23 Aralık 2015 Çarşamba
Hayattaki En Büyük Rakibine Karşı Hazırlıklı Olmak
"Hayat şartları zor", "hayatın ne getireceği hiç belli olmaz, temkinli olmalı", "hayatla mücadele etmek gerekir"..
Hayat.....sanki köşedeki ağacın arkasından hopp diye çıkıp, ayağımıza çelme takmaya hazır sinsi, muzir bir çocuk...bazen düşman...ama kesinlikle güvenebileceğimizi arkamızı dayayabileceğimiz bir dost değil! Hayat ....yanımızda yürüyen bir yoldaş değil, hayat.... sanki bize hep karşıdan bakan, bizim de ondan gelecek hamleye göre hamlemizi en akıllıca şekilde belirlememiz gereken bir satranç rakibi....sanki hep açığımızı arıyor, ilk bulduğu açıkta da bizi yerle bir ediyor... biz de rakibimizden gelecek her hamleyi olabildiğince düşünüp hazırlıklarımızı yapıyor, gardımızı kuşanıyoruz..
Çekim yasası diyoruz.. çekim yasası var, bilimin ta kendisi, hayal değil diyoruz.. bir dolu kitap okuyor, sayfayı takip ediyoruz... ama önemli bir noktayı atlamıyor muyuz?
Biz "hayata karşı" çekim yasasını "silah" olarak kullanmanın yollarını aramıyor muyuz çoğu zaman? Hayatı, bizim dışımızda gelişen, bir belirsizlikler silsilesi olarak düşünmüyor muyuz aslında? Çekim yasasını da bu belirsizlikleri "belirli" hale getirmek için kullanmaya çalışmıyor muyuz?
Kısacası, hayatı kendimizin dışında kişiselleştirerek, sağı solu belli olmayan pek de tekin olmayan bir "kişi" gibi görmüyor muyuz?
Bakın dikkat edin, bugün motivasyon için yazılmış bir dolu söz, öğüt de, hep hayata "KARŞI" dik durmanın, vazgeçmemenin öneminden bahseder..
Özünde iyi niyetle verilen tüm bu öğütler, başarıya giden yolu bizim için oldukça "ZOR" kılmaktadır. Ben ki çekim yasası ile 15 senedir çalışıyorum, bu küçük nüansı farketmem çok uzun seneler aldı.. Umarım sizin için bu şekilde olmamıştır, olduysa da umarım bu yazı uyanışa giden ilk adımınız olur!
Hayat ne sizin rakibinizdir, ne düşmanınızdır, ne de sizden habersiz hareket edebilen, kararlar alabilen, size çelmeler takan muzır bir çocuktur, hayat sizin "KARŞINIZDA" duran bir KİŞİ değildir.. Hayatın ta kendisi sizsiniz! Bunu bu şekilde söylediğimde kavramak oldukça güç biliyorum, hele uygulamaya koymak daha da güç ve pratik değil.. Spirituel öğretilerde yer alan bilgileri hayata geçirememizin en önemli sebebi de, zaten, bu bilgileri hayata geçirecek pratik tanımlamaları yapamamamız!
Biz insanlar ki, Allah'ı, Tanrı'yı, Yaratıcı Güc'ü dahi kavramak için O'nu kişiselleştirmek (insan özellikleri atfetmek) zorunda kalıyoruz ve zamanla bu yaratıcı gücü, saygı duyulması gereken, ulaşılmaz, dokunulmaz, gazabından korunması gerekilen adeta Yunan Mitolojisinde yer alan Tanrı figürlerine benzetiyoruz, bu çok doğaldır çünkü insan ancak bir diğerini kendi gibi tanımlayabilir, kendisinin ötesinde olan bir gücü tanımlaması çok zordur, bu nedenle Hayatı da tıpkı Yaratıcı Güc'e yaptığımız gibi insanlaştırıyoruz..İşte işleri bu noktada zorlaştırmaya başlıyoruz...çünkü SİZ HAYATTAN NE BEKLERSENİZ, HAYATTAN ANCAK ONU ALIRSINIZ... şimdi bu cümlede "hayat" kelimesi yerine "kendinizi" koyun... SİZ KENDİNİZDEN NE BEKLERSENİZ, KENDİNİZDEN ANCAK ONU ALIRSINIZ.. dolayısıyla, ne zaman hayata "karşı" bir önlem almaya kalkarsınız, işte o zaman KENDİNİZE karşı bir dolu önlem almaya başlarsınız, ki bu çekim yasasının özünün daha ilk aşamasında ANLAŞILMADIĞI anlamına gelmektedir, çünkü çekim yasası akışa-hayata yani kendinize güvenmeyi içerir, siz kendinize karşı önlem alırsanız, siz kendinizi tekin olmayan bir rakip gibi görürseniz, çekim yasasının hayatınıza kolaylıkla akmasını nasıl beklersiniz? Yasasın tam önünde SİZ duruyorsunuz!
Bir önceki paragrafta da dediğim gibi, insan, ancak kendi kadar bir başkasını tanımlayabilir ve buna hayat da dahildir, bu nedenle "hayat benim, benden öte başka hiç bir şey yok" gibi bir kodlama, zihin için ilk başta "uçuk-kaçık" bir önerme gibi gelebilir..
O yüzden size ilk aşama olarak önerim, hayatı ve evreni rakip değil "bir dost" gibi görmeye çalışmanız, size karşı duran değil, hep sizinle yürüyen, hep sizi kollayan, dinleyen, anlayan, koşulsuz seven ve yardım eden bir dostunuz gibi düşünmeye başlayın, bir zorluğa düştüğünüzde "hayat bana yardımcı olacak bir şeyler bulur, o hep bana yardım eder" diye düşünün...çünkü dostlar böyledir...zor zamanlarınızda size destek olur, ilham verir.... bu önermeyi zihnin kabul etmesi çok daha kolaydır..
Hayat bir dost olsaydı, sizin için neler değiştirdi bir düşünün bakalım...
Perspektifinizi küçük bir hamle ile değiştirmek mucizelerin hayatınıza akması için yeter de artar bile..
Sevgilerimle
22 Aralık 2015 Salı
Çok İyi İnsanların Başlarına Gelen Çok Kötü Şeyler
"Ben bu kadar kötülüğü, yalanı, dolanı hakedecek ne yaptım"
En çok karşılaştığım isyan cümlesidir bu.. Bunu söyleyen kişi kendisinin yaptığı binbir türlü iyiliğe rağmen, özel ilişkilerinde bir türlü aradığı mutluluğu yakalayamadığını bir de üzerine güvenini zedeleyecek bir dolu olayla karşılaştığını söyler.
Size dürüst olacağım, işin başlarında bu cümleyi ben de çok ama çok kereler kurdum.. taa ki bu senaryoyu kendim için değiştirmek üzere bir içsel yüzleşme yaşayana kadar..
Öncelikle hemen ana kuralı hatırlayalım, dış dünya sizin onlar için yazdığınız senaryo ve rollere uygun olarak hareket eder, siz iç dünyanızda ne yaşıyorsanız, dış dünyanız bunun birebir yansımasıdır ve bunun hiçbir istisnası yoktur.
"Çok iyi" bir insanın kendi öz rızası ve isteği dışında "çok kötü" insanlarla karşılaşması mümkün değildir. Yanlış anlaşılmasın, iyi ve kötü kavramları sadece toplum tarafından belirlenmiş normlardır, kimin iyi kimin kötü olduğunu takdir etmek bizlere düşmez. Burada sadece genelleme yapıyorum. Anlaşılması gereken nokta söz konusu karşılaşmaların bizim tasarımımız olduğudur.
Nasıl mı?
Daha ufacık yaşlardayken "ağladığımızda", "düştüğümüzde", "hasta olduğumuzda", "başımıza kötü bir şey geldiğinde" başta annemiz olmak üzere, birilerinin bizi düştüğümüz yerden kaldırdığını, ağlayınca hemen yemek verdiğini ve başımıza kötü bir şey geldiğinde hemen fazladan sempati ve sevgi gösterdiğini anladık, gördük, yaşadık.. Hep ne diyoruz, zihin 5 yaşına kadar edindiği verileri hayatı boyunca kullanır. Bu 35 yaşında da, 75 yaşında da değişiklik göstermez, zihin hala başına kötü bir şey gelirse, fazladan ilgi, sevgi, yardım ve koruma göreceğini zanneder.
İşte bir çoğumuzun "kurban psikolojisi" dediğimiz duygu durumunda olmasının nedeni de genel olarak bu ihtiyaçlardır, ancak ne yazık ki küçücükken edindiğimiz bu kodları hatırlamayız bile!
Hayatınızda hiç haketmediğinizi düşündüğünüz olaylarla karşılaştığınızı düşünüyorsanız, kendinize şunu sorarak başlayabilirsiniz "bu olumsuz olaylar bana nasıl hizmet ediyor?", " ben bu olaylardan ne gibi bir menfaat sağlıyorum?"
Elbette başımıza gelen her olumsuz olayın nedeni sevgi, ilgi açlığı olmayabilir, her kişinin alt-duyguları, kök düşünceleri yaşadığı deneyimlere göre farklılık gösterebilir, ama ortak olan bir durum var ise o da, bu durumların kendi yaratımımız olduğu ve bizim bir duygumuza hizmet ettiğidir.
Belki de içsel olarak o kadar da iyi bir insan olduğunuzu düşünmüyorsunuz? Bu nedenle de kendinizi olumsuzluklarla cezalandırıyorsunuz?
Unutmayın, siz kendiniz için ne düşünürseniz "iyi insanım", "kötü insanım", "değerliyim", "değersizim", dış dünyanız bunu size kanıtlamak için gerekli tüm olay ve kişileri hayatınıza getirir.
Çoğu insan "iyi insan olmak" için, ruhunun dileklerini, isteklerini ve öz benliğini görmezden gelir ve birşeyleri hep "fazla fazla" yapma ihtiyacı duyar. Birilerine fazla sevgi vermek, fazla korumacı olmak, hep kendinden vermek.. ama bu davranışların kökünde iyilik, güzellik yoktur, biraz acımasızca gelebilir ancak bu davranışların özünde KAYGI, KORKU ve YETERSİZLİK duyguları yatar. Kendinizden fazla fazla vermezseniz, yeterince iyi insan olmadığınızı, insanlar tarafından sevilmeyeceğinizi, sevdiklerinizi kaybedeceğinizi düşünüyor olabilirsiniz. Hal böyle olunca başlangıç noktanız "sevgi" olmadığından "korku ve kaygı" olduğundan, deneyimleriniz de sevgi deneyimi değil, çoğunlukla "kaybetme" deneyimi olacaktır.
Unutmayın, kimsenin sizin onamasına veya sizi tanımlamasına ihtiyacınız yok, siz kendinizi nasıl tanımlarsanız zaten dış dünyanız ve geri kalan insanlar sizin bu tanımınızı onaylayacak şekilde hareket edeceklerdir.
Sevgilerimle
17 Aralık 2015 Perşembe
Ne Kadar Güç Uygularsan O Kadar İleri Gider
Bir şeyi götürebileceğiniz kadar uzağa götürebilmek için, diyelim ki bir masa, bir sandalye, ona uygulayabildiğiniz kadar güç uygulamanız gerekir, gücünüz bittiği nokta masa ve sandalyeyi ulaştırabildiğiniz en ileri noktadır, veya bir taş düşünün..küçükken deniz kenarında oynardık..taşı en uzağa kim atacak...kollara kuvvet..kim en kuvvetliyse, taşı en uzağa uyguladığı güç ile o atar, kazanırdı.
Kısacası, herhangi bir şeye ne kadar güç uygularsanız o kadar ileri gider, temel fizik kanunu...
Deyip de geçmeyin...
Bu temel kanun...bizim zihinlerimizde bir kod hem de köklü bir kod olarak yer almakta..nasıl mı?
Birini ne kadar çok seversem, birine ne kadar çok sevgimi verirsem, o da mutlaka beni sever.
Bir seyin/kişinin peşini ne kadar kovalarsam, mutlaka o şey/kişi benim olur.
Çocuğumu ne kadar korursam, o kadar güvende olur.
Ne kadar çok çalışırsam, o kadar da para kazanırım (şaşırdınız değil mi, bu kısma geleceğim)
Kışın ne kadar sıkı giyinirsem, hasta olma ihtimalim o kadar az olur.
Ne kadar çok konuşursam, o kadar iyi anlaşılırım, hatta kimi zaman sesimi yükseltirsem, o zaman beni dinlemek zorunda kalırlar.
İstediğim bir şeye ne kadar odaklanırsam, o şey bir gün mutlaka gerçekleşir (sanırım, yine şaşırdınız=)
Ne kadar yediklerime dikkat edersem, o kadar fit ve de o kadar sağlıklı olurum.
Peki bu önermelerin hepsi hem doğru, hem de yanlış desem? Bu önermelerin doğruluğunu da yanlışlığını da siz belirliyorsunuz desem?
Eğer bu önermelerin hepsi yüzde yüz ve TARTIŞMASIZ doğru olsa idi, hepimiz şu an Brad Pitt, Angelina Jolie ile evli olur (zira temel kanuna göre, bu kişileri kovalarsak elde etmememiz imkansız), en çok çalışan en zengin olur, en sıkı giyinen hiç hastalanmaz, buzdolabı organik gıdalarla dolu olan kişi, kansere hiç yakalanmaz, sigara içenlerin hepsi kanser olur, çocuklara hiç bir şey olmaz, hayatında 1 kere diyet yapan ilk seferde başarılı olmaz mıydı? Daha da güzeli, çekim yasasını öğrendiğimiz gün, isteklerimize kısa zamanda kavuşmaz mıydık? E kavuşamıyoruz?
Peki burada aksayan noktalar nedir?
a) Bağımlılık....saplantı...."fazla güç uygulama"
b) Toplum tarafından belirlenmiş kanun ve "limitlerin" tek gerçek olduğuna inanmamız.
Peki aslolan nedir ?
a) Kedi gitmesin diye kuyruğundan tutarsanız, iyi ihtimalle kaçar, büyük ihtimalle kaçmadan da sizi tırmıklar. Sonuç: Kedi Gitti
Çekim yasası böyle bir şeydir, siz bir şey sizin olsun diye, hem de herhangi bir şey, para, sağlık, aşk, kariyer... devamlı kuyruğundan tutarsanız, her gün her saniye bu konuya odaklanır, o konudan başka bir şey düşünemez hale gelirseniz, o şeyin size doğru akışını bloke edersiniz, daha da kötüsü, zamanla olanı da "kaçırırsınız".. yani kedi gider, kimi zaman da sizi tırmıklayarak gider.
Şöyle düşünün.. "başka bir şey dilesem olacakmış valla" dediğiniz anlarda, hiç o olan dileğiniz üzerinde fazlaca odaklandınız mı? Her gün onun üzerinde mi düşündünüz.. muhtemelen hayır.. içinizden geçirdiniz.. bir iç çektiniz..saldınız/unuttunuz gitti... ve oldu.. işte bu kadar basit aslında..
Çocuğu korumak kollamak konusuna gelince, öncelikle hiç bir birey diğer bir bireyin özgür iradesine müdahale edemez, çocuk bedeninde yer alan ruh, olgun bir ruhtur ve kendi realitesini o da an be an yaratmaktadır. Bu nedenle çocuğunuzu, koruma güdüsüyle sıkboğaz etmek yerine, evrenin daima yanında olduğunu ve güvende olduğunu aşılamak çok daha faydalı olacaktır.
b) Eğer toplumun inandığı gerçeklerin tamamı tartışmasız doğru olsaydı bugün günde 3 saat çalışıp, caddelerde günün her saati fink atıp zenginlik içinde yaşayan tek bir insan olmaz, sebze meyve ile beslenen tüm insanlar sağlıklı olur, her türlü önlemi almasına rağmen, kaza belaya rastlayan insan hiç olmazdı.
Toplum ve aileden öğrenilen kodlar, özünde taze bir beyin için herhangi bir anlam ifade etmez, taa ki siz de herkes gibi onları kendi gerçekliğiniz olarak kabul edene kadar veya bu kodları farkedip, kendi gerçekliğinizi kendiniz yaratana kadar.
Topluma (bilinçli olarak) aşılanan en büyük kod "gecelere kadar çalışırsan, özel hayatından, sosyal hayatından feragat etmeye hazır olursan, işte o zaman bir yerlere gelir ve zengin olursun" kodudur. Bu kod nedeniyle, "modern kölelik" sistemi başgöstermiştir.
Oysa evren bu şekilde işlememektedir, evrende herşey SINIRSIZDIR ve daima HERKESE DOĞRU AKAR..Taa ki, bu akışı zihin kodlarımız ile biz kendi elimizle bloke edene kadar.
Evrende doğru, yanlış, kural, sınır, limit diye bir şey yoktur...evren olasılıklar evrenidir, ve siz hangi beklenti içerisinde olursanız, o olasılık sizin için gerçek olur.
Peki, siz bugün kendiniz için hangi olasılığın gerçek olmasını seçtiniz? Hangi kedilerin kuyruğundan tutuyorsunuz?
Sevgilerimle
5 Aralık 2015 Cumartesi
Hayattaki Değeriniz Kendinize Biçtiğiniz Değer Kadardır
Hayattaki değeriniz, kendinize biçtiğiniz değer kadardır... Siz kendinize ne değer biçerseniz, evren (ve barındırdıkları da) size o kadar değer verir.
Ben değerliyim..ben değerliyim....ben değerliyim.... olumlamasını tekrarlamak kadar zahmetsiz olsaydı keşke..
Ama bir tık ötesine gitmek gerek...
Kendinize biçtiğiniz mevcut değeri anlamak istiyorsanız, hayatınıza bir bakmanız yeterli....
Hayattaki değeriniz, sadece hangi şirkette çalıştığınız, hangi pozisyonda yer aldığınız, ne kadar maaş aldığınızla veya sadece mesleğiniz ve gelirinizle ilgili değildir. Şaşırtıcı değil mi? Bugün oysa ki bir CEO unvanının kendisini çok değerli kılacağını düşünerek gecesini gündüzüne katan, özel hayatını, sağlığını geri plana atan binlerce genç var..
Evet bu kendinize biçtiğiniz değerinizin bir parçasını oluşturur ama iş bunla bitmiyor...
Peki bir şeyi değerli kılan nedir?
Şöyle örnek verelim;
Semt pazarında 1000 TL'ye satılan bir bluzun değerli olduğunu söyleyemeyiz, o bluz sadece "pahalıdır". Bu sizin kariyerinizi/gelirinizi/iş hayatınızı temsil etsin...
Peki kumaşı? Hm.. bulunmaz hint kumaşı ise...nadir bulunması sebebiyle "değerli" diyebilir miyiz?
Bluzun kumaşı da, sizin kumaşınızı yani "benliğinizi" temsil etsin...
Herkes aslında bulunmaz bir hint kumaşıdır, farklıdır, özeldir ve aslında bu nedenle doğuştan "değerlidir"....yeter ki, bu kişiler öz benliklerinin bu nadideliğini ve gerçek potansiyelini farkedebilsin, ve bunu uygulayabilecek cesarete kavuşabilirsin.. Ancak malesef etraf kendini sentetik sanan bir dolu bulunmaz hint kumaşı ile dolu =)
Aksini söyleyenlere, sizin kumaşınızın sentetik olduğunu söyleyenlere inanmayın...bu birini güçsüz ve birilerine veya bir yerlere bağımlı kılmak için söylenen bir numaralı yalandır. Patronunuz söyler, "burda herkesin yeri doldurulur! (altyazı, kendini bir şey sanma, senin gibileri buradan ankaraya sırada bekliyor ayağını denk al her an gidebilirsin).. Sevgiliniz, eşiniz şöyle der; sen de herkes gibisin, benim gibi seni seveni/sana bakanı zor bulursun, bensiz sürünürsün (altyazı: daha iyisini bulamayacağını düşünerek/geçinemeyeceğini düşünerek korkmanı ve bana bağımlı kalmanı istiyorum)
Gelelim tekrar bluzumza, bulunmaz hint kumaşından yapılmış son derece pahalı bir bluz...değerli gibi duruyor... Diyelim ki bu bluz giydiğiniz ikinci seferde elinizde kaldı? E siz bu bluzu "değerli" diye almıştınız, "çöp" oldu?? Bu da sizin, ruh ve beden sağlığınızı temsil etsin.
Peki markası? Arkadaşlar, marka bir şeyin ne değerli, ne de kaliteli olduğunu garanti etmez, bu sadece bir ilüzyondur, fiyatı son derece yüksek olan herhangi bir ürünün değerli olduğunu "zannederek" alan bir çok kişi vardır, oysa ki bu tamamen bir pazarlama hilesidir, çok para verdiğinizde, o ürünü alan sayılı insanlardan olduğunuzu "hissederek", "değerli" bir şey almış gibi hissedersiniz, ve daha da önemlisi KENDİNİZİ DEĞERLİ HİSSEDERSİNİZ, oysa ki ürünün kumaşı, ürün ömrü vb. herhangi bir üründen farklı olmayabilir, bunu da zamanla giydikçe anlarsınız, ama çoğunlukla kimse bu gerçeği kendi değerinden de bir şeyler götüreceğini düşünerek yüksek sesle dile getirmez=).
Marka da, günümüz insanını temsil etsin... Günümüz insanının hedefi "marka" olmaktır, başka bir ifade ile "değerli" olduğuna dair bir ilüzyon yaratmak ve bu ilüzyona kendisi de inanarak altı doldurulmamış bir "değer" algısı yaratmaktır.
Peki sonuç?
Yukarıda saydığımız özelliklerin her birini içinde barındırmayan bir bluz (yani hayat) yeterli değeri haiz bir bluz (yani hayat) değildir. Ne demiştik, herkes özünde nadide bir hint kumaşıdır, ancak, bunu farkedenler, farketseler bile bunu hayata geçirenlerin sayısı çok çok azdır, bunun yerine "marka" olarak yüzeyde bu görüntüyü yaratmak çok daha zahmetsizdir. Bu da genelde, kariyer, para, iş, gelir, konum ve maddi zenginlikle yaratılabilen bir görüntüdür; yani hayatınızın tek alanına odaklanmanız bu görüntüyü yaratmak için yeterlidir.
Oysa ki, keyifle harcanamayan para, istediğinizi yapacak zaman ve özgürlüğü bulamadığınız yaşam koşulları, hepsi olsa bile, tatminsiz mutsuz bir ruh ve/veya sağlığını/enerjisini yitirmiş bir beden...
İşte kendinize biçtiğiniz değeri anlamak için, bu unsurların tamamına bir arada bakmak gereklidir.. Bu unsurlardan herhangi birindeki bir boşluk, sizin kendinize yeterli değeri biçmediğinizi gösterir.. Kendinize yeterli değeri biçmediğiniz her an, hayat da bunun karşılığını size fazla fazla verir...
Başka bir ifade ile, siz sağlığınızı bir şeyler için göz göre göre feda ediyorsanız, evren size sağlık ve sıhhat vermez, size ancak, sizin kendinize layık gördüğünüz kadar enerji ve sağlığı verir;
Siz, özel ilişkilerinizi, kariyeriniz için feda ediyorsanız, evren size daha fazla sevgi vermez, bu kişinin sevgiye biçtiği değer verdiği önem budur der, ve kısıtlı bir oranda sevgi akışı sağlar;
Ya da tersi, özel ilişkiniz uğruna kendi gelir kapınızı mı kısıyorsunuz? Evrene ben parayı önemsemiyorum mesajını verdiniz, zenginlik beklemeyin...
Veya, işiniz, aileniz, özel ilişkileriniz, çocuklarınız nedeniyle kendi isteklerinizi yapacak vakit mi bulamıyorsunuz? Evrene ben hep ikinci plandayım mesajını verdiniz, çevrenizin sizi suistimal etmesine ve bencil insanlarla dolmasına şaşırmayın ...
Dolayısıyla, hayatı bir bütün olarak ele almak elzemdir..Hayatınızın herhangi bir alanını, diğer bir alanı yok sayacak ve feda edecek şekilde yaşamak, kendinize biçtiğiniz değeri gösterir ve esasen uzun vadede mutsuzluğun ve tatminsizliğin sebebi de budur.
Bir düşünün bakalım, siz kendinize gerçekten ne kadar değer veriyorsunuz?
Sevgilerimle
28 Kasım 2015 Cumartesi
Terapiste mi Gidiyosun? Aman Sus, Sakın Kimseye Söyleme
Çekim yasası, enerji çalışmaları, enerji /alternatif tıp ile şifa bulmak, akupunktur, yoga, tai-chi, nefes çalışmaları.... Tüm bunlar, arkadaş toplantılarının "espiri konusu", bir kahkaha vesilesi, yeni çağ vesvesesi, hatta ünlü komedyenlerimizden birinin stand up show'una bile espiri malzemesi olmuştur.. ("sevgi içimizde" dersem bazılarınız hatırlar belki=)
Özellikle de erkekler arasında "saçmalık" olarak nitelendirilen bu konular, daha ziyade iç sesleri ve duyguları ile daha sıkı bir iletişim içerisinde olan kadınlar tarafından ilgi çekici bulunmakta..Ancak, malesef halen, çoğunluk tarafından "paranın ve zamanın sokağa atılması" ve daha da tehlikelisi "delilik" olarak değerlendirilmekte..
Sadece enerji çalışmaları mı, tabii ki hayır, psikolog ve psikiyatristlere düzenli olarak giden kişilere "hasta" ve "deli" sıfatları yakıştırılmakta ve bu nedenle aslında ruhuna ihtiyacı olan desteği ve bakımı sağlamak isteyen kişiler dahi ya bu kişilere gitmemekte, gidenler ise bunu en yakınlarından bile saklamaktadır. Benim kendi terapistim dahi, "bana geldiğini sakın kimseye söyleme, senin iyiliğin için söylüyorum" şeklinde bu yargılardan zarar görmemem adına tavsiyede bulunmuştur.
Peki, sadece bizler arasında mı bu yargılama? Hayır, hangi kişisel gelişim kitabını okursanız, özellikle, bu alanda ün yapmış kişilerin kitaplarına bakarsanız, bu kişiler dahi alt yapılarında binbir çeşit enerji sistemi ile çalışmış olmalarına rağmen, belli bir noktaya geldikten sonra, kurumsal şirketlerde motivasyon eğitimleri verirken, çoğunluk tarafından kabul görmek adına "enerji saçmalığı" şeklinde kendi yaptıkları işi, eğitimlerini yadsımakta ve yaptıkları işi geleneksel tıp ve halühazırda bilim dalı olarak kabul edilen geleneksel psikoloji öğretilerine ve şemalarına yaklaştırmaktadırlar. Bu da yetmez, psikiyatristler, psikologları azımsamakta, psikologlar, psikiyatristleri eleştirmekte, ve her ikisi de, alternatif tıp ve enerji sistemleri ile çalışan koçları, ve reiki hocalarını "eğitimsiz, tehlike saçan cahiller" olarak nitelendirmektedirler.
Sonuç, ruhunuzla ilgilenmek için kime danışmaya giderseniz gidin, sizinle dalga geçecek, yaptıklarınızı "kınayacak", size deli diyecek, paranızı nereye harcadığınız konusunda ahkam kesecek, doktorlar, eş, dost, bilim insanı, aile ferdi, ve birileri mutlaka olacaktır. Netice; biraz cesaretliyseniz, kimseye söylemeden, saman altından bu çalışmaları yaparsınız, ya da ikna olup, bu konuları bir kenara bırakırsınız.. Genel durum böyledir..
Oysa ki, insanın elle tutabildiği şeylere gösterdiği özen, elle tutabildiği şeylere harcadığı zaman ve para bu tarz eleştirilere çoğu zaman maruz kalmaz... Kılık, kıyafet alışverişi, organik besin alışverişi, kuaför masrafı, evin giderleri, çocuğun masrafları..bunlar hep elle tutulabilen bir ihtiyacı (açlık, dış görünüş, eğitim, kariyer, beden sağlığı gibi) karşılamaya yönelik yapılan ve "gerekli" görülen masraflardır.. İnsanın eliyle tutamadığı, göremediği, zihin ve ruh sağlığına verilen vakit ve para ise bu eleştirilere maruz kalır. Kısacası, toplum, İNSAN BEDENİNDEN VE BEDENİNİN İHTİYAÇLARINDAN İBARETTİR" kodunu bas bas bağırmaktadır.
Çok güzel, demek ki hepimizin arabası var ama malesef ruhu yok ve çözümü de bulmuşuz..
O zaman neden herkes mutsuz? O zaman neden herkes "arayış" içerisinde?
Çünkü; insanlar "iyi hissetmek istiyor", "mutlu olmak istiyor", "özgür olmak istiyor"...ancak bunları maddesel olan, elle tutulabilir olanda, dış dünyada arıyorlar.. ve doğal olarak da bulamıyorlar...iç dünyaya bakış ise ayıp, komik ya da delilik. Yoksa aradığımız "içimizde mi?" Hala gülüyor muyuz?
E peki, psikolog mu, psikiyatr mı, nefesçi mi, ben kime gideceğim, ne yapacağım, onlarca insan, onlarca yöntem??? Bunun ehli kimdir?
Arkadaşlar, ne bir psikolog, psikiyatristten daha "ehildir" ne de bir psikiyatrist, hepsinden daha "doktordur", profesördür; ne de enerjiciler deli, yogacılar sirk "maskarasıdır". (Her meslekte, mesleğini suistimal eden kişiler olabilir bunları bir kenara koyalım)
Bu kişilerin her biri, aynı amaca yönlenen ancak farklı metotlar kullanan "şifacılardır". Şifacılığın amacı, kişinin KENDİ KENDİNE ŞİFAYI BULMASINA ARACI OLMAK, KİŞİSEL GÜCÜNÜ O KİŞİYE İADE ETMEK, KİŞİYİ KENDİSİNE İADE ETMEKTİR.
Size bu mesleklere mensup birileri başka bir şey söylüyorsa, hele hele farklı metotlar kullanan şifacıları acımasızca eleştiriyor ise, mesleğinin amacını anlamamıştır, henüz 40 fırın ekmek daha yemesi gereklidir. Hele hele, bu kişilerden herhangi biri sizi kendine bağımlı kılıyor ise, üstünlük taslıyor ve sizi kendine bağımlı kılacak şekilde metodolojiler kullanıyor ise, işte kaçınmanız gereken kişiler bu kişilerdir. İsterse 60 senelik profesör olsun, bu iş böyledir.
Tersi, bu kişilerden herhangi biri sizi kendinize iade etmiş ise, kaba tabirle "size iyi geldiyse", artık kendi kanatlarınızla uçabileceğiniz bir noktaya gelmenize aracı olmuş ise, kişinin sıfatı ve mesleği hiç önemli değildir, isterse bu kişi "arkadaş" olsun, isterse "reiki master" olsun, isterse dünyanın en ünlü profesörü olsun, hepsi geçerlidir, ve doğrudur.
Kendinize ve ruhsal mutluluğunuza yaptığınız yatırım en önemli yatırımdır, nihayetinde, mutsuzsanız, bir şeyler size hala eksik geliyor ise, bir uçak koleksiyonunuz, bir malikaneniz, üst düzey yöneticiliğiniz, CEO'luğunuz olsun neye yarar? Yarasaydı bunca ünlü ve zengin insan, intihara meyletmez, bu dünyadan göçüp gitmezdi..
Dış dünyanız kadar iç dünyanızla da ilgilenmekle siz siz olun gurur duyun, yayın, yayılmasını sağlayın.. ancak o zaman bu dünya değişecektir..
Sevgilerimle
27 Kasım 2015 Cuma
Evrenin Sembolleri
Evrenin resmi dili "titreşim" yani duygulardır. Dolayısıyla siz evrene hangi duyguyu yayarsanız, o duygudan daha fazlasını hayatınıza çekersiniz.
Bu ana kuralı daima hatırlatmaya çalışacağım, çünkü çekim yasasının sistematiği tamamen "duygular" üzerine kurulmuştur. Hakikaten de, bu sistematik sadece belirli bir dilin veya belirli bir yöntemin kullanılması üzerine kurulsaydı, hem herkes için eşit ve ulaşılabilir olmazdı, hem de bu sistem hiç adil olmazdı. Dolayısıyla Kaynak, Allah, Tanrı, Evren veya Yaratıcı nasıl isimlendirdiğiniz hiç farketmez, insanlar, kültürler, belirli gruplar, ve hatta dinler arasında bir ayrım gözetmeksizin, herkes için "eşit" ve "adil" ve oldukça dahiyane bir yaratım sistemi kurmuştur.
Evren için aynı zamanda "semboller" hatta "hareketler" de anlamlıdır. Semboller, zaman içerisinde büyük grupların kendilerine atfettikleri anlamları yani enerjiyi taşımaya başlarlar. Hristiyanların "haç", müslümanların ise "Allah" yazan kolyeler takmaları vb. takı ve aksesuarlar dahi, kendilerine atfedilen enerjiyi taşırlar. Bu nedenle, örneğin, her ne kadar şık da olsa, bir "kurukafa" kolyesi takmanızı önermem =) Zira, asırlar boyunca kurukafaya atfedilen enerji karanlık bir enerji olmuştur..Onun yerine, şans, bolluk, bereket, aşkı ifade eden sembolleri takı, aksesuar ve dekorasyon malzemesi olarak kullanmanız çok daha güzel enerjiler yayacaktır.
Hareketler dedik, peki bu ne demek... İnancınız ne olursa olsun, her inançta, bu inanca özgü "törensel" hareketler serileri bulunur, namaz kılarken yapılan hareketler, dua ederken yapılan el hareketleri, hatta paganların ve kızılderililerin doğa ana ile iletişime geçmek için (ki bu da onların inancıdır) dansa benzer ritmik hareketleri...Dikkat ederseniz, inancınız ne olursa olsun, ortak beden hareketleri her inanç ve kültürde bulunmaktadır. Ellerinizi yukarı doğru açmak, yaratıcıya iletişime geçmek anlamında bir çok inanç sisteminde kullanılmaktadır. Elleri kalbin önünde birleştirmek de aynı şekilde, hem ruhunuzla (kalp ve duygular aracılığıyla gerçekleşir) iletişime geçmek için hem de evrenle iletişime geçmek için kullanılan genel bir harekettir.
Hareketleri kullanmak için bu kadar kapsamlı bir tarih ve inanç bilginize sahip olmanıza gerek yok.. Günlük yaşantınızda, yaptığınız bir çok hareket, dünyanın her köşesinde aynı şekilde tekrarlanmaktadır. Mesela ev süpürmek, mesela temizlik yapmak, mesela duş almak...mesela makyaj yapıp, saç taramak, mesela yemek yapmak ve yemek!!
Bunları yaparken aynı zamanda enerji çalışmaları da yapabilirsiniz, örneğin, evi süpürürken "ben evimi süpürdükçe, evim tüm olumsuz duygu birikintilerinden, negatif enerjilerden arınıyor, ve tertemiz oluyor" şeklinde bir "emir" cümleciği ile, sadece evi görünür mikroplardan değil, asıl size etkisi olan negatif enerjilerden de arındırabilirsiniz..
Duş alırken sadece bedeninizi değil, aynı şekilde "ben duş aldıkça, su bedenimden aktıkça, üzerimde biriken tüm olumsuz duygular da bu su gibi akıp gidiyor, yenileniyorum" gibi bir cümle, yemek yaparken ve yerken "bu yemeğin faydalı tüm özelliklerini bedenim şimdi alıyor ve değerlendiriyor, bedenime gerekmeyen diğer özellikleri ise bedenimden akıp gidiyor" gibi bir cümlecik kullanabilir ve kilo kontrolünde kendinize destek olabilirsiniz . Makyaj yaparken "şimdi güzelleşiyorum ve enerjim de yüzüm gibi ışıl, ışıl parlıyor" gibi bir cümlecik ise auranızı canlandıracaktır ve size ilave bir karizma (yani insanlara çekici gelen enerji) katacaktır.
Bu örnekler çoğaltılabilir, mantığı anladığınızı düşünüyorum, denemeniz dileğiyle..
Sevgilerimle
19 Kasım 2015 Perşembe
Değişim İsteyenler Buraya!!
Hepimiz, hayatımızda bir şeylerin değişmesini istiyoruz, bir şeylerin daha iyiye gitmesini...yollar arıyoruz.. kitaplar okuyoruz..kimimiz ise bir takım önerilen teknikleri uyguluyoruz, kimimiz ise bir adım daha öteye giderek terapist, psikolog, yaşam koçu, reiki master'lardan danışmanlık alıyoruz..
Değişimi istiyoruz..
İstiyoruz...fakat çoğu zaman "bir işe yaramadı" diyerek hayal kırıklığı ile değişim yolundan cayıyor ve bir U dönüşü ile geldiğimiz yola geri sapıyoruz.
Ama size şöyle bir şey söylesem? Aslında büyük çoğunluğumuz, "sözde" değişmek ister ama "özde" değişmek istemez. Evet doğru duydunuz, çoğumuz hem de büyük bir çoğunluğumuz aslında değişmek istemiyor... İsteseydi, Dünya bugün bu halde olmaz, mutsuz insanların oranı mutlu insanlara göre bu kadar fazla olmazdı..
Çünkü, isteyip de elde edemeyeceğiniz şey yoktur, evren çekim yasasına göre işler, siz ne isterseniz o olacaktır, siz kendinizi duygularınız ile nasıl tanımlarsanız, nasıl görürseniz, siz o kişi olacaksınız..
Bunu sadece ben söylemiyorum, tarihler boyu ünlü düşünürler, liderler, bilim adamları, sanatçılar..kısacası tarihe adını kazımış tüm başarılı isimler, başarılarını ve bulundukları noktanın kuralını bu şekilde açıklarlar.. Hadi ben yanılıyorum diyelim, bunca insanın hepsi mi "tesadüfen" bulundukları noktalara geldi?
Peki değişmek istemek nedir?
Bahsettiğim,"sözde" değişmeyi istemek değildir.. Bunu zihnen, bedenen ve ruhen istemeniz gerekli.. zaten o zaman size faydalı olabilecek tüm öğretmenler ve araçlar da karşınıza kendiliğinden çıkar. Peki değişimi, zihnen, beden ve ruhen istemek ne demek?
Karşılaştığım çoğu kişi, her ne kadar kötü şartlarla çevrili olursa olsun, o şartlara, çevreye, ortamlara aşinadır, daha da önemlisi mevcut durumlarında o kadar uzun süredir kalmışlardır ki, bunu atsan atamayacağın satsan satamayacağın, arkasından devamlı söylendiğin ama gel gör ki, görüşmeye de devam ettikleri bir arkadaş gibi sahiplenmişlerdir.. sadece bunun farkında değillerdir.
Her nasıl ki, bu tip insanlarla ne kadar kötü olursa olsun görüşmeyi kesemezsiniz, kesmeniz gerektiğinde de büyük bir boşluğa düşersiniz, mevcut şartlarınız da bilinçaltı için böyledir.
Bulunduğunuz şartları değiştirmek, bilinçaltı/zihin/ego için 30 senelik arkadaşınızla görüşmeyi kesmek gibidir. O kişi hakkında ne kadar söylenirseniz söylenin, varlığına alışmışsınızdır, nabzını bilir, şerbetini ona göre verirsiniz, o kişi sizin için tanıdıktır, savunmalarınızı ona göre geliştirmişsinizdir, kısacası bu kişi ile belli bir DÜZENİNİZ vardır.
Zihin/Ego için DÜZEN değiştirmek, BELİRSİZLİK anlamına gelir, ve bu aslında çok KAYGI verici bir durumdur... bunu yüzme bilmeyen ama suyun güzelliği karşısında da, o suya, o maviliğe kavuşmaya özenmekle örnekleyebiliriz.. Su çok güzeldir, masmavidir, yaz sıcağında sizi serinletir, ama yüzme bilmiyorsanız, denize girince boğulacağınızı düşünüp, denizin kenarında, denize uzaktan bakıp, sıcaktan bunalmayı tercih edersiniz..
Çünkü denizin size ne getireceğini bilmiyorsunuz, tatmadınız, bu deneyimi hiç yaşamadınız, ya boğulursanız? Oysa ki gerçek şudur, kendinizi denize bıraktığınızda, çırpınmadığınızda boğulmanız imkansızdır... çünkü suyun kaldırma kuvveti vardır, eksik olan ise sizin için yeni olan bu deneyime cesaret etmektir. Ama sorduğunuzda siz de "denize girmek istiyorum" dersiniz. Girmek istiyorsunuz ama kaygılarınızdan dolayı giremiyorsunuz.. En fazla ayaklarınızı ıslatır, ellerinizle kendinizi serinletirsiniz..
Değişmeyi istemek çoğu kişi için bu seviyededir..Değişmeyi isteriz, ama ancak ayakları suya sokacak kadar ileri gidebiliriz. İşte, terapilere, danışmanlara gidip, türlü araçlar kullanıp istediğiniz değişimi sağlayamamanın altında, aslında "denize girmek istememeniz" yatmaktadır.
Çünkü alışmış olduğunuz düzen sizi belirsizlik kaygısından korur, tanımadığınız yeni ortamlardan korur, tanımadığınız yeni deneyimlerden korur, değiştiğinizde, yeni bir benlik haline geldiğinizde de "ya yine başarısız olursam" korkusundan korur, belki şimdi bu durumunuz sebebiyle insanlardan şefkat, acıma, özel ilgi görüyorsunuz, kendi ayaklarınız üzerinde durunca insanların tepkisini bilememekten korur, yeni çevrelere girmekten, dikkat çeken bir birey olmaktan korur, kendinizle yüzleşmekten korur.... En azından şimdi türlü bahaneleriniz var, mevcut şartlarınız NEDENİYLE, bir çok şeyin olmadığına inanır, böyle böyle olduğu için istediğimi elde edemiyorum, böyle böyle değişse, o zaman olacak gibi ertelemelere başvurmanızı sağlar..
Değişimden o kadar korkarız ki, değişmemek için kendimize çok çok geçerli kanıtlar yaratır ve hayatımıza çekeriz.
Bunlar ne mi? İnanması zor ama, maddi zorluklar, fiziksel memnuniyetsizlikler, rahatsızlıklar, yalnızlık, mutsuz iş ortamları, mutsuz ilişkiler, kazalar, belalar, kısacası türlü türlü engeller.. Kısacası sorumluluk almamak için elimizden geleni yapar, dış etkenleri sorumlu tutmak için, türlü olayları çekim yasası ile hayatımıza çekeriz.
İnanın durumunuz ne kadar kötü olursa olsun, değişemiyorsanız, durum budur. Değişimin sadece kendi özgür iradeniz ve isteğinizle ve SADECE KENDİNİZ tarafından gerçekleştirilebileceğini KABUL ETMEK, SORUMLULUK ALMAK değişmenin diğer bir unsurudur.
Dışarıda, söylenen bir çok insan var, "ne denediysem olmadı"... xxx "işe yaramıyor"... Denize girmek için, denize atlamanız gereklidir, ayakları uzatmak yetmez.. ayaklarınızı uzatarak denize giremezsiniz, işe yaramaz.
Hayat da böyledir, hayata kıyısından bakarız, hayatın içine girmek, doyasıya yaşamak ürkütür.. Hayatta kaybedecek hiç bir şeyi olmayan en dipteki insanların tepeye çıkış öyküleri hiç de şaşırtıcı değildir, çünkü bu insanlar için kıyıda sıcaktan ölmektense, denizde boğulmak daha tercih edilesi bir "ölüm"dür.
Peki siz hayatın neresinde duruyorsunuz?
Sevgilerimle
11 Kasım 2015 Çarşamba
Hayatın Bilinmezliğine İlişkin Ne Yapmalı?
Hayattaki korkularımızın belki de en büyüğü.. bilinmezliktir..
Daha küçücükken, okul hayatımıza başlarız..derken başlar, öğretmen beni beğenecek mi, arkadaşlarım beni sevecek mi, sınavı geçebilcek miyim kaygıları...
Devam eder hayat; kimimiz için kariyer seçimi, ve o kariyerde başarılı olacak mıyım, yeterli parayı kazanabilecek miyim, terfi alacak mıyım, erkekler üzerinde para kazanma baskısı daha yoğunken, kızlar üzerinde, doğru düzgün bir eş bulabilecek miyim, eşim beni sevecek sayacak mı, bana sadık olacak mı kaygı ve soruları ile devam eder...
Devam eder hayat; sağlığımıza düşkünleşiriz bir dönem... buzdolabını, direk topraktan çıkma besinlerle doldururuz, doğrudan sağlıklı olma kaygısı ile sağlığımızı kaybetmemek adına bir önlem olarak yaparız bunu..
Devam eder hayat; kendimiz ile bitmez, çocuklarımızın hayatı için de kaygılarımız ve bu kaygıları önlemek, ve bilinmezi bilinir kılmak adına bir dolu önlem alırız...
En basitinden çocuklarımız aç kalmasın diye sürekli yemeye teşvik eder, üşümesinler diye sürekli "sıkı giyin" telkinlerinde bulunuruz...sırf çocuklarımız üşümesin de hasta olmasın diye..
Bu kaygılarımıza ve kimi zaman aldığımız tüm "önlemlere" rağmen, pek de istediğimiz gibi gitmez hayat..
Bu yazdıklarımda ilk bakışta belki de acaip hiç bir şey yok...ama bir daha okuyun... hayatı yaşarkenki ana temanın "kaygı" ve "bilinmezlik" durumlarını önlemek adına alınan bir dolu "önlem" ve genel duruşun ise hayatın bilinmezliklerine karşı "savunma" olduğunu göreceksiniz.
Kaygı, önlem alma, ve savunma duyguları "bilinmezlik" duygusu karşısında yaşadığımız duygulardır.
Peki size şunu söylesem; "kaygı", "önlem", "savunma" duyguları ile attığınız her adım kişisel gücünüzü yok saymanız ve dolayısıyla da hayatın "sürprizlerle" dolu beklenmedik olayları önünüze seren bir bilinmezlik yolculuğu olduğuna İNANMANIZ ve TASDİKLEMENİZ anlamına gelmektedir.
Peki hep ne diyoruz, çekim yasası İNANÇ ile çalışan bir sistemdir, siz neye inandıysanız, onu yaşadınız, siz neye inanırsanız onu yaşayacaksınız.
Buradaki çatışmayı görüyor musunuz, çekim yasası, hayatta bilinmezlik olamaz, çünkü hayatınızı an be an siz yaratırsınız der, bu durumda, hayatın bilinmez ve sürprizlerle dolu olduğu sadece sizin İNANCINIZ ve hayatınız ile ilgili SORUMLULUĞU almamanız anlamına gelmektedir.
Eğer hala, çekim yasasına tam olarak inandığınızı söylüyorsanız, bakın bakalım, hayatınızı nasıl yaşıyorsunuz, hayata karşı nasıl bir duruş sergiliyorsunuz...?
Örneğin, "ay sonunu getirebilecek miyim, bakalım", "terfi alabilecek miyim bakalım, bilemiyorum", "dışarısı çok soğuk, ince çıkmışım, hasta olabilirim" gibi içinde soru barındıran düşüncelerde buluyorsanız kendinizi, henüz hayatınızı kendinizin yarattığı konusunda ŞÜPHELERİNİZ var demektir.
Oysa ki evren sizin tarafınızdan kontrol edilmediği sürece otomatik olarak zaten sizin HAYRINIZA doğru akar, herhangi bir bilinmezlik, olumsuz bir olay ve benzerinin vuku bulması evrenin doğasında yoktur... yukarıda yazdığım herşey evrenin sürecine müdahele etmek, kontrol etme çabasından ileri gelir ki, bu akışı engellemeniz anlamına gelir...hoşlanmadığınız ne oluyorsa da işte bundan dolayı olmaktadır.
TESLİMİYET , GÜVEN ve İNANÇ... sır budur.
Sevgilerimle
7 Kasım 2015 Cumartesi
Kendini Tanımladığın Kadarsın...
Bize biraz kendinden bahset Ayse. Hm tabi ben Ayse Bilmemkimoglu Onemli Sirket A.S'de yonetici olarak calisiyorum.
Ne kadar tanidik degil mi? Kulaga garip gelen hic bir yani yok..
Sorun da budur, bir cok insan gunumuzde kendini ilk olarak isinde kendine verilen pozisyonu ile tanimlar, kisisel ozellikler daha sonra gelir..
10 sene boyunca onemli kurumsal sirketlerde calismis biri olarak, calistigim her sirkette, kimi zaman akilsiz, kimi zaman dahi, kimi zaman sivri, kimi zaman ifade yetenegi guclu, kimi zaman yaratici, kimi zaman kural tanimaz, kimi zaman cekingen, kimi zaman fazla atilgan, kimi zaman duygusal kimi zaman duygusuz oldum...
Hayir coklu kisilik bozuklugum yok:) ben hic degismedim; degisen yoneticiler oldu sirketler oldu... tanimlandikca tanimlandim..
Peki ben aslinda kimim? Ben bunlardan hangisini oldugumu dusunuyorsam sadece o'yum..
Unutmayin, dusuncelerinizle an be an kendinizi ve hayatinizi siz tanimliyorsunuz ve an be an buna uygun deneyimleri de hayatiniza cekiyorsunuz..
Baskasinin sizi tanimlamasina izin verdiginiz gun, hayatinizi o kisinin yaratmasiniza izin vermis olursunuz.. Size yetersiz mi deniyor, akilsiz mi deniyor? Buna inanirsaniz, zamanla o kisi olursunuz, ve bunu kanitlar nitelikte olay ve kisileri de hayatiniza tek tek cekersiniz..
Arkadaslar, gunumuz egitim ve kariyer sistemi malesef hem cocuklari hem de eriskinleri yargilama, kaliplara sokma ve damgalamaya, kisacasi kisisel gucu kisilerin elinden almaya meyilli bir sistemdir.. bu sistem kitleleri yonetmenin etik olmayan en kolay yoludur.
Sistemi degistirmek uzun vadeli bir istir; yapilmasi gereken hem cocuklariniza; ama basta kendinize ne kadar degerli, ne kadar yetenekli, sevilmeyi ve takdir edilmeyi hakeden varliklar oldugunuzu ve bunu tasdik etmesi gereken tek kisinin kendiniz/kendileri oldugunu hatirlatmaktir.
Ruh ne aptaldir, ne de yetersizdir, ruh tamdir, eksiksizdir, bir butundur ve herseye muktedirdir, sinirlar sadece ona inanlar icin vardir.
Sevgilerimle
2 Kasım 2015 Pazartesi
Şakacı Evren
Günlerden 29 Ekim..Bağdat Caddesi muhtemelen kilit olmuş...ay keşke yollar boş olsa da...bir an önce spora yetişsem...yollar bomboş...imgeliyorum...biliyorum yollar bomboş....
Yola çıkılır... yollar bomboş!!! Işte bu!
Yalnız ufak bir problem var, yollar bomboş çünkü yollar trafiğe kapalı!!! Spora yine gidemiyorum..
Yakın bir arkadaşımın başına geçen gün gelen olaydan bahsediyorum.. kendisinin de izniyle.. çekim yasasının yanlış kullanımına ilişkin mükemmel bir örnek...
Oysa ki arkadaşımın isteği, sadece gideceği yere zamanında varabilmekti...yolların boş olmasına karşı özel bir isteği yoktu..
Evren der ki, sevgili ruh, dileğini söyle gerçekleştireyim.. yanlış duymadıysam yolların boş olmasını diledin... sözün emirdir, al sana yollar boş!!
Tüh.. hayır..aslında..dileğim..spora zamanında varmaktı =)
Kontrolcü insan aklı.. herşeyi en iyi o bilir...sonuca giden en kısa yolu o bilir, neyin mümkün olup, olamayacağını da o bilir, bir şey olacaksa dahi, onun düşündüğü şekilde olacak başka türlüsü mümkün değil..o bilir de bilir..
Sadece %4’ü keşfedilmiş uçsuz bucaksız Evrenin, Kaynağın, Allah’ın, adını ne koyarsan koy, senin benim aklımdan daha “akıllı” olmasını düşünemez bile..
Oysa bize düşen sadece sahip olmak istediğimizi doğru ifade edebilmektir.. siz siz olun bir şeyleri dilemeden önce, esas isteğiniz o mu değil mi bir kontrol edin..
Evren sınırsız olduğu kadar, biraz da şakacıdır =)
Sevgilerimle
21 Ekim 2015 Çarşamba
Olumlama Nedir ve En Etkin Şekilde Nasıl Kullanılır?
Yaşadığımız herşey iyi veya kötü, baskın düşüncelerimizin eseridir. Evrenin tamamı, insanlar, hayvanlar, masa, sandalye, bilgisayar... yani herşeyin özüne indirgenerek parçalara ayrıldığı zaman enerji dalgaları ve partiküllerinden oluştuğu bilimsel olarak kanıtlanmıştır. Evrenin daha önce "hiçlik" olarak adlandırılan bölümünün ise aslen sürekli hareket halinde olan enerji parçacıklarından oluşan bir enerji alanı ("kuantum olasılıklar alanı") olduğu da kanıtlanmıştır.
Baskın düşüncenizin de bir titreşimi yani ölçülebilir bir frekansı vardır, bu frekans evrende yankılanmakta ve olasıklıklar alanında benzer frekanslarla birleşerek kütle kazanmakta, yani hayatınızda elle tutulur bir form almaktadır.
Baskın düşüncelerimizin çoğu, "inanç" olarak yerleşik bir form kazanmıştır. İnanç dalgaları kuantum olasılıklar alanında, benzer frekanslarla birleşerek, kütle kazanmakta ve hayatınızda inancınıza uygun olarak deneyimler yaşamanızı sağlamakta, yani gerçekliğinizi yaratmaktadır.
Mevcut gerçekliğinizden memnun olmamanız halinde, gerçekliğinizi yaratan inanç kalıplarınızı değiştirmeniz yani kuantum olasılıklar alanına farklı türde bir frekans göndermeniz gerekmektedir.
Temel inançlarımızın çoğu aile, toplumsal ve çevresel faktörler aracılığıyla 5 yaşına kadar bilinçaltımıza kodlanmıştır. Dolayısıyla çoğumuzun hayatı 5 yaşında şekillenmiş zihinlerin eseridir.
5 yaşından bu yana aktif olan düşünce kalıplarının değiştirilmesi, disiplinli bir çalışma gerektirmektedir. Olumlamalar, bilgisayar gibi işleyen zihne yeni inanç kalıplarının tanımlanması için oldukça faydalıdır.
Bir çok kutsal kitapta, ve inançta duaların belirli bir sayıda tekrarlanmasının sebebi budur. Tekrar, duanın yaydığı frekansı güçlendirmekte ve onu gerçek kılmaktadır. Tekrarların genellikle 1 (1,11,111,1111 gibi) ve 4'ün katları (4, 40, 400, 444,4444 gibi) sayılarda tekrarlanmasının sebebi ise 1'in başlangıç, 4'ün ise "yapılandırma" enerjisini taşımasından kaynaklanır. Bir çok aydınlanmış kişinin 40 gün 40 gece meditasyon yaparak, aydınlanmaya ulaştıklarını iddia etmeleri de tesadüf değildir.
Genel ifadeler içeren olumlamalar da oldukça güçlü ve faydalı olmakla beraber, her kişinin zihninde yatan alt-inançlar farklılık gösterebilmektedir, bu nedenle, söz konusu alt-inanç tespit edilmeden tekrarlanan olumlamalar, kişinin zihninde yer eden alt-inançla çakışabilir, bu da bir direnç enerjisini ortaya çıkarır. Direnç enerjisi ise, direndiğiniz konunun güçlenmesine sebep olur. Bu noktada olumlamanın "ters-tepmesi" söz konusu olabilir.
Bu konuyu kısa bir anekdot ile örneklemek isterim:
Annem bir dönem olumlamalara oldukça merak sarmıştı, sabah programlarından birinde de bu konu hakkında konuşuluyormuş, daha fazla para kazanmak için de bir olumlama örneği verilmiş, "çok param var, cüzdanım para ile dolup taşıyor" gibi genel bir olumlama örneği.. Annem de sürekli gün içerisinde hızlı hızlı bu olumlamayı tekrarlıyormuş, benim bu olaydan haberdar olmam ise, annemin bir gün eve gelerek, cüzdanından 200 TL'nin kaybolduğunu söylemesi ile gerçekleşti, akabinde de demez mi "o kadar da çok param var cüzdanım para ile dolup taşıyor dedim, bunlar işe yaramıyor! =) Elbetteki işe yarıyor ancak, öncelikle, burada annemin alt-inancına uygun olmayan bir olumlamayı üstelik gün içerisinde "hızlı hızlı" tekrarlaması, alt-inancı (cüzdanın içerisinde bol para olması, annemin günlük cüzdan kullanımı ile eşleşmemiş, ve bir anda yoktan para gelmesi fikrine karşı şüphe ile yaklaşmıştır) ile çakışmış ve cüzdanının para ile dolup taşması bir yana, mevcut paranından cüzdandan "yok olması" meydana gelmiştir =)
Bu nedenle internet üzerinden bulunabilen genel olumlamalar tekrarlanırken, tekrar anındaki hissinize odaklanmanız gerekmektedir, herhangi bir "hoşnutsuzluk", "sıkıntı", "rahatsızlık" hissi gibi bir his aldığınızda, olumlamanın durdurulması gerekir. Zira, bu söz konusu olumlamanın alt-inançlarınızdan biri ile çakıştığına işaret eder. Bu noktadan sonra, sizin için tekrarlaması "rahat" olan olumlamaları kullanmanız önerilir.
Kişiye özel olarak hazırlanan olumlamalar ise, kişinin alt-inançlarına uygun olarak hazırlandığı için, bahsi geçen direnç duygusu minimuma indirilmiş olur, ve yeni kodları bilgisayara yani zihninize girmek daha kolay bir hal alır.
Bu çerçevede, hem genel olumlamalar dikkatle kullandıldığında hem de kişiye özel hazırlanan olumlamalar kullanıldığında harika sonuçlar alabilirsiniz.
Olumlamaları en etkin şekilde kullanmak için, oldukça dingin bir ortamda, zihninizin en saf ve temiz olduğu sabah uyanma anlarında, her bir olumlama cümleciğinde odağınızı en az 17 saniye tutarak ve cümlenin titreşimini hissederek tekrarlamanız gerekmektedir.
Kişiye özel olumlama çalışmalarımız başlamıştır, konu hakkında bilgi edinmek için özel mesaj veya fitsoulfitmind@gmail.com adresinden bana ulaşabilirsiniz.
Sevgilerimle
16 Ekim 2015 Cuma
Okunmuş Su Deneyi de Neymiş?
Bugün sizlere yaydığınız titreşimlerin kendinize ve dış dünyaya etkisine dair bir deneyden bahsetmek istiyorum, hep söylediğim gibi, çekim yasası ve evrenin yasalarını bilinçli kullanmak öncelikle bu yasaları anlamak ve daha da önemlisi varlığına herhangi bir şüphe duymadan inanmakla başlar.
Şüphe enerjisi, kendi gücünüzü yadsımanız anlamına gelir, bu doğrultuda da evrenden dilediğiniz her ne ise, gerçekleşmeme ihtimaline dair hissettiğiniz duygu, istediğiniz olayların tam da düşündüğünüz gibi bir kısmının gerçekleşmesine, bir kısmının gerçekleşmemesine, çoğu zaman da çok daha hızlı gerçekleşebilecek olayların gecikmesine yol açar.
Japon yazar- araştırmacı ve Alternatif Tıp Dalında Hindistan’da doktorasını yaparak su üzerinde uzun yıllar araştırmalarını devam ettirmiş Masaru Emoto, 1999 yılında, insan bilincinin suyun moleküler yapısı üzerinde etkisi olduğunu iddia etmiş ve bu doğrultuda su üzerinde çeşitli deneyler gerçekleştirmiştir. Dünyada büyük ses uyandıran ve doğruluğu yıllardır araştırılan su testi ise şu şekilde gerçekleştirilmiştir.
Emoto, test için şehirlerin yakınlarındaki suları, musluk suyunu kullanmamış ve dış etkenlere maruz kalmayan doğada bulunan ve saflaştırılmış suları kullanmıştır. Bunun amacı, hiç bir etkene maruz kalmamış saf suyun ilk defa Emoto tarafından etkileşime sokulacak olması nedeniyle sonuçların daha net görülebilmesidir.
Emoto, “teşekkürler”, “seni seviyorum”, “ seni öldüreceğim”, “sevgi”, “huzur” “aptal”, “senden nefret ediyorum” gibi yüksek ve düşük titreşim barındıran sözcükleri kağıda yazdırarak su dolu kaplara yapıştırmış ve 30 gün boyunca gözlemlemiştir; daha sonra bu suların moleküler yapılarını incelemek için fotoğraf çekme özelliği olan bir mikroskop ile suların moleküler yapılarını incelemiştir. İncelemenin neticesinde yüksek titreşimli sözcük ve cümleler ile etkileşime giren suların kristal yapılarının düzgün ve moleküllerinin birbirine yakın şekilde dizildikleri gözlemlenirken, düşük titreşimli sözcüklere maruz kalan suların kristal yapılarının bozuk ve moleküllerin birbirinden uzak olarak dizildikleri tespit edilmiştir.
Daha ilginç olan kısım ise, halühazırda kristal yapısı bozulmuş olan kirli suya Budist bir rahip tarafından 1 saat boyunca güzel sözler içeren bir dua okutulmuş olup, 1 saatin sonunda suyun moleküler yapısının saf suyunkine benzer şekilde yeniden düzenlendiklerinin tespit edilmesidir.
Bu netice çok doğaldır, zira, bahsi geçen deney sadece ve sadece insan ve su arasındaki “titreşimsel alışverişi” yansıtacak şekilde düzenlenmiş olup, şüphesiz ki, herhangi bir duygu titreşimi barındırmayan/ şüphe titreşimlerini içeren bir ortamda bu deneyi tekrarlamak ve aynı sonucu elde etmek mümkün değildir! Ancak, 2014 senesinde söz konusu deney bilimsel kontrollerle 2000 kişilik bir grubun kollektif olarak sulara titreşimlerini göndermeleri suretiyle tekrarlanmış, ve Emoto’nun deneyi bu defa kanıtlanmıştır.(http://www.ncbi.nlm.nih.gov/pubmed/16979104)
Bu deney, ev ortamlarında da bir çok kişi tarafından tekrarlanmış, kimi benzer sonuçlar elde ederken kimi elde edememiştir. Aynı deney sadece sözcüklerle değil, resim ve müzikle de tekrarlanmış ve benzer sonuçlar elde edilmiştir.
Buradaki en önemli ve bugüne dek hiç bir eleştirel makalede bahsedilmemiş olan nokta şudur; su üzerinde herhangi bir etkinin görülmesi, su ile etkileşime giren düşüncenin şüpheden ari ve pür odakla yönlendirilmiş olmasıdır. Bahsi geçmeyen diğer bir nokta ise şudur; kağıt üzerine yazılmış sözcüklerin yüksek veya düşük titreşimli olması farketmeksizin, sözcükler su üzerinde belirli bir süre sonra etkilerini göstermiştir, ancak Budist rahibin suyun kristal yapısı üzerindeki etkisi 1 saat içerisinde gözlemlenebilmiştir.
Bunun nedeni çok açıktır; Budistler düşüncenin gücüne inanırlar ve; zihin, beden ve ruhları üzerinde disiplinle çalışırlar. Bu çalışmaları esnasında da varlıkları üzerindeki güçlerini de bir an olsun yadsımazlar. Diğer yandan, kağıdın üzerine yazılmış sözcüklerin kendilerine atfedilmiş anlamları örneğin “seni seviyorum” gibi bir cümlenin titreşimleri belirli bir grubun bu sözcüğe verdiği güzel anlam nedeniyle bir seviyede yüksektir, ancak aktif olarak okunan ve suya doğru yönlendirilen dua nitelikli olumlamalar çok daha kuvvetli titreşimlere sahiptir.
Kısacası, bahsi geçen deneyin sonuçları, sonuçların ne kadar süre içerisinde görülebileceği gibi unsurlar “değişkendir”. Çünkü deneyin parçası olan kişiler, inançları ve deneyde kullanılan araçların titreşimsel kuvveti de değişkenlik göstermektedir. Söz konusu deneyin bilim tarafından tam olarak kabul edilememesi ve aynı şekilde reddedilemesinin sebebi budur. Aslında toplumuzda "nefesi kuvvetli" diye tabir edilen kimselerin de tek farkı, kendilerine ve yaratıcılarına olan güven ve inançlarından ileri gelmektedir.
Evrensel yasalar da aynen bu prensibe uygun olarak hayatınızda tezahür etmektedir. Bu yasaları bilinçli olarak kullanan kişilerin hayatları daha düzenliyken, akışın farkında olmayan kişilerin hayatları ise daha gelişigüzel bir süreçte ilerlemekte, kimi insanlar, çekim yasası ile mucizelere tanık olduğunu anlatırken, kimi ise bu yasalar var mı yok mu emin olamamaktadır. Her iki görüş de gerçeğin ta kendisidir, zira iç dünyanızda neye inanırsanız, dış dünyanızda da onu gözlemlersiniz.
Bütün bunlar bir yana, insanın su üzerindeki etkisi bu kadar kuvvetli olabilirken, insan vücudunun yaklaşık %60’nın su olduğunu da hatırlatmak isterim =) Ayrıca biz reiki uygulayıcıları da, en eski çağlardan beri her toplum ve kültürde de uygulanan yemeği ve suyu “kutsama”, dua okuma, olumlu enerji gönderme gibi çalışmaları sıklıkla uygulamaktayız. Sizlere de bu vesile ile denemenizi öneririm.
Sevgilerimle
9 Ekim 2015 Cuma
Herşeyin Ücretsiz Olduğu Evren AVM Açılmıştır, Hepinizi Bekleriz!
Kuantum Evren teorisine göre, evren ve barındırdığı canlı ve cansız her şey sadece titreşimden oluşmaktadır. Bu teoriye göre, herhangi bir “şey”, madde formuna kavuşmadan ve gözlemlenebilecek hale gelmeden önce, saf düşünce, yani titreşim formundadır.
Albert Einstein ve John Dewey bu kuramı şu şekilde açıklamaktadırlar:
“Hayal etmek herşeydir, hayal etmek, hayatta karşılacaklarınıza dair bir ön izlemedir” (“Imagination is everything, it’s a preview of life’s coming attractions”.) Albert Einstein
(Bilimde gerçekleştirilen her ilerleme, hayal gücünün ürünüdür” (“Every great advance in science has issued from a new audacity of imagination”. ) John Dewey
Bu nedenle ürettiğiniz her düşünce anında evrende bir titreşim formuna kavuşur ve titreşimsel dalga olarak evrende var olur, ve yok olmadan varlığını sürdürür; zira enerji hiç bir zaman yok olmamaktadır. Buna göre, evrende titreşimsel enerji dalgası formunda “gerçekleşme olasılığı bulunan” sınırsız olasılıklar mevcuttur. Başka bir ifade ile, evrende aslen titreşimsel bir dalga olarak var olmayan hiç bir şey mevcut değildir. Buna geçmiş, an ve gelecekteki her türlü olay ve buluş da dahildir.
Bu alana “olasılıklar alanı” denir (aynı zamanda bkz. Olasılık Teorisi). Bir titreşim dalgası yani olasılık üzerine yeterince odaklanırsanız, yani bu dalgayı enerji ile beslemeye devam ederseniz, o olasılık elle tutulabilecek ve gözlemlenebilecek bir madde olarak da hayatınızda form kazanır.
Kahinlerin, falcı ve medyumların, bir kısmının “geleceği görebilmesi” bu olasılıklardan hangisinin gerçekleşmeye yakın olduğunu tespit edebilmeleriyle ilgilidir. Kimi falcının bir kişi için söyledikleri çıkarken diğer bir kişi için çıkmaması gibi durumlar, ilgili kişinin olasılıklar arasında yaptığı seçimlerin değişmesi ile ilgilidir. Bu doğrultuda tarot, kahve falı ve benzeri araçlar hangi olasılıkları hayatınıza çekmekte olduğunuzu anlamak ve buna göre yön değiştirmek veya aynı yolda ilerleme kararı almak için faydalı araçlar olabilir.
İmgeleme için faydalı bir teknik olarak benim de sıklıkla kullandığım bir teknik mevcuttur, evreni bir alışveriş merkezi gibi binlerce reyonu olan çeşit çeşit ürünler sunan bir alışveriş merkezi gibi düşünün. Nasıl ki alışveriş merkezinde istediğiniz reyondan istediğiniz ürünü alırsınız, evrenin raflarından da istediğiniz olasılığı hayatınıza raftan çekip aldığınızı imgeleyin.
Bu kuramın gerçekliği ve doğruluğu sanatçılar arasında sık sık deneyimlenir, nasıl mı?
Sanatçılar hangi alanda olursa olsun, ürünlerini “ilham” alarak ortaya çıkardıklarını söylerler. İlhamın ise bir anda herhangi bir işle uğraşırken “gelmesi” hali söz konusu olur. Aslında olan, olasılıklar evreninde titreşimsel olarak var olan bir fikri “algılamaktan” ve “yakalamaktan” ibarettir. Bunu ise daha sonra bir ürüne dönüştürmek sanatçının işini oluşturur. Sanatçıların “hassas ruhlar” olarak tanımlanması ve sezgilerinin kuvvetli olması ise bu anlamda tesadüf değildir, bu kişiler, diğer insanların algılamadıkları titreşim dalgalarını algılayarak sanatsal bir ürün olarak ifade etmekte ustadırlar.
Diğer yandan, sanatçılar arasında sık sık duyabileceğiniz başka bir şey ise bir sanatçının yaratıcı bir ürününü görünce “Ben de bunu düşünmüştüm! Inanmıyorum benden önce yapmışlar” şeklindeki veryansınlarıdır. Hatta kimi zaman sanatçılar birbirilerinin işlerini kopyaladıklarını iddia ederler, bu kimi zaman doğru olmakla beraber, kimi zaman aynı fikrin bu kişilerin birbirlerinden haberleri olmaksızın aynı anda ortaya çıkması da söz konusu olur, bunun sebebi de, olasılıklar evreninde, olasılık halinde bulunan düşünce formunun farklı kişiler tarafında aynı zamanlarda algılanabilmesidir. Bu nedenle ben sanatçı danışanlarım da dahil olmak üzere özgün bir fikri olan kişilere bu fikri derhal hayata geçirmelerini öneririm, zira evrenin reyonundan, o ürünün kimin tarafından ne zaman kapılacağı hiç belli olmaz! =)
Bu nedenle, “ilham” ve “fikir” gerektiren işler ile uğraşıyorsanız bu olasılıklar evrenine girmek için dış beyniniz için fazla sayıda uyarıcı olmayan bir ortama girerek (başka bir ifade ile sessiz ve sizi rahatsız edecek unsurların bulunmadığı bir mekan) 10-15 dakika boyunca ihtiyacınız olan fikirlerin tepe çakranızdan size doğru aktığını hayal ettiğiniz bir meditasyon uygulayın.. fikirler meditasyon esnasında ortaya çıkmayabilir ve hatta genellikle de çıkmaz, tam tersi beyninizi serbest bıraktığınız başka bir zamanda mutlaka ortaya çıkacaktır.
Başka bir örnek ise şudur; bazı şeyleri nasıl bildiğinizi bilmeden bildiğiniz oldu mu hiç? Hiç bir yerde duymadığınıza, okumadığınıza, daha önce öğrenmediğinize emin olduğunuz bir konu hakkında birden bire fikir beyan ettiğiniz ve bunun yüzde yüz doğru çıktığı oldu mu? Bu biliş hali, evrende her bilginin mevcut olmasından ve sizin de tepe çakranızın duru olduğu durumlarda, bu bilgiye erişebilmenizden kaynaklanır.
Durum budur, şimdi hepinize evrenin reyonlarında keyifli alışverişler dilerim =)
Sevgilerimle
30 Eylül 2015 Çarşamba
Cekim Yasasi Bir Yeni Cag Vesvesesinden mi Ibaret?
Çekim yasası, çeşitli şifa teknikleri, NLP, bilinçaltı çalışmaları ve her geçen gün yeni bir isimle çıkan değişim dönüşüm terapileri.. Bunların hepsi birer yeni çağ saçmalığı mıdır, pazarlama balonu mudur? Peki ya bu terapi ve tekniklerle hayatının değiştiğini iddia eden onca kişi? Diğer yandan herşeyi denediğini, ve hiç bir sonuç alamadığı gibi, bu yolda bir dolu para döktüğünü ve kendini daha da mutsuz hissettiğini belirten azımsanamayacak bir kitle... Kime inanmalıyız?
Öncelikle en önemli sorunun cevabını verelim, çekim yasası vardır, üstelik siz inansanız da inanmasanız da bu yasa daima işlemektedir. İnananlar ile inanmayanların farkı, inanların bu yasaya göre bilinçli bir şekilde yaratım yapmaları, diğerlerinin ise yaratım gücünü dış etkenlerin eline bırakmasıdır.
Çekim yasasının kimileri için işlerken, kimileri için işlemediğinin düşünülmesinin en önemli temel sebebi inançtır. “Ama ben inanıyorum yine de olmuyor” diyenleri duyar gibiyim =) İnancınızdaki en ufak bir şüphe tohumu dahi, yaratım sürecini etkiler, dolayısıyla, hayatınızda henüz tam olarak istediğiniz şeyler olmuyor ise, bu tamamen yine ve sadece sizin düşünce ve inanç sisteminizin sağlamlığı ile ilgilidir.
Dünyada mevcut ve üretilecek hiç bir terapi biçimi siz kendi yaratım gücünüze şüphe duyduğunuz veya bu gücü sadece birilerinin ellerine (terapist ve uzmanlar dahil) teslim ettiğiniz sürece tam olarak lehinize işlemez.
İlk ve en önemli kural, ufak bir şüpheye dahi mahal vermeksizin kendi gücünüze inanmaktır.
Şifa ustaları Şamanlar, şifanın esasen hasta tarafından gerçekleştirildiğini, kendilerinin ise şifaya sadece aracı/kanal olduklarını bilirler. Bu nedenle, kimileri tarafından Reiki adı verilen evrensel enerjiye kanal olunarak gerçekleştirilen şifa tekniğini kullanmadan önce tüm Şamanlar, hastanın bu tekniğe şüphesiz inanmasını sağlarlar. Hatta, bu inancı sağlamlaştırmak için Şamanların ilüzyon tekniklerini kullanarak, el çabukluğu ile ufak numaralar gerçekleştirerek, öncelikle hastanın şifaya ve Şamana olan güvenini sağlamlaştırdığını biliyor muydunuz?
İnancınız o kadar kuvvetli olmalıdır ki, şahit olduğunuz hiç bir “tesadüfün”, “şansın”, “mucizevi” olay gibi nitelendirilen olayların, gökten düşmediğine inanmalı ve artık bu tip olaylara şaşırmıyor olmalısınız. Şaşırma duygusu, aslında içten içe, olamayacağını veya olmasını beklemediğiniz bir olayın olması karşısında duyulan bir duygudur. Eğer hala, başınıza güzel veya kötü bir şeyler geldiğinde şaşırıyosanız, halen gücünüze olan inancınız tam değil demektir.
Bu nedenle, kimileri yaratım güçlerini kullanabilirken, kimileri için istedikleri hiç bir şeyin olmamasına dair çelişkili durumun diğer minör sebeplerini gelecek yazılarımda açıklamadan önce bu yazımda, sorunun temeli olan “inanç” üzerinde durmak isterim.
Bilinmesi gereken diğer bir önemli nokta şudur; düşüncelerin yaratım gücü, çekim yasası, Dünya ve evren dahil canlı cansız herşeyin enerji ve titreşimlerden oluştuğuna dair teori, 2000’li yıllarda ortaya çıkmış bir teoriden ibaret değildir.
Bu kavramlar, dinler öncesi dönemden itibaren Şamanlar, Hindular ve yerli kabilelerin şifa tekniklerinde, dinler döneminde Peygamberlerin ve Mevlana’nın nasihatlerinde, dinler sonrası dönemde ünlü filozofların ve dünyaca ünlü liderlerin sözlerinde yer edinmiş, ve günümüzde ise fizikçi ve kuantum fizikçilerinin araştırmalarına konu edilerek, bilimsel bir dayanak kazanmak üzeredir:
Hayatlarını evren ve ötesini araştırmaya adamış Dünyanın en zeki bilim adamlarından olan Nikola Tesla ve Albert Einstein, evrenin yasalarını aşağıdaki sözleri ile açıklamışladır:
Evrenin sırlarını açığa çıkarmak istiyorsanız, enerji, frekans ve titreşim üzerine düşünmelisiniz. Nikola Tesla (If you want to find the secrets of the universe, think in terms of energy, frequency and vibration – Nikola Tesla)
Herşey enerjiden oluşur, ötesi yoktur. Elde etmek istediğiniz gerçekliğin frekansı ile kendi frekansınızı eşleştirdiğinizde, o gerçekliği elde edersiniz. Başka türlüsü mümkün olamaz. Bu felsefe değil, bilimdir. Albert Einstein. (Everything is energy and that’s all there is to it. Match the frequency of the reality you want and you cannot help but get that reality. It can be no other way. This is not philosophy. This is science- Albert Einstein)
Bu bilim adamlarının açtığı yoldan ilerleyen ünlü kuantum fizikçisi David Bohm, nöropsikoloji alanında, kuantum-matematik ilkeleriyle ve dalga süreçleriyle uyumlu olarak beynin ve dolayısıyla evrenin bir hologramdan ibaret olduğunu iddia etmiş ve “holografik evren” teorisini ortaya koymuştur. Bu teoriye göre, en basit dilde, evren aslen titreşim dalgalarından oluşan ipliklerle adeta bir örümcek ağı formundadır (bkz. sicim (tel) teorisi) , geçmiş, gelecek ve anın izleri “an”da izlenebilir durumda olup, her an birbirileriyle etkileşim halindedir, başka bir ifade ile, geçmiş, an ve gelecek her an oluşum halidedir ve değişkendir, zaman düz bir çizgi halinde değil, iç içe geçmiş halkalardan oluşmaktadır. Öngörü yeteneğine sahip kişiler, bu izleri görerek, geşmiş ve geleceğe dair bilgi verebilirler. Holografik evren teorisine göre, evren ve canlı cansız herşey birbirileriyle bağlıdır ve bir bütündür, dolayısıyla, evrende hiç bir şey bütünden ayrı düşünülemez.
Bu teoriyi Mevlana da şu sözleri ile ifade etmektedir:
“Sen okyanustaki bir damla değil, bir damladaki kocaman bir okyanussun.”
David Bohm’un açıklamaya çalıştığım “Holografik Evren” teorisini aşağıdaki şekilde özetleyebiliriz.
"Gerçek bizim hakikat olarak aldığımızdır.
bizim hakikat olarak aldığımız bizim inandığımızdır.
inandıklarımız bizim algılarımıza dayanır.
algıladıklarımız bizim aradıklarımıza dayanır.
bizim aradıklarımız bizim düşündüklerimize bağlıdır.
ne düşündüğümüz ne algıladığımıza bağlıdır.
ne algıladığımız neye inandığımızı belirler.
neye inandığımız neyi hakikat olarak aldığımızı belirler.
neyi hakikat olarak aldığımız bizim gerçeğimizdir."
Benzer şekilde halen Stanford Üniversitesinde eğitimlerine devam etmekte olan modern fiziğin öncülerinden Leonard Susskind, Stephen Hawking’in ileri sürdüğü kara delik kuramı çürütmeye başararak karadelikte herşeyin yutulduğu teorisinin aksine, bilginin korunduğunu ve her şeyin Einstein kanunlarına göre işlediğini kanıtlamıştır ve Bohm gibi evrenin bir hologram, illüzyondan ibaret olduğu konusunda da çalışmalarını sürdürmektedir.
Görülebileceği üzere, söz konusu kuramlar farazi, hayali, uydurulmuş kuramlar olmaktan çok uzakta, aksine bilimsel olarak en ünlü bilim adamları tarafından kabul edilmiş ve kanıtlanması adına üzerine çalışmalar yürütülen “bilimsel” kuramlar olma yönünde ilerlemektedir.Fakat bu konulara dair bilgilerin her eve girmeye başlaması son 10-15 sene içerisinde gerçekleştiğinden, bu kavramların “yeni çağ öğretisi” olduğu zannedilmektedir. Aslında olan, eski kadim bilgeliğin, modern dilde yeniden yorumlanarak, bireylere ulaşması, yani toplumsal bir aydınlanmanın meydana gelmesidir.
Söylediklerim hala kulağınıza şüpheli geliyorsa, bir de tarihe ismini kazımış, hala izlerinde gidilen zamansız kahramanların sözlerine bakalım:
Sözün dikildiği yer gönüldür, ısmarlandığı yer düşüncedir; onu kuvvetlendiren akıldır; meydana çıkaran dildir - Hz. Ali
İsteyen herkes alacak, arayan herkes bulacak, kapıyı çalan herkese kapı açılacaktır -İncil Matthew 7:8 ( For everyone who asks, receives, he who seeks finds; and to him who knocks, the door will be opened Matthew 7:8 )
Dilediğiniz herşey, dua ettiğiniz ve elde edeceğinize inandığınız ölçüde sizin olacaktır - İncil Mark 11:24 (What things soever ye desire, when ye pray, believe that ye receive them and ye shall have them- Mark 11:24)
Varoluşumuzun tamamı düşüncelerimizin eseridir- Buddha (All that we are is the result of what we have thought- Buddha)
Biz birbirimizden ayrı iki özden oluşuyoruz, hayvanlarla ortaklaşa sahip olduğumuz bir gövde ve Tanrılarla ortaklaşa sahip olduğumuz bir ruh –Epiktetos
Düşüncelerimizin eseri olmayan, hiç bir şey yoktur - William Shakespeare (Nothing is, unless our thinking makes it so – W. Shakespeare)
Hayal edebiliyorsanız, yapabilirsiniz - Walt Disney. (If you can dream it, you can do it- Walt Disney)
İnsan düşüncelerinin ürünüdür. İnsan düşündüğüne dönüşür - Gandhi (A man is but the product of his thoughts. What he thinks he becomes – Gandhi)
Karanlık, karanlığı bertaraf edemez, bunu sadece ışık yapabilir - Martin Luther King Jr. (Darkness cannot drive out darkness; only light can do that- Martin Luther King Jr.)
Herhangi bir fikir, plan veya niyet, bunların tekrarlanması ile akla yerleştirilebilir -Napoleon Hill (Any idea, plan or purpose may be placed in the mind through repetition of thought. Napoleon Hill)
Zafer, “zafer benimdir” diyebilenindir. Başarı ise “başaracağım” diye başlayarak sonunda “başardım” diyenindir- Mustafa Kemal Atatürk
Hayat yolunda ilerlerken, kendi evreninizi kendiniz yaratırsınız – Winston Churchill (You create your own universe as you go along- Winston Churchill)
Yazımın başında da belirtiğim gibi, çekim yasasını bilinçli olarak kullanabilmek, önce bu yasanın varlığına inanmakla başlar, ardından yasaları anlamak ile devam eder ve ancak bu iki koşulun tam olarak anlaşılması ile birlikte son aşamada uygulama ile tam anlamıyla deneyimlenebilir.
Sevgilerimle
14 Eylül 2015 Pazartesi
28 Eylül 2015 Kanlı Ay Tutulmasının Etkileri
28 Eylül 2015 tarihinde Dünya genelinde ayın kırmızı olarak gözlemlenebileceği, "kanlı ay tutulması" olarak da adlandırılan tam ay tutulması gerçekleşecektir. 2014-2015 yılları içerisinde şu ana kadar 3 kanlı ay tutulması yaşanmış olup, dördüncüsü, yani sonuncusu da 28 Eylül 2015'de gerçekleşecektir. Bu özel gök olayı "blood moons tetrad" olarak adlandırılmaktadır. Tarihimizde bilinebilen şu ana kadar 8 adet tetrad gerçekleşmiş olup, bir sonraki tetrad 2032-2033 seneleri arasında gerçekleşecektir.
Sadece Ay'ın varlığının bile sular üzerindeki olağan gel-git etkisi düşünülecek olursa, kanlı ay tutulması gibi çok nadir gerçekleşen özel gök olaylarının Dünya üzerinde herhangi bir etkisi olmayacağını söylemek açıkçası cahillik olacaktır.
Başta tutulmalar olmak üzere, bir çok gök olayının hem jeolojik olarak yerküre üzerinde (fırtına, sel, volkan patlamaları, deprem gibi doğa olayları dahil), hem toplumlar üzerinde (yönetimler, ideolojik yapıların değişmesi) hem de hem ruhsal olarak kişiler üzerinde bir çok etkisi olmaktadır.
Önümüzdeki kanlı ay tutulmasının etkilerinin ise geleneksel yapılar, sosyal düzen, teknoloji, politika ve ekonomi alanlarında ortaya çıkması ve bu alanlarda devrimsel nitelikte ani değişikliklere sebep olması beklenmektedir. Kanlı ay tutulmasının kişiler üzerindeki etkilerinin ise, ağırlıklı olarak iş ve aşk ilişkilerinde yeni düzenlerin kurulması, var olan ve kişiye hizmet etmeyen düzenlerin yıkılması, geçmişle hesaplaşma ve yüzleşme (geçmişten gelen sevgililer, küslük yaşanmış arkadaşlar, aile bireyleri vs.) şeklinde ortaya çıkması beklenmektedir. Tutulmaların genel etkileri her daim bu şekilde olmakla beraber, 28 Eylül'de gerçekleşecek kanlı ay tutulmasının "süper tutulma" ve "tetrad" olarak gerçekleşmesi bu etkileri kat kat arttıracaktır.
Astrolojik hareketlerin, Dünya ve kişiler üzerindeki etkileri oldukça gerçektir, ve astrolojinin gerçekliği fikrimce tartışmaya dahi açık değildir.
Ancak, burada önemle üzerinde durulması gereken konu, hiç bir ruhun hiç bir astrolojik hareketin esiri olmadığı ve hiç bir gök hareketinin sonuçlarının karşısında çaresiz ve bu olayların etkisinin kurbanı olmadığıdır. Bu hem kişisel yıldız haritalarınızda gerçekleşeceği öngörülebilen olumsuz olaylar için hem de Dünya için yüzyıllardır en ünlü medyumların kehanetlerinde öngörülen yıkım, kıyamet ve savaş olayları için geçerlidir, daha önceki yazılarımda da belirttiğim gibi hiç bir şey değiştirilemez, dönüştürülemez değildir. Aksi düşünülseydi, hepimizin 2012 senesinde yok olması gerekirdi =)
Hem astroloji, hem diğer kehanet yöntemleri bir takım olayların olacağından değil, sadece olma olasılığından bahsetmektedir. Bu doğrultuda yapılması gereken, korku içerisinde ülkenin ve şahsen kendinizin başına ne geleceğinden endişe ederek beklemek değil, bu olasılıkları bilmenin avantajı ile 28 Eylül'ü takip eden 6 ay boyunca şahsınızı ilgilendiren alanlarda özellikle iş ve aşk alanında ani kararlar almaktan ve tartışmalara girmekten biraz daha fazla kaçınmak ve bu astrolojik hareketin getirdiği değişim dalgasından kendinize pay çıkarmak olacaktır.
Unutulmamalıdır ki; değişim; dönüşümün gereğidir, değişimin olması için öncelikle size hizmet etmeyen kişi ve unsurlardan arınmanız, ve size hizmet edecek kişi ve olaylara yer açmanız gerekir.
İlaveten, bu gibi evrensel olayların ardından Dünyanın da kendisine hizmet etmeyen enerjilerden arınarak daha yüksek bir titreşime kavuştuğunu ve Dünyanın titreşimi arttıkça bizim de düşünce ve yaratım gücümüzün çok çok daha hızlı çalışacağını, başka bir ifade ile düşüncelerimizin çok daha hızlı maddesel forma kavuşacağını hatırlatmak isterim.
Bu nedenle bu dönemde, sabah uyanır uyanmaz ve yatmadan hemen önce, şu olumlamayı tekrarlamak oldukça faydalı olacaktır:
"Evrenin akışına güveniyorum ve akışın hayrıma işlemesine izin veriyorum, dileklerim artık hızla gerçekleşiyor"
Sevgilerimle
3 Eylül 2015 Perşembe
Gelişim mi , Dönüşüm mü?
Profilimi inceleme fırsatı bulduysanız, kişisel gelişim uzmanı yerine, kişisel dönüşüm uzmanı ifadesini kullandığımı dikkat etmişsinizdir. Gelişim yerine, dönüşüm ifadesini kullanmamın özel bir sebebi var.
İnsanların ve hatta tüm canlıların ruhsal seviyede tam, bütün ve eksiksiz olduğuna inanırım, evet, evren dahi daima genişlemekteyken, gelişime daima alan olacaktır, ancak kişisel gelişim ifadesi günümüzde daha ziyade, eksik olanı tamamlamak anlamında kullanıldığı için bu tarz bir kullanım benim içime sinmemekte.
Ruhsal seviyede evrenin tüm sırları tüm canlılara bahşedilmiştir, eksik olan bilginin eksikliği değil, bu bilgiye erişmekte zorlanmamızdır. Bu tür bir bilginin var olduğuna, var olsa dahi, bu bilgilere sınırlı zihinle ulaşılamayacağına yönelik genel kanı, sadece önyargı ve dayatmadan ibaret olup, aksini kendi varlığınızla deneyimleyebilmeniz için gerekli olan kişisel olarak gelişmeniz değil, düşünce ve inanç (dini inanç değil) kalıplarınızı "dönüştürmenizdir". İşte yaklaşık 15 senedir üzerinde çalıştığım konu da kişilerin gelişmesi değil, düşünce yapılarını dönüştürmesi üzerinedir.
İnsanoğlu daima sağlık, mutluluk, para, refah, aşk için "savaşmak" ihtiyacında hissetmiştir kendisini. Bu güzel şeylerin ancak sabır ve hakedişle kendisine geleceğine inanmış ve bir diğerine de bir şeyi istiyorsa uğruna "savaşmasını", "çok çalışmasını" tembih etmiştir.
Malesef tamamen iyi niyetlerle nesilden nesile aktarılan bu düşünce kalıpları sadece kişinin aleyhine işlemektedir. Şöyle ki, Evren, Allah, Kaynak, Güç, Tanrı nasıl isimlendirdiğiniz hiç farketmez; sınırsız sevgi, bolluk, bereket, sağlık, aşk ile doludur, Kaynak, bizim tabirimizle, iyi-kötü, fakir, zengin, güçlü, güçsüz ayırtetmeksizin bu olanağı tüm varlıklara sınırsız olarak sunmaktadır.
Ancak hep bahsettiğim ve bahsedeceğim gibi, bu sınırsız kaynak, havuz, evrendeki herşeyin oluştuğu gibi "titreşim" ve "enerji"den oluşmaktadır. Dolayısıyla o havuzdan istediğiniz titreşimi çekerek dünyevi koşullarda "madde" (yani mükemmel sevgili, iş, para, sağlık) olarak hayatınızda var etmenin tek yolu, titreşim havuzundan seçtiğiniz güzelliğe eş değer bir titreşimle havuza yani sınırsız evrene çağrı göndermekle mümkündür.
Başka bir ifade ile, bu havuzdan dilediğiniz titreşimi kendi hayatınıza çekerek maddesel forma kavuşturmak için yapacağınız hiç bir fiziksel aktivite (gece gündüz çalışmak, güzelleşmek için 24/7 yapılan spor ve estetikler, sağlık için sadece topraktan beslenmek vb.) aslında dileklerinizi gerçekleştirmek için GEREKLİ değildir, gerekli olan tek şey doğru titreşimi evrene göndermektir. Tabii bu tür aktiviteler sizi iyi hissettiriyorsa durmayın hemen yapın, buna hiç bir sözümüz olamaz lakin dediğim gibi ne deli gibi çalışmak, ne de dünyanın en güzel insanı olmak, ne de GDO'suz meyve yiyeceğim diye aylık bütçenizi zorlamak size dilediğinizi sonucu getirmez.
Getirseydi, deli gibi çalışıp da hala ayın sonunu zor getiren insanlar, çok güzel, çok yakışıklı ve zengin olmasına rağmen bir türlü aradığı aşkı bulamayanlara, ve ömrü boyunca tek bir sigara içmemesine rağmen akciğer kanserinden vefat eden kişilere rastlamazdık.
Unutmayın, siz evrene ruh seviyesinde, bir bütün olarak, sağlık, aşk, refah, bolluk, bereketle donatılmış ve tüm evrensel ve ruhsal bilgilere vakıf olarak geldiniz, dünya koşullarında bu unsurlara erişmeniz için "çalışmanıza" gerek yok, çünkü zaten bunların her biri size vakfedilmiştir, biz insanlar, malesef, "yokluk bilinci" ile donatıldığımız için, bunların aslında bizde olmadığını olması için çalışmamız gerektiğini öğrenerek büyüdük, oysa ki durum tam tersidir ve yaydığımız yokluk enerjisi ile bize sunulmuş olan unsurlardan zamanla uzaklaşmaktayız. (Bedensel olarak hasta, ve bir takım fiziksel eksikliklerle dünyaya gelen bebeklere gelince, bu gibi durumlarda dahi ruh bütünlüğünü korumakta olup, bu gibi durumlar, bu özel kişilerin dünya yolculuklarında özellikle seçtiği ruhsal deneyimlerdir, ruh iyileşip, iyileşmeyeceğine ise özgür iradesine göre karar verir).
Bu nedenle, bir şeyi dilerken, zaten sizde olduğunu unutmayın, sağlık dilemeyin, sağlıklı olmaya "izin verin", zenginlik dilemeyin "zenginliğe kendinizi açın, izin verin", aşk dilemeyin "aşka kalbinizi açın, aşk zaten her yerde, aşık olmaya izin verin".. Kısacası özünüzün dünyada varlık göstermesine, kendini maddesel olarak ifade etmesine "izin verin". İzin verme duygusu "rahatlık duygusu" ile eş değerdir, her ne düşünür ve yaparken bu rahatlık duygusunu hissediyorsanız işte özünüzün ortaya çıkmasına o zaman izin veriyorsunuz demektir =)
Sevgilerimle
28 Ağustos 2015 Cuma
Kaosa Dur Demek...
Son günlerde artarak devam eden terör ve ölüm olaylarını herkes gibi ben de üzüntü ile takip ediyorum.
Her canlı ve cansız varlığın bir enerji alanı ve frekansı olduğu gibi ülkelerin de bir enerji alanı ve frekansı mevcuttur, bu enerji alanının frekansını belirleyen ise ilgili ülkenin toplumunun yaydığı titreşimlerdir.
Son gelinen durum itibariyle, ülkenin kaotik, huzursuz ve agresif bir enerji içerisinde olduğunu söylemek durumundayım.
Her gün hangi kanalı açsak, hangi gazeteyi okusak, facebook'taki haber akışlarında dahi, neredeyse sadece şehit haberleri, ölüm ve terör olaylarına rastlıyoruz. İçimizden herhangi biri, şahsına ait mutlu bir fotoğraf, bir tatil fotoğrafı vs. paylaştığı anda bile, biri çıkıp, bu kişiyi neredeyse taşlarcasına bu kara günlerde duyarsız olmakla itham ediyor. Karikatürlerde batının sahillerde yan gelip yattığı resmedilirken, doğunun kanlar içerisinde yattığı resmedilerek toplumun bazı kesimleri arasındaki farka dikkat çekiliyor.
Herkesin hemfikir olduğu ise bu şiddetin, gencecik evlatların yok yere göçüp gitmesine bir dur demek. Eminim ki, bu kaostan kişisel bir menfaat elde etmeyen herkes din, dil, ırk farketmeksizin bu şiddetin artık sona ermesinden yanadır.
Kanalların ve gazetelerin yayın akışının ardında yatan stratejiler çok farklı olabiliyor, ancak en azından sosyal medya üzerinden yapılan şahsi paylaşımların tek bir amacı var; o da bir farkındalık yaratmak, "duyarsız gibi görünen" kimseleri gerçeklere uyandırmak ve harekete geçirmek, "ben merkezcilikten" uzaklaştırarak, toplumun acılarına duyarlı kılmak.
Bu amacın altında yatan niyet çok ulvi olmakla beraber, gösterilmekte olan tavır malesef toplumun ve ülkenin en yüce hayrına bir katkı sağlamamaktadır.
Bu tavır, tam tersi, yönetimler tarafından yaratılmakta olan kaos ilüzyonuna kendimizi daha çok kaptırmamıza ve bizim için başkaları tarafından belirlenmiş toplumsal rolleri oynamamıza ve kaosun bir parçası olmamıza neden olmaktadır.
Hiç bir zaman unutulmamalıdır ki, insanlar taşıdığı dünyevi bedenlere hapsolmuş, dünyanın maksimum 90-100 senelik bir zaman diliminde ikamet edip, ardından yitip giden ve dünyanın koşulları ile sınırlandırılmış varlıklar değildir.
İnsanlar, canlı ve cansız her varlığın parçası olduğu sınırsız "evrenin", tekamül yolculuğunda olan, hiç bir koşul ve zaman dilimi ile sınırlandırılmamış ruh parçalarıdır, bedenler ise ruhların dünya koşullarını maksimum derecede deneyimleyebilmesi için ruhlarımızın kullanmakta olduğu araçlarıdır.
Bizler ruhsal seviyede daima evrenle ve yüksek benliğimiz ile iletişim halindeyiz, ancak dünyayı "insan" olarak deneyimlemenin bedelleri vardır, insan bedeni ve dünyanın fiziksel koşulları, "sınırlı" olma sanrısını da beraberinde getirmektedir. Ancak, çağ artık, aydınlanma çağıdır, ve insanlığın özünü hatırlamasının vakti gelmiştir.
Ne olursa olsun, herkese ve her olaya rağmen zaman ve mekan kısıtı olmaksızın, evrenin her gezegeni, her varlığı için her zaman işlemekte olan yasa, çekim yasasıdır.
Bu doğrultuda, nefret, nefreti besler ve daha fazla nefret yaratır; şiddet, agresyon, panik, endişe gibi olumsuz duygular, olumsuz duyguları besler ve olumsuz olayları daha fazla yaratır.
Bu bağlamda, trajik olarak nitelendirdiğimiz olaylara verdiğimiz şahsi tepkiler, bütünün frekansını doğrudan etkilemekte ve yönlendirmektedir. Herhangi bir olayın içerisinde yer almasak dahi, şahit olduğumuz, gözlemlediğimiz her olaya ilişkin beslediğimiz düşünce, duygu ve tepkilerimizle olumlu veya olumsuz bütünün frekansını etkilemekteyiz.
Ülkemizin içinde bulunduğu dönem, bir kaos dönemidir, bu dönemde yaşanan olaylara verilecek tepki, beslenecek duygu ve düşüncelerin ilüzyonun içinden değil, ruhsal seviyeden verilmesi toplumun, ülkenin ve evrenin en yüce hayrınadır.
Daha basit bir ifade ile, ülkeden yayılan ve her birimizin sorumlu olduğu bu güçlü negatif titreşimleri bertaraf etmenin tek yolu, yine her birimizin bütünün parçası olduğunu hatırlayıp, sorumluluk alarak, şiddete şiddetle, ölümlere nefretle, olumsuz olaylara vazgeçmişlik, çaresizlik ve kurban psikolojisiyle yaklaşmaksızın, ruhsal tekamül seviyesinde daha geride olan ve dünyevi deneyiminde şiddet, kaos, terör gibi olaylarda yer edinen ruhlara karşı olabildiğince nefret duyguları beslememek, var olan olaylar ne kadar trajik olursa olsun, hiç bir ruhun herhangi bir olayın kurbanı olmadığını, vefakat böyle bir olayın içerisinde yer alıyorsa, bunu ruhsal seviyede ruhsal tekamül yolunda bir ders edinmek için seçmiş olduğunu hatırlamaya çalışmak diye düşünüyorum.
Bu olaylara bir dur demek istiyorsak, her birimizin nefret, agresyon, kaygi ve endişe gibi duygulardan arınarak, sükunet ve huzur içerisinde, güvenli, mutlu, yaşam kalitesinin arttığı, barışçıl bir ortamı her gün en az 15 dakika imgelemesini ve daha da önemlisi "hissetmesini" öneririm.
Mümkünse, bir süre kara haberlerin verildiği kanallardan da kendinizi uzak tutun, bu haberlere her gün maruz kalmak özünüze ilişkin "farkındalığınızı" arttırmaz, tam tersi dünyevi ilüzyona daha çok kapılmanıza ve olumsuz duygular içerisinde hapsolmanıza neden olur, tek yapmanız gereken özünüze yani içinize dönerek, yaratıcı gücünüzü kullanarak, bütün için güzel ve huzurlu bir yaşam ortamının oluştuğunu hissetmek, ve eninde sonunda bunun olacağını bilmektedir.
Sevgilerimle
Etiketler:
#barış,
#bereket #şifa,
#bolluk,
#çekimyasası,
#enerji,
#evren,
#imgeleme,
#kader,
#kisiselgelisim,
#kişiselgelişim,
#kuantum,
#meditasyon,
#olumlamalar,
#reiki,
#reiki #reikimaster
21 Ağustos 2015 Cuma
Beklentilerinizin Karsiligi Kendi Ekininizin Mahsuludur
Herhangi bir iliskide karsinizdakinden ne beklersiniz sorusuna verdigimiz ilk yanit sevgi ve saygidir; karsilikli sevginin bulunmadigi bir iliskide ise en azindan karsilikli saygi olmazsa olmazdir.
Peki istisnasiz herkesin hemfikir oldugu bir konuda; hayatimizda en cok yoklugunu cektigimiz neden sevgisizlik, yasadiklarimiz neden saygidan yoksun, neden yasam dedigimiz bu "mucadele" ve "savas" haksizliklarla dolu?
Karsimizdakinden bir seyler beklemeden once, kendi kapimizin onunu temizlemek zorunda oldugumuzu dikte eden konulara girmeyecegim. Zaten esin, dostun, patronun, cocugun, anne, babanin, kisacasi herkesin birbirinden bir seyler bekledigi baskici duzende bir ogretmen edasiyla "Ey insanlar kendinize ceki duzen verin!" demenin bir faydasi olacagina inanmayanlardanim =)
Ben bu yazimda kendinize ceki duzen vermek yerine, kendinize iyi bakmanizi tavsiye edecegim. Evren cekim yasasina gore islemektedir; ne ekersek onu biciyor; mahsullerini "kader" olarak adlandirdigimiz olaylar ile topluyoruz.
Peki hayatinizda eksikligini cektiginiz seyleri baskalarindan beklemeden once; oncelikle kendinize vermeyi hic denediniz mi? Veya yeterince veriyor musunuz?
Acaba kendinizi yeterince seviyor musunuz? Acaba kendinize hic haksizlik ediyor musunuz? Acaba kendinizi onurlandiriyor musunuz, yoksa kendinize cogu zaman saygisizlik mi ediyorsunuz?
Daha onceki yazilarimda da belirttigim gibi hayatinizda ne gibi olay ve kisiler ile karsilasacaginizi anlamak aslinda kolay, his ve dusuncelerinize tercuman olun; size ne yasayacaginizi, kimlerle muhatap olacaginizi tek tek soylesin.
Birilerinin sizi uzmesine izin verdiginiz her an, evrene karsinizdakilerin sizi uzebilecegine dair emir ve yetkiyi vermektesiniz ve bu dogrultuda hayatiniza cektiginiz kisiler evrene verdiginiz emirlere uygun olan deneyimi size yasatmaktalar.
Onurunuzun kirilmasina goz yumdugunuz veya gururunuzun kirilmasi karsisinda sessiz kaldiginiz her an, belki o an icin gunu kurtarmaniza yarasa da, bu tavrinizin uzun vadede size benzer olaylari yasatacagini temin ederim. Cunku evrene ucuncu kisilerin sahsi alaniniza girebilecegi yonunde emir vermektesiniz dolayisiyla, cekim yasasina uygun olarak, karsiniza cikan insanlar ve olaylar sahsi alaniniza girebilecekleri emrinize uygun olarak hareket etmekteler; taa ki siz buna bir dur diyene kadar..
Sahit oldugunuz veya bizzat yasadiginiz haksizliklar karsisinda, menfaatleriniz veya korkulariniz nedeniyle sessiz kaldiginiz her an, haksizlik ve adaletsizlik deneyimini daha fazla yasamak yonunde evrene emir vermektesiniz.
Ilaveten; bu davranisinizin altinda yatan bir seyleri/sizin icin onemli birilerini kaybetme korkusu ise, size garanti edebilirim ki; yaptiginiz herhangi bir fedakarlik, alttan alma, sessizlik vs. hic bir sey korku gibi yogun bir duygu karsisinda etkili olamaz; evren korku gibi bir yogun duyguyu cok guclu bir emir olarak algilar ve en kisa surede yerine getirir; baska bir ifade ile korktugunuz her ne ise basiniza illa ki gelecektir.
Kendinizi kucuk gordugunuz, yetersiz gordugunuz, sevgisiz biraktiginiz, kendi degerlerinizi onurlandirmadiginiz, kendi isteklerinizi, duygularinizi, degerlerinizi onemsemediginiz her an; hayatinizda bu duygulari size yasatacak olaylar ve kisiler ile karsilasacaksiniz.
Tum beklentilerinizin karsiligi; kendi tarlaniza, kendi ellerinizle ekilen tohumlarin mahsuludur.
Bu nedenle oncelikle size tavsiyem kaybetme korkunuz uzerinde calisin; calisin ki; birseyleri kaybetme korkusu ile kendi degerlerinizden odun vermeyin; evren siz hangi duygularla hareket ederseniz, o duyguya uygun deneyim ve kisileri hayatiniza cikaracaktir.
Kaybetme korkunuz olmasin, bilin ki; siz kendinizi onurlandirdiginiz surece, evren de sizi onurlandiracak. Evrenin her zaman hayriniza isleyecegine inanin; birilerinin veya birseylerin hayatinizdan gitmesi gerekiyorsa emin olun ki daha iyisi gelecek; inanciniz neyse yasayacaginiz odur; bu nedenle bu dediklerime de inanin...
Her gun oncelikle kendinizi sevmeniz; oncelikle kendinizi dinlemeniz ve onurlandirmaniz dilegiyle...
Sevgilerimle
Etiketler:
#bereket #şifa,
#cekimyasası,
#enerji #bolluk,
#evren,
#imgeleme,
#kader,
#karma,
#kisiselgelisim,
#kişiselgelişim,
#kuantum,
#kuantumolumlama,
#meditasyon,
#reiki,
#reikimaster
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
Geleceği Bilmenin Sırrı
Geleceği bilmek istiyorsan, Kendini bil. Geleceği mi bilmek istiyorsun, Dışarı çıkma, *Kendine gel!*, Geleceği ...

-
Herkese merhabalar, Sizlerden Reiki Eğitimi ile ilgili birçok soru alıyorum, umuyorum ki bu yazımda, bu sorularınızın bir ç...
-
Herşeyin çözümü sevgide… Sevgi herşeyi fetheder.. Sevgi içimizde.. Bu sözler, kişisel gelişim denince ilk akla gel...
-
Rezonans kanunu; en basit anlatımıyla, birbirine benzeyen frekansların birbirine uyumlanması ve birbirini çekmesi olarak tanımlanabilir...