionals, one should remember that, this is not happening in the personal development area only, we meet these kind of people in every corner of our lives and in every career field.

The main reason why people think that "coaching" is non-sense is because they do not know what is happening in a coaching session and they can't possibly know as there is something called "client confidentiality". Furthermore, no person will ever tell you honestly and transparently what she has been going through in her relationship or career. No person will ever tell you that her situation is so dire that they need professional help. Most get professional help without telling anybody about it. Afterall who would want anybody to know that she wants to kill her boss, she is penniless, she hates every bit of her job and in the first instance she will run away, this would mean declaring to the whole world that she is an incompetent, desperate person (of course that is not true, but this is how most will perceive you once you talk about these things, they will sympathize with you, they will pity you but just a few will help). No sound-minded person would ever let the word spread out. And people getting help from professionals are the ones with a sound-mind.

So you see, you will not know any significant details about what is actually going on in a coaching session unless you are in one. 

Let me tell you give you a general background about a standard career coaching session.

There are two types of main business models, you either become a freelancer, or an employee in a firm. 

First, you have to determine the right model for yourself.  You have to figure out which model fits your personality, and nature the best. 

Some can't cope with hierarchy, co-workers, competition, pressure, management, fixed salary, the routine office work and so on. So no matter which company they choose, eventually around 2.5 years, they will get bored and will escape to another company only to go through the same pattern every 2.5 years or so, and some others, they will settle for the same job for 25 years, and will never get rich and try to live their lives in their annual leaves only. These types of people will always be unhappy employees settling for a standard ordinary life far away from their dreams.

Some can't cope with the hardships of developing a business, dealing with finances, finding clients, managing teams, taking initiatives, this is too overwhelming and too assertive for them, what they would like to do is only the "work" they are assigned to. Some people are worrisome types and they cannot feel in peace without knowing what they will earn the next month. These types cannot be successful freelancers. 

So even from the very beginning, you have to know who you really are, and which path is the best path for you. Who can tell you or figure out who you really are? Your friends, your family, your co-workers? No, this can only be done by YOU and a professional therapist will help you on the task. Your social circle will only know about you, to the extend how much you prefer to show your true self to them. How many of us can dare to go naked before a friend, a family, a lover, a co-worker? They will only reflect you back what you have been exposing to them. But it is much easier to show your true colors to a professional whom you know will not judge you or give you biased advices as you do not have any emotional links with them. Plus, even if you try to hide yourself, a therapist will figure out what you have been hiding from her. This is a one-way road, at the end of which you will definitely know your true identity, your strengths and weaknesses.

Second, you have to know the nature of people in order to make a brand out of yourself. Yes you, yourself have to be a brand if you would like to "sell" yourself to the outer world and get the recognition you deserve. People will only buy a brand, if they find something attractive about that brand. 

Do you know anything about the shopping trends of people? Do you know anything about the psychological factors which deeply affect the relationship between people? Do you know anything about how the ego works? Business means, "ego", you have to feed the ego of the people, you have to make compromises, you have to keep your calm against the pumped-up egos.  Do you know anything about the behavioral patterns? How do you plan to climb up the stairs in your company without decoding the behavioral patterns of your bosses, managers or co-workers? How do you plan to establish and grow a network of diversity without getting to know different profiles?

Without getting deep in human psychology, you will not get far in your business whether as a freelancer or an employee. How can you learn about them? Yes you guessed it correctly, from an expert.

Third, people think that all relationships are similar in nature, whether it be a business relationship or a private relationship. Nothing can be further away from the truth! Your social and love relationships are based on mutual love ( at least this is the way it is supposed to be) whereas your business relationships are based solely on "benefit".  A business, no matter how they claim that they value their people,  has one goal in mind, and it is to earn and expand while gaining profit. A company will give value to their people as long as these people ensure the company's profit. There is nothing bad or unethical about this strategy,  if you think about it, it is just an exchange, you make the business grow profit, the business pays you back as salary. The problem is that the companies act profesionally whereas the people grow emotional bonds with their jobs, act emotionally  and feel rejected or betrayed if the company no longer wants to serve to them. 

On the other hand, no healthy private relationship ever focuses on gaining a monetary benefit from the other. Thus, you cannot manage a business relationship, with the same methods you use with your family, friends or lovers. 

A person who does not know how to manage a relationship which is based solely on benefit will struggle and get her heart broken during the process, and that is what happens every day especially with young people who have high hopes about their future career. 

So you have two options, live and learn and struggle along the way, or get help from those who are experts in the field, and spare yourself from the extra pain.

This is a life and death matter, as you what you do as work defines the way you live and die.

Thus, before you jump into any assumptions why you should not get help from an expert, think about why you should.

With love & light
Irem

Kariyer Koçluğu Neden Gerekli?



Yaşam Koçluğu, Kariyer Koçluğu, İlişki Koçluğu son yıllarda "türeyen" ve bir çok kişi tarafından içeriği, dayanağı, altyapısı olmayan "boş" çalışmalar olarak nitelendirilmekte, bunun esas sebebi ise bu çalışmalarda tam olarak ne yapıldığının danışanlar ve koçlar tarafından paylaşılmaması.

Öncelikle şunu belirtmek isterim, bu çalışmaların her birinde kişi, danışmana "özel" problemlerini, ve genellikle de kimseye açmadığı problemlerini iletmekte ve bu problemler karşısında hangi strateji ile ilerlemesinin en uygun olacağını saptamaya çalışmaktadır.

Bu nedenle bu hizmetlerden faydalanan hiçbir kimse, size bu gibi çalışmaların içeriğinden bahsetmeyecektir, içerikten bahsedilmesi demek, kişinin sırlarının ifşa edilmesi anlamına geldiği ve kişinin bu alanda "problem" yaşadığına yönelik bir emare teşkil ettiği için, kişinin böyle bir destek aldığını söylemiyor olması bile son derece doğaldır ve çoğu zaman da gereklidir.

Bu nedenle bugüne dek, bir yaşam koçundan destek aldığını bildiğiniz bir kimse ile konuyu detaylı olarak konuştuğunuza inansanız dahi, bu genellikle doğru değildir, hiçbir kimse size, müdürü ile olan özel ilişkisini, sevgilisi veya eşi olan en derin problemlerini, ilişkiler karşısındaki gerçek hissiyatı gibi durumları olduğu gibi ve şeffaf olarak yansıtmayacaktır (burada çok yakın arkadaşları muaf tutuyorum ki bu gibi durumlarda dahi kişi kendisini tamamiyle karşısındaki açamayabilir). 

Bu yazımda, kariyer koçluğu gibi bir çalışmanın neden gerekli olduğu ve ne gibi konuları irdelediğini genel hatlarıyla paylaşmak isterim.

Avukat ve arabulucu tabanlı olmam sebebiyle, yöneticilik becerileri, liderlik becerileri, empati, temel psikoloji, çalışma ve iş psikolojisi alanlarında eğitim alan biri olarak gerek mesleğimin sağladığı durumlar gerekse bu eğitimler neticesinde, kurumsal hayatın dengelerini, işleyişini, düzenini, gölge yönetimleri, çalışan-işveren anlaşmazlıklarını incelemek ve düzenlemekle birlikte,  yok edici ve yaratıcı rekabet ve mobbing gibi konular üzerinde çalışma fırsatı elde ettim.

Bu çalışma ve tecrübelerim neticesinde, genellikle bir beyaz yakanın, kurumsal sistemin gerçek işleyişine dair hiç bir fikri olmadığına, sadece kendisine işyeri tarafından empoze edilen fikirleri benimsediğine ve bunun neticesinde de yıprandığına ve çalışmalarının karşılığını alamadığını düşünerek "köle" hissiyatına girmelerine her gün şahit oluyorum. 

Bunun esas sebebi, şirketlerin hepsinin berbat yerler olması değil, bunun sebebi sizin muhatabınızı tanımamanız, doğru anlamamanız ve bu nedenle de beklenti ve davranış modellerinizi de doğru olarak belirleyememenizdir. Herhangi bir ilişkiyi ele alalım, muhatabanızı doğru tanımadığınız hiçbir ilişkide muhatabınızla etkili bir iletişim kuramazsınız, bu şirketinizle olan ilişkiniz için de geçerli.

Bir iş yerinin tek bir amacı vardır; kazanmak ve kazanarak büyümek. 

Bu amaç uğruna da gereken her türlü aracı iş yeri bünyesine katacaktır, bunun ilk adımı doğru çalışan profilini elde etmektir. Siz iş yeri için duyguları olan şahsına münhasır bir "insan" değil bir "araçsınız", bunda üzülecek gocunacak bir durum da yoktur, iş yeriniz de sizin için bir aile üyesi değil, kendi kazancınız ve kazanarak büyümeniz için gereken bir araçtır. 

Kısacası ilk olarak anlaşılması gereken işyeri ile ilişkinizin herhangi bir duygusal öğe barındırmadığı ve özel ilişkiler ile hiçbir şekilde benzeşmediğidir. Türk toplumu özellikle duyguları ile hareket eden bir toplumdur, ve şirketleri ile de tıpkı aileleri ile olduğu gibi duygusal bir bağ kurmaya çalışırlar, davranış modelleri bu yönde gelişir ve dolayısıyla beklentileri de bu yönde gelişir, işte hayal kırıklığı da bu nedenle meydana gelir.

Oysa ki şirketiniz, aile şirketi olsa dahi, sizin aileniz değildir, bu iki ilişki modelini birbirine karıştıramaz ve sentezleyemezsiniz, zira özel ilişkilerinizde çıkar öğesi ortada yokken, şirket ilişkilerinde daima tek bir odak vardır, şirketin "çıkarı", "karı", "yükselişi" siz de bu odağı yerine getiren bir araç olarak maaş olarak payınızı alırsınız. Bu karşılıklı bir anlaşmadır ve oldukça belirgin çizgileri vardır. Taraflardan herhangi birisi, üstüne düşeni yerine getirmez ise, ilişki sona ermek durumunda kalır.

Size üstüne basa basa söylenen "biz bir aileyiz, sizi seviyoruz, düşünüyoruz" gibi sözler, zaman içerisinde ekmeğinizi kazandığınız bu kuruma karşı duygusal bir bağ geliştirmenize, ve sadık olmanıza yarar - taa ki kişinin herhangi bir sebepten performansı düşene veya daha iyi bir aday gelene kadar. Zaten tüm çatlaklar da bundan dolayı meydana gelir, kişi ihanete uğramış hisseder. Oysa ortada ihanet vs. yoktur, siz burada karşılıklı olarak bir iş yapıyorsunuz, hiçbir zaman aile olmadınız, her iki taraf da çıkarı için bir işbirliği içerisindeler. Bu profesyonel bakış açısıdır. Dostluk ve iş daima BAŞKADIR.

Bu modelin aile modeli ile uzaktan yakından ilgisi olamaz! Öncelikle anlaşılması gereken konu budur. 

Sadece internette yarım saatinizi ayırarak, bugün önemli şirketlerin CEO'ların özgeçmişlerinden, bu kişilerin ilk girdikleri şirketin CEO'su olmadıklarını, bu konuma başka kurumları basamak olarak kullanarak geldiklerini görebilirsiniz. Çocukluğundan itibaren aynı şirkette çalışan bir kimsenin belli bir sene sonra CEO'luk mertebesine yükseldiğini pek göremezsiniz. Sadece bu istatistiki bilgi bile, kariyerinizde yükselmek için duygularınızı değil, aklınızı kullanmanız gerektiğine dair çok iyi bir işarettir.

İşte bu nedenlerle, danıştığınız kişinin sistemi bilen vefakat sistemin içinden olmayan ve şirket veya sizin kariyerinizle ilgili herhangi bir ÇIKAR BAĞI olmayan bir kişi olması esastır.

Kimi zaman ise, gerçekten sevdiğimiz işi yapabilmek adına kendi işimizi kurmak isteriz, ama özellikle uzun yıllar bağlı olarak çalışan bir kimsenin, nereden başlayacağı konusunda kafa karışıklığı yaşaması normaldir. Bağımsız çalışmak ile bağlı çalışmak arasında iş düzeni anlamında çok büyük farklar vardır, her iki tip iş modelini gerçekleştirmiş biri olarak, bağımsız çalışmanın da, hem avantajları hem de dezavantajları olduğunu söylemeliyim. Burada önemli olan, sizin karakteriniz ve hayallerinizin hangi iş modeline daha uygun olduğunu belirlemektir. 

Bakın, bu nokta çok önemlidir, kimi kişilerin karakteri, sıfırdan iş yaratmak, işi yönetmek, iş getirmek ve işi geliştirmek gibi detay içeren konularla ilgilenmeye müsait değildir, bu kişiler işin yönetimsel, finansal  ve idari kısımlarından ziyade sadece gelen işi en iyi şekilde yapmak konusunda usta olabilirler, geri kalan detaylarla ilgilenmek onlara zor gelir. Böyle bir kimsenin, bağımsız çalışmak konusundaki hevesi ise bu gerçeklerle karşılaştığı zaman kırılır. Bu nedenle hangi tip iş modelinde karar kılarsanız kılın, karakteriniz ve iş yapış biçiminizin o modele uygun olması ve bu modellerin size ne getirip, sizlerden ne götüreceğini, ne gibi zorluklar ve güzelliklerle karşılaşacağınızı öngörmeniz ve kendinizi ruhen, zihnen ve bedenen olabileceklere karşı hazırlamanız gerekir, aksi takdirde karşılaştığınız ilk zorlukta büyük hayal kırıklıkları yaşamanız ve pes etmeniz çok olasıdır. 

Peki tüm bunlar yeterli mi? Sadece iş modellerinin nasıl işlediğini ve iç dengelerin nasıl korunduğunu bilmeniz de yetmez, müdürleriniz, iş arkadaşlarınız, akranlarınız, ortaklarınız... bu kişilerin her biri sizinle aynı yolda, ve aynı hedefe doğru yürümektedir, ancak özellikle kurumsal iş modellerinde en üst noktaya ulaşabilecek bir iki kişi olduğu aşikardır. 

İnsanlarla düzgün ve ılımlı bir ilişki kuramadığınız hiç bir ortamda yükselemezsiniz, kişisel olarak bir marka olmadığınız takdirde kendinizi kimseye farkettiremezsiniz. Marka olmak demek, kişiler üzerinde belli bir imaj ve etkiyi bırakmak demektir, bu da karşınızdaki insan profillerini, bilinçüstü, bilinçaltı, ego gibi unsurları çok iyi bilmenizi, tanımanızı ve yönetebilmenizi gerektirir. Böyle bir eğitimi ise sadece ve sadece bir noktaya kadar psikologlardan, kişisel gelişim öğretmenlerinden ve ağırlıklı olarak kariyer koçlarından edinebilirsiniz.

Bugün üniversiteden yeni mezun olmuş, uzmanlık gerektiren mesleklere yönlenen idealist, hayalleri ve umutları olan bir çok gençle karşılaşıyorum ve kariyer hayatım boyunca da karşılaştım, bu gençlerin ilk 3 sene içinde hayalleri o derece kırılıyor ki, bir çoğu okuduğu mesleği bırakıp başka bir mesleğe yönleniyor. Bu kişilere kariyer günlerinde şirketler o kadar güzel bir pazarlama çalışması uyguluyorlar ki, gençlerimiz, kendilerine anlatılanları malesef "gerçek" sanıyor, ve esas gerçekleri yaşayarak öğrenmek durumunda kalıyorlar. Bu gençler daha sonra, yine üniversitelere giderek, marka konferansları vb. etkinliklere katılarak şirketleri adına mükemmel bir güler yüzle aynı pazarlama sürecini devam ettirirler, oysa ki bugün ben çok iyi biliyorum ki, o güler yüzüyle çıkıp, pr çalışması yapan kişi, kendi hayatında her gün sıkıntı ve baskı altında yaşamaktadır. Bu düzen de bu şekilde devam etmektedir.

Kariyer koçluğunu ben özellikle 20-35 yaş arası genç erişkin gruba tavsiye ediyorum, özellikle gençlerimizin nasıl bir sistem içerisine girdiklerini tüm hatları ile öğrenmeleri, naif ve duygusal bir şekilde hareket ederek kırılmak ve yıpranmaktansa, karşılaşacakları zorlukları ve bu zorlukların üstesinden nasıl gelebileceklerini göstermek çok daha gerçekçi ve faydalı bir yaklaşım olacaktır. Hayatında bu denli çıkar odaklı hiç bir ilişkiye girmemiş genç insan veya genç erişkin, içine girdiği dünyada bocalayacaktır, ve bu olaylara hazırlıklı olmadığı için pes etme eğilimine girecek veya "köle" gibi hissetmeye devam edecektir, bugün her gün olan olay da budur. 

Bağımsız çalışmak veya kurumsal hayatta yükselmek...ikisinin de avantajları ve dezavantajları var, ve bu şahsi bir seçimdir, ancak kurumsal hayatta yükselmek niyetinde olan kişi, ancak bunu, kuralları ve insan profillerini çok iyi tanımlayabilerek başarabilecek kişidir, bunun için çocuklarınıza ve yakınlarınıza "akıl hocalığı" yapacak abla ve ağabeyleri önerdiğinizi biliyorum, ancak genç insan, bu abla ve ağabeyler, amcalar ve teyzeler ile paylaşımda bulunurken, arada duygusal bir bağ olması, bu diyalogların da yine objektif bir çerçevede gerçekleşememesine neden olur.

Örneğin, kendimi ele alacak olursam, benim hukuk kariyerine girmek gibi bir hedefim hiç bir zaman olmadı, bu alanda aile büyükleri tarafından yönlendirildim, ve bu yönlendirmenin içerisinde hukuk kariyerinin "garanti yüksek gelir, her zaman değeri olan bir meslek" gibi getirileri olacağı belirtildi, ancak bu işin olumsuz taraflarını ancak yaşayarak öğrenmek durumunda kaldım, akranlarımın her biri de aynı zorlu yollardan türlü hayal kırıklıklarını yaşayarak bugünlere geldi, içimizden sadece 5-10 kişi bu işi severek yaptığına kanaat getirdi, geri kalanları ise, sadece tek yapabildikleri ve bildikleri işin bu olması nedeniyle, sevmeyerek de olsa hayatlarını kazanmak için bu yola devam ettiler, ikincil yetenekleri olanlar ise kariyerlerini değiştirdiler. Tüm bu süreç 10-12 sene içerisinde meydana geldi. Bakın, eğer bizler, zamanında karakterlerimize, yeteneklerimize, doğamıza uygun olan alana veya iş modeline yönlendirilmiş olsaydık, bize yapılan yönlendirmeler "gelecek ve para kaygısı" endişesi ile yapılmamış olsaydı, bugün 30 yaşında, "yeniden başlamak" zorunda kalmazdık. Kimilerimiz ise artık bunun için çok geç olduğunu düşünüyor, elbette ben bu düşünceye de katılmıyorum. 

Bu nedenle bizim toplumumuzda, bir elin parmağını geçmeyecek sayıda gerçek sanatçı ve sporcu yer alır, ama herkes ekonomist, hukukçu, bankacı, işletmeci, mühendistir. Ama malesef bu alanlarda da ustalaşamıyor, uzmanlaşamıyoruz, nedeni basit, çünkü bizler sadece yapabildiğimiz için işimizi yapmaya devam ediyoruz, sevdiğimiz için değil. Sevmediğiniz bir meslekte lokal veya global çerçevede bir yere gelmeniz,veya isminizin duyulması imkansızdır, "zengin" olmanızdan (olamamanızdan) ise hiç bahsetmiyorum bile. Sevmediği bir işten para kazanan insan, tüm hırsını o parayı savurarak çıkarır!

Bugün örneğin, senelerce hukuk, tıp, mühendislik gibi alanlarda okumuş ve çalışan kişiye bir büyüğü, esasında bu işe uygun olmadığını ve başka bir alana yönlenmesi gerektiğini, ortada bunca emek varken, garanti bir gelir varken, tüm bunları geride bırakması gerektiğini söyleyecek cesareti bulamaz, herşeyden önce bu kişilerin, aile büyüklerine yani sizlere karşı bir sorumluluğu vardır, ve böyle bir potaya kendisini sokmak istemeyecektir. Bu nedenle lütfen, bu gibi hayati konularda bir profesyonel destek alınmasını sağlayın.

Talep ve sorularınız için fitsoulfitmind@gmail.com adresine yazabilirsiniz.

Sevgilerimle

23 Ocak 2017 Pazartesi

My Therapist Told Me To Draw a Line! So I did.



Drawing lines and setting boundaries, that is one of the most common issues which, we, therapists meet.

This advice is given due to finding out that, a person is hurting herself, or letting herself be harmed by the third parties, in disregard of her own feelings and desires. 

However, this advice is usually taken in a very wrong way. When you tell someone that she does not have personal boundaries, due to her compliant nature, the person goes on to think that she is a faulty being with no solid personality. First of all, know that this is not a "disorder". This is merely a weakness born out of the spiritual essence of the person.

The people who have hard time saying no are usually the ones with the kindest hearts, they are very giving, compassionate, lovable, loving, easy-going, joyful, beautiful spirits who know how to share, and lift the energy group which they belong to. They are perfect peace-makers, mediators and teachers by nature. They are the harmonizers. 

You see, these kind of people have very strong personality traits and they should be proud of themselves, however when they are adviced on setting boundaries, their natural reaction is to get rid of all of the nice and strong qualities which they naturally possess and they suddenly try to be a harder, stricter, non-giving person, who suddenly starts to demand things from people. But this is not them, this is not in harmony with who they are, and their social circle will react to these "mixed signals" coming from the person they have known for years. 

You cannot gain the respect of others, unless you start to respect your own nature first!

When someone tells you that you should set boundaries, it is because, this person has noticed that you are hurting yourself, or letting be harmed by others or that you are not living your own truth. It does not mean that you have no personality or that you should change your entire attitude towards people. 

I see many people, trying to "copy", the independent, strong, survivor-type people, when they get this advice, and the results are almost always disastrous, why? because you cannot lie to people, they will sense your true nature, no matter what you do or say and this happens in energy level. So no matter how much you say No! just for the sake of being able to say "No!" nobody will think that you are standing your ground, in fact, what they will think that there is something weird going on with you and that you are not yourself. And this is true, because you are actually "not yourself" when you say no, just for the sake of saying no or when you demand something from people, just to prove that you can be a demanding person just like anyone else. This is not setting boundaries, this is forcing to be someone else! It is exhausting and another form of hurting and disrespecting yourself.

When an expert tells you that, you have to set boundaries, what you should do are the following:

1. Analyse your thoughts and feelings, know yourself first. Who are you?

2. Act in accordance with your own thoughts, feelings and truth and dare to express them. 

3. Are your actions hurting yourself? Are you letting to be harmed by others because of your chosen actions? If yes, don't do that "thing" which causes harm.

And that's it.  You should not get rid of your loving and giving nature just because someone told you that you should set boundaries. You should learn to appreciate your unique nature and loving qualities and make small adjustments as such listed above and continue to be who you are.

With love and light;

Doğru Bilinen Yanlışlar -2- Terapistim Bana Sınır Çizmemi Önerdi! Artık Çok Farklı Biriyim.





Bugün, hangi alanda çalışan bir terapiste giderseniz gidin, bu bir Psikolog, bir Psikiyatr veya bir kişisel gelişim uzmanı olabilir, eğer sizin, dışarıya karşı bir "bağımlılık" geliştirdiğinizi, ruh hali, hareket ve davranışlarınızın, üçüncü kişiler tarafından yönlendirildiğini farkederse, sizinle ilgili ilk tespiti, sizin şahsi sınırlarınızın belirli olmadığı ve bu sınırların çizilmesi gerektiği yönünde olacaktır.

Bu oldukça doğru bir tespittir, benim de neredeyse tüm danışanlarımda ilk gerçekleştirdiğim tespit bu "sınır koyamama" konusu olmaktadır.

Ancak, yine gözlemlerim sonucunda, "sınır koyma" meselesinin doğru anlaşılmadığını ve doğru uygulanmadığını görmekteyim. Bu konu "affetme" konusuna benzer bir hal almış durumda. Affetme ile ilgili yazımı şu linkten okuyabilirsiniz: http://fitsoulfitmind.blogspot.com.tr/2016/10/affetmek-kolaysa-sen-affet.html

Öncelikle şunu kabul etmemiz gerekir, her insanın doğası FARKLIDIR. Kimi insanların doğası, doğduklarından itibaren daha bağımsız, daha tekil, daha benci ve kimi zaman bencil olma yönünde evrilirken, kimi insanlar ise, içinde bulundukları grup ile birlikte, ve bu gruba "bağlı" olarak evrilirler. Daha ufacıkken dahi, bebeklerin davranışları arasındaki bu gibi farkları tespit edebilirsiniz. Bu kişilerin "özü" ile ilgilidir.

Erişkin bir insanın (hatta bebeklerin dahi) doğasını 180 derece değiştirmeniz ve hatta değiştirmeye zorlamanız yıkıcı etkilere sebep olur. Kaldı ki "zorlama" ile yapılan hiçbir şey ne kalıcı olur ne de yararlı olur.

Tekil veya gruba bağlı olarak evrilen kişilerden hiç biri bir diğerinden daha "iyi" değildir. Bunu çoğu kişi, olumsuz bir özellikmiş gibi yansıtıp "düzeltmeye" çalışsa da, bu benim fikrimce yanlış ve kişiye zarar veren bir uygulamadır. Yine benzer bir şekilde, kendi kendine oynamayı, arkadaşları ile oynamaya tercih eden bir çocuğu, sosyalleşsin diye kendi alanından mahrum edip, zorla grup içerisine sokmak da akılcı bir yaklaşım değildir. Kişilerin özüne saygı duyulması gerekir.

Gruba bağlı olarak evrilen kişi, paylaşmayı bilir, koşulsuz sevgiyi bilir, yardımlaşmayı bilir, bu kişiler hem iyi hem de kötü gün dostluğunu mükemmel şekilde icra ederler, ve bundan gocunmazlar, çünkü bu onların "doğasıdır", çıkar için hareket etmezler, bu kişilerden esasında son derece iyi liderler de doğar, çünkü bu kişiler grup psikolojisini, grup dengelerini de çok iyi anlayıp, bu dengeyi korumak konusunda da artık ustalaşmışlardır. Bu kişiler aynı zamanda çalıştıkları yerlerde de diğer kişilere nazaran daha çabuk yükselirler, çünkü farklı nitelikte insanların, farklı nabızlarına, doğru şerbeti vermeyi bilirler, bunu da taktik olarak yapmazlar, bu zaten onların "doğasıdır", bu kişiler güdüsel olarak içinde bulundukları grubu "bir arada" tutmaya yönlenirler. Bu kişilerin çoğu oldukça sevecen, neşeli, ve egosu şişmemiş kişilerdir. Bu kişilerin yaptığı sporlar veya katıldıkları etkinlikler dahi grup sporları ve etkinlikleridir. Tek başlarına sıkılırlar. Bu kişilerin bekar kaldığını da göremezsiniz, tıpkı yunuslar gibi, daima yanlarında bir eşleri bulunur. Bu kişilerin hayatları daima "kolaydır" çünkü, her zor anlarında ulaşabilecekleri yetkin bir kişi onların "yakın dostları" olmuştur bile. Bu kişiler paylaşımcı doğaları nedeniyle bolluk içerisinde yaşarlar, ancak yine paylaşımcı doğaları nedeniyle paralarını elinde tutamamaları da olağandır. Ben bu öze sahip kişilerden bir dengeye kavuşmaları halinde mükemmel dünya liderleri, öğretmenler ve şifacılar çıkabileceğine inanırım.

Tekil olarak evrilen kişiler ise, tam bir "survivor" yani, tek başına her koşulda ayakta kalabilmeyi beceren, sert karakterlerdir. Hayatta kimseye ihtiyaç duymazlar, en iyi arkadaşları yine kendileridir, grup normlarını sevmezler, hatta hiç bir normu da sevmezler, kendi kurallarını koyarlar, hiyerarşiden, otoriteden, yönetilmekten hoşlanmazlar, bu kişiler en fazla ikili-üçlü arkadaş gruplarına sahip olurlar, kalabalığı sevmezler, kalabalıkta yönetilmesi gereken bir çok farklı unsur vardır ve bu kişiler "alttan almayı" da pek bilmezler. Dolayısıyla, tekil olarak evrilen kişi, grupla birlikte evrilen kişiye nazaran daha saldırgan, daha girişimci, daha yaratıcı, daha atılgan ve daha sivri karakterler olurlar. Bu özellikleri onları takipçileri olan bir lider haline de getirebilir, yalnız ve mutsuz bir kişi haline de dönüştürebilir. Kişisel gelişim ustalarının büyük bir çoğunluğu tekil olarak evrilmiş kişilerden oluşur, ancak bu kişilerin yalnız kalmamak ve öğretilerini sunmak adına kendilerini ehlileştirmeleri ve egolarını susturmaları gerekir. Bu kişiler kimseden "yardım" istemezler, isteyemezler, sorunu da çözümü de kendileri üretirler, bu onların hayatını zorlaştırdığı gibi, zihinlerini, yaratıcılıklarını ve ayakta kalma becerilerini de arttıran bir özelliktir, dolayısıyla ilk bakışta tekil bireylerin "deha" olmaya daha yatkın olduğunu düşünebilirsiniz, bu doğrudur, ancak bu dahilerin sosyal iletişim becerileri eksik kaldığı için, toplum nezdinde kendilerini göstermeleri ve hakettikleri başarıyı elde etmeleri de zordur. Bu kişilerin bir çoğu solo sporlarda mükemmel performans gösterirler, zira tek rakipleri kendileridir, ve bu rakip zorludur. Bu kişileri bir basketbol takımında göremezsiniz, çünkü takım arkadaşlarının onu aşağıya çekme riski bulunur ve bu kişi hiç bir dış unsurun kendisini aşağı çekmesi riskini hayatının hiç bir alanında almaz. Elbette doğal olarak da bu tür kişilerin, bir ilişki içerisinde uyumlu bir birey olması da nispeten zordur, hayatlarının büyük bir kısmını bekar olarak geçirirler taa ki kendileri ile uyumlanan bir eş bulana kadar. Diktatörler, bilim adamları, kaşifler, dehalar, sanatçılar genellikle bu öze sahip kişilerden çıkar ve bu kişilerin hayatları başarılarla dolu olsa da genellikle pek "keyifli" değildir.

Şimdi size sorsam, hangisini olmak istiyorsunuz diye? Farkındalığı yüksek bir bireyseniz, ben şu olmak isterim ya da bu olmak isterim gibi bir cevap vermeyeceksiniz, hatta iki profilin de güçlü yanlarını almak isteyeceksiniz. Zaten doğru yaklaşım da budur. Denge'dir.

İki grup insanın da hem güçlü hem de zayıf noktaları bulunmaktadır. Dolayısıyla birinin diğerinden daha iyi veya avantajlı olması da söz konusu değildir.  Oysa ki bir terapist bugün "sınır koy" dediğinde, insanımızın eğilimi "tekil" bir birey olmak adına kendini "zorlamak" yönünde olmaktadır. Bu zorlama oldukça yapay sonuçlara yol açar, ve aradığınız saygıyı bu şekilde elde edemezsiniz. Siz kendi özgün doğanıza saygı göstermezseniz, kimse de nasıl davranırsanız davranın size bu saygıyı göstermez.

Siz sözleriniz ve davranışlarınızla, "kurallara uygun" olarak hareket etseniz dahi karşınızdakine verdiğiniz his, enerji, titreşim bu yönde olmayacaktır, bu da sizin karşınızdakine "karmaşık" sinyaller vermenize neden olur ki, zamanla arkadaşlarınız, eşiniz, dostlarınız bu durumu yadırgamaya başlarlar.  "Bu kız/bu çocuk böyle değildi, ne oluyor?", "kafası yerinde değil herhalde" gibi tepkiler bu yapay davranış modelinin sonucudur. 

Bizlerin sizlere, "sınır koy" tavsiyesi ile amaçladığımız odağı incelemeniz gerekir, burada amaç sizi toplum nezdinde daha "karizmatik" bir birey kılmak veya sizin doğanızı değiştirmek değildir. Buradaki amaç SİZİN KENDİNİZE ZARAR VERMENİZİ, VE GÖZ GÖRE GÖRE ZARARA UĞRAMANIZI ENGELLEMEKTİR. (Tekil birey, kolay kolay dış etkenlerden zarar görmez, çünkü dış etkenlerden "uzak" bir yaşam sürmektedir, onlara verilen tavsiye ise gerektiğinde paylaşmayı ve yardım istemeyi, kalplerini yumuşatmaları gerektiğini, empati yeteneklerini geliştirmeleri gerektiğini ve hayatı bu kadar zorlu koşullarda yaşamalarına gerek olmadığını öğretmek yönündedir.)

Yukarıdaki cümleyi ne kadar büyük harflerle yazsam az kalır, bugün sevecenliği ile tanıdığımız bir çok kişi sadece bu öneri yüzünden kendilerini "ezik/ezilmiş" bir birey gibi hissetmektedir. Hayatlarını ezilerek geçirdiklerini düşünen bu bireyler, birden bire, doğalarına aykırı bir biçimde "üste çıkmaya çalışırlar" ve sivri tavırlar sergilemeye başlarlar. Bu kişi zaten size, kendisi ile ilgili özdeğer duygusunda bir zedelenme olduğu için başvururken, sizi yanlış anlaması, bu kişinin kendi doğasını daha çok sevmemesine neden olur ve bunu değiştirmek için BEYHUDE bir çabaya girer ve neticesinde, her zamankinden daha fazla kendine zarar vermiş olur, onun bu hareketlerini anlamayan sosyal çevresi ise, zamanla kişiden uzaklaşır. 

Birileri sizlere "sınır" probleminiz olduğunu söylüyorsa, bu sizin daha az incinmenizi sağlamak içindir.

Sınır koymak demek, bağımsız, bütün bir birey olmak demek, karşınızdakine içinizden gelmemesine rağmen soğuk, gizemli, anlaşılmaz tavırlar göstermek veya arkadaşlarınızdan yardım elinizi çekmeniz veya birden bire aşırı talepkar bir bireye haline gelmeniz değildir. 

Bir kere öncelikle uzman birinden bu tavsiyeyi almış iseniz, tavsiyenin amacını her zaman göz önünde bulundurun, "kendinize zarar vermemek, ve kendinize zarar verilmesini engellemek". Kısacası, sınır koymanın amacı kendinizi daha çok sevebilmek, kendinize iyi bakabilmek ve kendi isteklerinizi onurlandırmaktır. Size bu tavsiyenin neden verildiğinden tam olarak emin değilseniz, size bu tavsiyeyi verene NEYİ AMAÇLADIĞINI bir kere daha sorun, eminseniz de sorun! Bu durumu içselleştirmeniz için, size söyleneni dinlemeniz yetmez, size bu tavsiye verildiyse, size zarar verdiği tespit edilen bir durum nedeniyle verilmiştir, karşınızdakinin hangi verilerle bu tavsiyeyi vermeye yönlendiğini sorun, sorun ki kendinizi tanıyın. Bizler, bize bir uzman tavsiye verdiyse, neden, niçin diye sormadan, söyleneni doğrudan kabul etme eğilimine gireriz, ve birçok tavsiyenin de yanlış anlaşılması tam da bu nedenledir. 

Siz hala sevecen, yardımsever doğanızı koruyarak, her arandığınızda telefonlarınıza cevap vererek, kendi isteklerinizi halen ifade edebilirsiniz, eğer biri sizi incitmişse bunu ona belirtebilir, tekrarlaması halinde ise kendinizi o kişiden uzak tutabilirsiniz. Sınır koymak doğanızı değiştirmeye çalışmak değildir. Sınır koymak, kendi duygularınız, düşünceleriniz ve isteklerinize önem vermeyi öğrenmektir. Siz bugün, bir grup içerisinde, gruba uyum sağlamaktan müthiş bir memnuniyet ve haz duyuyor olabilirsiniz, bunda kusurlu veya "ezik" hissedeceğiniz hiç bir durum yoktur, ama siz bugün bir gruba uyacağım diye kendi ilke, duygu ve düşüncelerinize aykırı hareket ediyorsanız, konuşmak isterken susuyorsanız işte ancak bu durum "kusurlu" bir duruma işaret eder, çünkü bu durumda kişi artık kendine "zarar" vermektedir.

Böyle bir tavsiye almışsanız, sormanız gereken sorular sadece şunlardır "yapmayı düşündüğüm bu hareket, bana zarar verir mi?", "ben şu an bu konuda ne hissediyorum? ben ne yapmak istiyorum?". Ancak grup içinde evrilen kişi, kendi duygularını ve isteklerini analiz etmek için yeterli vakti kendine tanımaz, karmaşası da bu yüzdendir, esasında bu kişilere "sınır koy" denilirken, yapılması istenen, kendi duygu ve isteklerini analiz edip, bu doğrultuda hareket etmeyi becerebilmeleridir. Ancak benim gözlemlerim, bu kişilerin bu analizi yapmaksızın, kitap kurallarını okurmuşcasına tekil insanı "taklit" ettiklerini göstermektedir. Burada sizden istenen sizin "değişmeniz" değil, kendinizi tanımanızdır. 

Ruhsal gelişime niyet ettiyseniz, öncelikle kendi doğanızı sevmeyi öğrenmelisiniz, size bu yazıda sadece iki insan profilini tarif ettim, ancak insan profilleri rakamlarla, şemalarla, sistemlerle, kutucuklarla, renklerle ifade edilemeyecek kadar çoğuldur. Bir çok kişinin aksi yönde düşündüğünü biliyorum, hatta insan profillerini gerçekten de 4 renkli kutuya sığdıran liderlik eğitimleri olduğunu da biliyorum, ben de bu eğitimlerden birini tamamladım. Bunun sonucunda olanları da gördüm, eğitimi alan 250 kişinin birbirlerine yargılayıcı bir tavırla, "ay bu sarı kutu duygusal zekası yok", "ay bu yeşil kutu çok hassas", "ay bu kırmızı kutu agresif" gibi etiketlemelerde bulunduklarını da gördüm. 

Bu nedenle bir bireyi bir "kutuya" yerleştirmeye çalışmanın doğru bir yaklaşım olduğunu düşünmüyorum. Yine aynı nedenle de ben tekil mi evrildim yoksa grupla mı diye oturup saatlerce düşünmenize de gerek yok. Bu durum kişiler arası ayrımcılığa, etiketlemeye, rekabete ve özentiye yol açar ve yıkıcıdır. Her insan profili farklıdır, ancak görmeniz gereken her profilin güçlü yönleri olduğu kadar zayıf yönleri de olduğudur.

Kendinizi kategorize etmeyin, güçlü ve zayıf yönlerinizi keşfedin!

Size hangi uzman tarafından ne tavsiye verilirse verilsin, uzmanın amacı sizin doğanızı değiştirmek veya mevcut doğanızı yadsımak değildir, hiç bir uzman bu yönde de bir eğitim almaz. Eğer siz doğanızın değişmesi yönünde bir hisse kapılmışsanız, bu konunun eksik anlatılması veya sizin yanlış anlamanızdan ileri gelir, size verilen tavsiye sizin "eksik olduğunuzu" hissettirmişse, lütfen bu konuyu terapistinizle de paylaşın. Terapist, akıl okuyucusu değildir, sizden gelen veriler, onun yegane kaynağıdır. 

Uzmanların, ve diğer tüm değerli kaynakların birkaç ulvi amacı vardır, mevcut doğanızı ve kimliğinizi anlamanız ve sevmeniz, güçlü yönlerinizi güçlendirmeye devam ederken kendinize zarar vermeyi bırakmanız, size zaran veren unsurlardan uzaklaşma gücünü bulabilmeniz. Sınır koyma tavsiyesinin de tek amacı budur. 

Sevgilerimle


22 Ocak 2017 Pazar

The Law of Attraction, You and the Kids






Hello everyone,

This is my first blog post in English and hopefully many more will follow shortly.  I am a Reiki Master and an Energy Therapist working in fields of Reiki, Energy Therapy, Law of Attraction, Life Coaching, Relationship Coaching, Career Coaching and Tarot Therapy.

I will take from where I left in Turkish, and tell you about a very valuable childhood memory which goes back to the exact time when I started to grow interest in all things metaphysical.

When I was a kid, my favourite game was to act like a teacher and teach to my imaginary students . Everyday I was teaching my students something new, sometimes I criticisized them and sometimes I congratulated them on their successes. Until, some day I realized that what I had staged the other day at home would happen word by word the next day in school. I thought and naturally knew that imagination was a very powerful tool so I was not surprised at what was happening, but rather I decided to use it purposefully. What I wanted to experience in school, I staged it days before and there it would happen within 1-3 days! It was fun until I realized that I was the only one playing this "game", or rather lets say, aware of the power of the imagination. Being a child who always abided by the rules and remained within the borders of the norms, I stopped playing this game, so the "coincidents" stopped happening until 7-8 years later, when I started my spiritual trainings. 

Here, I am inviting you to see the valuable lessons in this memory:

1. We, adults, forgot how powerful our imagination is, we forgot that our imagination is a tool which creates the reality. However ask any child, s/he will tell you that her/his imagination is his/her playground in which s/he can play for hours. Watch the children, they will think about every little detail, as if naturally knowing that it will manifest into something real, they are very serious about their "dreams", so they will give their full attention to whatever they are dreaming about, whereas we, adults, think that day dreaming is a waste of time, we can't even spare 15 minutes to dream about what we really want to experience! It is because we are taught that, the "real life" has no place for dreaming, we have to attack and fight to make something happen. Encourage your children to dream and imagine, it can be only in their mind, or through some tool such as writing or arts, teach them to never let go of their imagination habit, teach them that it is the greatest tool that they can ever use to make their dreams come true, and thus, that they should dream for the "best".

2. Never tell your children about what they will meet in "real life". That word is destructive, when you speak about a real life, the kid will think what s/he currently has is temporary, her/his hapiness, her/his sense of security and so on are a lie. S/he will think that, spending time with imagination and dreaming is "childish" and that it should stop when s/he enters the "real life". And that is exactly what happens, you are unintentionally taking away all the natural "super" powers away from your children, as it was taken away from us once we were kids. We were told that we would struggle in real life, and most of us did! We were told that childhood is the best stage of life where there is innocence, freedom and pure happiness, which meant that adults do not get these for free! And most of us didn't.

3. The reason why I got super fast results when I was using the Law of Attraction (which at the time was just an ordinary game for me) is because that I had no resistance coming from my ego. Today, if anyone gets a result in "weeks", it is considered as super fast, we usually work for months and sometimes even for years to manifest our desires. It is because of the ego, as we grow up, the ego starts to receive information around its surroundings more than ever, and it is when it starts to tell you what you can or cannot do.  A child does not know what is achievable or what is not, everything is possible for him/her until s/he is told otherwise.  Your child will socialize and as s/he does it is best for her/him to follow the general rules of the group, however, this should not stop you from telling him/her that, no matter what s/he hears from friends or strangers or adults,  s/he should never stop listening to his/her inner voice, or analysing his/her emotions and discharge and transform all negative feelings as necessary. This can be done through writing, painting, making or listening to music, sports, meditation, or by just merely focused thinking. But of course, a child will first copy his/her parents, you better start doing what I am telling here yourself first!

4. Today, at the age of 32, when I focus on the Law of Attraction studies, I do not always go grab a trusted book, instead I go back to my childhood when I was practicing the Law of Attraction as a natural hobby. I remember what I did to turn on the engines of the universe, and I repeat. Go back to a memory, where you remember getting exactly what you have thought, how were your feelings, what actions did you take at the time? Analyse it, then repeat. 

Going back to my childhood memory, let's see which methods I was using:

- I was not only dreaming about what I wanted, I was acting out, I was reharsing the experience before it happened. It was surely a game, but I felt the experience with all my senses during the game. It was what made it so much fun. I had a chance to be someone else, I had a chance to be anyone I wanted, I had a chance to invent "experiences" and it was so much fun.  You need full focus and tight attention on your goal, you need to think about every detail and you have to enjoy doing it. 

- When I noticed that my game was turning into reality, I wasn't shocked. I instinctively knew that the imagination was the ultimate most powerful tool one can ever have in their life (or so I thought until I was told otherwise) so I naturally directed my own little orchestra the way I wanted to hear the music.  You should not doubt your manifestation power, it is a natural ability which everyone has from the time of their birth, you just forget about it when you grow up. We are not creating miracles here, there is no such things as a miracle, there is only focused thought.

- I was keeping the fact that I was manifesting things from everybody else, that is how my childhood memory survived upto this day, if I were to tell everyone what I was capable of anyone would tell me that it was not possible, which would shut me down even at a younger age, and my memory would not survive the tides of time. Do not tell your dreams to everybody, the more information you will receive from people, the more your ego will record them and use them against you, do not break the energy you put on your dreams, the more you tell about them the more you will be affected by other's opinions.

With love and light;

Irem

Geleceği Bilmenin Sırrı

Geleceği bilmek istiyorsan, Kendini bil.  Geleceği mi bilmek istiyorsun, Dışarı çıkma, *Kendine gel!*,  Geleceği ...